Bütün bunlar tesadüf mü?
İbrahim KARAGÜL 29 Mayıs 2007
Aynı tarihte Filistin'de iç çatışma tırmanıyor. ABD, İsrail ve Mısır destekli güçlerle karşıt güçler arasındaki çatışma şimdilik durduruldu ama devam edeceği belli. Aynı tarihte Lübnan'da iç savaşı hazırlamaya dönük çatışmalara yeni bir grup ekleniyor. Çok garip bir şey oluyor: Seymour Hersh'e göre ABD, Lübnan'daki Sünni örgütleri Şiilere ve İran/Suriye'ye karşı destekliyor.
Bu çerçevede El Kaide'ye benzediği söylenen Feth-ul İslam örgütü Cheney, Eliot Abraham ve Prens Bandar Sultan tarafından silahlandırılıyor, Saad Hariri üzerinden Suudi parası bu örgüte aktarılıyor. Bütün bunlar Hizbullah'ı dengelemek için. Hem Filistin hem Lübnan aynı güçler tarafından iç savaşa sürükleniyor.
Aynı tarihte, Irak için BM ve İslam Barış gücü tartışmaları başlıyor. ABD'nin yeni planına göre işgal ve iç savaş altında bulunan, ABD'nin dize getiremediği direniş, BM güçleriyle kontrol altına alınacak. Müslüman ülkelerden bir İslam Barış Gücü oluşturulacak. Dünya Bankası ve IMF'nin Irak'taki etkinliği artırılacak. Tam bunlar olurken, yolsuzluk yüzünden Dünya Bankası başkanlığından olan Irak işgalinin mimarlarından Paul Wolfowitz Dünya Bankası Irak Direktörü olarak kendi adamını atadı bile.
İslam Barış gücü önce Pakistan tarafından önerildi. Tabi Sünni Müslüman ülkelerden oluşacak. Kime karşı? Elbette Irak'taki Şii/İran nüfuzuna karşı. Peki bu olayın İran kriziyle bir bağlantısı yok mu, elbette var. O zaman Irak'taki iç savaş nasıl bölgesel bir karakter kazanacak bir düşünelim. Aylardır hazırlığı yapılan Şii yayılmasına karşı Sünni blok uygulamasının ilk çıkışı bu oluyor galiba. Bu çerçevede “iç savaş tezi” bölgesel bir karakter kazanacak. “Bölge içi çatışma” kavramını daha çok duyacağız demektir.
Aynı tarihlerde, 22 Mayıs 2007 tarihli ABC News haberine göre, Bush yönetimi İran'a karşı örtülü operasyonlar için CIA'ya tam yetki veriyor. İran'da rejim değiştirme süreci başlatılıyor. Bu çerçevede sivil toplum kuruluşlarına ve silahlı örgütlere para aktarılmaya başlanıyor. Propaganda, desenformasyon ve manipulasyona yönelik süreç güçlendiriliyor. İran ekonomisini vurmaya yönelik taktikler üzerinde çalışılıyor. Eş zamanlı olarak İsrail kaynakları, İran'ın nükleer hedefine ulaşmasının önünde sadece bir yıl kaldığı tezini işlemeye başlıyor. Amerikan Deniz Kuvvetleri 140 savaş uçağı taşıyan dokuz savaş ve uçak gemisini Basra Körfezi'ne gönderiyor. Basra Körfezi'nde işgalden bu yana en güçlü yığınak oluşuyor.
Aynı tarihlerde İran Kuzey Irak'ı bombalamaya başlıyor. Günlerdir süren bombalama, ABD'nin PKK'nın yan kolu olarak kurduğu, eğittiği ve silahlandırdığı PJAK kamplarını hedef alıyor.
Aynı tarihlerde Avrupa Birliği'nde Nicolas Sorkozy üzerinden Türkiye karşıtı kampanya güç kazanıyor. Türkiye'ye; “Tam üyeliği unut, hatta imtiyazlı ortaklığı da unut. Sen en iyisi Ortadoğu'ya yönel. AB-Akdeniz Klübü'nün iyi bir üyesi ol” deniyor. Bu tez hem AB hem de ABD çevrelerinde taraftar bulmaya başlıyor. Bunlar olurken Türkiye'de AB ile yatıp kalkanlardan hiçbir ses çıkmıyor.
Aynı tarihlerde; Türkiye cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinden çok ciddi bir iç krize sürükleniyor. “devlet iktidarının paylaşılması” eksenli bir gerilim hızla tırmanıyor. Semboller üzerinden sosyal bölünme tezleri hayat buluyor. Seçim sonrası için karamsar senaryolar üretiliyor. ABD demokrasi desteğini unutmuş bir halde, kim galip gelirse onunla çalışmak için bekliyor. AB ise Türkiye'yi Batı Avrupa'dan uzaklaştırmanın fırsatının doğduğuna inanıyor.
Aynı tarihlerde, son beş yıldır hızla tırmanan milli refleks kendisine düşman arıyor. Buluyor da: ABD ve bölgedeki yayılmacı tasarrufları. Ve Kürt meselesi. ABD-Kürt ortaklığı tezine karşı kabaran kamuoyu Kuzey Irak'a operasyon istiyor. Sonucunun ne olacağını kimsenin bilmediği bir operasyon. İç siyasi gerilim, bölgesel gelişmelerle de beslenince bu talep kontrol edilemez hale geliyor.
Ve aynı tarihlerde Türkiye'nin başkentinde korkunç bir intihar saldırısı oluyor. Kimin ne amaçla yaptığı tam belli olmayan ancak hem K. Irak operasyonuyla hem de ABD'nin bölgesel tasarruflarıyla örtüşen canice bir saldırı. Doğal olarak Türkiye Kuzey Irak'a girmeye hazırlanıyor.
Şimdi; Kuzey Irak operasyonunun PKK ile, Kürt meselesiyle, ABD'nin yeni Irak stratejisiyle, Basra Körfezi'ndeki yığınakla, Türkiye'yi Ortadoğu projesinin içine çekmeyle, iç krizle bağlantılarını ayrı ayrı sorgulamak gerekmiyor mu?
Operasyon Kuzey Irak'a mı yoksa Irak'a mı? Türkiye ABD'ye Irak'ta ortak mı oluyor? Bu süreç, Türkiye'yi iç savaşa kadar varan bir girdabın içine çekebilir mi? Kuzey Irak'tan yükselen Türkiye'yi tahrik eden açıklamalar, ABD'nin PKK'yı koruması bu ortamı hazırlamak için miydi?
Sorulacak çok soru var ama ne yazık ki, cevapların çoğu belirsiz…. Sizce bütün bunların aynı tarihlerde gerçekleşmesi sadece birer tesadüf mü?