Siyaset, İdeoloji ve Gençlik -Bir Kapalı Grup Yapısı Analizi
Mehmet Osmanoğlu 05 Haziran 2007
İdeoloji partileri kitle partilerinin kuyruğu haline gelmiş bulunuyor. Bu durumu haysiyet kırıcı bulan bazı ideolojik parti mensupları, 1980 öncesi politikalara dönmeyi savunuyorlar.
İdeolojik parti yöneticilerinin bugünkü tercihlerinin kendi taraftarlarını rencide ettiğine şüphe yoktur; onların taraftarlarının bu tercihi haysiyet kırıcı bulması gayet doğal görünüyor. Acaba bunun çözümü 1980 öncesi politikalara dönmek midir?
1980 öncesi yaşanan ideolojik mücadele, bilimsel bir analize konu olmamıştır. Bugün alınan kararların sağlığı için, böyle bir analizin sonuçlarını veri olarak almak büyük önem taşımaktadır. Amerika, Vietnam olayının hiç bir boyutunu ihmal etmeden analiz etmiştir; araştırmalar yapılmış, romanlar yazılmış, filmler çekilmiştir.Türkiye'nin binlerce gencini kurban verdiği 1980 öncesi ideolojik mücadele hakkında kaç araştırma, roman ve film vardır?
1980 öncesindeki ideolojik mücadelenin genel karakteri, anti-emperyalist oluşudur; ancak mücadele amacından sapmış, emperyalizme karşı yürüyen gençlik grupları birbirinin üzerine yürümüş, sonuçta mücadeleyi kazanan taraf emperyalizm olmuştur.
Demek ki, 1980 öncesi politikaya dönmenin iki anlamı vardır; biri emperyalizme, diğeri ise sol için sağa, sağ için sola karşı mücadele olarak ifade edilebilir. İkincisi, birincisinin sapmaya uğramış şeklidir ve o sebeple bir seçenek teşkil etmez, denilebilir. Bu, mantık çıkarsaması bakımından doğrudur; ancak sosyal hareketler, bir mantıksal yapıya oturmak zorunda değildir. Nitekim 1980 öncesi ideolojik hareketler, kendi varoluşlarına aykırı bir yön tutturarak, mantıkdışı olmanın en uç örneklerini vermişlerdir. O halde l980 öncesi politikaya dönmeyi savunanlar öncelikle seçeneklerini tanımlamalıdırlar. Herhalde bu seçenek sol için sağ, sağ için sol olmak yerine, doğrudan emperyalizme yönelik bir mücadele olacaktır; ödenen bunca ağır bedelden sonra böyle bir beklenti veya umut içinde bulunmak daha akla uygun görünüyor.
Eğer 1980 öncesi politikaya dönmek, emperyalizme yönelik mücadeleyi yeniden başlatmak anlamına geliyorsa, onu yürütecek olanlar, geçmişi çok sağlam bir şekilde analiz etmelidirler. Çünkü 1980 öncesi politika, anti-emperyalist karakteri itibarı ile ne kadar şerefli ise, çeşitli prizmalardan geçerken uğradığı kırılmalar yüzünden de pek çok derslerle doludur.
Emperyalizme karşı yürütülen mücadelenin en önemli başarı şartı, sağlam bir ideolojiye dayanmasıdır. Ancak 1980 öncesinde ideolojiler emperyalizme yönelik mücadelenin lokomotifi olmaktan çıktılar, kendi mensuplarını köleleştiren bir mekanizmaya dönüştüler; liderler kendilerini efendiler olarak algıladılar; bu efendi-köle ilişkisi içinde şekillenen ideolojik yönetim, bir çeşit tiranlık halini aldı. Demek ki ideolojilerin yozlaşmalarının arkasındaki en belirleyici faktörlerden biri, liderlerin tutumudur.
İdeolojik samimiyet, teslimiyet olarak anlaşılmış, bu teslimiyet liderler tarafından istismar edilmiş; robot militanlardan ibaret bir mensuplar topluluğu oluşturulmaya yönelinmiştir. Kapalı grup yapısı, liderlerin amaçlarını gerçekleştirmelerini kolaylaştırmıştır. Kapalı grup nedir? İdeolojik hareketlerde nasıl bir fonksiyona sahip olmuştur?
Kapalı grubun toplumdaki diğer gruplarla ilişkisi kesiktir; mekanizması dünyanın en yanlış fikrini dünyanın en doğru fikri olarak kabul ettirmeye müsaittir; bir kişi söyler, diğeri onaylar, diğerlerine de katılmak düşer; farklı bir fikirle karşılaşmazlar ve dünyadaki herkesin kendileri gibi düşündüğüne kesinlikle inanırlar; her şeye rağmen farklı düşünenler varsa, onlar yola getirilmesi gereken bir avuç gafildir.
Kapalı grup, kapalı zihne yol açar. İnsan zihni sosyal motivasyonlarla gelişir; bu motivasyon ne kadar zenginse, gelişme de o oranda yüksek olur. Zengin sosyal motivasyonlarla yüksek bir zihni gelişime ulaşan kişiler, mensup oldukları ideolojiyi farklı ortamlarda savunabilecek yetkin kişilik özellikleri kazanırlar. Kapalı gruplarda tek boyutluluk hakimdir ve tek boyutlu kimseler sadece militan olabilirler. Militan düşünmez, tartışmaz, uygular. Düşünmek, mukayese etmekle mümkündür; halbuki kapalı grupta mukayese imkanı yoktur; o nedenle kapalı grup kapalı zihne yol açıyor ve robotlar, militanlar yetiştiriyor.
İdeolojik grup, kapalı grup haline gelince, sadece içerden militan yetiştirmekle kalmaz. Toplumdaki militan özelliği taşıyan bireyleri de bünyesine çekmeye başlar. Hareket, serserilerin eline geçerek kaba güç ön plana çıkar. Bu durum, grup değerlerini de değiştirmeye başlar. Grupta ödüllendirilen davranış, fikir üretmek değil, karşıt gruptan birine saldırıda bulunmaktır. Ödüllendirme mekanizması, bu oluşuma bir süreç halinde bir devamlılık kazandırır. Düşünenler dışlanıp tasfiye olur. Militanlar düşünceye karşı eylemi savunur. Ancak içlerinden cinayet manyakları dışında eylem adamları bile çıkmaz; çünkü eylem adamı çıkarmak için, her şeyden ünce fikre ihtiyaç vardır.
Ancak bu tehlike pek çok ülke için devletler ittifakı çerçevesinde bertaraf edilmişti; mesela Türkiye NATO'ya dahil bir ülke olarak komünizme itilmezdi. Buna baştakiler de inanmıyordu; komünizm tehlikesi yaygarası, sermayenin gönüllü bekçiliğini yapmanın düşünsel ve duygusal zeminini oluşturuyordu. (Gerçi komünizm gelmeyecekti ama, şu komünist delikanlıların sermaye çevrelerine verebileceği zararın da önüne geçilmeliydi.)
Kapalı gruplar, legal imkanları kullanmayı ihmal etmezlerken aynı zamanda illegal özelliklerini de korurlar. Bu ikili yapı, onların en zayıf yanlarını oluşturur; çünkü parti, dernek gibi legal kuruluşlar, militanların illegal faaliyetlerinin açık adresidir.
Kapalı gruplarda sübjektif temenniler, objektif gerçekler olarak takdim edilir. Lider, gruba moral vermek ister; güçlüdürler, işaret parmağını kaldırsa taş taş üstünde kalmaz. Liderin sözüne tereddütsüz inanılır. Serde militanlık vardır, sokağa çıkılır. Kan damlar. Konu sosyal bir içerik kazanır. Sosyal olaylara emirle yön verilemeyeceği düşünülmez, onların kişileri aşan kurallara tabi olduğu hesaba katılmaz. İki karşıt grup birbirinin hedefi olur. Tehlike fark edilir; erken fark eden lider, kendi grubuna "dur" der, dururlar. Gruplardan biri silah sıkan, diğeri silah sıkılan hale gelir. Bir grup kırılır.
İdeolojik kapalı grup hareketleri, başlangıçta üye kazanmak için, farklı olmanın cazibesinden faydalanır; belirli bir sayıya ulaşınca, grup olarak toplumda itibarlı bir yer edinmek, daha sonra da çoğunluğu temsil etmek isterler. Hareket başlangıçta şövalyelik üzerine kurulur, geliştirilir, ödüllendirilir. Hak bildiği yolda tek başına gitmenin faziletine inanan genç, daha sonra bu özelliği yüzünden marjinal olmakla itham edilip aşağılanır. Çünkü artık yüceltilen kitledir, fazilet kitlenin bir parçası olup sürüye katılmaktır. Artık örgüt aynı, fakat onun dayandığı normlar farklıdır. Bu durum örgüt mensuplarını içten çökertir.
Kapalı grup hareketleri gerek başlangıçta bireyi, gerekse sonradan kitleyi fetiş haline getirirken, her iki durumda da patolojik özelliklere sahiptir. Herkesi dışlayıp halkı ve devleti kurtarmak davasını tek başına temsil etmek isterler; bu uç nokta, kendi karşıtında ifadesini bularak halk dalkavukluğuna dönüşür. Katılımcı olmanın önemini kavrayamazlar. Bu konuda katılımcılığın en mükemmel örneği, Türk Kurtuluş Savaşıdır. Kurtuluş Savaşında, Mustafa Kemal Paşa, en dıştakileri bile harekete katmaya çalıştı; "halk boyutu" bir ilke ve realite olarak kendini gösterdi.
12 Eylül öncesi ideolojik gruplar, zaman içinde yozlaşmak suretiyle, kapalı grup olmanın bütün özelliklerini taşır hale geldiler. Kapalı grup olma labirenti, önce kendi üyelerini yuttu, sonra yöneticilerine yöneldi. 12 Eylül geldiğinde, bundan en çok örgüt mensupları memnun oldu. Çünkü onlar gerçeği görmüşlerdi, fakat grup ilişkisinin dışına çıkamıyorlardı. Nitekim bu gençlik gruplarının önde gelenleri, büyük çoğunluğu itibarıyla, daha sonra aynı hareket içinde yer almadı. Siyasilerin şekillendirdiği silahlı eylemler, artık kendilerine şekil verenlere çevrilmişti; 12 Eylül onları kurtardı. İşte 12 Eylül'ün halkın çok farklı kesimlerinden destek bulmasının, hatta ilke olarak askeri yönetimlere karşı olanlardan bile tasvip görmesinin sebebi budur.
12 Eylül, kapalı grupların yanlış aktivitelerini bertaraf etmek için pasifleşmeyi esas alan bir yapılanma getirdi. Böylece bir uçtan diğer uca geçildi. Bir yanlışın çözümü diğer yanlışta arandı. Yeni yanlış, "yükselen değerler" ambalajı içinde sunuldu. En muteber yükselen değer ise, sürüye sayılmaktı. 12 Eylül öncesinin kapalı grubu içinde sürüye sayılan birey, 12 Eylül sonrasının kitle fetişizmi içinde tekrar sürüye sayılmaya başladı.
Yükselen değerleri savunanlar, küresel değişimi gerekçe gösteriyorlardı. Gerçekten de bir küresel değişim içinde yaşıyoruz. Dünya yeniden yapılanıyor. Bütün ülkeler, bu değişimden pay almak için yarışıyorlar; bu değişimin sonunda, dünyada egemenlik alanı genişlemiş etkili bir ülke olmak istemektedirler. En büyük mücadele, bu değişimi teorik bir zemine oturtup insanların zihinlerine hakim olmak için yapılmaktadır. Nitekim Amerikan istihbarat örgütünün "Mega Trend 2000" adlı kitabı, bu amaçla yayımlamış olduğu anlaşılıyor. O halde küresel değişim, pasifliğin değil, aktifliğin gerekçesi olabilir.
Küresel değişimle dünyada etkinlik mücadelesinin verildiği bir ortamda, Türkiye'de pasifliğin yeni bir kuşak yetiştirmede bir politika haline getirilmesi, büyük yanlış olmuştur. Ondan daha vahimi, 12 Eylül öncesi dönemdeki kuşaklardan bazılarının da bu pasifizme teslim olmasıdır. Bu insanların ideolojileri, doktrinleri, politikaları, yani fikirleri yok muydu? Bu fikirler için öldüklerini iddia etmiyorlar mıydı? Bu insanlar bir "hesaplaşma" yapmadan nasıl kendilerine gelebilirler? Bu insanlar bugün bir tükenişi temsil ediyorlar. Bir tezleri yok. Yürüdükleri yolda zaafiyet gösterdiler, yol düşkünü oldular, gerilediler, gerilerden sapacak yol buldular ve saptılar. Dün övdüklerine bugün sövdüler. Onların yaptığı şu: "Dün savaştıkları gruplarla bugün işbirliği yapmak." Büyük bir hareketin içinden geliniyor; büyük hareketler, büyük şahsiyetler doğurur; eşiği aşarak büyük şahsiyet olabilen henüz çıkmadı, ama mutlaka çıkacaktır.
Görülüyor ki, esas olan 12 Eylül öncesi döneme dönmek değildir; dönülecek yer kendi özümüzdür, ulusal kültürümüz, ulusal bilincimiz, ulusal ideolojimizdir. Gerçi 12 Eylül öncesi dönem, daha sonraki pasiflik politikalarıyla karşılaştırılamayacak kadar kendine has üstün özelliklere sahipti; şerefliydi, kahramancaydı, destanlıktı; ancak belirli bir süre sonra yanlış zeminlere ve yanlış hedeflere kaydırılarak yozlaştırıldı.
Bugün yeni bir toparlanma döneminin başladığını görüyoruz. Yeni öncü gruplar her yerden sökün ediyor. Bu gruplar kişiliklerini tamamlamış bireylerden oluşuyor. Tarihte kendi varolma iradeleriyle eşyaya şekil vererek hedefe ulaşanlar, bağımsız kişiliğe sahip bireylerin kendi özgür seçimleriyle oluşturdukları bu gruplardır. Kürşat ve arkadaşlarının oluşturduğu grup gibi. Türk ulusunun umudu ve kurtuluşu, yeni bir Kürşat hareketindedir. Türk ulusu her ihtiyaç duyduğu dönemde, kendi Kürşatlarını yaratmıştır ve bugün de yaratacaktır.