Türkiye’yi ilgilendiren jeopolitik gelişmeler-3
Ahmet Yavuz 01 Ocak 1970
Önceki iki yazıda (28 Şubat ve 7 Mart 2025) Trump’ın ABD’yi yeniden “mega” yapabilmek adına birtakım adımlar attığını, bunun dünya ölçeğinde jeopolitik gelişmelere yol açacağına değinmiştik. NATO’nun çatırdamasına, Atlantik bağına zayıflama olasılığa yer vermiştik.
Son yazıda bu gelişmelerin AB-Türkiye ekseninde farklı yönelimleri tetikleyebileceğine temas etmiştik. Bunun da ağırlıklı olarak Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK) alanında olabileceğine yer vermiştik. Bu durumun Türkiye’yi yakından ilgilendireceğine temas etmiş; “AB’yi ve Türkiye’yi oldukça uzun ve ince bir yol bekliyor… ABD’nin gücünün sınırlandırılması dünya ve bölge barışı güç ama çok gereklidir”, şeklinde yazıyı noktalamıştık. AB ülkeleriyle yürütülen temaslar şimdilik Ukrayna’ya gönderilecek askeri kuvvet üzerinden gelişiyor ancak bunun ötesinde bir anlam kazanması söz konusudur.
Bu kısa yazıda, ABD’nin Ortadoğu politikasının olası sonuçlarına değineceğiz.
Trump’ın Gazze söylemi İsrail’in niyeti ve çıkarlarıyla bire bir örtüşüyor. Bu niyet şimdilik ertelense de açıktır: Gazze’yi sadece HAMAS’tan değil, aynı zamanda Filistinlilerden arındırma ve İsrail toprağı haline getirme!
Suriye’de attığı adımlar da İsrail’in çıkarlarına uygun düşüyor. Nitekim son Şara-Mazlum Abdi uzlaşısının ABD tarafından kotarıldığı ve AB ülkelerinden de destek gördüğü sır değildir.
ABD’nin İran’a ilişkin atacağı adımların da İsrail’in çıkarlarıyla uyumlu olacağı açıktır.
Özal’ın adımları Irak’ın kuzeyinde otonom bir yapı ortaya çıkarmıştı, Erdoğan’ın Suriye politikası da Suriye’nin kuzeyinde otonom bir yapının tohumlarını attı. İçerde yürütülen isimsiz Açılım da bu iki adımın Türkiye parçasını oluşturuyor. Sonu nereye varır bilinmez ama işin anayasa değişikliklerine geldiği noktada sürtünmenin artacağı kesindir. Tabiatın kuralı al-ver üzerindedir, siyasetin de…
Suriye’nin tek parçalı olarak kalamayacağı uzun zamandır öngörülen bir olguydu. Bu nedenle merkezi Suriye ordusunun sınırlarımızda Türk ordusuyla karşılıklı nöbet tutabileceği bir yapıyı ortaya çıkarmanın ulusal çıkara uygunluğuna defalarca vurgu yapmıştık. Ancak görülüyor ki karşımıza çıkacak ordunun adı Suriye ordusu olsa da YPG’nin bir kolordu (76. Kolordu) olarak varlığını ve kimliğini koruyacağı anlaşılıyor. Bu, Irak’tan sonra Suriye’de de yeni bir otonom yapının giderek varlığını tescil ettireceği anlamına geliyor.
Suriye’de HTŞ’nin devlet olarak alana hâkimiyet arayışı işin doğası gereğidir. Bunu, Fırat’ın doğusunda Kürtlerle ile uzlaşarak sağlamaya çalışıyor. Dürzilere de İsrail nedeniyle sesini çıkaramadı. Şimdilik Türkmenlere ilişkin ne bir dokunma var ne de onların çıkan sesi var. Onların bir kısmı silahlı olduğu için dokunamadığı anlaşılıyor. Ama iş Alevilere gelince acımasız bir şekilde kuvvet kullanmaktan geri durmadı. 6-8 Mart olaylarının gösterdiği gibi, zor kullanma yöntemlerine başvurmayı tek seçenek olarak görmekte; masum insanları sistematik olarak imha etmeyi seçmektedir. HTŞ’nin bu tutumu, kendi özüne dönme eğiliminin ne kadar güçlü olduğunu ortaya koymaktadır. Oysa kamu düzenini hukuk içinde kalarak yapması başta kendisinin çıkarınadır.
Suriye’nin istikrara kavuşabilmesi için gecikmeden anayasa ve seçimler yapılmalıdır. Geciktirilmesi, istikrarsızlığa kapı aralamak olur; bu da önce Suriye’yi sonra Türkiye’yi olumsuz olarak etkiler.
Sığınmacılar konusu da 2023 seçimleri öncesinde Erdoğan tarafından verilen söz rafa kaldırıldığı için şimdilik dondurulmuş gibi durmaktadır. Bu, içerde yaratılmak istenen yeni paradigmanın (Türk, Kürt, Arap kimliklerini öne çıkaran yeni yapısal tercih) bir parçası olsa gerektir.
Sonuç olarak siyasi iktidarın attığı adımlar Suriye’de ABD ve AB ile uyumlu olsa da, özellikle ABD ile Gazze ve İran’a yönelik atılacak adımlar açısından çıkar çatışmasına işaret etmektedir.
Zorlu bir döneme hukuk devletini güçlendirerek hazır olmalıyız ama iktidarın yönelimleri pek öyle görünmüyor…