Ahmet Hikmet Müftüoğlu (1870-1927)
01 Ocak 1970
"İslâmın gözü, Türkün kalbi olan bu renk ve nur durağı memleket pek temiz, pek mamur, pek güzeldi. Onun çarpık kavuklu, yangesli harap mezarları, buraların darülfelasefelerinden, kütüphanelerinden daha manalı, daha düşündürücüdür. Oranın hamalları, fakirleri buranın lordlarından, milyonerlerinden daha asil, daha civanmerddir". (Çağlayanlar)
Türk milliyetçiliğine hem siyasî hem de edebî alanda hizmet etmiş yazarlarımızdan Ahmed Hikmet Müftüoğlu 1870'de İstanbul'da doğmuştur. Ailesi dönemin ulema sınıfındandır. Şiirle ve tasavvufla ilgilenmişlerdir. Müftüoğlu yedi yaşında babasını kaybetmiş, ağabeyinin himayesinde büyümüştür. Eğitimine Soğukçeşme Askerî Rüşdiyesinde başlamış daha sonra Galatasaray Sultanisine girmiştir. Tevfik Fikret'le bu okulda tanışmış ve arkadaşlık kurmuştur. 1888'de sultanideki eğitimini bitirmiş, Hariciye Nezaretinde çalışmaya başlamıştır. Bu görevine devam ederken Galatasaray Lisesinde öğretmenlik yapmıştır. Pire (Yunanistan) ve Poti (Kafkasya) şehbenderliğine vekalet etmiş, 1891'de İstanbul'a geri dönmüş ve eski işine devam etmiştir. 1908'de Ticaret ve Ziraat nezaretinde göreve başlamıştır. Galatasaray Lisesindeki hocalık görevini Tevfik Fikret bu liseye müdür olunca bırakmıştır. Darülfünun, Edebiyat Fakültesi Fransız ve Alman edebiyatları hocalığına başlamıştır. 1912'de Peşte'ye gönedrilmiş, mütareke döneminde İstanbul'a dönmüştür. Harp malzemeleriyle ilgili bir komisyonun başkanı sıfatıyla Peşte, Viyana ve Berlin'de kalmıştır. İstanbul'a döndüğünde halife Abdülmecid Efendinin baş mabeyinciliğini yapmıştır. Ankara'da Hariciye Müsteşar vekaletini üstlenmiş, 1927 yılında vefat etmiştir.
Fikirleri ve kişiliği: Türkçü ve Türkçeci yazarlarımızın önde gelenlerinden Ahmet Hikmet Müftüoğlu edebiyatımızın milliyetçi hareketini temsil etmiştir. Türkçülüğü siyasi sahada savunan isimlerimizdendir. Yazarlığa Servet-i Fünuncular içinde başlamış, meşrutiyetten sonra Türkçülük ülküsünü benimsemiş ve Servet-i Fünunculardan ayrılmıştır. Müsbet ilimlerle ilgili tercümeler yapmış ve Hazine-i Fünun ile Servet-i Fünun dergilerinde yayımlatmıştır. 1894-1900 yılları arasında aynı dergilerde hikayelerini sunmuştur. 1908'den sonra sanatını sosyal konulara yönlendirmiştir. Ölümüne kadar bu fikre bağlı kalmış, edebi alanda Çağlayanlar'da hikayeleri ve Gönül Hanım adlı romanında bunu sergilemiştir. Türk toplum yapısını Çağlayanlar'daki 16 hikayesinde ortaya koymuştur.
Eserleri: Gönül Hanım'da; Birinci Dünya Savaşı sırasında Kafkas cephesinde Ruslara esir düşen bir askerin Türkistan'daki esir kampında Gönül adlı bir Tatar kızının rehberliğinde, eski Türk ülkelerini dolaşmasını ve ülkü birliği yaptığı bu kızla arasındaki sevdayı anlatır. Türk tarih ve medeniyetinin eskiliği ve Türk birliği üzerinde durur. Türkçülük çalışmalarına katıldıktan sonra ortaya koyduğu eserlerinde millî kimlik ön plana çıkmış, dil sadeleşmiştir. Eserlerinden diğerleri; Leyla Yahud Bir Mecnunun İntikamı (1890), Haristan ve Gülistan (1890), Çağlayanlar (1922), Gönül Hanım (Tasvir-i Efkar'da tefrika, 1920, yeni yayını 1971), Salon Köşeleri, Bir Tesadüf, Bir Safha-i Kalb, Kadın Ruhu, Silinmiş Çehreler, Beliren Simalar adlı kitaplardır.