Erol Güngör'de Tarih-Kültür ve Milliyetçilik
01 Ocak 1970
Türkçe ve Kültür Buhranlarımız
Erol Güngör, temel derdi güçlü bir modern millî kültür inşa etmek olan bir anlayışı benimsemiştir. Bu modern millî kültür, Güngör'e göre iki noktada mukavemet mekanizması olarak işlev görecektir: Birincisi henüz maddi sahada bu denli geniş toplumsal dönüşümlerin yaşanmaya başlamadığı tek parti döneminde entellektüalist bürokrat aydın-elit sınıf tarafından dayatılan mecburi kültür değişmelerine karşı, ikincisi ise halen yaşanmakta olan toplumsal dönüşümlerin yarattığı etkilere karşıdır.
Bu bağlamda Güngör, düşünce ve kültür hayatımızın taşıyıcısı olan Türkçe hakkında, bazı mühim konuları ele alarak, dildeki tasfiyecilik hareketinin milli kültür hayatımıza dayattığı mecburi değişimleri eleştirerek, bununla birlikte bu tasfiyecilik hareketinin ilmi olmayan karakterlerini de açıkta dile getirerek, bazı zümrelerin ideolojik saplantılarını Dünden Bugünden Tarih-Kültür ve Milliyetçilik isimli eserinde şöyle dile getirmiştir:
“Dildeki tasfiyecilik hareketinin ilim ve kültür hayatımızda meydana getirdiği neticeleri incelerken, her şeyden önce, bu hareketin başlangıç noktası üzerinde durmamız gerekiyor. Bu nokta Türkçenin tasfiyesinin bizatihi ilim zihniyetine, ilmî düşünce tarzına karşı bir çıkış olmasıdır. Dilci arkadaşlarımız ve hocalarımız dili bir lengüistik meselesi olarak ele alıp bize geniş bilgiler verdiler. Beklenirdi ki tasfiyeciler de kendi görüşlerini bir ilim meselesi halinde ortaya atsınlar, o çerçevede işlesinler. Fakat şimdiye kadar tasfiyecilerin her türlü ilmî hücuma karşı siyasî bir müdafaa yaptıkları görülmektedir. Kısacası, Türkçenin niçin tasfiye edilip yeni baştan bir dil kurulması gerektiği sorulunca, son dayanak noktası daima şudur: Çünkü Atatürk böyle istedi.”
Güngör’ün dil hakkındaki hassasiyetlerini iki temel noktada izah etmek mümkündür. İlki, Türkçenin tasfiyesi için gayret gösteren grubun bu işi bir ilim meselesi olmaktan çıkarması; ikincisi ise görüşlerini meşrulaştırmak adına siyasi argümanlardan istifade etmeleridir.
Geçmişteki tartışma konu ve sorunlarıyla birlikte Osmanlı’dan Cumhuriyet’e naklolan düşünce akımları, siyasî anlamda, dinî anlamda, entelektüel anlamda, Türk toplumunun meselelerini tartışma anlamında hala ideolojik çerçevenin dışına çıkarıp, bilimin konusu haline getirememişlerdir. Erol Güngör’ün eleştirilerinin temel esprisi de tam bu noktada yatmaktadır.
Güngör, Ziya Gökalp'ten farklı olarak kaba bir medeniyet-kültür ayrımını reddettiği için, kültür ve medeniyet kavramlarının ne kadar birbiriyle iç içe olduğunu ve birbirini etkileyen, birbirinden etkilenen süreçler olduğunu ifade etmiştir. Bu çerçevede Batı'yı Batı yapan rasyonalite, formel hukuk, endüstriyel üretim ve tüketim gibi unsurların; bir anlamda maddi sahada Batılı zihniyetin alınması gerektiğini, manevî sahada ise yerli kültürün muhafazasını savunmuştur. Bu görüşlerini dil konusunda da dile getirmeyi ihmal etmeyerek, Türkçeden vazgeçmenin bağlı bulunduğumuz medeniyetten ve milli kültürden vazgeçmek olduğunu ifade etmiştir. Dolayısıyla onun, bütün kültür meselelerine milliyetçilik ve medeniyetçilik perspektifinden baktığını söylemek mümkündür.
“Onlara göre bugün bizim Türkçe dediğimiz şey, Türklerin İslâm medeniyeti içinde iken geliştirmiş oldukları bir dildir. Türkiye Cumhuriyetle birlikte bu medeniyetten çıkmış olduğuna veya çıkması gerektiğine göre, eski kültürün taşıyıcısı olan dil de elbette bırakılacaktır.”
Yaşayan Türkçe, içindeki Türkçeleşmiş sözcükler artık milli düşünce hayatımızın birer parçası olmuştur. Medenileşmek adına Türkçeyi tasfiye ederek, İslam medeniyetinden uzaklaşmaya çalışmak kimliksizleşmekten, öte geçmeyecektir. Kimliksiz milletlerin, devletlerine ise “garson devlet” rolü biçilecektir.
Dilde tasfiye ya da dili tasfiye bir devrim hareketi midir? Bu devrim hangi liderin devrim prensipleri ile örtüşmektedir? Türkçe’nin “sürekli bir devrime” ihtiyacı var mıdır? Devamlı ihtilal kokan bir dilin edebi eserleri maziden atiye nasıl aktarılabilir? İşte bütün mesele bu sorunun yanıtını bulabilmekte yatıyor. Tasfiyecilerin sığındıkları siyasi limanlar milli limanlardan ziyade Troçki, Lenin ya da Stalin oluvermişti.
Evet, “Bu gerçekten bir devrim hareketidir, ama Atatürk devrimi değil, Troçki'nin tabiriyle "devamlı ihtilâl"dir. Bir müessesenin tamamen ortadan kalkmasına kadar devamlı yıpratılmasıdır. Bu devrimin ilk hedeflerinden biri ise uydurmacılık ve tasfiyecilik için kalkan yapılmaya kalkışılan Atatürk olmuştur. Atatürk'ün eseri bugünün Türk okuyucusu için herhangi bir yabancı kitap hükmündedir. Nutuk binlerce yıl içinde gelişmiş olan bir dile ve kültüre dayanıyordu; böyle köklü bir geleneğin hakikaten örnek gösterilebilecek kıymette bir eseriydi. Yeni dil denen şeyin hiçbir geleneği yoktur.”
Erol Güngör, özünde yenileşme ve modernleşmeye karşı olmadığı gibi, medenileşmenin kaçınılmaz bir gerçek olduğunu çoğu kez açıkça dile getirmiştir. Fakat onun dildeki tasfiyecilere karşı çıkışı, ilmi namusa uzak duran zümrelerin uydurmacılık fiiline sarılmalarından ötürüdür.
Sadece sekülerizm, pozitivizm, sosyalizm gibi Batılı medeniyet deneyiminin sebepleri değil sonuçları niteliğinde olan doktriner sistemlerin değil bizzat Batı'yı Batı yapan maddi zihniyetin benimsenmesi gerektiğini savunmuştur. Böylece bu gibi soyut terimlerle geniş halk kitleleri üzerinde elitist ve otokratik bir idare kuran anlayışları reddetmekte ve elitist bir milliyetçilik yerine olabilecek en geniş tabana yayılmış bir demokratik milliyetçilik modeli öngörmektedir. Bu yüzden Erol Güngör, halkın içinden, halkı esas alan, kültür öğelerini benimsemektedir. Bu ise temelde dayatmacı jakoben milliyetçilikten ziyade demokratik milliyetçi olduğunu göstermektedir. Demek ki dilde, devamlı ihtilal, Türkçeyi binlerce yıl içerisinde gelişmiş bir kültürden uzaklaştırmak gayesi güdüyor ve Erol Güngör ise bu yozlaşmaya dur diyordu.
Medeniyet Tarihimizde Vicdan Hürriyeti
Sahip olduğumuz köklü gelenek ve bağlı bulunduğumuz medeniyet, tarih boyunca din, iman, vicdan hürriyetine cemaat, cemiyet ve zümre farkı gözetmeksizin geniş haklar verilmiştir. Bugün örnek aldığımız ülkelerde vicdan hürriyeti vaktiyle Türkiye örnek alınarak yerleşmişti. Bu ise uğruna büyük mücadeleler verdiğimiz vicdan ve iman hürriyetimiz dayatmacı, tepeden inmeci ideolojilerin esiri ediliyor. Dün Maraş’ta Milli Mücadele’nin başlamasına vesile olan örtü, bugün kızlarımızın başlarından resmi makamlarca çekilip alınıyor.
“Bir Türk'ün yabancı ülkelerde gördüğü hürriyet karşısında hayrete düşmesi esef vericidir. Çünkü bizim bugün örnek aldığımız ülkelerde vicdan hürriyeti vaktiyle Türkiye örnek alınarak yerleşmişti.” Erol Güngör’ün mukayese ettiği bu iki ayrı dönemde, iki ayrı gelişme onun bu konudaki ilmi tespitlerini doğruluyor. Bununla birlikte de bizlere yeni ufuklar açıyor. Bunlardan ilki aslında uzun zamandır yana yakıla aradığımız, aradıkça bulduk sandığımız ve kaybını derinleştirdiğimiz değerlerin aslında asırlar önce kaybettiğimiz vicdani değerler olduğunu anlamamızdır. Diğeri ise asla dönüşümüzde Güngör’ün, medeniyetçi ve modern değerleri reddetmeyen perspektifi ile İslam’ın ve milli kültürün bugünkü meselelerine geliştirilen çözüm önerileridir.
“Bu geleneğin en göze çarpıcı misâllerine Selçuklu Türkiyesinde rastlıyoruz ki, Selçuklu sultanları hıristiyan prenseslerle evlendikleri zaman onları din değiştirmeye zorlamazlar, üstelik yanlarında papaz getirmelerine, hatta sarayın bir tarafında ibadethane açmalarına bile müsaade ederlerdi.”
Uzunca bir zamandır kamuoyunun gündemini işgal eden, zaman zaman kimi siyasi partilerce siyasi rant malzemesi olarak kullanılan başörtüsü meselesi, birçok münevverimizin tartışma konusu olduğu gibi Erol Güngör’ün de gündemine girmişti. Güngör, bu konuda sitemkâr bir üslup ile şunları söylüyordu:
“Millî Eğitim Bakanlığında bazı memurların hazırlamış oldukları bir kıyafet talimatnamesi dolayısıyla basında başlayan tartışma devam ediyor. Öğrenci kızlarımızın başlarını örtmelerine niçin müsaade edilmediğini henüz öğrenmiş değiliz.”
Milli Eğitim’de Milli Eğitimciler
Milli eğitim, öncelikleri milli kimlik ve aidiyet şuuru vermek olan eğitim sistemidir. Dolayısıyla eğitimciler, kimliksizleşmeye ve kozmopolitime karşı, genç dimağlara milli bilinci aşılayarak kültürel ve tarihi geleneklerin taşıcılarıdır. Eğitimcileri, “Türklük bilinci ve bilgisinden” mahrum bir maarif teşkilatı, rejimi ve istiklali, gölgesinde bulunduğu gücün idaresine bırakacaktır. Örneğin, “İkinci Meşrutiyet ve Cumhuriyet rejimleri birer inkılâp rejimi olmak itibariyle ideolojik eğitime büyük önem vermiş, bunun için de öğretmen zümresini iktidarın temsilci ve imtiyazlı sınıfı haline getirmiştir. Modern tahsilin çok yeni bir şey olduğu ülkede öğretmenler rejimle birlikte yeni medeniyeti de temsil eden nüfuzlu, itibarlı kimselerdi. İttihat ve Terakki fırkasının bütün memleket çapında yerleşmesinde başlıca faktörlerden biri de öğretmenlere dayanmak suretiyle her tarafta kökleşmesiydi. Nitekim Millî Mücadele için girişilen teşkilâtlanma faaliyeti daha önce İttihatçılar tarafından temelleri atılan ve esas unsuru öğretmen olan taşra teşkilâtına dayanmıştı.”
Tüm bu misallere bakarak, eğitimcilerin rejim kuran yada rejimi yıkabilen bir zümreye dahil olduğunu söylemek mümkündür. Erol Güngör’e göre eski kadim imparatorluk öğretmenlerin ellerinde son nefesini verirken, yeni Türk devleti de yine öğretmenlerin ellerinde doğmuştur. Fakat farklı durumda olmalarına rağmen, imparatorluğun son eğitimcileri ile cumhuriyetin ilk eğitimcileri aynı öğretmenlerdir. Bu sebeple rejim ya da eğitim sisteminde radikal değişimler yaşanmış olsa dahi bu öğretmenler Türk kültürünün ve geleneğinin temsilcileri olaya devam edecektir ve etmelidir.
Millet gerçeği her şeyden çok ve her şeyden önce, o milleti vücuda getiren fertlerin birlikte yaşama duygusuna ve kararlılığını; birlikte yanşan geçmişin doğurduğu ortak kültüre;
ruh ve amaç birliğine dayanır. Görüldüğü üzere millet olma şuuru tamamen sosyolojik bir vakadır. Toplumun milli bir şuur istikametinde ilerlemesi ancak topluma çeki düzen veren toplum mühendislerinin vazifesidir. Bizim toplum mühendisi dediğimiz öğretmenler, toplumun genleriyle oynama kabiliyet ve kudretine sahiptir. Öğretmenler, görmezden gelinerek inkılaplar asla yapılamaz.
“Bizim her iki inkılâbımızın da ana teması milliyetçilikti. Milliyetçilik bir ülkedeki insanlar arasında milliyet esasına dayanan bir birlik ve dayanışma şuuru yaratmayı gaye edinir. Bunun için de, milliyeti teşkil eden kültür unsurları ile milletin millî kültür istikametinde bir öğrenimden geçirilmesi gerekir. İşte bu işi yapacak olan öğretmenlerdir. Öğretmenler sadece inkılâbın ideolojisini yaymakla kalmaz aynı zamanda inkılâp rejiminin de sâdık birer bekçisi olurlar.”
Güngör, omuzlarına bu kadar mühim vazifeler yüklenen öğretmenlerin sadece önemini değil sorunları ve sıkıntılarını da dile getiriyor. Önemli bir noktanın da altını çiziyor. Karnını doyuramayan öğretmenlerden milletin ve rejimin bekçisi olmaya beklemeyiniz.
“Bugün öğretmen meselesi özellikle iki açıdan büyük bir dert halindedir ki, bunlardan biri iktisadî, diğeri bir zihniyet meselesi olarak karşımıza çıkıyor. İktisadî mesele öğretmenlik mesleğini itibarsız kılan ve öğretmeni karnını doyuramaz hale getiren bir büyük değişme ile ortaya çıkmıştır. Türkiye'nin kalkınma hareketine geçmediği bir devirde devletten maaş alanlar oldukça refah içinde yaşayan bir zümre teşkil ediyorlardı ve öğretmenler de bunlar arasındaydı. Ancak sabit gelirlilerin ağırlaşan hayat şartlarıyla baş edemediği iktisadî değişme çağında öğretmenler gitgide sefilleşen memur kitlesinin başında yer almışlardı. Bu sefalet öğretmenlik mesleğini cazip olmaktan çıkardığı için, genellikle başka mesleklere ait tahsile imkân bulamayanların oraya dolmalarına yol açmaktadır.”
Güngör, eğitimcilerin iktisadi sıkıntılarının yanı sıra zihniyet meselesini şöyle ifade etmiştir:
“İkinci mesele zihniyetle, yani Türkiye'yi idare eden elitlerin eğitim ve kalkınma anlayışlarıyla ilgilidir ve birinciden daha önemlidir. Bütün problem, Türkiye'nin kalkınmasında neye ve kimlere öncelik verileceği noktasındaki anlayış farkından kaynaklanmaktadır. Türkiye az gelişmiş bir ülkedir; dolayısıyle elindeki kaynaklar sınırlıdır ve bu sınırlı kaynaklan en verimli yerlere yatırabilmek için bir tercih sıralaması yapmak zorundadır. Bu tercih şimdiye kadar hep umûmî tahsil lehinde yapılmış, yani herkesin ilkokuldan, geçmesi ve okur-yazar oranının yüzde yüze çıkarılmasıyla ülkenin kalkınacağı zannedilmiştir.”
Derleyen: Hakan BOZ
Bölükbaşı, Adem, “Erol Güngör’ün Milliyetçilik Anlayışı”, “Kültür Ocağında Bir Mütefekkir Erol Güngör”, Kocav Yayınları, İstanbul, 2009, s.332
Güngör, Erol, “Dünden Bugünden Tarih-Kültür ve Milliyetçilik”, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2005, s.49
Akgül, Doç. Dr. Mehmet, “Erol Güngör’ün Türk Modernleşmesine Bakışı”, “Kültür Ocağında Bir Mütefekkir Erol Güngör”, Kocav Yayınları, İstanbul, 2009, Kocav, s. 131
Bölükbaşı, Adem, a.g.e., s.332
Güngör, Erol, a.g.e., s.53
Güngör, Erol, a.g.e., s.54
Bölükbaşı, Adem, a.g.e.,, s. 332
Güngör, Erol, a.g.e., s.73
Güngör, Erol, a.g.e., s.73
Güngör, Erol, a.g.e., s.70
Güngör, Erol, a.g.e., s.58
Feyizoğlu, Turhan, “Atatürk ve Milliyetçilik”, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 1987, s.45
Güngör, Erol, a.g.e., s.58
Güngör, Erol, a.g.e., s.60-61
Güngör, Erol, a.g.e., s.61