ASMAK, KESMEK, KELLE UÇURMAK...
Melih Pekdemir 01 Ocak 1970
Öff! Bu hafta da lafa yine mecbur Başbakan’la başlıyoruz.
Başbakan Erdoğan, 23 Nisan günü koltuğunu 4. sınıf öğrencisi Elgin Koçubaba’ya bıraktı.
Küçük Elgin ise heyecanlanarak Başbakan Erdoğan’a “Konuşmama başlayayım mı?” diye sordu. İşte bu soruya verdiği cevapla Başbakan gündemi yine belirlemiş oldu:
“Yetki artık senin. İster asarsın ister kesersin!”
Şimdiii... Bu “asmak kesmek” lafı, 4. sınıf öğrencisi bir çocukta hangi çağrışımı yapar?
Elbette “Ali Baba ve Kırk Haramiler” filminin müziğini...
“Asmak, kesmek, kelle uçurmak. Hırsızlıktan altın vurmak. Asmak, kesmek, kelle uçurmak. Hırsızlıktan altın vurmak.”
“Kırk haramiler kırk haramiler. Doğruluk için biz haram yeriz. Kırk haramiler kırk haramiler. Doğruluk için biz haram yeriz.”
Haberi televizyondan izlerken de fark ettim, küçük Elgin hınzırca gülümsemekteydi... Yoksa içinden hakikaten bu şarkıyı mı söylemekteydi? Bilemem...
Yandaş medya Başbakan’ın bu öğüdünü elbette görmezden geldi. Sanki hiç söylenmemişti. Eh efendim, “mecaz işte” deyip üstünde durulmayabilirdi.
Ama kendisi de zaten hep böyle yapmıyor mu, yani “mecaz” olarak!
Prompter kullanmadan ettiği her kelamda böyle bir haletiruhiyenin izdüşümü görülebiliyor. Saymaya gerek yok, işte herkesin dilindeki sözleri hatırlayın yeter: Yıllar önce Mersinli çiftçiye attığı “Ananı da al git” fırçası unutulmuş olabilir ama en son Meclis başkanına dönüp “Sen mi yöneteceksin yoksa ben mi!” diye asıp kesmedi mi? “Yüz bin Ermeni’yi” elbette asıp kesmedi, lakin “Yüz bin Ermeni’yi derhal memleketlerine gönderirim” lafını da mı etmedi?
Ve tam da başkanlık rejimini tartışmaya açtığı günlerde, “Yetki artık senin. İster asarsın ister kesersin!” deyince akla başka neyi getirebilirdi ki?
Bu tartışma ve bu sözler eşzamanlı olunca, elbette herkesin aklına aynı deyişi getirecekti: Dervişin fikri neyse zikri de odur! Nitekim dün Kadri Gürsel de bu deyişin açılımını şöyle yaptı:
“Politikacı, ideolojisi ile siyasi davranış ve söylemi arasında bir uyum olmadığı halde, varmış gibi yaparak kendisini gizliyorsa, yani sorunlu bir bilince sahipse, doğaçlama olarak konuşurken ayıplı addedilen düşüncelerini ele veren gaflar yapabilir... Bu çerçevede, Erdoğan’ın sözleri yandaş basın tarafından büyük ihtimalle, ‘diktatörlük eğiliminin dışavurumu’ olarak algılanmasın diye gizlenmiştir... Böyle olmuşsa bir politikacı için ne kadar acı! Düşünün sizi destekleyenler, yandaşlarınız, sözlerinizi makaslıyorlar.”
Gerçi diktatörlük tercihi, şey pardon, başkanlık rejimi tartışması da saman alevi gibi oldu, ateşi tekrar harlanır mı bilemiyorum ama, bundan 17 yıl önceki bir röportajında bu konuda Başbakan “Amerikan emperyalizminin tavsiyesi” demişti. Tayyip Erdoğan’ın röportajının yer aldığı aynı kitapta (“2. Cumhuriyet Tartışmaları”), bana yöneltilen soruya ben de bu rejimin bizim memlekette “sivil diktatörlük” anlamına gelebileceği cevabını vermiştim. Belki de geleceğe dair sarf ettiğim şu sözlerle, “sivil vesayet”in tartışıldığı günümüze de bir gönderme yapmış oluyordum:
“Siyasi demokrasi, temsili demokrasidir, sivil diktatörlük de temsili bir diktatörlüktür. Siyasi diktatörlük kendi işleyişine uygun de facto veya de jure başkanlık sistemine yönelmeye eğilimlidir... Bu rejimde âdemimerkeziyetçilik çok sayıda devlet otoritesidir, devletin otoritesinin dağılması değil eyaletlerde çoğalmasıdır. Öte yandan bu uygulama şirketleşen devletin kendine yeni şubeler açmasıdır... Belediyelerin kısmen özelleştirilmeye başlanması bunun ilk adımları olarak görülebilir.” (s. 248)
Yani özetle 17 yıl önce bizim memleketin ahvalinde başkanlık sisteminin, sivil dikta eğilimi yanı sıra mevcut haramilik sistemini de yeniden üreteceğinden dem vurmuştum. Zaten öyle anlaşılıyor ki, küçük Elgin Koçubaba bile kendisine söylenene bakıp gidişatı kavramıştı. Törende bir gazeteci ona, “Sayın Başbakan’ım başkanlık sistemi hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sorduğunda Elgin’in verdiği cevap çok açıktı: “Bu konuda sayın Başbakan’a katılmıyorum. Başkanlık sisteminin gelmesini istemiyorum!”
Nasıl istesin ki... Başkanlık rejimi? Asmak kesmek kelle uçurmak, kırk haramileeeer...
Yok daha neler!