« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

05 Haz

2007

TÜRKİYE SINIR ÖTESİNE DAVET EDİLİYOR

DOÇ. DR. MELİH CAN 05 Haziran 2007

Türkiye ile ABD arasında Irak'ın kuzeyine yönelik sınır ötesi operasyon bağlamında artan gerginlik ve bu noktada Amerikan tarafının tavrı, Türkiye'yi adeta sınır ötesine davet ediyor.

ABD, her ne kadar "Türkiye Kuzey Irak'a yönelik kuvvet kullanmamalı, Irak'ın kuzeyine girmemeli" dese de, Amerika'nın bölgede Ortadoğu Projesi" kapsamında uygulamaya koyduğu yeni strateji böyle bir harekâtı ve beraberinde ortaya çıkacak gelişmeleri kaçınılmaz kılıyor. Böylece ABD, Irak'ta uğradığı başarısızlık ortamından ve İran karşısında düştüğü durumdan kurtulmak ve Türkiye ile ilişkilerini yeni bir düzleme taşımak istiyor.

Nitekim, burada ABD açısından çok fazla bir seçenek söz konusu değil. Irak'taki açmazdan Şii-Sünni çatışması ile çıkmak isteyen ABD, gelinen aşamada bu planının tutmadığını görmüş durumda. Bölge ülkelerinin sonradan sonraya oyunun farkına varmaları ve Irak merkezli bir Şii-Sünni çatışmasından uzak durmaları ve burada özellikle Türkiye'nin oynamış olduğu rol, bir anlamda ABD'yi hayal kırıklığına uğratmış durumda. Bundan dolayı ABD, bölgedeki başarısızlığının temel nedenlerinden biri olarak gördüğü Türkiye'yi bir anlamda cezalandırmak ve yine Türkiye üzerinden bölgede yeni bir istikrarsızlık ve çatışma alanı yaratmak istiyor. Dolayısıyla, burada, ABD'nin yeni bir oyunu ile karşı karşıyayız. Bu oyunun merkezinde ise Türkler ve Kürtler yer alıyor. ABD, Kuzey Irak'taki Kürtler üzerinden bölge üzerinde yeni siyasi ve coğrafi düzenlemeler yapmak, bunu da Türk-Kürt çatışması ile gerçekleştirmek istiyor.

ABD, Türk-Kürt çatışması ile:
1. Bölgedeki etnik çatışmaları ve bölünmeleri;
2. Bölgede, Kuzey Irak merkezli bir rekabet ve çatışmayı;
3. Irak'ta ABD'nin üzerindeki yükü hafifletmeyi ve "işgalci" bir Türkiye görüntüsüyle direnişçiler ile Türk askerlerini karşı karşıya getirmeyi;
4. Bu kapsamda Şii direnişçiler ile Türkiye arasında kalan İran'ı Türkiye ile çatıştırmayı;
5. Sünni İslam dünyasında, özellikle de Araplar arasında oluşan Türkiye algılamasını ve sempatisini ortadan kaldırmayı;
6. "Kürt devleti" karşıtlığı üzerine inşa edilmiş olan Türkiye-Suriye-İran ittifakına darbe vurmayı;
7. Türkiye'yi bağımsız politikalarından uzaklaştırarak, kendi yörüngesinde tutmayı;
8. Kendi projelerine uygun olarak yeni bir Türkiye projesini gerçekleştirmeyi hedefliyor.

Yeni bir oyunla mı karşı karşıyayız?
Bu çatışmanın ateşleyicisi olarak ise, Türkiye'nin "sınırları aşan" sınır ötesi harekâtı görülüyor. Zaten, söz konusu harekâtı bu kadar tartışmalı ve önemli kılan da bu. Bu kapsamda, "Sınırlar ne kadar aşılacak? Sefere çıkan ordu nerede konaklayacak? Bu sefer/operasyon ne kadar sürecek? Asıl hedef/ler kim olacak, kimlerle çatışılacak? Operasyonun sonucunda ne tür hedeflere varılmış olacak, Türkiye'nin kazançları ya da kayıpları ne/ler olacak?" türünden sorulara verilecek olan cevaplar oldukça önem kazanıyor. Çünkü, başladığı andan itibaren sınır ötesi bir operasyonun kontrolünün asıl kimde olduğu, işte bu soruların cevap bulmasıyla görülecek...

Bu süreci, mevcut şartlar altında, ne Türkiye'nin ne de bölgedeki Kürtlerin kontrol edebilmesi oldukça zor. Özellikle Türkiye'nin içinde bulunduğu mevcut siyasi ortam ve bu kapsamda bölünmüşlük, Türkiye'nin hanesinde bir artı olarak görünmüyor. Türkiye, kısır siyaset tartışmaları ve rejim/sistem kavgaları içinde tam anlamıyla şimdiden bir "bölünmüş ülke" görüntüsü sunuyor. Nitekim, ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz de, Türkiye'de seçim yaklaştıkça ortamın gerildiğini belirterek, "Türkiye, giderek artan bir biçimde bölünüyor. AK Parti yine çoğunluğu elde ederse sorunlar katlanabilir. Askerler, kendi cumhurbaşkanı seçebilecek AK Parti'nin kontrolündeki bir parlamentoya izin verir mi?" ifadesini kullanarak, bu duruma dikkatleri çekiyor. Dolayısıyla, böylesi bir ortamda Irak'ın kuzeyine yönelik olarak gerçekleştirilebilecek bir operasyon, bir oldubittiden ibaret kalmayacaktır. Bu kapsamda karşımıza oldukça kapsamlı, yeni bir proje çıkıyor.

ABD'nin bugüne kadar küresel güç mücadelesinde Ortadoğu bağlamında ortaya koyduğu "Büyük Proje/ler", büyük hayal kırıklıkları ve hezimet olarak tarihteki yerini alıyor. Fakat, bu durum ABD'nin tamamen pes ettiği ve orta vadede bölgeden çekileceği anlamına gelmiyor. ABD, bunları daha ziyade taktik seviyede başarısızlıklar olarak nitelendiriyor ve stratejik bazda oyunun/mücadelenin halen devam ettiğini belirtiyor. Dolayısıyla, Türkiye ve Ortadoğu yeni bir döneme gidiyor. Son dönemde yaşanılan tartışmalar aslında daha sıcak bir gündemin öncüsü niteliğinde ve bu yeni oyunda Türkiye birinci hedef konumunda ve yol ayrımında. Irak'ın kuzeyine yönelik sınır ötesi askerî operasyon merkezli tartışmalar, Ortadoğu merkezli bu yeni gündemi ve süreci bir anlamda gölgeliyor. Burada, oldukça bilinçli bir strateji söz konusu. PKK terör örgütü, sınırın ötesi, Barzani, Talabani derken, Türkiye bir oldubittiye getirilerek, bu yeni oyunda farklı bir noktaya taşınmak istiyor. Bu kapsamda Türkiye'nin içerideki mevcut durumu da körükleniyor ve "uzantılar" kendilerine düşen görevi açıkçası fazlasıyla yerlerine getiriyorlar.

Bu yeni gündemin en temel özelliğini ABD'nin değişen Ortadoğu stratejisi bağlamında bölgeye dönük yeni hamleleri ve bu kapsamda Kuzey Afrika'dan Filistin'e, Filistin'den Lübnan'a, Lübnan'dan Afganistan'a kadar uzanan hat üzerinde yeni çatışma alanlarının ortaya çıkartılması oluşturuyor. Ortadoğu'nun daha küçük parçalara ayrılarak, daha düşük maliyet ve kayıpla Amerikan hegemonyasının ve İsrail'in güvenliğinin, bölgesel gücünün/liderliğinin sağlanması, pekiştirilmesi ise bu yeni stratejinin ana hedefi. Bunun için de ABD yeni oyunu Ortadoğu'nun kendi iç dinamikleri üzerinden yürütmeye çalışıyor ve çok bildik bir yöntemle, bölgeyi birbirine kırdırarak bu amacına ulaşmak istiyor. Bu kapsamda örgütler arası çatışmalardan devletler arası savaşa, iç siyasi çekişmelere kadar her türlü yönteme şimdiden başvurulmaya başlandı bile. Nitekim, Lübnan'da yönetimin ve ordunun ABD ile işbirliğine girmesi ve burada ABD tarafından kurdurulduğu, desteklendiği belirtilen bir örgütün, Fethu'l-İslam, adının ön plana çıkmaya başlaması, Filistin'de Hamas ile El Fetih arasında başlayan çatışmalar ve Ankara'da meydana gelen provokasyon ve canlı bombalar bu yeni sürecin birer göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Bu yeni stratejinin temel hedef ülkeleri arasında Türkiye'nin kendisi de yer alıyor. Türkiye ile birlikte ön plana çıkan diğer ülkelerin başında ise İran, Suriye, Suudi Arabistan, Mısır, Pakistan ve hatta Ürdün geliyor. Bu ülkeler içinde ABD açısından en zoru Türkiye ve İran oluşturuyor. Türkiye ve İran, bir anlamda ABD'nin bölgesel hakimiyeti ve bu kapsamda küresel liderliğinin önündeki en büyük iki engel. Türkiye'nin ve İran'ın mevcut durumu, aynı zamanda ABD'nin Rusya ve Çin'e dönük orta ve uzun vadedeki hedeflerini de etkileme potansiyeline sahip.

Türkiye ile İran ana hedefler

ABD'nin Irak'ı işgali ile başlayan süreç, bir bakıma Türkiye-İran dostluğunun ve işbirliğinin zirve yaptığı bir dönem olarak karşımıza çıkıyor. Bu kapsamda Türkiye ile İran arasında oluşmaya başlayan karşılıklı güven ortamı ve başta PKK terör örgütü olmak üzere Irak ve Ortadoğu bağlamında yürütülen bir kısım ortak faaliyetler, o perasyonlar ve ortak geleceğe dönük projeler, ABD'yi ve İsrail'i fazlasıyla endişelendirmeye başlamış durumda. Bu ortak işbirliğinin arkasında yer alan ve zaman zaman gölgesini hissettiren Rusya ise, bu endişeleri büyük bir "korku"ya dönüştürüyor. Dolayısıyla, Amerika açısından Ortadoğu politikasında hiç de telafi edemeyeceği, yerini bir başkasıyla dolduramayacağı bir müttefik kaybı süreci söz konusu. Bu açıdan Amerika bir taraftan bu süreci engellemeye çalışırken, diğer taraftan da yeni müttefiki olan Kürtleri gücendirmemenin peşinde. Bunun için de, daha önceden ihanet ettiği bu Kürt gruplara sözler/garantiler vermekte, diğer taraftan da "iyi Kürt", "kötü Kürt" tasnifiyle de Türkiye'nin gönlünü almaya çalışmaktadır. Bu kapsamda PKK'nın gözden çıkartılmış olması da bunun bir göstergesidir. Dolayısıyla, Amerika'nın zorluğu bizdeki klasik "sakal-bıyık" hikayesinden öte değil. Bunun için ABD çok daha farklı bir planı kendince uygulamaya koyarak, bu sürecin önünü almaya çalışıyor. Bu kapsamda yürütülen geniş ve yoğun kapsamlı psikolojik harekât ise dikkatlerden kaçmıyor. Bu psikolojik operasyonun boyutları ve ağırlığı bundan sonraki günlerde de giderek artacağa benziyor.

Önce, İranlı istihbaratçı Ali Asgeri ile gerilmek istenen Türkiye-İran ilişkileri, Irak'ın kuzeyinde Türkmenlere yönelik tutumu ve Türkmenler karşıtı gruplara verdiği destek ile tırmandırılmak istendi. Ardından da iç seçim malzemesi olarak kullanılmaya ve bir kısım siyasi partilerce "Türkiye İranlaştırılmak isteniyor" denilerek gündeme getirilmeye çalışılan Türkiye-İran ilişkileri, son olarak silah yüklü vagon hadisesiyle yeni bir krize sürüklenmek istiyor. Diğer taraftan, İran ile ABD arasında başlatılan yeni diplomatik süreç ile de, iki ülke arasında bir güven bunalımı oluşturulmaya çalışılıyor. Dolayısıyla, yaşanan son gelişmeler, aslında Türkiye ile İran arasında son yıllarda ortaya çıkan işbirliğine darbe mahiyetinde. Amaç, Türkiye-İran birlikteliğine darbe vurmak, bu iki ülkeyi birbiriyle savaştırmak.

Provokatif eylemlere gelince...

Aslında, o kadar da zor değil. Türkiye-İran ilişkilerindeki güven sorununun tamamen aşılabildiğini söylemek zor. Mevcut ortak tehdit algılaması ve ABD'nin bu noktada tek yanlı politikaları bu iki ülkeyi şimdilik aynı çizgide tutuyor. Burada, özellikle İran tarafının Türkiye'nin güvenini kazanmaya dönük gayretleri ve PKK terör örgütü ile mücadelede Türkiye'ye verdiği destek önemli. Diğer taraftan ABD sonrası durum/dönem noktasında her iki ülkenin ortak bir proje geliştirebildiklerini söylemek şu an için zor. Nükleer bir İran, tüm pozitif algılamaların ve hedeflerin önünde bir engel olarak duruyor. Ayrıca, Kuzey Irak bağlamında Türkiye ve İran arasında üstü örtülü bir rekabetin ve birbirini kollama sürecinin devam ettiği de ortada. Dolayısıyla, karşımızda halen kırılgan bir yapıya sahip Türkiye-İran birlikteliği var. Bu noktada, ABD açısından Türk-İran dostluğuna ve işbirliğine vurulabilecek en hassas darbe noktası Kuzey Irak. Kuzey Irak'a bir şekilde girmeye ikna edilmiş olan Türkiye, kaçınılmaz bir şekilde bir süre sonra İran destekli Şii gruplar ve ardından da İran ile karşı karşıya kalacaktır. Bu durum ise ABD'nin hem Irak'taki işini kolaylaştıracak hem de İran'a dönük operasyonunda yanında Türkiye gibi güçlü bir orduya sahip ülkenin bulunmasını sağlayacaktır. Ayrıca, Türkiye üzerinden İran'daki Türk varlığı da rahatlıkla ayaklanmaya ikna edilebilecektir. Tabii bu hesaplar, ABD tarafının mevcut şartlar altında gerçekleşmesini hedeflediği "masabaşı hesaplar".

ABD'nin yaptığı bir diğer hesap ise, Türkiye-İran birlikteliğinin bozulması ile birlikte Suriye'nin durumunun güçleştirilmesi ve bu ülkenin zayıflatılmasıdır. Ayrıca, Türk-Rus ilişkilerinin de bu süreçten derin bir darbe göreceği de hesaplanmaktadır. Böylesi bir sonuç ise, Türkiye'nin Soğuk Savaş sonrası dönemde, bugüne kadar titizlikle uygulamaya çalıştığı dış politika anlayışının ve hedeflerinin iflası anlamına gelmektedir. Bu kapsamda, Rusya Federasyonu Genelkurmay Başkanı'nın bu ay gerçekleştireceği Türkiye ziyareti büyük bir önem arz etmektedir. Dolayısıyla, olası bir sınır ötesi harekâtın zamanlamasının çok iyi yapılması ve bu noktada dahilî ve haricî istişarelerin gerçekleştirilmesi ve mutabakata varılması bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Mevcut durumdaki provokatif eylemler ve tahrikler bile, bu zamanlama konusunda önemli ipuçları vermektedir. Bu provokasyonlar ve tahrikler ile Türkiye'nin fazla duygusal davranması ve hayati bir hata yapması beklenmektedir.

Ziyaret -> Toplam : 125,26 M - Bugn : 18580

ulkucudunya@ulkucudunya.com