« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

20 Haz

2010

Nasreddin Hoca / EMİNE GÜL

01 Ocak 1970

Kim ne demiş?





Fuat Köprülü

"…O, bizim en asli mahsullerimizden biridir.”











Kim ne demiş?





Anna Masala

"…Nasreddin'in vücudu türbesinde istirahat etmekteyse de ruhu hiçbir zaman ölmemiştir. Hatta gerçek mucize şudur: Bütün dünya ondan bahsetmekte, edebiyatçılar ondan bahsetmekte, toplumlar ondan bahsetmekte, halk onu kendi gizli koruyucusu olarak tanımakta ve hikayeleri rüzgar gibi yayılıp, ekmek gibi kabarmaktadır. Gelecek nesillerin bu ekmekle uzun zaman beslenecekleri şüphesizdir…”











Nasreddin Hoca





Türk düşünce tarihinin büyük dehası gerçek bir halk filozofu olan Nasrettin Hoca, hicri 605, miladi 1208 yılında Sivrihisar’ın Hortu köyünde doğmuştur.



Babası Hortu köyünün imamı olan Abdullah Efendi, annesi Sıdıka Hatun’dur.



Hoca’nın bu köyde 23 yaşına kadar yaşadığı, babasının medresesinde okuduğu, Sivrihisar medresesini bitirdiği bilinmektedir. Hoca babasının ölümü üzerine bir müddet sonra köyde imamlık yapmıştır.

















1237 yılında Sultan 1.Alaeddin Keykubat’ın son saltanat devirlerinde Sivrihisar’daki yüksek öğrenimini tamamlayarak, Akşehir’e yerleşmiştir.



O devirde önemli kültür merkezi olan Akşehir’de zamanın ünlü âlimleri Seyyid Mahmut Hayranî ve Seyyid Hacı İbrahim Sultan’dan dersler almış ve Seyyid Mahmut Hayranî ’ye intisap etmiştir.















Nasrettin Hoca’nın değeri, yaşadığı olaylarla değil, gerek kendisinin, gerek halkın onun ağzından söylediği gülmecelerdeki anlam, yergi ve alay öğelerinin inceliği ile ölçülür.



Onunla ilgili gülmeceleri oluşturan öğelerin odağı sevgi, yergi, övgü, alaya alma, gülünç duruma düşürme, kendi kendisiyle çelişkiye sürükleme katılıkları karşısında çok iğneli ve ince bir söyleyişle yumuşaklığı yeğlemedir.O bunları söylerken bilgin, bilgisiz, açıkgöz, uysal, vurdumduymaz, utangaç, atak, şaşkın, kurnaz, korkak, atılgan gibi çelişik nitelikler bürünür.















Nasreddin Hoca sağlam bir İslâm inancına, köklü bir dinî bilgiye, ciddî bir ahlâkî yapıya sahiptir.

Tasavvuf kültürüne de vâkıf olan hoca, birçok tarihî yazma eserlerde evliyalar arasında zikredilir.

Nasreddin Hoca, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde “hakîm ulu bir can” olarak tanıtılır.











Nasreddin Hoca, halkın duygularını yansıtan, bir gülmece odağı olarak ortaya çıkarılır.Söyletilen kişi, söyletenin ağzını kullanır, böylece halk Nasreddin Hoca’nın diliyle kendi sesini duyurur.



Başta Türk ülkeleri olmak üzere Dünya’nın birçok ülkesinde tanınan Nasreddin Hoca, sosyal hayatta karşılaşılan içinden çıkılmaz güç işleri, aklı, bilgisi ve hazır cevaplılığıyla mizahi biçimde çözen, güldüren ama güldürürken düşündüren keskin Türk zekâsının sembolü aktüel bir tiptir.















Nasreddin Hoca,bütün gülmecelerinde, soyut bir varlık olarak değil, yaşanmış, yaşanan bir olayla, bir olguyla bağlantılı bir biçimde ortaya çıkar.



Hoca soyluların, yüksek saray çevresinde bulunanların aralarına ya çok girer ya da hiç girmez.















Nasrettin Hoca 1284 yılında Akşehir’de vefat etmiştir.Türbesi şehir mezarlığında bulunmaktadır.















Yanları açık olan, kapısında kocaman bir kilit bulunan hocanın kabri pek çok insan tarafından ziyaret edilmekte ve dünyada “kahkahalar atılan tek kabir” olma özelliğini korumaktadır.

















Nasreddin Hoca; sadece ülkemizde değil bütün dünyada tanınan ve bilinen, evrensel bir gülmece ustasıdır.



UNESCO 1996 yılını “Dünya Nasreddin Hoca Yılı” olarak ilan etmiştir.















ULUSLARARASI AKŞEHİR NASRETTİN HOCA ŞENLİKLERİ





Ülkemizi ve insanımızı gerçek kültürü ile tanıtmak ve Nasreddin Hoca’nın kişiliğiyle bütünleşen gülmeceyi evrenselleştirmek amacı ile 1959 yılından beri her yıl 5-10 Temmuz tarihleri arasında bir şenlik düzenlenir.



1974 yılında uluslar arası boyut kazanan şenlikte mizah, bilim, kültür-sanat ve Nasreddin Hoca’yı hatırlatan söyleşiler yapılır.















Nasrettin Hoca gülmecelerinde dile gelen, onun kişiliğinde, halkın duygularını yansıtan başka bir özellik de eşeğin yeridir.



Hoca eşeğinden ayrı düşünülemez, onun taşıtı, bineği olan eşek gerçekte bir yergi ve alay öğesidir.



Eşek,acıya,sıkıntıya,dayağa,açlığa katlanışın en yaygın simgesidir.



Onun gülmecelerinde,kaba sofuların “ahret” ile ilgili inançları da önemli bir yer tutar







NASRETTİN HOCA’NIN EŞEĞİ













FIKRA





Günlük olay ve memleket meselelerini belli bir görüş açısından ele alan güldürücü kısa hikayelere fıkra denir.



Türkiye Türklüğü edebiyatında fıkra, 19 yy sonlarına doğru görünmeye başlar.















FIKRALARIN HAYATIMIZDA OYNADIĞI ROLLER

VE AMACI







Fıkralar, bizi zihnen dinlendiren, günlük sıkıntıların yarattığı boğucu atmosferden uzaklaştıran, kısa anlatımlı, güldüren, eğlendiren, küçük komedilerdir.



Konuşmalarda, tartışmalı ve gerilimli durumlarda havayı değiştirmeye yararlar.



İnsanların gülme, psikolojik rahatlama ihtiyacını karşılarlar.



Bizi güldürürken bile bir şeyler öğretmeye çalışırlar.















TÜRK FIKRALARININ KONULARI





Türk fıkraları, işledikleri konular itibariyle incelendiğinde, yaşanmış veya yaşanması mümkün hayat sahneleri ile karşılaşırız.



Bu sahnelerde, insan-insan, insan-toplum ilişkileri ve bu ilişkilerin yarattığı durumlar sergilenir.



Fıkra içinde yer alan tipler, bu ilişkilerde, olumlu ve olumsuz durumları belirlemede kullanılan araçlardır.Verilmek istenen mesaj, varılmak istenilen hüküm, takınılan tavır ve tutum, eleştiri konusu edinilen davranış ve zihniyet hep bu tipler aracılığıyla dinleyiciye ulaştırılır.













TÜRK FIKRALARININ YAPI VE KOMPOZİSYON ÖZELLİKLERİ





Fıkralar, sözlü edebiyat ürünleri arasında kültür farklılaşmalarından en az etkilenen ve değişime uğrayan bir biçime sahiptir.



Küçük hacimli bir hikaye özelliği gösterir.



Her fıkra bir durum hikayesi, bir vaka tasviridir.















TÜRK FIKRALARINDA ŞAHIS





Şahıs kadroları tiplerden oluşur .



Bu tipler geçmişte ve günümüzde yaşayan ve halen karşılaşmakta olduğumuz insanlardan ibarettir.



Geçmişin yeniçeri, subaşı, derviş, molla, sadrazam, ağa gibi tiplerin yanı sıra günümüzden bakkal, şair, muhtar, vali, doktor, hakim, avukat, öğretmen, çocuk, baba, anne, dede, ressam, tüccar, aktör gibi hayatımızdaki sahnelerde rastladığımız yeni tiplerin bir kısmı da vardır.















TÜRK FIKRALARININ DİL ÖZELLİKLERİ





Fıkraların anlatımında kullanılan dil, açık, sade ve anlaşılır bir özelliğe sahiptir.



Konuşma dilinde geçen canlı, işlek tüm kelimeler fıkra kompozisyonu kurmada bütün incelikleriyle kullanılır.



Anlatım sırasında göze çarpan cümle tipleri geçmiş zaman, geniş zamanın hikayesi, soru ve zemin biçiminde kurulanlardır.Bu tiplere yarım kalmış konuşma cümleleri de ilave edilir.















FIKRA ÖRNEKLERİ













Nükte için bilgi, zeka ve lisan kabiliyeti gerekir.

Bir sözün nükte olabilmesi için edeb dairesinde bulunması ise ilk şarttır.





Her nükte-i hafî ki kelâmımda derc olur

Mazmûnı dest-i âleme bir dâsitân verir

Nef’i



(Benim sözümde gizli olan nükteler açıldığında insanlara uzun destanlar sunar.” Yani az söz ile çok şey anlatan sihirli sözlerdir bunlar. )











Parayı Veren Düdüğü Çalar





Hoca öteberi almak üzere pazara gidecekmiş.Bunu öğrenen mahalle çocuklarından her biri kendisinden bir şey ister.O sıralarda çocukların en çok sevdikleri oyuncak düdük olduğundan çoğu da kendisine bir düdük almasını rica ederler.



Rica ederler ama, hiçbirinin para filan verdiği yok.Yalnız çocuklardan biri Hoca’ya düdük parasını verir.



Akşama doğru Hoca’nın pazardan döndüğünü gören çocuklar hemen etrafını alırlar.Hoca merhum kendisine para vermiş olan çocuğa aldığı düdüğü uzatır.



Diğerleri:



-Hani bizim düdüklerimiz?diye asılınca, bugün bir atasözü haline gelmiş bulunan cevabı verir:



-Parayı veren düdüğü çalar.













Yorumu





“Parayı veren düdüğü çalar” fıkrasında dünyadaki maddiyatın önemi vurgulanıyor.



Emek vermeden,hak etmeden insanlardan hizmet beklemek yanlış olur.





Sizce bu fıkra ile Hoca bize ne anlatmak istiyor?













“Ye Kürküm Ye”





Mahallede bir düğün olur.Düğün evinde pilavın, zerdenin, hele o mübarek baklavanın asla eksik olamayacağını düşünen Hoca merhum, hemen düğün evine damlar.



Fakat Hoca’nın üstü başı hiç de iyi değilmiş.Üzerinde rengini kaybetmiş bir lata, başında solmuş bir kavuk, eski bir sarık olduğundan kimseden iltifat görmemiş.Kimse onu sofraya buyur etmemiş.



Bunu görünce Hoca hemen bir solukta evine koşar.Başına yeni aldığı sarığı, sırtına da kürkünü giyerek düğün evine gider.



Bu sefer onu kapıda karşılarlar.Koluna girerek ziyafetin verildiği odaya alırlar.Sofranın baş köşesine oturturlar.Sağdan soldan iltifatlar yağmaya başlar.



Bu sırada yemek de gelir.Hoca’ya buyur derler.



O hemen kürkünün eteğini tutup yemeğe doğru uzatarak:



-Ye kürküm, ye! der.



Hoca’nın bu davranışına hiç kimse bir mana veremez.Yanında oturanlar:



-Ne yapıyorsun Hoca efendi? derler.Hiç kürk yemek yer mi?



Nasrettin hoca o zaman su manalı cevabı verir:



-Az önce buradaydım.Üstümde eski bir cübbe olduğu için kimse yüz vermedi.Sonra eve giderek bu kürkü giydim, öyle geldim.Şimdide her kes itibar gösteriyor.Bundan anladım ki iltifat hakikatte bana karşı değil, kürküme karşıdır.Bu durum karşısında bu nefis yemekleri de onun yemesi gerekmez mi?



Hiç kimse verecek cevap bulamaz.







Yorumu





Birçok fıkrada insanların ibret alacağı konular sembollerle anlatılır: “Ye kürküm ye, kürküm eski sözüm geçmez” ifadeleriyle toplumun gerçeğe değil dış görüntüye önem verişi eleştirilir.





“Ya Tutarsa?”



Bir gün bazı arkadaşları onu göl başında bir işle meşgul bularak yanına yaklaşırlar.Orada ne yaptığını sorarlar.Nasrettin Hoca, büyük bir ciddiyetle şu cevabı verir:



-Göle yoğurt mayası çalıyorum.



Hemen kahkahalar yükselir.Biri:



-Sen deli mi oldun Hoca?diye sorar.Hiç koca göl, senin çalacağın maya ile yoğurt haline gelir mi?Hiç göle çalınan maya tutar mı?



-Ya tutarsa!





Yorumu





Diğer fıkra örneklerinde sosyal tema vardır.Fakat bu fıkra Türklerin ince nüktesini ve zekasını gösteren bir fıkradır.



İnsanın umudunu kaybetmemesi gerektiğini anlatır.



Ayrıca hayallere sınır konamayacağını öğretir bize.Olmaz denen şeylerin de denenmesi gerektiğini anlatır.





Doğuran Kazan



Hoca komşusundan ödünç bir kazan alır.Kazanı verirken içine bir kazan yerleştirir .Komşusu sorar:

-Bu ne?



-Senin kazan doğurdu der Hoca da.

Komşu çok sevinir.Aradan bir kaç gün geçer .Hoca yine komşusuna gider.1-2 gün kullanmak için kazanı ister.

Komşusu :



- Hay hay baş üstüne der.Kazanı sevinerek Hoca’ ya verir.

Aradan oldukça uzun bir zaman geçer.Komşu kazanı geri gelmeyince çediklerini giyer.Hocanın evine gider, sorar:

-Bizim kazan ne oldu?

-Sizin kazan mı, sizlere ömür, der Hoca.Komşu şaşırır:



-Aman hocam kazan bu nasıl ölür?



-Komşum yine saçmaladın kazanın doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne inanmıyorsun.



Yorumu





“Kazan doğurdu, kazan öldü” fıkrası çıkarını koruma uğrunda tabiatın kanunlarına karşı gelmeyi eleştirir.



Menfaat söz konusu olduğunda insanların olaylar karşısındaki tutumunun nasıl hızla değişebildiğinin en güzel örneklerinden biridir.



“AL SEN OKU!”



Nasrettin Hoca’ya biri Acemce yazılmış bir mektup getirerek bunu okumasını ve Türkçe’ ye çevirmesini rica etmiş.



Hoca bakmış, mektup Acemce:



-Ben bunu okuyup anlayamam, demiş.Adam:



-Neden?diye sormuş.



-Çünkü mektup Acemce yazılmış.Ben Acemce bilmem.



Karşısındaki cahil bir adammış.Ona göre sarıklı bir Hocanın bilemeyeceği şey olmamalıdır.



-Yazık sana be!demiş…Bir de başına koskoca bir sarık sarmışsın.Ben de buna bakarak seni bilgin bir kişi sanmıştım.



Nasrettin Hoca hemen başındaki sarığı çıkarıp adamın başına koymuş:



-Eğer keramet sarıkta ise, haydi, sen oku!demiş.



Yorumu



Görünüşe aldanmamak gerektiği vurgulanıyor.Burada önemli olan insanın bilgi birikimidir.Sosyal içerikli bir fıkradır.



BAHÇE



Hoca bir bahçeye girer. Bahçedeki sebzeleri çuvalına doldururken mal sahibi gelerek: ‘Burada ne yapıyorsun?’ diye sorar. Hoca: ‘Beni bir rüzgâr buraya attı!’ der.

Bahçe sahibi: ‘Peki bu sebzeleri kim kopardı?’ diye sorar. Hoca: ‘Rüzgâr şiddetli olduğundan, beni oradan oraya attı ben de onlara tutundum, bu yüzden koptular.’ der.

Bostancı: ‘Peki bunları çuvala kim doldurdu?’ deyince Hoca: ‘İşte ben de onu düşünüyordum.’ der.



Yorumu



Gerçek hayata göre, bir gölge bir hayal gibi olan bu dünya hayatında, düşünmeden, helâl haram demeden, yarını düşünmeden tûl-i emel ile çalışan rızık toplayan kimseler, yarın bağbânı hakikî olan Cenab-ı Kibriya’nın divanında öyle eğri büğrü sözleri kabul olunmayacağından, bu duruma düşmektense şimdiden tefekkür edip tedbir almalıdırlar.



EŞEK



Nasreddin Hoca bir gün uzak bir yerden gelirken merkebi gayet susamış. Birden önünde gölü gören eşek hemen göle doğru koşmaya başlamış. Yüksek bir yerden inilen göle hızla ilerleyen eşek tam düşecek gibi iken göldeki kurbağalar ötmeye başlamış. Eşek de ürküp geriye kaçmış.

Hoca eşeği tutup kurbağalara hitaben: “Aferin göl kuşları deyip göle üç para atarak varın bununla helva alın yiyin” demiş.



Yorumu



Sizlere ve mallarınıza bir ziyan gelmezse Allah’a şükredin.Sadaka verip ihsan edin.

Vereceğiniz sadaka nice belâları ve kazaları defedip sizleri maddî ve manevî tehlikeden kurtarıp ömrünüzü ve malınızın çok olmasını sağlar.



EVLİYA ÇELEBİ'NİN AKŞEHİR'DE NASREDDİN HOCA TÜRBESİNİ ZİYARETİ:

EVLİYA ÇELEBİ BU TATLI ZİYARET HİKÂYESİNİ ŞÖYLE ANLATIR





Hakir dahi hüddamlarımı gönderip bir gulamım ile şehirden taşra çıktım.Hatıra hutur etti ki her kim Hoca Nasreddin'i ziyaret ederse,letaifinden hatıra bazı şeyler gelip elbette güler,derler.



Ayâ gerçek midir?deyü şehrahın sol tarafından mezaristana sapıp doğru kabr-i şerifine at ile vardım.Bir kere ''Essalamüaleyküm yâ ehli kubur''dediğimde Hoca Nasreddin Türbesi içinden :''Ve aleykümselâm ey can-ı hüman!''deyü bir sada gelince atım ürküp iki ayağı üzerine kalktı.Fırlayarak mezaristan içre şaha pürtab idüp mezaristan içinde bir ayağı kabre girdi.Hakir az kaldı kabir azabı çekeyazdım.



Yine türbe-i hâceden,biri,''Ağa,,sadakanızı veriniz de güle güle gidiniz.Beri geliriz beri''deyü haykırdı.Meğer bu türbedar imiş.Hakir:''Bre herif!Ben ehl-i kubura selam verdim,sen anlara nâehl iken niçün selâmım aldın?''deyü dua eyledi.Doğrusu şu hale hakir dahi güle güle geçtim gittim.‘'



SEYYİT HAYRANî'NİN DUASI



Rivayetin rivayetine göre,Molla Nasreddin,Akşehir Medresesi'nde Seyyit Hayranî'den ders görürken Mansur ve Nesimî diye iki arkadaşı varmış.Birbirlerinden hiç ayrılmazlarmış.Mollalar bu üç arkadaşı da çok sever,medresenin revaklı avlusunda fırsat bulup toplandıkça Molla Nasreddin'in hikâyelerini,Nesimî'nin şiirlerini,Mansur'un hikâyelerini dinlerlermiş.



Bu üç Molla Seyyit Hayranî'nin de hoşuna gider,onları ayrıca severmiş.Seyyit Hayranî'nin güzel bir kuzusu varmış.Nedense bu kuzuya ayrı bir muhabbet besler,ondan hemen de hiç ayrılmazmış.



Bir gün Müderris Hayranî köyüne giderken üç mollayı yanına çağırarak :''Evlatlar''demiş.''Kuzum size emanet,ben gelinceye kadar ona gözkulak olun.Gözüm arkada kalmasın!''



Müderris köye gitmiş,Mollalar kuzuya şöyle bakar olmuşlar.Bir sabah,kırlara doğru giderken kuzuyu da beraberlerinde götürmüşler.Gençlik,cahillik biraz da fazlaca bastıran açlık bir araya toplanınca akıllarına tuaf tuhaf şeyler gelmeye başlamış.Gene en cesaretlileri Molla Nasreddin!



-Şeytan aklıma olmaycak bir şey getiriyor diye fısıldamış



Şeytanın ortaya attığı fikir molların cümlesince malûm;pek de hoşlarına gitmiş.Bir iki yutkunup meseleyi açıkca konuşmuşlar:



-Gelin şu kuzuyu kesip yiyelim!



-Kim keser?



Mansur cevap vermiş:



-Ben!



NesimÎ'ye bu cevap üzerine gayret gelmiş:Ben de derisini yüzerim!demiş.



Sonra Nasreddin'e sormuşlar:



-Ya sen ne yapacaksın?



-Seyyit Efendi Hoca,evliya-ı kiramdandır,ondan korkarım,kuzuya dokunamam,ama pişmişine de dayanamam!



Sonunda Mollalar kuzuyu haklamışlar.Kemiklerini bir yere gömmüşler.Seyyit Hoca köyden dönmüş,kuzuyu istemiş,yalan dolan derken iş meydana çıkmış.Hoca Efendi son derece müteessir ve öfkeli...



-Kim kesti kuzumu,çabuk söyleyin!diye bağırmış.



Mansur,başı önünde:Ben Hoca Efendi!''deyince,Nesimî de sözün arkasını getirmiş:



-Ben de derisini yüzdüm



Seyyit Hoca,bu sefer Molla Nasreddin'e dönmüş:



-Peki,ya sen sen ne yaptın?



-Ben de,Hoca Efendi,onların hallerine hem güldüm,hem de etin ucundan biraz yedim O zaman Seyyit Hayranî dayanamamış:



-Mansur demiş,günün birinde seni de böyle kesecekler.Nesimî Senin de derini yüzecekler.,sana da kıyamete kadar,evet ta...kıyamete kadar gülecekler.Siz istediniz,bu Allah'ın hükmüdür.



NASRETTİN HOCA



Akşehir’de ak sakallı ermiş

güller açar sözünde

dinlemek iyice dinlemek

pınardan su içer gibi

etrafında ışıl ışıl çocuklar

hocam derler sıcacık

yakın bildiklerinden zahir

derse gönülden koşarlar

anlatınca serin hikmet ağacı

bize dair ne varsa ballanır

çağları aşıp da gelmiş

tebessüm güzelce yansır



Murat SOYAK



Kim ne demiş?



Rostislav Holthoer

"…Hoca'nın dünyanın başka yörelerindeki fıkralarda ve masallarda yaşaması pek muhtemeldir. Ortadoğu’nun pek çok ülkesi Hoca'yı kendi malı yapmak istiyor. Ama türbesi Türkiye'de Akşehir'de bulunuyor. Ne var ki, kişiliği ve ünü bu kentle sınırlı değildir. Kendisi kozmopolit olup zamanların ötesinde bulunmaktadır.”



Kim ne demiş?



Şükrü Kurgan

"…Anadolu Türk mizahı, yorgun bir zihnin düşüncelerini boşaltan, dilimizin güçlü bir deyimi ile "lala-paşa eğlendiren” başıboş bir mizah değildir. Nasreddin Hoca mizahı, Türk halkının sorunları ile beraber yürüyen, toplum eğitimine yönelmiş, yapıcı bir mizahtır. Türk halkı, yüzyıllar boyunca dertlerini bu mizahla avutmuş, sevinebildiği mutlu günlerde de, bu mizahın sevinci ile yasamıştır…Bu ‘Nasreddin Hoca sevinci ile yasamak', hafif olmak, işleri şakaya almak demek değildir, sadece güler yüzü ciddiliğe engel saymamak, yani Türk halkı gibi ‘güler yüzle ciddi olmak' demektir…”

Ziyaret -> Toplam : 125,33 M - Bugn : 86791

ulkucudunya@ulkucudunya.com