Dilinin uçkuruna hakim olmak / Ertuğrul Özkök
01 Ocak 1970
Öfkeden kudursam, birine ifrit olsam, çileden çıktı çıkacak olsam;
Kendimi tutarım.
Aklımı öfkemin, dilimi belagatimin önüne koyarım.
Düşman yaratmam, dost ararım.
Yandaşa sığınmam, yoldaşa koşarım.
Gün böyle bir gündür.
Türkiye’yi, vatanını sevenlerin, “İşte tam o günü”...
¡ ¡ ¡
Önce kendimize bir renk bulacağız.
Her silkinişin, her kendine gelişin bir rengi vardır.
Bizimki belli, vatan rengini zaten bulmuş.
Kırmızı... Kıpkırmızı...
Şehit kaldıran şehirlere, kasabalara bak.
Kaldırmayıp da komşu şehrin, kasabanın yasına katılana bak.
Gök beyazsa yer kırmızı.
Bizimki kırmızı...
¡ ¡ ¡
Sonra herkes üstüne düşeni yapacak.
Önce Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı.
Başbakan’dan fırça yediğinde süt dökmüş kediye dönen, PKK saldırısına Ankara’dan aslan kesilip, ordusuna dümdüz giden Meclis Başkanı...
Önce o bir muhasebe yapacak.
Anketleri önüne alacak.
Bülent Arınç o koltukta otururken Meclis’in, milletvekilinin itibarı neydi, şimdi, bugün neden yerlerde sürünüyor; ona bakacak.
O Meclis ki; onun gururu, onun itibarı ayağa kalkmadan, başkalarınınki çökmüş kalır.
¡ ¡ ¡
Sonra Başbakan.
Davos fatihiymiş, Gazze mücahidiymiş, one minute’müş, şuymuş, buymuş...
Tamam; güzel; aslansın, kahramansın.
Ama önce işimize bakacağız.
Kendi işimize.
Ne diyorlar üç yıldan beri.
“Asker sussun, sivil konuşsun.”
Buyurun mikrofon sizin.
İktidar da sizin.
Meclis’te siz varsınız, Mahkeme’de, Maliye’de siz.
YÖK de elinizde, RTÜK de.
İktidar deseniz Allahı sizde.
Eksik olan ne?
Demokrasi.
Şimdi onu kurmanın zamanı.
Önce şu korkuyu kaldıracaksınız, millet homurdanabilecek, gazeteci yazabilecek, işadamı konuşabilecek, karikatürist çizebilecek.
Herkes korkusuzca içindekini dökebilecek ki; burası ortak vatan olsun, bir araya gelelim, el ele verelim.
Birlik olalım, üstüne gidelim.
¡ ¡ ¡
Sonra Dışişleri Bakanı.
Önce şu Kudüs namazını “kazaya bırakacak”...
Türkiye’de 80 bin cami var. Süleymaniye de burada, Selimiye de...
O da Allah’ın evi, bu da...
Namaz burada kılınacak.
Ahmedinejad biraderin atomu desen, Brezilya bıraktı, biz de bugünün işini yarına bırakabiliriz.
İçerde yapacak iş var.
Komşularla “zero sorun” desen, Araplarla mesele bitti, ama içerde “fora sorun”. Ortalık kan revan.
Sonra o “Mesud Abi”si var ya; şu kapı komşu... Barzani...
Onu arayacak, diyecek ki: “Mesud Abi, ne bu...”
¡ ¡ ¡
Sonra muhalefet.
Elbette onlar da gereğini yapacak.
Hesap sormaksa, seçim yakın.
Ama bu kan var ya, oluk oluk akan bu kan, bu sel.
Hepimizi götürür.
Ha babam maraza çıkaran, her gün memleketi orasından burasından “taşerona”, “candaşa” bölen Başbakan’a çok mu kızıyorsun?
Çare yok, erteleyeceksin.
Sakin olacaksın, işi sandığa bırakacaksın.
“Bu kan onu götürsün” hesabı olan varsa, hesaba bir daha bakacak.
Bu kan onu götürse de seni getirmez arkadaş; getirse de orada tutmaz.
¡ ¡ ¡
Sonra biz.
Benim gibiler, gazeteciler, aydınlar.
Yandaşa diyeceğim yok, çünkü umudum da yok.
Ya ben, biz?
Hiç saklamam, öfkeyse, bende var.
Kızgınlık, küskünlük, ziyadesiyle.
Ama bende akıl var. Bir de vatan sevgisi.
Memleketim, anavatanım, bana gidecek başka hiçbir yer bırakmayan bu son durağım...
İşte orası benim için kutsal.
Bendini aşmış öfke de, içimde kor halinde duran ateş de, o da bu da...
Vız gelir tırıs gider.
O belagat denen şey şehvete dönmüşse nefsime hâkim olurum, dilimin uçkurunu çözmem.
Diyorum ya, bugün o gün değildir.
Herkesin dilinin uçkuruna sahip çıkma günüdür.
Başlaması benden.