Mavi Marmara olayı, İsrail ve PKK saldırıları! / Aydoğan VATANDAŞ
01 Ocak 1970
PKK’nin bir biri ardına gerçekleştirdiği saldırıların zamanlaması, Türkiye’nin son zamanlarda yürüttüğü dış politikayla elbette ilgilidir.
Her ne kadar Genelkurmay sözcüsü, son saldırıların arkasında İsrail’in olabileceği yorumlarını yalanlasa da, Başbakan Erdoğan’ın geçenlerde yaptığı bir konuşmada PKK’nın eylemlerinin zamanlamasına dikkat çekmesi, ABD ve İsrail için bir süre öncesine kadar kullanılabilir bir enstrüman olmaktan çıkan PKK’nın yeniden tedavüle sokulduğunun göstergesi olarak algılanmalıdır.
Evet. Kabul etmek gerekir ki, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun öncülük ettiği ve Başbakan Erdoğan’ın da onaylayarak destek verdiği yeni Türk dış politikasının bir dizi olumlu ve olumsuz sonuçları olacaktır.
Olumlu sonuçlardan başlayacak olursak, evet, Türkiye’nin Ortadoğu’da, Arap dünyasındaki algısı büyük ölçüde değişmiştir. Bu politikalar, Türkiye’yi tüm dünyada sözü edilen bir ülke haline getirmiş, Türkiye’nin kendi başına politikalar üretebileceğini ve bu politikaları da cesur bir biçimde uygulayabileceğini de tüm dünyaya göstermiştir.
Ancak bu politikaların ne gibi olumlu sonuçlar doğuracağı hala meçhuldür.
Mavi Marmara hadisesinde, İsrail’in 9 Türkün ölümü ve onlarcasının da yaralanmasıyla sonuçlanan kanlı İsrail saldırısının boyutlarını öngörememiş olması ve geminin rotasını değiştirememiş olması elbette bir zaaftır.
Mavi Marmara Gazze’ye yapılan blokajı tüm dünyanın gözlerinin önüne sermiş ve bir çok ülkenin bu konuyla ilgili İsrail ile aynı görüşte olmadığının ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Bu elbette bir başarıdır.
Ancak ABD ve İsrail söz konusu faaliyetin her ne kadar açıkça ifade etmeseler de, Türk istihbarat birimleri ya da Türk Hükümeti’nin bilgisi dahilinde gerçekleştiğini düşünmektedirler.
Dışişleri Bakanı, Mavi Marmara saldırısının ardından, ‘Bu da bizim 11 Eylülümüz ifadesini’ kullandı. 11 Eylül’ün hala bir ‘false flag’ operasyonu olarak değerlendirildiği unutulmamalıdır.
Bu bağlamda, ABD Dış İşleri sözcüsünün söz konusu faaliyette ‘provakasyon’ olabileceği ve İsrail’in, yeni atanan MİT Müsteşarı Dr. Hakan Fidan ile ilgili rahatsızlık duyduğu imasında bulunması dikkatlerden kaçmamıştır.
Dahası, Dışişleri Bakanlığı’nın İHH Gemisine eskortluk etmesi için Genelkurmay’a müracaat ettiği iddiaları konunun ne boyutlara geldiğini de göstermeye yetiyor olmalı.
Bu bağlamda, hükümetin Türkiye’nin kendi iç meselelerinde rahat olmamasına rağmen ve dış politikada dikkatli olmasını gerektiren nedenler orta yerde durmaktayken bu denli sert ve radikal dış politika tercihlerinde bulunmasının elbette bazı sonuçları olacaktır.
Her gün duyduğumuz şehit haberleri, işte bu dış politikanın en belirgin sonucu olmuştur.
PKK bilindiği gibi, bir süre öncesine kadar dış dinamikler için, özellikle enerji iletim hatlarının güvenliği gibi nedenlerle kullanılabilir olmaktan çıkmıştı.
Ancak ortaya çıkan son tablo PKK’nın yeniden kullanılabilir olması sonucunu doğurmuştur.
Diğer taraftan, Hükümetin TSK ile ciddi sorunlar yaşadığı bir dönemde İsrail ile bu denli sert bir kavgaya girişmesinin makul bir izahı da yoktur.
TSK bırakın İsrail ile sıcak bir çatışmaya girmeyi, PKK ile yürütülen mücadele konusunda bile eskisi kadar heyecanlı ve de istekli görünmemektedir. TSK kabul edelim, ‘yorulmuştur’.
Çetin Doğan ve Cihaner’in tam da bu olayların ardından serbest bırakılması anlamlıdır. Köşeye sıkışmış Ergenekon artık dış destek bulabilmek için yeterli argümanlara sahiptir.
Hatırlanacağı gibi AK Parti’ye açılan kapatma davası sonrasında ABD ve AB’den sert tepkiler gelmişti. Ancak mevcut konjönktürde, benzeri bir dava açılması durumunda AK Parti maalesef benzeri bir dış destek bulamayacaktır. AK Parti Hükümeti meşru ama geçmişte bir dizi hataları olmuş olan HAMAS’la aynı eksende gözükerek yanlış bir fotoğraf vermiştir.
Dursun Çiçek imzalı ‘AK Parti’yi ve Gülen’i bitirme planı’ hatırlanırsa, söz konusu planın Gülen cemaati ve AK Partinin HAMAS ve Hizbullah gibi örgütlerle işbirliği içinde gösterilmek istendiği görülecektir. Mavi Marmara olayı zoraki yöntemlerle AK Parti’yi bu çizgide göstermek isteyen planın başarıyla hayata geçirmesini sağlamıştır.
Başbakan Erdoğan’ın şu anda Batı dünyasındaki imajı modern Türkiye’nin ve muhafazakar ve demokrat Başbakanı’ndan çok heyecanlı bir MGV Başkanı imajına benzemektedir.
Başbakan ve kurmayları, süratle Mavi Marmara olayını dikkatli bir şekilde masaya yatırmalıdır.
Örneğin, 9 Türk’ün ölümünün sorumluluğu sadece barbar İsrail askerlerine bırakılmamalı.
Vatandaşlarımızın can güvenliğini tehlikeye atanların sorumluluğu üzerinde de durabilmelidir. Örneğin, 19 yaşındaki Furkan’ın neden en üst iskeleye çıkması engellenememiştir? Furkan Amerikan vatandaşıydı. Türk vatandaşlığı yoktu. Acaba Furkan’ın ABD Vatandaşlığı biliniyor muydu ve özellikle de İsrail ve ABD’nin karşı karşıya gelmesi için mi Furkan’ın İsrail askerlerinin havadan çıkarma yaptığı üst iskeleye çıkması engellenmedi?
Gemi içindeki 400’ü aşkın yolcudan Devletin ilgili birimlerine sürekli bilgi akışı sağlayan yolcuların olduğu söyleniyor. Gemide bulunan bir karate hocası tarafından alt katta karate dersi verildiği, demir çubukların hazırlandığı, sürekli şehitlik üzerine söylemlerde bulunulduğu ve hazırlıkların sorunsuz gidebilme üzerine değil, İsrail’le çarpışma üzerine yapıldığı Türkiye’ye rapor edildiği doğru mudur?
Bu bilgileri değerlendiren Dışişleri Bakanlığı ve MİT’in, İHH yönetimine gemilerin geri döndürülmesi yönünde baskıya başladığı ancak sonuç alınamadığı ve İsrail savaş gemilerinin yakın menzile girdiği gün ise özellikle MİT’in, gemilerdeki yöneticilerle temasa geçerek rotanın çevrilmesi için yoğun baskı uyguladığı ancak sonuç alamadığı doğru mudur?
İsrail askerlerinin gemiye tırmanma çabalarında demir çubuk darbeleri nedeniyle başarısız olduğu biliniyor. Havadan inen ilk komandoların gemidekiler tarafından denize atıldığı ve bazılarının da demir çubuklarla dövüldüğü ve bazı İsrailli askerlerin silahlarıyla birlikte gemi yolcularının kontrolüne geçtiği hesaba katılırsa, asla yenilmeme imajına her şeyden çok değer veren İsrail ordusuna, Türk vatandaşlarını öldürme konusunda fırsat verildiği ortaya çıkmıyor mu?
Gerçek şu ki, ABD Dışişleri Bakanlığı ölen vatandaşları için en ufak bir girişimde bulunmamıştır. Dahası, ABD Başkan yardımcısı Joe Biden, katıldığı bir TV programında, konuyla ilgili ‘what is the big deal’, ‘ne olmuş yani’ ifadesini’ kullandı.
Türk basının ve Türk makamlarının bilmediği en önemli ayrıntı ise, ABD Başkanı Obama’nın sağ kolu olan R. Emmanuel’in Mavi Marmara olayının yaşandığı sırada İsrail’de bulunuyor olmasıdır. Emmanuel’in babası İsrail’in kurulmasınde epey etkisi olan terrorist örgüt İrgun’un kurucuları arasındadır. Bilmem bu ayrıntı sizin için bir şey ifade ediyor mu?
Bu konuyla ilgili sorular sormaya devam edeceğiz.