KEMAL BATANAY (1893 – 1981)
01 Ocak 1970
6 Şubat 1893 ( 19 Recep 1310 ) Salı günü saat 10.00’da İstanbul Eskialipaşa mahallesinde Hırka-ı Şerif Camii yakınında bir evde doğdu. Babası Kayserili Müridoğulları soyundan, Atpazarı’nda kahvecilik yapan İbrâhim Ağa’nın oğlu, Kalyoncular Kışlası Camii (Bahriye Camii, Kasımpaşa Gazi Hasan Paşa Camii, Kışla Camii) imamı Hafız Ziyâeddin Efendi’dir. (d. 1868 – ö. 1938). Annesi gümrük mümeyyizlerinden Mehmed Ali Bey’in kızı Ayşe Sıdıka Hanım’dır. Belgelerde adı Mehmed Kemâleddin şeklinde kayıtlı olan üstat, Hâfız Kemal Batanay diye tanınmıştır. Kemal Batanay hat sanatının altın çağını idrak etmiş, Ömer Vasfi, Tuğrakeş İsmâil Hakkı, Kâmil Akdik, Necmeddin Okyay, Macit Ayral gibi daha birçok ünlü son Osmanlı hattatıyla da tanışmış ve onlardan feyiz almış, istifade etmiştir. Prof. Dr. Muhittin Serin Hoca’dan naklen Kemal Batanay’ın kendi dilinden; Kemal Batanay’ın Hat Eğitimi Yazıya pek küçük yaşta başladım. Tahminen on dört – on beş yaşlarında idim ki, bir mektep tatilinde babam, beni evimizin yakınında oturan Rumeli Kazaskeri Mahmud Kâmil Efendi’nin küçük oğlu Muhyiddin Bey’e götürdü. Kendisi meşhur bir hattat değildi, ama isteyenlere ta’lik yazı meşkederdi. Maksadı sanatkâr yetiştirmekten ziyade gençlere güzel yazı zevk ve merakını aşılamak, boş vakitlerini değerlendirmekti. Bizim gençliğimizde aile büyükleri bu düşüncelerle çocuklarını böyle bir sanat eğitiminden geçirirlerdi. Sanat, ruh ve fikir terbiyesinde en müessir yoldur. Yazı öğrenirken göz zevki ile duyma ve düşünme melekeleri de beraber gelişir. Aynı zamanda disiplinli, güzel, temiz iş yapma ve sabır gibi yüksek insanî değerler kazanılır. Ayrıca aileler tarihten gelen ve bizi ayakta tutan geleneksel sanatlara sahip çıkmanın şuurunda idiler. Bugün bu değerleri kaybettiğimizi hissediyorum. Bak, şu daracık sokakta sabahtan akşama kadar bağırarak top oynayan, etrafı rahatsız eden çocuklara. Bu yavruların geleceğinden çok endişe ediyorum. Muhyiddin Bey’den üç veya dört ay ta’lik meşkettim. Beni bu sanata kabiliyetli ve istekli görmüş olmalı ki: - “ Oğlum, sana daha fazla meşk veremeyeceğim, seni hocama götüreyim” dedi. Ailemin de tasvibini alarak Bâb-ı Fetvâ’da ta’lik hocası Karînâbâdlı Hasan Hüsnü Efendi’yi ziyaret ettik. Muhyiddin Bey, hocaya: - “ Hocam bu genç benim talebemdir. Kendisinde yazıya karşı büyük bir kabiliyet görüyorum. Kabul buyurursanız yazı meşkine sizden devam etsin.” Hoca: - “ Elbette oğlum, bu bizim vazifemiz, şimdiye kadar kimseyi geri çevirmedik” dedi. Kısa süren bu ziyaretten sonra her hafta muntazaman Hasan Hüsnü Efendi’nin derslerine devam ettim. İki sene sonra ta’lik mürekkebâtı bitirmek üzere idim ki, hocamın ömrü vefa etmedi. Seksen beş yaşında iken vefat etti. Çok üzüldüm, hocasız kalmıştım. Bir gün Cuma namazı için Sultan Selim Camii’ne gittim. Namazdan önce müezzinlerin yanına oturdum. Bana Kur’an ve iç ezanı okuttular. Namazdan sonra başmüezzin meşhur hattat Hulûsi Efendi’nin elini öptüm. Bana: - “ Hâfız Efendi sen kimsin? Mâşallah okuyuşun da, sesin de pek güzel” dedi. - “ Efendim, Kayserili Hâfız Ziyâeddin Efendi’nin oğluyum” deyince gözleri parladı. - “ Aa! İyi tanırım, ahbabımdır” dedi. Bu fırsatı değerlendirerek: - “ Efendim, bir zaman Hasan Hüsnü Efendi’den ta’lik meşkettim. Fakat mâlûmunuz hocam vefat etti. Yazıyı ikmal edemedim. Sizden ta’lik meşketmek istiyorum. Cesaretimi bağışlayınız” dedim. Talebimi memnuniyetle kabul buyurdular. O tarihten itibaren haftada bir gün iki seneye yakın Hulûsi Efendi’den Çukurbostan’daki evine giderek ta’lik meşkettim. Bu arada I. Dünya Savaşı zuhur etti. Levâzım zâbite olarak askere alındım. Harb-i umûmînin son bulmasıyla İstanbul’a döndüğümde Hulûsi Efendi’nin derslerine tekrar devam ettim. Bir yıl da Medresetü’l-hattâtin’de hocamdan ta’lik meşkettim. Mürekkebâttan Molla Câmî’nin “Besmele” kasidesini bitirdim. Bir müddet de örneksiz kendi hazırladığım ta’lik ve celî ta’lik yaızlar üzerinde çalıştım ve icâzet aldım. Maalesef icâzetnâmem de diğer kıymetli yazı ve kitaplarımla beraber yandı. Sülüs, nesih ve rik’a yazılarını Erkân’ı Harbiyye-i Umûmiyye hattatı Sofu Mehmed Efendi’den meşkettim. Celî divanî ve divanî yazılarını da Dîvân-ı Hümâyun’da vazifeli Ferid Bey’den öğrendim. Fakat ta’lik yazıdan daha çok zevk aldım. Diğer yazılar üzerinde fazla emek sarfetmedim. Zaten ta’lik hattatı olarak bilinirim.