« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

13 Haz

2010

MUHAFAZAKARLIK, TÜRK MUHAFAZAKARLIĞI VE PEYAMİ SAFA

01 Ocak 1970

Türkiye tarihinde 1930’lu yıllar, diger zamanlara göre, farklı bir yapının

kültürünü içermesiyle hala incelemeye deger birçok konuyu barındırır. Bir devletin,

bir ulusun kendisini yeniden ve “farklı olmaya çalışan” bir yöntemle kurgulamaya

ve var etmeye yönelik çabalarının yogunlaştıgı bu yıllar, ekonomik anlamda belirli

bir içerige sahip politikalarıyla ve kültür alanındaki “tek sesli gözükmeye çalışan”

söylemleriyle, üstyapıda bagdaşık bir görüntü sergileyerek, savaşlar ve degişimler

geçirmiş bir toplumun artık yolunu belirginleştirdigi izlenimini verir. Fakat bu tek

sesliligin analizini yapmaya başladıgımızda, bu uzlaşmayı var eden seslerin birbiri

ile aslında ne kadar da “çatışabilir” unsurlar içerdigini görebiliriz. Bizim burada

üzerinde duracagımız Türk muhafazakarlıgı ve onun tipik bir temsilcisi olan Peyami

Safa, hem bu tek sesliligin oluşturulmasında gösterdikleri katkı ve hem de çatışabilir

unsurlar olmaları, bunu takiben de Cumhuriyet tarihinin belli zamanlarında bu

çatışmayı gerçekleştirmiş olmaları dolayısıyla kültür tarihi alanında önemli bir

konuma sahiptirler. Muhafazakarlıgın bütün bu çatışma ve uzlaşma süreçleri,

muhafazakar düşünürlerin tavırlarında da devletin politik konumlanışıyla ilişkili bir

biçimde farklılaşmayı getirmiştir. Bu çerçevede, bu çalışmanın amacı da

muhafazakarlıgın Türkiye Cumhuriyeti tarihi içerisindeki seyrini Peyami Safa’nın

eserleri üzerinden degerlendirmek olarak tanımlanabilir.

Gerek Peyami Safa’yı incelerken ve gerekse Türk muhafazakarlıgının

süreçlerini açıklamaya çalışırken üzerinde duracagımız noktalar, muhafazakar

kimliklerin Türk Devrimi’ne karşı geliştirdikleri tavır ekseninde olacaktır.

“Devrime” karşı veya yandaş tavırlar geliştirme biçimlerinin, söz konusu edilen

dönemlerin kendine özgü “ikliminden” etkilendigini söyleyebiliriz. Bu çerçevede

denilebilir ki birbirinden farklı politik hareket imkanını saglayan, 1930-40

döneminin, “çok sesliligin meşru” oldugu 1940’lı yılların sonundan itibaren gelişen

dönemin ve 1980’lerden içinde bulundugumuz yıllara kadar süren dönemin, kendine

özgü “politik iklimleri” vardır. Muhafazakarlık bu dönemlerin her birinde kendini

degiştirmiş, “ilerleyen” modernizmin gerektirdigi politik kurallara uygun biçimde

kendi eylem alanını belirlemiştir. Peyami Safa söz konusu oldugunda, bizim

ilgilendigimiz ilk iki dönemin genel özelliklerini çizmek gerekmektedir. Böyle bir

dönemlendirmeyi yaparak muhafazakar düşüncenin Türkiye siyasetiyle ilişkili olan

gelişimini de belirlemek mümkün olabilecektir.

Peyami Safa’nın ve Türk muhafazakarlıgının Türk kültür tarihi içindeki

yerini belirlemeden önce genel olarak muhafazakarlık üzerine birkaç söz söylemek

yerinde olacaktır. En genel ve temel olarak muhafazakarlık için, “çagdaş” bir

“düşünme biçimi” oldugunu söyleyebiliriz. Çagdaştır, çünkü muhafazakarlık için

muhafaza edilecek bir dünyanın varlıgı ancak kendisini tehdit etmeye başlayan bir

“restorasyonun” veya “modernizmin” varlıgı şartına baglı olarak gerçekleşir.

Muhafazakarlık, “Aydınlanmanın radikalizmine (‘aşırılıklarına’), veya bir ‘yeni

başlangıç yapma ’düşüncesi olarak kendini milatlaştıran Aydınlanmacılıga”1 karşıt

olarak kendi düşüncesini oluşturur. Bu anlamda muhafazakarlık ancak modernizm

kadar eski bir tarihe sahiptir. Bir düşünme biçimidir, çünkü daha önceden

planlanmış, kesin kurallara sahip eylem biçimleri ve alanları yoktur. Belirli olan

tavırları vardır, fakat bu tavrın “ne yönde” oldugunu ancak modernist bir projenin

saldırısına ugradıkları zaman anlamak mümkündür. Tavırları, geçmişten gelen

özelliklerin, günün deger ve yaptırımları içinde yer almalarını saglamak üzere

gerçekleşecek bir müdahale olarak açıklanabilir. Muhafazakarlık “gerici” degildir.

Aksine degişmeye ve gelişmeye açık bir düşüncedir. Fakat “değişimin, her ülkenin

tarihsel, politik ve toplumsal bağlamı ile uyumlu olması”2 gerekmektedir. Anthony

Giddens’ın da belirttigi gibi, muhafazakarlıga göre “geleceğe bakış her zaman

geçmişe bakış üzerinden temellendirilmelidir”.3 Muhafazakarlık için en belirleyici

etken kültürdür. Toplumların kültürel normları, onların “geçmişi”, “bugünü” ve

“gelecegi” için vazgeçilmesi veya göz ardı edilmesi düşünülemeyecek biricik

“gerçekliktir”.

Bütün bu açıklamaların ışıgında, Türkiye’de muhafazakarlıgın ortaya

çıkışının, Türk modernleşmesiyle başladıgını söylemek yanlış olmaz.

Cumhuriyet’ten önce yapılmaya çalışılan çeşitli restorasyon çabalarına karşı şiddetli

muhalefetlerin gerçekleşmesi, aslında muhafazakarlıktan çok “gericilik” kapsamına

alınması gereken olaylardır. Çünkü, muhafazakarlık, eskinin geriye getirilmesinden

çok, yeninin oluşturulmasında kendi düşünsel ölçütlerinin yer alması için mücadele

verir. Muhafazakarlık ne “Asr-ı Saadet”i geri getirmek için çabalayan “gericilikle”,

ne de bütünüyle geçmişin degerlerinden sıyrılarak farklı bir dünya yaratmayı

amaçlayan “ilericilikle” bir tutulamaz. Türkiye’de de muhafazakarlıgın tarihi, ancak

Cumhuriyet tarihi kadar eskidir. Osmanlı dönemine ait, modernleşmenin kültürel ve

sosyal anlamda degiştirici ve bir anlamda “yabancılaştırıcı” etkilerine karşı bazı

“ahlaki” çıkışlar vardır. Fakat, Türkiye’de herşeyin yeni baştan, “topyekün”

yaratılması üzerine kurulmuş bir modernizm anlayışına Cumhuriyet ile beraber

girildigi temel alınacak olursa, bu yaratım sürecine kendi ölçütlerince müdahale

etmek isteyen muhafazakar kimliklerin ortaya çıkışını bu tarihlerde başlatmak daha

dogru olacaktır. Türk tarih ve siyaset bilimi alanlarında durdugu yer geniş anlamda

tartışılmadıgı için, genel olarak muhafazakarlıga “gerici” bir düşünce biçimi gözüyle

bakılmıştır.4 Aslında bu bakış, muhafazakarlıgın durdugu yerin “geçmişe” ait

kavramlarla belirginleştigi düşünüldügünde haklı bulunabilir. Fakat yukarıda da

belirtildigi üzere muhafazakarlıkta geçmişe ait olan degerlerin “bütünüyle” kabulü

söz konusu degildir. Kemal Karpat’ın da belirttigi gibi muhafazakarlık, “eski

bağlılıkları ve kavramları yeni bir biçime uydurma çabası”5dır. Bu anlamda

muhafazakarlıgın sorunu, eski düşünce biçimlerinin degişen toplumsal, politik ve

ekonomik alanlarda meşruiyetini yitirmeden varlıgını “muhafaza” etmesidir.

Degişimin içinde hem muhafaza ve hem de meşruiyet ilişkilerini var etmeye

çalışmak muhafazakarlıgı tam anlamıyla ilerici yapmadıgı gibi gerici de

kılmamaktadır. Muhafazakarlık, modern toplumların her aşamasında kendi

sürekliligini saglayabilmek için şekil degiştirip, günün geçerli modernlik şartları

içinde düşüncesini “ileriye” götürmek zorundadır. Buradaki “ileri”, toplumsal alanda

taşıdıgı kapsayıcı anlamından çok muhafazakarlıgın bir önceki düşünüş biçimine

göre açıklanmalıdır. Örnegin, muhafazakarlıgın ilk ortaya çıktıgı dönem olarak

Fransız Devrimi gösterilmektedir. Bütünlüklü bir burjuva toplumsal dönüşümünün

gerçekleştigi Devrim sırasında muhafazakarlık büyük oranda anti-burjuva olarak

kendisini oluşturmuştur. Sosyalizmin ve sosyalist devrimlerin ortaya çıkışıyla

beraber muhafazakarlık yeni düşmanıyla savaşabilmek için kapitalizmle barışmıştır.

Alan Wolfe’un da dedigi gibi muhafazakarlık için “önceleri özgürlük bete noir

olarak kabul edilmişken, şimdi eşitlik onun yerini almıştır”.6 Modernizm tarihiyle

bir tuttugumuz muhafazakarlık, modern devlet ve toplum sistemleri degişip

farklılaştıkça ve “ilerledikçe”, bu sistemler içinde kendini var edebilmek için

“ilerlemektedir”. Bu durumda muhafazakarlıgın temel sorunsalının “ilerleme”

olmadıgını söylemek pek yanlış olmayacaktır.

Türkiye’de muhafazakarlıgı şekillendiren iki kavramın varlıgından

bahsedebiliriz. Bunlardan ilki daha önceki “gerici” akımlar ve Cumhuriyet’e sürekli

bir alternatif teşkil ederek Cumhuriyet kadrolarının baş düşman ilan ettikleri

“Islamcılık” ve “Osmanlılık”tır. Ilk dönem Cumhuriyet muhafazakarları kendilerini

muhafazakar diye adlandırmaktan çekinmişler ve daha çok, Baltacıoglu gibi,

“ananeci” demeyi tercih etmişlerdir. C. Nazım Irem’in de tanımladıgı gibi,“bu

çekingenliğe yol açan nedenlerin başında, Kemalist yönetici seçkinlerin her türlü

muhafaza talebini, geleneksel Osmanlı sisteminin siyasal ve sosyal kurumlarını

koruma ve/veya canlandırmaya yönelik irticai talepler olarak görme eğilimleri

gelmektedir”.7 Türk muhafazakarlıgında temel olarak alınmış Islami ve Osmanlı’ya

ait özellikler hiçbir zaman dönemin iktidarıyla çatışma içine girmek gibi bir seçenek

oluşturacak biçimde geliştirilmemiştir. Süleyman Seyfi Ögün muhafazakarların bu

tutumunu şöyle degerlendirmektedir: “Muhafazakar zihniyettekiler, geçmişi ve

geleneklerin ihtişamını vurgulayan reaksiyoner nostaljiden hoşlansalar, hatta

kendilerini tutamayıp bu nostaljik tezleri zaman zaman sahiplenseler bile, geçmişe

ve geleneklere dönük duyarlılıklarının kendilerini reaksiyonerlerle aynı düzlemde

göstermesinden endişe ederler.”8 Onların arzusu, Tanıl Bora’nın da dedigi gibi

“Inkılabı tadında bırakıp makule döndürmek”9 olmuştur. Onlara göre “Türk

Inkılabı’nın” en aşırı unsuru olan “militan laisizm”10 politikası, gelenekle

barıştırılması gereken önemli bir çatışma noktasıydı. Fakat bu çatışma noktası Türk

muhafazakarlıgını şekillendiren ikinci kavramın etkisiyle uzun sürememiş ve

“ertelenmiştir”.

Temel şekillendirici olarak öne sürülebilecek ikinci kavram “Kemalizm”dir.

Türk muhafazakarlıgı kesin bir şekilde Kemalizm ile çatışmaya girmekten kaçınmış,

daha çok onun içinde yer almayı yeglemiştir. Bunun sebebi asıl olarak,

muhafazakarlıgın genel tavırlarından birisi olan, mevcut siyasal sistemle

eklemlenerek onun yolunu belirlemeye çalışmasından kaynaklanmaktadır. C. Nazım

Irem, dönemin genel düşünsel yapısının hangi çerçevede şekillendigini “Herkes

Kemalist’tir; herkesin taraf olduğu Kemalizm de devletin, ulusun ve şahsiyetin

yeniden kurulmasını hedeflemektedir. Temel sorun ise Kemalizm’in ne olduğu

sorusu etrafında çetrefilleşmektedir.”11sözleriyle belirtmektedir. Kemalizm’in

içerigini belirlerken ortaya çıkan durum bizim “Cumhuriyet dönemine damgasını

vuran tek ve kapsayıcı bir Kemalist projeden ziyade, birbirleri ile çatışan ve yarışan

Kemalizmlerin”12 varlıgından bahsetmemizi gerektirecektir. Gerçekten de

1930’ların tek sesli gibi gözüken şartlarında birbirine alternatif olabilecek fakat

hepsi de tamamen “Kemalizm” adı ile kuşatılmış düşünce sistemlerinin tümünün,

gelişen “devrim” şartlarını kendi ölçütleriyle yorumlayan “Kemalizmler” oldugunu

söyleyebiliriz. Bu “fikir yarışması” yerine göre kendini “Kadro” dergisiyle

gösterebilmekte veya daha farklı ve muhafazakar bir düşünce içeren “Yeni Adam”

ile şiddetlenebilmektedir. Türk muhafazakarları, Kemalizm içinde yer alarak hem

kendi meşruiyetini korumayı, hem de varolanın hepsine muhalefet etmektense bazı

“yanlış” veya “eksik” gördükleri noktaları degiştirmek üzere müdahale edebilmek

şansını yakalamak için sistem dışına çıkmak gibi bir yaklaşım geliştirmemişlerdir.

Ancak bu durum 1940’ların sonlarına kadar devam etmiş ve Peyami Safa örnegi

üzerinden de görmeye çalışacagımız gibi, kendi yolunda gitmeyi seçmiştir.

Ahmet Oktay, Türkiye’de gerçekçi edebiyatın geçirdigi evreleri de inceledigi

eserinde, 1925-40 yılları arasındaki düşünsel alanın ve aydınların ideolojik olarak

kontrol altında tutulmasından13 bahseder. Bu kontrol, yukarıda da bahsedildigi gibi

Kemalizm sınırlarının içinde kalmak olarak özetlenebilir. Bu “çogunlukla” şiddete

dayalı bir düzenleme degildir. Çünkü, Oktay’ın sözleriyle, “rejim yaşayabilmek için

ve bunu sağlayabilmek için... şiddete dayalı baskı uygulamasından elden geldiğince

kaçınıyordu. Böylece doğmakta olan entelegentsia’yı bir devlet ideolojisinde

bütünleştirmeye çalışıyordu. Aynı şekilde, bu olay, aydınların açık siyaset

olanağından yoksun bulunmaları dolayısıyla, kültür alanına yönelmelerine yol

açıyordu”.14 Gerçekten de 1930’lu yıllarda devlet organları dışında yayımlanan

politik içerikli dergi sayısı yok denecek kadar az veya kısa ömürlü olmuştur. Daha

sonra karşımıza, edebiyatçı kimlikleriyle beraber, bazen daha baskın bir biçimde,

politik kimlikleriyle çıkacak olan aydınların çogu, bu dönemde edebiyat veya kültür

merkezli dergiler çıkarmıştır. Bütün bu dergilerin ortak özelligi ise, hiçbirinin sadece

edebi veya kültürel konular içermiyor olmasıdır15. Farklı sesler veya gidişatı farklı

yöne çekmek isteyen kimseler bu dergilerde toplanarak, kendilerini, açık olan tek

alanda, edebiyat ve kültür alanında, gerçekleştirmek çabasındaydılar. Daha sonra

muhalif hale gelecek olan kişilerin birlikteliklerinin oluşması ilk defa bu dergiler

yoluyla olmuştur. Bu dergilerde Ahmet Oktay’ın ilgimizi çektigi bir diger nokta da,

daha sonra birbirinden farklı ideolojik yaklaşımlarla ortaya çıkacak olan insanların,

bu dönemde, “zorunlu” bir birlikteligi oldugudur. Oktay’ın “dergilerde bir eklektizm

dönemi”16 olarak adlandırdıgı bu olguyu, muhalefetin, daha güçlü olabilmek için

kişileri birbirinden farklı kılacak bazı ayrıntıları yok sayması olarak görebiliriz.

Fakat, her ne olursa olsun dönemin aydınları, hakim olan genel siyasal söylemin

dışına çıkmayarak, çogu zaman onu kabul ederek ve yeri geldiginde de müdahale

ederek bu dergilerde dönemin iktidarıyla eklemlenmiş bir görüntü sergilemişlerdir.

Peyami Safa da, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren düzenli olarak yazmış ve

çeşitli dergilerde yer almış biri olarak, aynı sürecin içindedir.

1940’ların sonu ve ‘50’lerde ise Demokrat Parti’nin varlıgıyla koşullar

farklılaşmış, aydınların üzerindeki kontrol biraz daha gevşemiş ve açıkça muhalefet

edebilmenin yollarına kavuşulmuştur. Dergilerde ise, kültürel ve edebi konular

yerini agırlıklı olarak siyasi konulara bırakmıştır. Muhafazakarlık ve bu arada

Peyami Safa da, artık, yeri geldigi zaman iktidara katılmış fakat çogunlukla

kendilerine ait muhafazakar söylemlerini politikleştirmeye çalışmışlardır.

Peyami Safa, 1920’lerde yayımlamaya başladıgı ilk yazılarında politik

olaylardan daha uzak bir görüntü sergilemektedir. Bu ilk dönemde, eserlerinde

merkezi oluşturan olaylar ahlak ve kültürel yıkım çevresinde gelişmektedir.17

Kendini ilk olarak hem kültürel, hem de politik anlamda ortaya koydugu romanı

Fatih-Harbiye olmuştur. Fatih-Harbiye ile yazarın Türk Devrimi’ne “bakışının” ilk

devresinin de başladıgını söyleyebiliriz. Bu devrede Peyami Safa, gelişen olaylara

karşı biraz daha temkinli, bir sonraki döneme göre daha eleştirel bir tavır

sergilemektedir. Romanın baş kahramanı Neriman, Harbiye ile sembolize edilmiş

“batılılaşma hastalıgına” tutulmuş ve Fatih ile simgelenen aslını, inkar eden

hareketler sergilemektedir. Safa, Neriman’ı romanın birçok yerinde “Türkiye” ile bir

tutmaktadır. Ilerleyen sayfalarda şu cümlelere rastlayabiliyoruz: “Lozan sulhundan

sonra, resmi Türkiye’nin de kanunla herkese kabul ettirdiği bu asrileşme,

Neriman’ın ruhunda gizli gizli yaşayan bu iştiyaka en kuvvetli gıdasını vermişti.”18

Peyami Safa “asrileşmenin” Türk toplumunda gizli bir şekilde varolan geçmişi inkar

etme hastalıgına kaynak olabilecegini düşünmekte ve bu yüzden temkinli hareket

etmek gerektigini telkin etmektedir roman boyunca. Romanın sonunda ise Neriman

artık dogru yolu bulmuş, bir anlamda “hastalıgı atlatmıştır”. Bu romanda Peyami

Safa’nın Türkiye’nin seçmiş oldugu modernleşme projesine karşı bazı kuşkuları

oldugunu, fakat onları, üstesinden gelinemeyecek degil, “ıslah edilebilir” sorunlar

olarak gördügünü anlıyoruz.

Peyami Safa’nın ikinci devresi, artık reformlar sürecine etki edebilecek

yetkinlige kavuştugu, onlara kendince bazı anlamlar yükleyerek sesini duyurabildigi

ve böylece de kuşkularından kurtularak iktidara ve reformların gelecegine ilişkin

güven hissinin dogdugunu anladıgımız, Türk Inkılabına Bakışlar isimli kitabını

yazmasıyla başlamaktadır. Ögün, Safa’nın bu kitabını “muhafazakar bir gözle

yazılmış son derece önemli bir Türk Politik Akımlar tarihi”19 olarak görmektedir.

Türk Inkılabına Bakışlar Cumhuriyet’in 15. yılı için, daha önce Cumhuriyet

gazetesinde yayımlanan makalelerin bir toplamından oluşmaktadır. Kitabın

“Cumhuriyet’in 15. yılına özel” olarak çıkartılması bile başlı başına artık Safa’nın

gelişmelere güven duydugu izlenimini vermektedir. Genel olarak Ögün’ün de dedigi

gibi bir Türk Politik Akımlar tarihidir. Ama, kendi bakış açısıyla, onların bir

eleştirisini sunmaktadır. Daha önceki akımların neden başarıya ulaşamadıgını ve

zaten ulaşmalarının da mümkün olmadıgını anlatmaktadır. Eser, temelde

Türkiye’nin geri kalmışlıgını düşünsel temelde açıklamayı amaç edinmiş ve bunu,

başından sonuna kadar bütün eserlerinde görülen ve belirli bir süreklilik izleyen,

“Batı” ve “Dogu” karşılaştırmasıyla yapmaya çalışmıştır. Ona göre “Batı” ve

“Dogu” birbirinden ayrı düşünülemeyecek bir bütündür. “Dogu”nun geri kalmasının

sebebi, “mistisizme” saplanması ve kör inançlar içinde “modern” olanı

yakalayamamasıdır. Kemalizm bunu yakalamıştır, ona göre. Kemalizm’i, “mistik

görüşten riyazi görüşe ve step cemiyetinden site cemiyetine geçiş hamlesi olarak da

tarif edebiliriz”20 diyerek olumlarken, bilinçli olarak Kemalizm’in hangi özelliklerini

ön plana çıkartacagını hesaplamaktadır. “Iki Kökten Gelme Inkılap Hareketleri”

başlıklı bölümde “Medeniyetçilikten Dogan Inkılap Hareketleri” adı altında, daha

önce Fatih-Harbiye’de karşı çıktıgı “Darülelhan’dan alaturka kısmın kaldırılıp

yalnız garp musikisi öğreten konservatuarın tesisi”21 çok kısa bir biçimde

geçiştirilirken, milliyetçilik ve özellikle “Türk Tarih Tezi” üzerine görüşleri geniş

yer tutmaktadır. Bu kitaptan anlaşıldıgı kadarıyla, “Türk Tarih Tezi” ve “Güneş-Dil

Teorisi” gibi yeni Türk toplumunun kökenlerine ilişkin kaynak arayışı, Peyami Safa

tarafından daha önceki kaygılarını giderecek unsurlar olarak görülmektedir. Daha

sonraları bile Peyami Safa, bu tezin daha da derinleştirilmesi için çaba

gösterecektir.22

Peyami Safa’nın üçüncü devresi, önceki baglılıklarından bir “kopuş” ve aynı

zamanda kendi bagımsız çizgisini oluşturma devresi olarak adlandırılabilir. Safa’nın

bu devrede “Türk Inkılabına Bakışlar”ın ikinci baskısına yazdıgı önsöz, bu kopuşun

niteligini de belirtmektedir aslında. Ikinci baskıda şunları söylemektedir Peyami

Safa: “O devre mahsus yazı disiplini, eserin Kemalizm’e, altı oka, tarih ve dil

anlayışına ait son fasıllarında resmi teze uymak zoruyla muharririn düşünce

hürriyetinden bazı kısıntılara katlanmasını zaruri kılıyordu.”23 Bu devredeki

düşünce biçimini en açık şekilde dile getirdigi kitabı Matmazel Noralya’nın Koltuğu

olmuştur. Bu roman bundan önceki bütün romanlarından farklıdır. Çünkü artık

“mistisizm”, kişileri, içine düştügü “yabancılaşmış” ve ahlaki çöküntünün esiri

olmuş bir dünyadan “bireysel yücelişler” yoluyla kurtarabilirdi. Fakat bu bireysel

yücelişler, aynı zamanda tüm toplumun kendini bulmasında bir kalkış noktası

niteligi taşıyacaktı. Türk Inkılabına Bakışlar’da, Müslüman toplulukların içine

düştügü kötü durumdan sorumlu tuttugu “Muhiddini Arabî”, Matmazel Noralya’nın

Koltuğu’nda övülmektedir.24 Daha sonra bir makalesinde Altı ok için “büyülü

reçete” olarak bahsetmekte ve sihirli formüllerin hiçbir zaman toplumların

sorunlarını çözmede başarılı olmadıgını söylemektedir.25 Yine, “Bizim Cumhuriyet”

isimli bir başka yazısında daha önceki dönemlerde hiç yapmadıgı, “tek partiye”,

“güdümlü siyasi parti kurdurmalara”, “seçimlerin tayinden ibaret oluşuna”,

“Inönü’ye” dair eleştirel bir bakış geliştirdigini görüyoruz.26 Yıkıcı bir biçimde

eleştirmese bile, artık öncesine göre daha eleştirel olabildigini ve gerekirse daha da

eleştirebilecegini ortaya koymaktadır Peyami Safa. Hilmi Ziya Ülken de, aynı

şekilde, Peyami Safa’daki bu degişime vurgu yaparak, bunun büyük oranda Peyami

Safa’nın son dönemde mistisizme kayışından ve önceki söylediklerindeki radikal

görüşün kaybolmasından ileri geldigini söylemektedir.27

Peyami Safa’da görülen bu degişikligin sebebini, dönemin de elvermesiyle

birlikte, muhafazakarlıgın ve bu arada diger düşünce sistemlerinin de, kendini

iktidarın söyleminden uzaklaştırarak “yaratmaya” başladıgı şeklinde ortaya

koyabiliriz. Muhafazakarlıgın “çocukluk” dönemlerindeki çekingenlikten sonra

iktidara karşı güvenini ortaya koymasına ragmen gelişmeler onların öngördügü

biçimde olmamıştır. Özgürlüklerin görece fazlalaştıgı bir dönemde ise artık var olan

koşulların içinde yer alıp onlara şekil vermekten çok kendi dünyasını yaratmak ve

“iktidar” olmak için çalışmaya başlamışlardır. Fakat tamamen meşruiyetlerini

yitirmemek için tam anlamıyla bir kopuş da yaşamamışlardır.

Hamdullah Suphi Tanrıöver’ın tavrı bu kopuşa başka bir örnek olarak

sunulabilir. Tanrıöver 1940’ların ortalarından sonra hem CHP milletvekilliginden

ayrılmış ve hem de laik kanattan uzaklaşmıştır. “Neden, ‘Eserin’(Türk Inkılabının)

manevi tarafının zayıf kalmış olduğunu düşünmesi”28dir. Tanrıöver’in iktidarın

yapısından ve söyleminden uzaklaşmasını gerektiren bu açıklaması,

muhafazakarlıgın artık kendi farklılıgını yüksek sesle duyurmak istemesinin de

yolunun açıldıgını gösterir.

Artık, bir yandan bu yolda ilerlemek için gerekli olan halk destegini de

alabilmelerinin şartları oluşmuştur. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki muhafazakar bazı

çıkışlar toplumun geniş kesimlerine ulaşmakta zorlanıyordu. Gerek toplumun okur

yazarlık ve kültür düzeylerinin çok düşük olması, gerekse toplumsal alanın devletin

ideolojik kontrolü altında oluşu ve resmi söylem dışındaki farklı seslerin ancak

belirli bir “elit” tarafından tartışılabilecegi mantıgının yerleşikligi, “merkezdeki”

farklı seslerin kendi söylemlerini topluma yaymalarını engellemiştir. Fakat, özellikle

‘50’lerle beraber, toplumsal alanın şekillendirilmesinde iktidarın dışındaki faktörler

de çokça devreye girmektedir. Degişen sosyokültürel ortam, muhafazakarlık adına

bir önceki dönemde bir şeyler söylemiş olan insanların topluma inebilmesine izin

vermiştir. Örnegin, Peyami Safa’nın birçok kitabı ikinci baskılarını ancak

ölümünden sonra yapabilmiştir. Ikinci baskılarından sonra ise daha öncekinden çok

kısa zaman aralıklarıyla yeni basımları yapılmıştır.

Muhafazakarlıgın bu “kopuşunun” izlerini Ahmet Oktay’ın dergiler

üzerinden yaptıgı degerlendirmeyi düşünerek de görebiliriz. Peyami Safa, kardeşi

Ilhami Safa ile 1936’da, 21 sayı çıkan Kültür Haftası isimli bir dergi çıkartmıştır. Bu

dergi Oktay’ın çizdigi 1930’lu ve ‘40’lı yılların edebiyat ve kültür dergilerinin bir

örnegidir. Dergide yer alan isimlere baktıgımızda, içinde dönemin en nitelikli

edebiyatçılarının toplandıgını görüyoruz. Fakat, bu isimler yogunluk itibariyle, ortak

bir “muhafazakarlık” düşüncesi etrafında da toplanabilirler. Derginin ilk sayısındaki

tanıtım yazısında “yerli fikirlerin bu serbest ve açık sergisinde eserlerini teşhir

edecek olan bütün muharrirler, birbirine kültür planında umumi bir vahdetle

bağlıdırlar”29 denilerek, bu birlikteligin altı çizilmektedir. 1950’li yıllara

geldigimizde, bu kez tek başına Peyami Safa Türk Düşüncesi isminde bir dergi

çıkartmaktadır. Bu dergi bir öncekine göre daha siyasi bir dergi olmasıyla

digerinden ayrılmaktadır. Fakat görülmektedir ki, daha önce Kültür Haftası’nda yer

alan isimler bu dergide de yer almakta ve artık ortak bir fikrin savunusunu

yapabilmektedirler. Bu dergide, artık “muhafazakar” kimligiyle bilinmek bir çekince

yaratmıyor, aksine Mustafa Şekip Tunç “Muhafazakarlık ve Liberallik” ismiyle bir

yazı yayımlayıp, Türkiye’de “şuurlu muhafazakarlıgın” ve “şuurlu liberalliğin”

yaygınlaşması gerektigini telkin edebiliyor.30

Bu son döneminde Peyami Safa, Atatürk’ün sözlerini kullanırken ve

Kemalizm’i tanımlarken artık, önceleri yaptıgı gibi, Kemalizm’e, kendine ve

muhafazakarlıga ait bir şeyler katmak amacını degil, kendi düşüncelerine

Kemalizm’den destek bulmak amacını gütmektedir. Örnegin, çogu yazısında

görülebilecek olan derinlik, anti-komünist olarak yazdıgı yazılarda yerini seviyesiz

bir sıglıga bırakırken, söylediklerine destek olabilmek için Atatürk’ün komünizme

karşı söyledigi bir sözü kullanarak kendi meşruiyetini saglamaya çalışmaktadır.31 Bir

başka yerde kendi “sentezci” düşüncesini savunmak için kendisinin de kabul

edebilecegi Kemalizm’in milliyetçilikle ilgili unsurlarını “sagcılıga”, kendisinin

“ultra feminist” görüş dedigi ve belli bir soguklukla yaklaştıgı kadınlarla ilgili

unsurlarını “solculuga” atfedip, Atatürk’ün ne sagcı ne de solcu oldugunu

söylemektedir.32 “Atatürk devrimci değil, inkılapçıydı. Inkılabı, devirmek manasında

değil, aynı bünyenin bir halden ötekine geçişi manasında alıyordu”33 diyerek, kendi

devrim-inkılap çatışmasına Türk Devrimi üzerinde örnek verip, hem devrimin

niteligine dair muhafazakar yorumunu katıyor, hem de Atatürk’ü yanına çekmiş

oluyordu.

Yukarıda genel olarak tartışılmaya çalışılan muhafazakarlık ve Peyami Safa

üzerinden Türk muhafazakarlıgı, bütünüyle ciddi bir çalışmanın konusu olmamakla

beraber, günümüze kadar gelen süreçte çok açık etkileri olan olgulardır. Bu yüzden,

Türkiye’de muhafazakarlıgın gelişimi üzerine yapılacak analizler ve

dönemlendirmeler şu aşamada çok dar bir alanı kaplamaktadır. Muhafazakarlıgın,

Türkiye’de ‘80’li yıllarla birlikte aldıgı yeni şekil bu ilk dönem tartışmalarıyla

beraber genişletilmelidir. Türk muhafazakarlıgının uzun yıllardır takındıgı

“devletçi” tavrın, nasıl olup da günümüzde “liberalizme” dönüştügü noktası,

1940’ların sonuyla birlikte önceki devirden bir kopuş gerçekleştiren aşama kadar

ilginçtir. Son olarak bu degişimle ilgili Fritz Stern’in “muhafazakarlık, politik

hakimiyetinin bedelini, kültürel sefaletle öder”34belirlemesinin Türk

muhafazakarlıgının geçirdigi dönüşüme de uygun düştügünü söyleyebiliriz. Türk

muhafazakarlıgı, ilk yıllarındaki iktidarsız dönemini aşarak daha sonra kendini

bagımsız olarak var etmesiyle ve Demokrat Parti’den günümüze kadar sahip oldugu

“iktidarı” kullanmasıyla Türk toplumunun geneline hakim bir politik hareket haline

gelmiştir. Fakat bu politik hakimiyet, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki “iktidarsız”

muhafazakarlık söylemlerinden aşırı derecede düşük düzeyli bir söylemin

hakimiyetini de beraberinde getirmiştir. Benzer bir şekilde, Peyami Safa ve

digerlerinin korumaya çalıştıkları “kültürel mirasa” en büyük darbe de,

muhafazakarlıgın iktidarları tarafından vurulmuştur35.



Notlar

1 Tanıl Bora, “Muhafazakarlıgın degişimi ve Türk muhafazakarlıgının bazı yol izleri” Toplum

ve Bilim, 74, Güz(1997),

2 Süleyman Seyfi Ögün, “Türk muhafazakarlıgının kültür kökenleri ve Peyami Safa’nın

muhafazakar yanılgısı” Toplum ve Bilim, 74, Güz(1997), 109.

3 Anthonny Giddens, Beyond Left and Right-The Future of Radical Politics, (Cambridge and

Oxford: Polity Press and Blackwell Publishers, 1996), 26.

4 Muhafazakarlıgın ve özel olarak da Türk muhafazakarlıgının genel düşünce yapısı ve aldıgı

biçimler üzerine tartışmalar, Türkçe literatürde en geniş olarak Toplum ve Bilim dergisinin

Güz(1997) sayısında bulunabilir.

5 Kemal Karpat, “Modern Turkey”, der. P.M. Holt, Ann K.S. Lambton ve Bernard Lewis, The

Cambridge History of Islam, Cilt 1B, (1997), 565.

6 Alan Wolfe, “Sociology, Liberalism and the Radical Right” New Left Review, 128, July-

August 1981, 5.

7 C. Nazım Irem, “Kemalist modernizm ve Türk gelenekçi-muhafazakarlıgının kökenleri”

Toplum ve Bilim, 74, Güz(1997), 63.

8 Ögün, 109.

9 Bora, 19.

10 Ibid., 21.

11 Irem, 60.

12 Ibid., 93.

13 Ahmet Oktay, Toplumcu Gerçekçiliğin Kaynakları, (Bilim/Felsefe/Sanat Yayınları, 1986),

338.

14 Ibid., 348.

15 Ibid., 344.

16 Ibid., 346.

17 Çetin Yetkin, Toplumsal ve Siyasal Açılardan 13 Yazar Üzerine Notlar, (Ankara: Ümit

Yayıncılık, 1996), 143.

18 Peyami Safa, Fatih-Harbiye, (Istanbul: Semih Lütfü Sühulet Kütüphanesi, 1931), 63.

19 Ögün, 117.

20 Peyami Safa, Türk Inkılabına Bakışlar, (Istanbul: Kanaat Kitabevi, 1938), 190.

21 Safa, Bakışlar, 98.

22 Bkz. Peyami Safa, Doğu-Batı Sentezi, (Istanbul: Yagmur Yayınevi, 1963, 1976), 182-184.

23 Peyami Safa, Türk Inkılabına Bakışlar, (Istanbul: Ötüken Neşriyat, 1997), 13.

24 Safa, Bakışlar, 163; Peyami Safa, Matmazel Noralya’nın Koltuğu, (Istanbul: Nebioglu

Yayınevi, 1949), 261.

25 Safa, Sentez, 95.

26 Ibid., 165-167.

27 Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, (Istanbul: Ülken Yayınları, 1994),

450. Ülken Peyami Safa’daki farklılaşma için şu örnekleri vermektedir: “Türk Düşüncesi’nde

(...) Peyami Safa’yı oldukça değişmiş buluyoruz. 1) Artık idealizme karşı değildir; hatta isimle

dahi olsa onlara dayanır. 2) Birinci kitapta Russel’den cümleler alarak Bergson’a ve genel

olarak mistik düşünceye hcum ederken burada dine, mistisizme bağlanıyor. 3) Birincide Doğu

17 Sinan Yıldırmaz

kavramına toptan hücum ettiği halde burada onunla barışıyor; hatta orada Uzakdoğuyu bizimle

kıyas etmeyecek kadar küçümsediği halde, burada Bizden Ileri Memleketler başlıgı altında

yalnız Japonya’yı değil, Bankok ve Hong-Kong’u veriyor. “ªarkın geri Budistleri” dediği bu

memleketlerdeki gelişmeyi görmesini de bir kültür filmine borçlu olduğunu söylüyor (...) 4)

Birinci kitapta “Inkılabın eskiye hiçbir şey borçlu olmadıgını” söylerken burada “Inkılap bir

tekamül hamlesidir! Her şey eskiden hazırlanmıştı” diyerek bu öncülük şerefini 1908

Meşrutiyeti’nde, 1915’de kadının iş hayatına girişinde, 1920’de üniversiteye kızların

alınmasında, Latin harfleri ve şapka devrimlerinin önceden hazırlanışında buluyor. Hatta

Türkiye’de milli hakimiyet 1923’de değil 1908’de başlar diyecek kadar ileri gidiyor. Iki kitabın

ruhu ve içeriği arasındaki bu belirli ayrılık, kısmen Peyami Safa’nın son yıllarında daha çok

dinciliğe, mistisizme bağlanmasından, kısmen de vakaların gelişmesi sırasında ilk kitabındaki

radikal görüşün kaybolmasından ileri gelse gerektir.” 449-450.

28 Bora, 19.

29 Kültür Haftası, 15 Ikinci Kanun, 1938, 1.

30 Mustafa Şekip Tunç, “Muhafazakarlık ve Liberallik,” Türk Düşüncesi, 1, 2(Ocak 1954), 88-

92.

31 Safa, Sentez, 227-229.

32 Peyami Safa, “Sagcılık Solculuk,” Türk Düşüncesi, 6, 3-36(Şubat 1957), 59.

33 Ögün, 112.

34 Ahmet Çigdem, “Muhafazakarlık üzerine,” Toplum ve Bilim, 74, Güz(1997), 47.

35 Ögün, 146, 147.

Kaynakça

-Bora, Tanıl. “Muhafazakarlıgın degişimi ve Türk muhafazakarlıgının bazı yol izleri”

Toplum ve Bilim, 74, Güz(1997).

-Çigdem, Ahmet. “Muhafazakarlık üzerine,” Toplum ve Bilim, 74, Güz(1997).

-Giddens, Anthony. Beyond Left and Right-The Future of Radical Politics,

(Cambridge and Oxford: Polity Press and Blackwell Publishers, 1996)

-Irem, C. Nazım. “Kemalist modernizm ve Türk gelenekçi-muhafazakarlıgının

kökenleri” Toplum ve Bilim, 74, Güz(1997).

-Karpat, Kemal. “Modern Turkey”, der. P.M. Holt, Ann K.S. Lambton ve Bernard

Lewis, The Cambridge History of Islam, Cilt 1B, (1997).

-Kültür Haftası, 15 Ikinci Kanun, 1938.

-Oktay, Ahmet. Toplumcu Gerçekçiliğin Kaynakları, (Bilim/Felsefe/Sanat Yayınları,

1986).

-Ögün, Süleyman Seyfi. “Türk muhafazakarlıgının kültür kökenleri ve Peyami

Safa’nın muhafazakar yanılgısı” Toplum ve Bilim, 74, Güz(1997).

-Safa, Peyami. “Sagcılık Solculuk,” Türk Düşüncesi, 6, 3-36(Şubat 1957).

--- Doğu-Batı Sentezi, (Istanbul: Yagmur Yayınevi, 1963, 1976).

--- Fatih-Harbiye, (Istanbul: Semih Lütfü Sühulet Kütüphanesi, 1931).

--- Matmazel Noralya’nın Koltuğu, (Istanbul: Nebioglu Yayınevi, 1949).

--- Türk Inkılabına Bakışlar, (Istanbul: Kanaat Kitabevi, 1938).

--- Türk Inkılabına Bakışlar, (Istanbul: Ötüken Neşriyat, 1997).

-Tunç, Mustafa Şekip. “Muhafazakarlık ve Liberallik,” Türk Düşüncesi, 1, 2(Ocak

1954).

-Ülken, Hilmi Ziya. Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, (Istanbul: Ülken Yayınları,

1994).

-Wolfe, Alan. “Sociology, Liberalism and the Radical Right” New Left Review, 128,

July-August 1981.

-Yetkin, Çetin. Toplumsal ve Siyasal Açılardan 13 Yazar Üzerine Notlar, (Ankara:

Ümit Yayıncılık, 1996).

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 48814

ulkucudunya@ulkucudunya.com