1913'te yazılan şiir 'bugüne de uygundur' diye okunursa... / Altan Öymen
01 Ocak 1970
Başbakan sayın Recep Tayyip Erdoğan, önceki günkü konuşmasında, Türkiye’nin dış politikasıyla ilgili görüşlerini söylerken, Mehmet Akif’e atfen şu iki mısraı okudu:
“Türk Arapsız yaşayamaz, kim ki yaşar der, delidir.
Arabın Türk hem sağ gözüdür, hem de sağ elidir.”
Aşağıdaki yazıyı, bu mısraların verdiği ilhamla yazıyorum. (Koyu harfli hecelerle ilgili notumu yazının son bölümünde sunacağım.)
Şiirin gücü...
Şiir, yazıdan da eski... İnsanlar duygularını dile getirirken, dertlerini, isteklerini anlatırken onun etkileyiciliğinden faydalanmışlar. Adı bile bilinemeyen halk şairlerinin ‘anonim’ dizeleri hafızalara, önce dilden dile dolaşarak yerleşmiş...
Yazılı hale geldikten sonra, tabii, daha da gelişmiş şiir... Halk şairlerinin yanında, saray şairleri de yetişmiş... Sınıfsal olarak aristokrasinin, burjuvazinin, proletaryanın konularını seslendiren şairler... İster halkın geniş kesimlerinden, ister ayrıcalıklı kesimlerinden olsun, toplumun tümüne hitap edebilen şairler...
Ve o şairlerin şiirlerini seslendiren besteler... Aşk şarkıları, kavga şarkıları, savaş şarkıları, marşlar, milli marşlar... Onların da temelinde hep şiir var...
Siyaset ve şiir
Hal böyleyken, siyasetçilerimizin şiirle ilgilenmeleri iyi bir şeydir. Bununla hem kendi kişisel hayatlarını, hem de siyasi faaliyetlerini zenginleştirebilirler. Siyasi konuşmalarına, tezlerini destekleyecek mısralar ekleyebilirler...
Yalnız bunu yaparken, iki şeye dikkat etmelerinde büyük fayda vardır:
1) Okudukları mısraların hangi koşullar altında, hangi duygularla ve hangi amaç için yazıldığını gözönünde tutmalıdırlar.
2) Okudukları mısraları, şiirin aslına (o arada veznine de) uygun olarak okumalıdırlar.
Sayın Başbakan’ın, Mehmet Akif’ten mısralar okurken, bu iki gereğin ikisine de dikkat etmediği anlaşılıyor. Anlatmaya çalışayım:
1913’ün koşulları
1) Mehmet Akif’in o mısraları, 1913 yılında Balkan Savaşı’nın etkileri altında yazdığı bir şiirindedir. Şiir, şairin yedi kitap halinde yayımladığı eseri ‘SAFAHAT’in ‘Hakkın Sesleri’ adlı üçüncü kitabındadır.
‘Hakkın Sesleri’nde Akif, Kuran’ı Kerim’in bazı ayetleri ile bazı ha-disleri yorumlayarak, Balkan Savaşı’ndaki toprak kayıplarının nedenlerini sorgulamaktadır.
Mehmet Akif’e göre, o nedenlerin başlıcası, Osmanlı Devleti’ndeki Müslümanların kendi milliyetlerine önem vermeleriydi. Oysa Müslümanlıkta milliyet denilince akla sadece ‘İslamiyet’ gelmeliydi... Akif, bu görüşünü, Başbakan Erdoğan’ın okuduğu mısraların hemen öncesinde şöyle ifade ediyordu:
“Hani, milliyyetin İslâm idi... Kavmiyyet ne!
Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyyetine.
“Arnavutluk” ne demek? Var mı şerîatte yeri?
Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri!
Arabın Türke; Lazın Çerkese, yâhud Kürde;
Acemin Çinliye rüchânı mı varmış? Nerde!
Müslümanlık’ta “anâsır” mı olurmuş? Ne gezer!
Fikr-i kavmiyyeti tel’în ediyor Peygamber.”
Millet ve ümmet
Mehmet Akif, Müslümanlıkta Türk, Arap, Kürt, Laz, Çerkez gibi ‘anasır’ın (unsurların) önem taşımadığını, bunun ‘kavimcilik’ (etnik milliyetçilik) olacağını ve Hazret-i Muhammed tarafından da kınandığını yazdıktan sonra, bu ‘tefrika’ (ayrışma) fikrini ‘Kuran’a sokan kaltaban’a ‘adı batsın’ diye beddua ediyor ve Müslümanlara, Erdoğan’ın son iki mısraını okuduğu uyarıyı yapıyor:
“Ne Araplık, ne de Türklük kalacak aç gözünü!
Dinle Peygamber-i Zişân’ın İlâhî sözünü.
Türk Arabsız yaşamaz, kim ki “yaşar” der, delidir!
Arabın, Türk ise hem sağ gözü hem sağ elidir.”
Bu şiirin gösterdiği gibi, Akif, 1913 yılında, Balkan Savaşı’ndaki toprak kayıplarımızı da hatırlatarak, tüm Müslümanların milliyetlerinin ‘İslam’ olduğunu, bunun dışında bir iddianın öne sürülmemesi gerektiği görüşündedir. Bu ‘millet’le ‘ümmet’in özdeş tutulması anlayışıdır.
Bu anlayış bazılarımıza sempatik gelebilir. Tabii, kolaylıkları vardır. Eğer Müslümanlar olarak hepimiz aynı ilke etrafında birleşirsek, kendi aramızda ne ‘Kürt sorunu’ kalır, ne ‘Alevi’ sorunu, ne başka bir sorun...
Hepimiz... Türkiye’dekiler, Arap ülkelerindekiler, İran’dakiler, Endonezya’dakiler, Malezya’dakiler, Pakistan’dakiler, Afganistan’dakiler... Hepimiz bir araya gelip bir Halife’nin otoritesi etrafında toplanırız...
Medeniyet denilen...
Aramızdaki, Müslüman olmayanlara gelince... Hıristiyanlara, Musevilere, ateistlere...
Onların bir kısmı zaten, Akif’in gene aynı şiirdeki ifadesiyle, Müslümanlara ‘düşman’... Onları ‘medeniyyet’ sözünün kapsamına alarak, Müslümanlara şikâyet ediyor.
“Medeniyyet size çoktan beridir diş biliyor,
Evvelâ parçalamak, sonra da yutmak diliyor.”
O diş ‘bileyen’ medeniyetçileri ülkemizden çıkarırız. Geriye kalanlara da, azınlık hakları veririz. O haklarla yetinirler...
Ne etnik sorunumuz kalır, ne dinsel sorumumuz... Fena mı?
Sırada Araplar var
Mehmet Akif’in bu şiiri ve benzeri diğer şiirleri, yazılış tarihine bakmadan okunursa, akla gelebilecek ‘kurtuluş formülü’ ancak bu olabilir.
Ama şiirin 1913’te yazıldığı dikkate alınırsa, şu hatırlanır ki, o zamanın Osmanlı İmparatorluğu’nda siyasetçiler ve düşünürler gibi, şairlerin de endişe ettikleri şey şuydu:
Osmanlı İmparatorluğu, Balkanlardaki topraklarından sonra, başta Ortadoğu’dakiler olmak üzere diğer bölgelerdeki topraklarını da, kaybedebilirdi. Nitekim Balkanlar’da olduğu gibi Arap Yarımadası’nda da, Müslüman unsurların bir kısmında, bağımsızlık hareketleri kendini göstermeye başlamıştı.
Bunlar, İngiltere ve Fransa gibi büyük devletler tarafından teşvik ediliyordu. Tabii, o teşviklerin amacı, oralardaki Arap halklarının bağımsızlıklarını sağlamak değil, onları kendi kontrolleri altına almaktı. Ama bunu bazı Araplara anlatmak güçtü.
Mehmet Akif’in de, Osmanlı İmparatorluğu ahalisinin Müslüman bir şairi olarak buna karşı düşündüğü tedbir, tüm Müslüman unsurların, kendilerini bir ‘İslam milleti’nin fertleri olarak hissetmesiydi.
Buna, siyasetteki adıyla ‘panislamizm’ deniyordu. Gerçi Osmanlı Sultanlığının toprakları içinde bunun sınırlı bir örneği vardı. Özellikle Arapların büyük bir kısmı, Osmanlı devletinden henüz ayrılmamışlardı. Ama Balkanlardaki Arnavutlar gibi ayrılmaları (veya ayırılmaları) ihtimali vardı. Akif’in şiirindeki -Erdoğan’ın okuduğu- mısralar da, bunu hatırlatarak, hem Türkleri, hem de Arapları uyarma amacını taşıyordu.
Türklerle Araplara ‘veriniz başbaşa’ dedikten sonra, şunları sıralıyordu:
“Arnavutlar size ibret olacakken, hâlâ,
Ne bu şûrîde siyâset, ne bu fâsid da’vâ?
(Ne bu perişan siyaset, ne bu hak arayamama)
Görmüyor gittiği yanlış yolu, zannım, çoğunuz...
Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz!
Bunu benden duyunuz, ben ki, evet, Arnavudum...
Başka bir şey diyemem... İşte perîşan yurdum!..”
Yani: Araplara ‘Bu Arnavutların başına geldi. Sizin başınıza gelmesin’, Türklere ‘Aman Arapları kaybetmeyin’ uyarısı...
1913’ün koşulları içinde bunlara ‘siyasi uyarı’lar da diyebilirsiniz. Bu mısraları Akif’in zaten ilke olarak inandığı ‘İslam birliği’ anlayışının bir ifadesi sayabilirsiniz. Ama sonuç aynıdır: Bu mısralar 1913 yılının koşulları altında yazılmıştır.
Bugüne gelince...
Bugün, gerek ülkemizin karşı karşıya bulunduğu iç ve dış sorunlar, gerekse, hükümetin şimdiye kadar uyguladığı dış politikalar açısından, 1913 yılında savunulan öyle bir anlayışın hâlâ geçerli olması mümkün müdür?
Yani, devletimizin politikalarında yeniden İslamiyet’in esas alınması... Ve Türklerle bugün ayrı ayrı bağımsız devletleri olan Arapların, aralarındaki ilişkileri, 1913 yılındakine benzer bir şekilde düzenlemeleri?..
Tabii, siyasetçilerimizin, siyasi konuşmalarında şiir okumaları, o arada Mehmet Akif gibi değerli bir şairimizin mısralarını hatırlatmaları, çok iyi bir şey... Ama Mehmet Akif’in, sadece 1910’lu yıllarda değil, bugün de tekrarlanacak birçok şiiri var... Mısraları var...
Biraz zahmet edip, onların bugüne de uygun olanlarını tercih etseler daha iyi olmaz mı?
Vezni de bozan hatalar
2) Yazının sonunda sunacağımı belirttiğim ‘not’ şu:
Sayın Başbakan, Mehmet Akif’in mısralarını, yanlış okumuş. Bu yanlışlık şiirin veznini de bozmuş.
Yukarıda doğrusunu yazdık. En baştaki metinde koyu renk-le yazılı heceler çıkacak. Birinci mısrada ‘Türk Arabsız yaşayamaz’ sözü, ‘...yaşamaz’ olacak... İkinci mısrada ‘Arabın, Türk...’ denildikten sonra, ‘ise’ gelecek... ‘Sağ gözüdür’ sözü, ‘sağ gözü’ olacak. İkinci ‘hem’den sonra, ‘de’ gelmeyecek.
Şiir aruzla yazılmış... Vezni: Feilâtün (fâilatün) feilâtün, feilâtün, feilün (fâ’lün)...
Vezin bozulunca, tabii, şiirin ahengi de bozuluyor. Oysa Mehmet Akif, aruzu en iyi kullanan şairlerimizden biri... Ahenk bozulunca ona da büyük bir haksızlık yapılmış oluyor...
Aruz vezninin kalıplarını, genç okurlarımın bilemeyeceğini biliyorum. Ama sayın Başbakan eski dille ve edebiyatla ilgili konularda iddialıdır. Bunları, kimse bilmese, onun bilmesi gerekir. Bir dahaki sefere, daha dikkatli olmasını öneririm.