Rakibin cenazesi musallaya gelince
Kerime Yıldız 01 Ocak 1970
Rüstem Paşa hakkında anlatılan meşhur bir hikâye var.
Hürrem Sultan’ın dâmât adayı olan Diyarbekir Vâlisi Rüstem Paşa’nın rakipleri, Paşa’yı Kânûnî’nin gözünden düşürmek için cüzzamlı olduğu dedikodusunu çıkardılar. Kânûnî, Rüstem Paşa’yı muâyene etmesi için bir hekim gönderdi. Cüzzamlı insana bit gelmediğinden eğer Rüstem Paşa’da bit varsa cüzzamlı olmadığı anlaşılacaktı. Hekim, Paşa’nın üzerinde bit bulunca ikbâli açıldı. Bu hâdise için söylenen bir beyit var:
Olıcak bir kişinin bahtı kavî tâli’i yâr
Kehlesi dahî mahallinde ânın işe yarar
Taht oyunlarına kafam basınca bu hikâye, kafamda bambaşka bir hikâyeye dönüştü. Ben Hürrem olsam hekimden evvel haber uçurur, “Bitlen!” derim. Ben Hürrem olsam hekimi satın alırım veyâ ben Rüstem olsam hekimi, bir türlü kandırırım.
Rüstem Paşa sadrazam olmayı, Hürrem Sultan da oğlunu başa geçirmeyi kafaya koyduğundan o bit, işe yaradı. Rüstem Paşa, rakiplerini bertaraf ederek hem dâmât hem sadrazam oldu.
Bitti mi? Hürrem ile Rüstem’in hayâllerinin önünde Şehzâde Mustafa diye bir engel vardı. Oğulu babaya rakip göstermeyi başardılar. Kânûnî, oğluna kıydığında Şâir Taşlıcalı Yahyâ, şöyle feryad etti:
Meded meded bu cihânûn yıkıldı bir yanı
Ecel Celâlîleri aldı Mustafâ Han’ı
Kânûnî’nin yüzüne, “Yarın Hakk’ın dîvânına varınca / Kânûnî’den hakkın alır karınca” diyebilen Ebussuud Efendi, ne yaptı acaba? “Kânûnî’den hakkın alır Mustafa” diyebildi mi? Deseydi bilirdik.
Şehzâde Mustafa’nın cenâzesi musallâya gelince rakipleri ömürlerinin en huzurlu namazını kılmış olmalı.
Meydâna geldi na'ş-ı rakîb-i nemîme-sâz
Kıldım huzûr-ı kalb ile ömrümde bir namâz (Sâbit)
Acaba Kânûnî, nasıl bir cenâze namazı kıldı? Huzurlu mu huzursuz mu? Onun gibi bir pâdişahın, devletin bekâsı için dirâyetli bir şehzâdesini tahta geçirmesi gerekmez miydi?
Tahttan inmek, gücü kaybetmek her adamın dünya gözüyle katlanılabileceği bir şey değil. Hele de Kânûnî gibi bir cihan sultanı, tahtan inmektense at üstünde ölmeyi isteyebilir. Babası Yavuz’un tahtan indirdiği dedesi 2. Bayezıd, bir ay içinde öldü. Ama üzüntü ama suikast… Rivâyet muhtelif. Güçten düşünce her ikisi de kolayca gelir bulur. Rüstem Paşa taraftarları, dedesinin âkıbetini yaşayacağını söyleyince oğluna kıyması, bundan olsa gerek.
İktidar mücâdelesi, taht oyunları, işte böyledir. Babayı evlâda, evlâdı babaya kıydırır. Ama dâima unutulan bir şey vardır. İktidar, su gibidir. Sürekli elde tutmak imkânsızdır. “Ölene kadar iktidarda olanlar elde tutmuş olmuyor mu?” diyebilirsiniz. Belli bir yaştan sonrası için öyle değil. Yaşlanma, bedenî ve aklî melekelerin işlevini kaybetmesi diye bir gerçek var. Kurt kocayınca kurtluk mu kalır? Çevresindeki kurttan çok kurtçuların elinde kalır. Hastalığı bile gizlenir. Düğün-Dernek filminde bir sahne var. Düğünün tadı kaçmasın diye ölen adamı halaya alıyorlar. Bunun gibi bir şey.
Velhâsıl evlat bile olsa rakîbi musalla taşında görmek, nefse hoş gelir.
…
Hak edilmeyen diplomalara, özgeçmişlere yazılan uyduruk okullara, hep karşı oldum. Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Üniversitesi’ne yatay geçiş şeklini savunmam imkânsız. Ama bunun sorumlusu, İstanbul Üniversitesi’dir. İmamoğlu, diploma yüzünden siyâsî bir cenâze olursa sâdece iktidar kanadından değil, kendi partisinden de huzur-ı kalb ile namaz kılacak epeyce rakîbi var.
Peki ya İmamoğlu’nun bahtı kavî, tâlihi yâr ise?