KKTC’deki seçimi AB ve ABD kaybetti
Sedat Ergin 01 Ocak 1970
KKTC’de geçen pazar günü yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminin gerçek mağlubu kim? Son 5 yıldır bu koltukta oturan Mehmet Ali Talat mı? Ankara’daki Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti mi? Yoksa ABD Yönetimi ile Avrupa Birliği mi?
Kuşkusuz herkes kendi bakışına göre yenilginin sorumluluğunu bu aktörlere belli ölçüler içinde dağıtabilir. Ama kanımızca bu seçimin gerçek mağlubu Washington ve Brüksel’dir.
BATI İLK KEZ ESNEK BİR MUHATAP BULDU
Talat, KKTC’de Başbakanlık görevini CTP-DTP koalisyonunun kurulmasıyla birlikte 2004 Ocak ayında üstlenmiş, ardından 17 Nisan 2005 tarihindeki Cumhurbaşkanlığı seçimini oyların yüzde 55.6’sını aldığı ilk turda kazanmıştır.
Kıbrıs sorununda 1974 sonrasında ilk kez gerçek anlamda çözüm sürecine girilmesi Talat’ın 2004’ten itibaren belirleyici bir rol oynamaya başlamasının bir sonucudur.
Batı, telkinlerine genellikle dirençle karşılık veren Rauf Denktaş’tan sonra karşısında hiç alışık olmadığı ölçüde çözümü içtenlikle arzulayan, esnek bir bakışla müzakere masasına oturan bir muhatap buldu. Talat’ın bakışı Ankara’da 2002 sonunda iktidara gelen Recep Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs sorununa bakışıyla önemli ölçüde örtüştü ve bu örtüşmenin sonucu BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından sunulan planın kabul edilmesi oldu.
24 Nisan 2004 tarihinde yapılan referandumda Kıbrıs Türk halkının yüzde 64.90’ı “Evet” oyu kullanırken, ret cephesinin “Hayır” oyları yüzde 35.09’da kaldı. Ancak Kıbrıslı Rumların yüzde 75.83’ü “Hayır” deyince Annan Planı uygulama şansı bulamadı.
Yine de sergilenen bu çözüm iradesiyle Türk tarafı ilk kez uluslararası alanda yüksek bir zemine çıktı, uzlaşmaz görüntüsü dağıldı ve Türkiye ile AB arasındaki tam üyelik müzakerelerinin önü açıldı.
ABD’NİN SON DAKİKADAKİ NAFİLE ÇABASI
Adil davranılsaydı, bu özverinin karşılıksız kalmaması gerekirdi. O dönem yapılan açıklamalarda, Türk tarafının yapıcı tutumunun karşılıksız kalmayacağı, KKTC’ye uygulanan ekonomik ve siyasi izolasyona son verileceği, böylece Kıbrıs Türk halkının rahat nefes alacağı yolunda bir dizi taahhütte bulunuldu AB ve
ABD sözcüleri tarafından.
Geçen 6 yıllık döneme bakıldığında bu sözlerin yerine getirildiğini, Talat’a elle tutulur bir desteğin sağlandığını söyleyebilmek zordur. Talat, yaptığı jestlerin karşılığında elini güçlendirecek hiçbir anlamlı somut kazanım elde edememiştir.
Bazı son dakika çabaları olmamış değildir. Örneğin, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton kendisine 30 Mart tarihi için Washington randevusu vermiş, ancak Talat seçimden iki hafta önce ABD’de bulunmayı uygun görmemiştir. Clinton, bunun üzerine 6 Nisan tarihinde, yani seçimden 12 gün önce kendisini telefonla arayarak çözüme katkılarından dolayı teşekkür etmiş, seçimden hemen sonrası için Washington’a davet etmiştir.
Clinton’dan bu telefon geldiğinde, Talat seçim kampanyası için Köprü Köyü’ndeydi. Talat, konuşmasını bitirdikten sonra köylülere dönerek “İzlediğimiz politikanın dünyada ne kadar takdir topladığına ve desteklendiğine siz de şahit oldunuz. Dünyalı olmak budur işte, birlikte ve uyum içinde çalışmaktır” diye konuştu.
ABD’nin Kıbrıs Türk halkına Talat’ın arkasında durduğunu göstermeye dönük bu son dakika jestinin belli ki önemli bir etkisi olmamıştır.
AB DE YARDIMCI OLMADI
Denilebilir ki, ABD, KKTC’nin çok uzağındadır ve başı çok fazla ve daha acil dünya sorunlarıyla meşguldür. Oysa Kıbrıs doğrudan Avrupa Birliği’nin kendi coğrafi sınırları içindedir. Çözüm olması halinde KKTC de AB’ye dahil olacaktır.
Gelgelelim bu cephede de ciddi bir hareket olmamıştır. Örneğin, Avrupa Birliği’nin KKTC mallarının Avrupa’ya doğrudan satılmasını sağlayacak olan ticaret tüzüğü verilen bütün vaatlere karşılık hayata geçirilmemiştir.
AB Komisyonu, Lizbon Antlaşması’nın yürürlüğe girmesinden yararlanarak gecikmiş bir çabayla tüzüğü 21 Mart tarihinde onay için Avrupa Parlamentosu’na göndermiştir. Parlamento Uluslararası Ticaret Komisyonu’nun tüzüğü 1 Haziran tarihinde ele alması bekleniyor. Bu nafile hamlenin de bir etkisi olması düşünülemezdi.
AB’nin sonuçta bütün siyaset anlayışını Avrupa siyaseti üzerine inşa eden bir politikacıya fazla hayrı olmamıştır. Kendisine yakın bir siyasetçinin konumunu güçlendirebilecek asgari bir politik beceriyi bile sergileyemeyen AB’nin dünya politikasına nasıl ağırlık koyacağı, nasıl global bir oyuncu olabileceği sorusunun yanıtı boşluktadır.