« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

29 May

2007

Arılar ölürken

Mustafa KUTLU 29 Mayıs 2007

Kimileri için ucunu Einstein'e kadar uzatarak mevcut "kıyamet senaryoları"na bir yenisini eklendi. Güya Einstein diyesiymiş ki: "Balarıları toplu şekilde ölmeye başlayınca kıyameti bekleyin." Kıyamet korkusu insanoğlunda kökleşmiş bir duygu. Bu hususta her tür kehanete, senaryoya kulak kabartıyor. Hele Amerika'da bu yıl gerçekten balarısı nüfusunun dörtte biri kısa sürede ölünce (Bu ölümler esrarını hâlâ koruyor; bizde de görüldü) insanoğlunu sıkıntı bastı.

Kıyamet senaryolarını ve kehanetleri bir yana bırakırsak arı ölümlerinin yol açacağı olumsuzluğa daha serinkanlı bakabiliriz.

ABD Tarım Bakanlığı yetkilileri insan için gerekli besinlerin yaklaşık üçte birinin böcekler aracılığı ile döllenen bitkilerden geldiğini, bu şekilde yapılan döllenmenin yüzde sekseninin de balarıları vasıtasıyla gerçekleştiğini belirtiyor.

Bakanlığın arıcılık ve döllenme programı (Vay be! Böyle bir program da var yani) yöneticisi Kevin Hackett, balarılarının ölmesini önleyemezsek nüfusun "su ve ekmeğe" kalacağını söylemiş.

Uzmanlar başta elma, ceviz, soya fasulyesi, brokoli, kereviz, kabak, hıyar olmak üzere doksandan fazla sebze ve meyve türünün üremek için böceklerin aracılığına muhtaç olduğunu kaydediyor. Bu böcekler içinde balarısı başta geliyor. Bir tek arı, bir gram bal için kilometrelerce uçuyor, binlerce çiçeğe konuyor. Zaten bu arıların, karıncaların ve bilumum böceklerin nasıl bir düzen içinde kendi hayatlarını sürdürdükleri; buna bağlı olarak etraflarını kuşatan ekosistemi nasıl ayakta tuttukları başlı başına bir mucize.

Arılar ölüyor ve bu ölümlerin karnı tok, sırtı pek insanları nasıl bir korkuya sürüklediği anlaşılıyor.

Peki karnı tok, sırtı pek olmayan insanlara ne diyeceğiz?

Onların toplu ölümlerini nasıl karşılayacağız? Afrika'da ve dünyanın başka mahrumiyet bölgelerinde açlıktan, susuzluktan kırılan binlerce çocuğa, binlerce gence-ihtiyara ne diyeceğiz?

Dünyayı ve insanlığı çok çok düşünen, insan sevgisi ile dolu, medenî, zengin, tuzu kuru olan adamlar aslını ararsanız bunu hiç de dert etmiyor.

Ama "dert etmemek" racona ters. İmaj bozan bir tutum. Bu sebeple "açlara yardım" için ara sıra dünya çapındaki şöhretlerini, şarkıcılarını, sinema oyuncularını sahneye çıkarıyor; konserler düzenliyor, yardım paketleri dağıtıyorlar.

Yine de bu pembe tablonun gerisinde o bölgelerin doğal kaynaklarını sömürmek için alttan alta acımasız bir savaşı sürdürüyorlar. Aşiretleri, kabileleri birbirine düşürüyor; sonu gelmez ayrılıklar-çatışmalar-katliamlar yaratıyor, iktidar kuruyor, iktidar yıkıyorlar, iki de bir ihtilal çıkartıyorlar.

Gücün hakimiyeti vebanın kara eli gibi kara kıtanın üzerinde dolaşıp duruyor.

Sadece kara kıta mı?

İşte Ortadoğu.

Afganistan'dan Fas'a, Sahra Çölü'ne kadar uzanan yaralar. Kan gölüne dönen beldeler. Düşünün Bağdat'ta hemen hergün yüze yakın insanın, çoluk-çocuğun ölmesine alıştık sanki. (Böyle bir alışkanlıktan daha korkunç ne olabilir).

Bunların ölümü arıların ölümü kadar dikkat çekmiyor.

Bu ne kadar intihar komandosu, bu ne kadar bomba.

İnsanın ölüme, bu tür ölüme alışması, kayıtsız kalması, çaresiz kalması ne demek? Yani bu bir savaş mı? Bu bir takım değerler uğruna verilen mücadele mi? Bu Ortadoğu'ya demokrasiyi getirmenin tek yolu mu? Nasıl olacak bu "demokrasi"? Gerçekten inanıyor musunuz?

Arılar ölürken ben Bağdat'ta bir hasta çocuk ile annesini düşünüyorum. Kadın her tehlikeyi göze alarak belki bulurum bir ilaç diye kendini sokağa atıyor.

İlaç bulabilecek mi?

Eve dönebilecek mi?

Çocuğu iyileşecek mi?

Arıların tamamı ölmeden bu çatışma bitse diyorum. Anne ilacını bulsa, evine dönebilse.

Orada bir kıyamet yaşanıyor.

Demek ki Bağdat'ın bütün balarıları çoktan ölmüş.

Ziyaret -> Toplam : 125,24 M - Bugn : 127235

ulkucudunya@ulkucudunya.com