« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

M. METİN KAPLAN

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

21 Nis

2025

Talmud’un Avrupası

Deniz Ülke Kaynak 01 Ocak 1970

Antik Yunan felsefesinin kurucu babalarından olan Heraklitos’un ‘Panta Rhei’ yani ‘her şey akar’ ifadesi, kanımca düşünme ve anlama eylemlerinin bir ön koşulu. Zira ister sosyolojik, ister psikolojik, ister politik analiz yapalım çerçevemizin içerisine giren yeni bir şeyler hep var ve her dem yeni bir parametreyi analizimizin içerisine katmak durumundayız. Uluslararası ilişkiler alanındaki analizlerde ise ne söylersek söyleyelim zaten ‘şimdilik’ kaydıyla geçerli. Düzen daimi bir değişim halinde ve sürprizler hep kapıda.
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in kısa süre önce sarf ettiği “Avrupa, Talmud’un değerlerini benimsiyor” cümlesi de birçokları için böyle bir sürpriz içeriğine sahip. Bu söylem Avrupa’nın özünde bir Hristiyan topluluğu mu; bir Yahudi-Hristiyan karışımı mı; çok dinli liberal bir halk topluluğu mu; yoksa seküler ve nötr, yani inanç, etnisite, ırk gibi toplumsal kimlikleri baz almayan idealist bir bütünleşme mi olduğu konusundaki tartışmaları da beraberinde getiriyor.
Bu konuda kafalar oldukça karışık. Örneğin Avrupa somut bir toprak alanı ya da bir kıta mı yoksa siyasi gündeme göre bir genişleyip küçülebilen, güncellenen bir coğrafi tasarım mı? Avrupa Birliği tamamlanmış bir siyasal bütünleşme projesi mi, geçici bir ittifak sistemi mi yoksa boş bir bürokratik kurgu mu? Avrupalılık bir toplumsal kimlik mi; bir uygarlık ya da yaşam stili mi? Avrupa, Avrupa Birliği ya da Avrupalılık diye bir şey gerçekten var mı? Varsa neye benziyor?

De Gaulle’ün Avrupası
Herkesin Avrupası kuşkusuz kendi zihnindeki imgeye uyumlu ama eğer siyasetten bahsediyorsak Avrupa’yı bir de Charles de Gaulle’ün gözlerinden de görmek gerekiyor; zira onu bir fikir haline getiren esas kimlik o.
Avrupa ona göre insan hakları, dayanışma, barışçıl güç olma iddiası ve entelektüel derinliği tanımında barındıran bir hukuk sistemi olmalı ve kendi özgün gelişimini sağlamalıydı. General de Gaulle, Avrupa’nın ABD’nin bir uydusu olmak yerine kendi tarihsel ve kültürel kodlarıyla hareket eden bağımsız bir güç olması gerektiğini savunan ve Atlantik’in kıyısında dursa da Atlantik’in ötesinden yönetilmemesi gerektiğine inanan bir siyasetçiydi. De Gaulle’ün Avrupa’sı, Ursula von der Leyen’den farklı olarak kimliklerin değil, halkların iradesi üzerine kurulu bir Pan-Avrupa düşüncesine dayanmalıydı. Somut bir sistem değil bir fikir olmalıydı.
Onun bıraktığı yerden yaklaşık 60 yılda gelinen bugünkü fikri aşama ise ‘Talmud’un çocukları’ noktası. Hayırlara vesile olsun!
Avrupa’nın Çözülüşü
Tarih, kimi zaman sessizlikle konuşur. Avrupa’nın bugünkü hali de, o sessiz anlatılardan biri: Ne büyük bir savaşla ne de devrimle sarsılıyor; fakat gözümüzün önünde, yavaş ve derin bir çöküş içerisinde. Kimse dünyanın geleceğinden bahsederken onların adını anmıyor. ABD, Çin ve Rusya arasındaki bir al-ver sistemine dönmüş yeni dünyada ne silaha, ne ekonomiye, ne teknolojiye ne de şimdilerde pek revaçta olmayan demokrasi, liberalleşme, özgürlük gibi değerlere sarılabiliyorlar. Yükselen popülist ve sağ hareketlere karşı bu eğilimdeki partileri ya da liderlerini yasaklamaktan başka çareleri kalmamış durumda. İçerisi kaynıyor ve bir yandan Putin’in diğer yandan Trump’ın harladığı ateş Avrupa’yı kavuruyor. Macaristan, İtalya, Avusturya, Polonya, Hollanda vs. diye devam eden sağ-popülist rüzgar, alevleri orman yangınına dönüştürme noktasında.

Ukrayna savaşı sonrası Avrupa Birliği üyesi ülkelerin güvenlik algısının da farklılaştığı net olarak görülüyor. İngiltere’nin ayrık otu taktiği, Almanya’nın askeri-siyasi liderlikten uzak duruşu, Fransa’nın yalnız çıkışları, Polonya ve Baltık ülkelerinin güvenlik algılarındaki farklılıklar bir bütünlük değil, parçalanma hissi yaratıyor. Her kriz, Avrupa’yı bir kez daha bölerken ABD’nin Rusya ile danışıklı dövüş formatında sergilediği kedi-fare oyununu da gözler önüne seriyor.

Talmud’a dönüş, bu anlamda ABD-İsrail hattına uzanan bir sesleniş içeriğinde; yani bir kimlik değil bir güvenlik söylemi. Kendi hikayesini kaybeden tarafın, tarihin bu deminde yeni ve çok da romantik olmayan bir hikayenin içerisine yerleşme çabası da denilebilir. Bu noktada değerler söyleminin yerini çıkarların diline terk ettiği görülüyor. Ve kanımca Charles de Gaulle’ün uyarısı şimdi daha da önemli: “Avrupa, kendi kendine yetemediği gün, başkalarının oyun alanına dönüşecektir”.

Avrupa’yı, kendi efsanesine sırt çeviren bir devletler topluluğu olarak anacağımız günler yakında sanki. Ama tekraren söyleyelim, her şey “şimdilik”.

Ziyaret -> Toplam : 146,82 M - Bugn : 112594

ulkucudunya@ulkucudunya.com