Necati Asım Uslu / Ahmet Demiröz
01 Ocak 1970
TİFTİK GİTTİ
ÇANKIRI BİTTİ
Necati Asım Uslu, “Çankırı Tarihine 100 Tanık” projemizin dördüncü tanığı. Asıl mesleği eczacılığın yanı sıra, siyasi bir kimliğe de sahip olan Necati Asım Uslu’nun bir yönü daha var ki, inanın onu buradaki birkaç ekran yazıyla anlatabilmemiz imkânsız.
Çankırı üzerine yaptığı araştırmalarını bir kitapta toplayan Necati Asım Uslu, tam bir Çankırı sevdalısı.
1960 ile 1974 yılları arasında Çankırı’da eczacılık yapan Uslu, o tarihten itibaren İstanbul’a yerleşmiş. O, gurbette kaldığı yıllarda bile, Çankırı’dan, Çankırılıdan kopmamış. DerFneklerde, vakıflarda hizmetlerde bulunan Uslu, 1986 yılında, Kubbealtı dergisinde üst üste iki sayıda yayınlanan makaleleriyle de Çankırı’nın Yaren kültürünü tanıtmış.
Büyükannelerinin, dedelerinin anlattıklarını, yaşadıkları ve gördüklerini, Çankırı ile ilgili kaleme alınmış eserlerden de faydalanarak “Karatekin Eli Yâren Diyârı Çankırı’dan Sözler” adıyla kitaplaştıran Necati Asım Uslu’nun eseri, Şubat 2005’te basılmış. 615 sayfalık bu kitapta, Çankırı’ya ait sözcükler, deyimler, türküler, oyunlar, ninniler, tekerlemeler, dualar, bilmeceler, Çankırı tarihine ışık tutan anılar, Çankırı’nın Birinci Dünya Harbi ve İstiklâl Harbi’ndeki fedakârlıkları, Yaren Kültürü, Çankırı hikâyeleri ve masalları, Çankırı yemekleri ve daha birçok bilgi yer alıyor. “Bu eser de, kentimiz ile ilgili yazılmış diğer eserler gibi, tüm Çankırılıların başucu kitabı olmalı” diye düşünüyorum.
Telefonda adresini aldığım Necati Asım Uslu ile buluşmak üzere, İstanbul Boğazı’ndaki İstinye sırtlarını tırmanmaya başladığımda, içimde büyük bir heyecan vardı. Öyle ya, daha önce hiç yüz yüze gelmediğim, sadece internet aracılığıyla hakkında çok az bilgi sahibi olabildiğim bir insanla tanışacaktım. Üstelik, üzerimde de zor bir görev vardı. Tanığımızın anlattıklarını, ‘cansaati.org’ üyelerine aktaracaktım. Bu heyecan içinde, verilen adrese ulaştığımda, Necati Asım Uslu Beyefendiyi pencerede beni bekler halde buldum.
Ben, kendisiyle saatler süren sohbetten büyük zevk aldım. Ancak aynı zevki sizlere de yansıtabilecek miyim, bilmiyorum. İşte, Necati Asım Uslu’ya sorularımız ve cevapları:
Sayın Uslu, bizlere aktaracağınız bilgilerle, anılarınızla Çankırı tarihine tanıklık edeceksiniz. Öncelikle bize kendinizi tanıtır mısınız? Nerede doğdunuz? Nasıl bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiniz?
- Çankırı Merkez Saray Mahallesi’nde 1933 yılında dünyaya gelmişim. Babam Ziraat Bankası Müdürü Mustafa Uslu, annemin adı da Zeliha. Büyükbabam Kandilcioğulları’ndan Kara Hamdi Hoca, Ulucami yanındaki Medresede müderris imiş. Babamın annesi de Astarlıoğlu ailesinden. Baba tarafım okur yazar.
Anne tarafım da Aşık Musluoğulları. Büyük işhanı sahibi varlıklı bir aile. Büyükannem, “40 sene dedenin odasına 10 kaptan aşağı yemek çıkarmadık” derdi. Oturur yolun başına misafir davet edermiş hanesine. Büyükannem derdi ki, “Deden ölünce babanla amcan 17 gün davar saydılar, paylaşmak için.” Babam rahmetli oldu. Annem 90 yaşında ve Çankırı’da ağabeyim diş hekimi Hamdi Uslu ile birlikte yaşıyor.
Efendim, ağabeyinizin adını söylediniz. Başka kardeşleriniz de var mı? Hayattalar mı?
- Biz dört kardeşiz. Ağabeyim Hamdi Uslu ve Ankara’da eczacılık yapan kızkardeşim Nurhan hayattalar. Diğer kız kardeşim İlhan Uslu vefat etti.
Sayın Uslu, genelde bizim bölgenin erkeği kolay kolay çocuklarına sevgisini belli etmez. Baba çocuk ilişkilerinde saygı, sevginin önüne geçer. Sizin, babanız ile ilişkileriniz nasıldı?
- Dedem Kara Hamdi Hoca, 90 yaşında vefat etti. Fıtığı vardı, dolaşamazdı. Babam her akşam eve gelir, diz çöker ve dedeme tekmil verirdi. Gün içinde yaptıklarını anlatırdı. Dedem, “Mustafa şunu şöyle yap, bunu böyle yap” dedikçe, babam da “Başüstüne baba” derdi. Babam ancak, dedeme verdiği tekmilden sonra bizim yanımıza gelirdi. Biz babamla aynı şeyleri yaşamadık. Ben babamın yanında ayağımı uzatırdım. Şakalaşırdık. Fakat eve bir misafir geldi mi, iş değişirdi. Ne lafa karışabilir ne de bir şey sorabilirdik.
Sayın Uslu, bize tahsil hayatınızı, eğitim gördüğünüz okulları anlatır mısınız? Öğretmenlerinizden ismi aklınızda kalan var mı?
- Dördüncü sınıfa kadar Çankırı’da Güneş İlkokulu’nda okudum. Güneş İlkokulu’ndan ismi aklımda kalan öğretmenlerim Sakine Hanım vardı, Saim Kültüral vardı, Orgeneral Karadayı’nın eniştesi. Sonra Babam tayin olunca Aksaray’a gittim. İki sene sonra, babam Zonguldak’a tayin olunca orta ikinci sınıfı Çankırı’da okudum. Daha sonra Zonguldak’a babamın yanına gittik. Orta son sınıfı orada okudum ve liseye de Zonguldak Çelikel Lisesi’nde başladım. Daha sonra babam yeniden Çankırı’ya tayin olunca ve Çankırı’da da lise olmadığı için İstanbul’a Haydarpaşa Lisesi’ne kaydımı aldırdım. Lise üçüncü sınıfı Haydarpaşa’da okuduktan sonra, 1951 yılında Kastamonu Lisesi’ne nakil yaptırdım ve lise dördüncü sınıfı orada okudum ve mezun oldum. 1952-53 öğretim yılında İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nin sınavlarına girip kazandım. 1960 yılında mezun oldum.
Meslek hayatınıza nerede başladınız?
- Fakülteyi bitirir bitirmez, Çankırı’da Uslu Eczanesi’ni açtım. Politik görevim nedeniyle 1974 yılında Çankırı’dan ayrıldım, işimi ve evimi İstanbul’a naklettim.
AYDIN DOĞAN İLE ORTAKLIK
İstanbul’da da yine eczacılık mı yaptınız?
- Hayır. İstanbul’a geldikten sonra Aydın Doğan ile ortaklık yaptım. İnşaat ve otomotiv işi ile ilgilendim. Büyük paralar kazandık, büyük paralar kaybettik. O kurtardı, biz zorlandık.
Aydın Doğan dediniz. Doğan Holding’in sahibi Aydın Doğan mı?
- Ta kendisi. Talebelik yıllarından itibaren tanışıyorduk. Halen de görüşürüz. Hatta rahmetli eşimle evliliğime de o vesile oldu.
(Eşinden bahsettiği sırada sayın Uslu’nun yüzünü derin bir hüzün kapladı.)
Ben de tam evliliğinizi soracaktım. Eşinizin rahmetli olduğunu söylediniz. Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun. Hanımefendinin adı neydi? Hangi yıl evlendiniz, kaç yıl evli kaldınız? Çocuklarınızın isimleri nelerdir?
- Rahmetli eşimin adı Gülyüz Hanım idi. İş ortağım Aydın Doğan’ın memleketlisiydi yani Gümüşhaneliydi. 1974 yılında evlendik. Kabataş Lisesi’nde Sanat Tarihi öğretmeniydi. 20 yıl süren mutlu bir evliliğin ardından 1994’te kaybettik. İki kızım var. Selcen Pirge (Uslu), Fox dergisinde çalışıyor. Diğerinin adı Çiğdem Uslu. Çiğdem bekâr ve benimle kalıyor.
Sayın Uslu, MHP içinde uzun süre siyaset yaptığınızı söylediniz. Siyaset hayatına atılmanız nasıl oldu?
- 1960 ihtilalinden sonra, Alparslan Türkeş sürgüne gönderilmişti. Ülkü Birliği diye bir teşkilat kuran Türkeş, Çankırı için de Valiye benim adımı vermiş. Valiye dayadım arkamı pervasız oldum. Çankırı’nın siyaseti benden sorulurdu. Saat akşamın beşi oldumu eczanemde ayakta duracak yer olmazdı. Nurettin Ok, sandalyede oturur, o siyasi ortam içinde sıkı mı ağzını açsın. O sırada partilerin kurulmasını bekliyorduk. Dayım Adalet Partisi’nin il başkanlığını aldı. Ben Nurettin Ok’un Ankara’dan gelmesini bekliyordum. Benim yaşım milletvekili seçilmek için yeterli değildi. Dolayısıyla onu seçecektik. Nurettin Ok Ankara’dan geldi ama o da Yeni Türkiye Partisi’nin kuruluşuna katılmış. Hatta ikinci başkanlığını almış. Biz eski Demokrat Partililer, Adalet Partisi’ni destekliyoruz. Nurettin Ok ise korkuyor, Adalet Partisi yasaklanacak, seçimlere giremeyecek diye. Bu yüzden de Yeni Türkiye Partisi’nden seçime girmek istiyor. Tartışıyoruz ama birbirimizi ikna edemiyoruz. O zaman ben Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nde (CKMP) karar kılalım ve seçime öyle gidelim dedim. Kabul etmek zorunda kaldı. 1961’de yapılan seçimleri kazanan CHP, Çankırı’dan bir milletvekili bile çıkaramadı. Kazım Arar, Rahmi İnceler, Şaban Keskin ve Nurettin Ok CKMP’den Çankırı milletvekili oldular. Ancak Nurettin Ok, daha sonra CKMP’den ayrılarak Süleyman Demirel’in Adalet Partisi’ne geçti. 1963-1965 arası Ankara Mevki Hastanesi’nde yedeksubaylığımı tamamladıktan sonra Çankırı’ya döndüm. 1965 yılında Alparslan Türkeş, CKMP’ye katıldı. 1969'da Adana kongresi'nde partinin adı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) olarak değiştirildi. Ben MHP’nin kuruluşundan itibaren sürekli içinde oldum. İki yıl Çankırı İl Başkanı, iki yıl İstanbul İl Başkanı, 10 yıl Genel Başkan Yardımcısı ve 10 yıl da Genel İdare Kurulu üyesi olarak görev yaptım.
Efendim, 1961 seçimlerinde yaşınız tutmadığı için milletvekili olma şansını kaçırdınız. Bu kadar uzun süre bir partinin yönetim kadrosunda bulunan biri olarak, ilerleyen yıllarda yeniden milletvekilliği adaylığınız gündeme gelmedi mi?
- 1977 genel seçimlerinde, Sayın Türkeş ve yönetimdeki diğer arkadaşlar, İstanbul birinci sıradan aday olmamı istedi. Ben ise bu konuda hevesli olmadığımı, başka bir arkadaş varsa onun aday olmasını söyledim. “Sensiz olmaz” dediler ve beni ikna ettiler. Fakat bir süre sonra, Yaşar Okuyan, dayısı Turan Koçal için devreye girmiş ve ben liste başından düşmüşüm. Turan Koçal’a, sordum, “Genel Başkan böyle emretti” dedi. Hemen Türkeş’in yanına gittim. Daha içeri girer girmez, boynuma sarıldı ve gönlümü aldı. Tek kelime konuşamadım.
5 BİN DAVARI OLMAYANA AĞA DEMEZLERDİ
Sayın Uslu, Çankırı, başkentin çok yakınında bir il olmasına rağmen, Türkiye’nin en fakir illeri arasında. Acaba Çankırı’yı geri kalmışlığa mahkum eden sebepler nelerdir?
- Bu sorunuza cevap vermek için önce Çankırı’nın tarihini biraz anlamamız gerekir. Çankırı, tarihinde hep büyüktü. Osmanlı’da Anadolu ve Rumeli Beylerbeyiliği vardı. Anadolu Beylerbeyiliği’ne bağlı 22 sancak vardı. Çankırı, bu 22 sancak içinde yer alıyordu. Tosya, Kargı, İskilip, Oğuz, Keskin, Kalecik. Bu kasabalar bile Çankırı’ya bağlıydı. Sonra Tanzimat’ta Osmanlı toprak kaybedince yeniden eyalet düzenlemesi yapılmış. Büyük sancaklar vilayet yapılmış, küçükler onlara bağlanmış. Çankırı önce Ankara’ya, sonra da Kastamonu’ya bağlanmış. Bu arada, Keskin ve Kalecik Ankara’da kaldı. Sonra Cumhuriyet’te eski sancaklar yeniden il yapılınca Çankırı da il olmuş. Bu kez de, Kargı, Tosya, İskilip Kastamonu’da kalmış. Şimdi de Eskipazar’la Ovacık Karabük’ün ilçeleri oldu. Çankırı iyice küçüldü.
Katip Çelebi, Çankırı’dan bahsederken Kasaba-i mamure diye bahsediyor. Hanlarının ve çarşılarının çok bakımlı olduğunu söylüyor. Kaynaklara göre, Çankırı’da bir zenginin vakfiyesi, bugünkü Çankırı’nın tüm gelirinden daha fazla imiş.
Çankırı’nın zenginliğini Yapraklı Panayırı’yla anlatırlardı. Yapraklı Panayırı’na Anadolu’nun her şehrinden, Hint’ten Yemen’den tüccarlar gelirmiş. Bu panayırdaki bir aylık hareketle gelen gelir, insanlara bir sene yetermiş.
Büyükannemin büyükannesi anlatırmış, Yapraklı Panayırı olduğu zaman her hafta, her eve bir eşek torbası sarı lira gelirmiş. Koyacak yer bulamazlarmış. Yastık kılıflarının içini boşaltıp oraya koyarlarmış. Büyükannem derdi ki, “Ben sonuna yetiştim bizim evde inci avuçlaydı.” Çok zenginmiş Çankırı. Mesela Hacışeyhoğlu (Hasan Üçok) köy düğünlerini anlatıyor. 2 bin kişi yemek yermiş.
Büyüklerimiz, biz çocukken derlerdi ki; “Oğul, eskiden buralarda 5 bin davarı olmayana ağa demezlerdi. Şimdi bin davarı olan ağa.”
20 BİN DOKUMA TEZGAHI KAPANDI
Çankırı’nın zenginliğiyle ilgili aktardığınız bilgiler gerçekten muhteşem. Peki ne oldu da bu zenginlik sona erdi, altınlarla, incilerle oynayan vilayet, fakirleşti? Bu fakirleşmenin sebebi, acaba Çankırılı, mirasyedi gibi mi davrandı?
- Hayır, hayır. Çankırı’nın fakirleşmesinde, Çankırılının hiç müdahalesi yok. Tüm Anadolu’nun olduğu gibi, Çankırı’nın da yıldızının kayması, Tanzimat iledir.
Yani, Batılılaşma ülkeyi fakir mi yaptı?
- Tabii ki. Aynı şimdi olduğu gibi, gümrük birliğine gittik. Kapıları açtık, gümrük vergilerini indirdik, Avrupa malı geldi. Kim getirdi? Ermeni, Rum, Yahudi getirdi. Onlar Anadolu’daki Rum Ermeni, Yahudi esnafa sattılar. Avrupa modası geldi. Türk bilmiyor, pantolon dikmesini, kundura yapmasını. Ermeni biliyor, Rum biliyor, Yahudi biliyor. Türk, şalvar yapıyor, mes yapıyor, çizme yapıyor. Ticaret de gayrımüslimlere geçti, sanat da. 20 bin dokuma tezgahı kapanmış Tanzimat’tan sonraki 15 yıl içinde. Avrupa modası gelmiş. Kaşığa kadar süpürgeye kadar.
Çankırı, ikinci darbeyi de savaşlarla yedi. 1800’lü yıllarda Kastamonu Salnamesi’ne göre, Çankırı’dan alınan hayvan vergisi, ziraat vergisinden daha yüksek. Hayvan sayısı belli değil ama, alınan vergiden belli ki, Çankırı’da hayvancılık oldukça ileri. Savaşlar bu zenginliği bitirdi. Hele İstiklâl Harbi sırasında, düşman Polatlı’ya kadar gelince, Ankara’daki Millet Meclisi bir kanun çıkarmış. Tekalüfü Milliye diye. Bu kanuna göre, 10 koyunun 5’i, ticaret malının yarısı orduya verilecek.
15 yaşından 60 yaşına kadar erkekler askere alınmış. Şehirde erkek kalmamış. Zaten Çanakkale’de, Yemen'de onbinlerce kayıp vermiş olan şehir, İstiklal Harbi'nde tamamen tükenmiş. Ninem, “Bir mahalleden 41 kişi Çanakkale’ye gitti, gelmedi” derdi. Çocukluğumda, Odun Pazarı’ndan İmaret’e doğru iki sıralı kadınlar oturur, birkaç bakraç yoğurt, birkaç demet ıspanak, pırasa satarlardı. Yabancılar ayıplardı, sadece kadınlar pazarda diye. Bilmiyorlardı ki, Çankırı dul kadınlarla dolu diye.
ÇENTEYİ ÇÖZMEDEN
Ancak, Çanakkale’de şehit olan Çankırılılar, Kastamonulu olarak kayıtlara düşmüş. Şehitlikte Çankırılı diye fazla isim yok.
Evet, o zaman Çankırı Kastamonu’ya bağlıydı ya. Sadi Somuncuoğlu ile konuşuyordum. “Çanakkale’de en çok şehidi Çankırı verdi” dediğimde itiraz etti. “Hayır, Kastamonu’dan” dedi. Cevap verdim, “Kardeşim, o zaman Çankırı Kastamonu’ya bağlıydı. Çanakkale’ye giden taburlar Çankırı’dan giden taburlardı” diye. ‘Çenteyi çözmeden’ diye bir söz vardır Çankırı’da. Yani bir savaştan dönen asker, daha çantasını çözmeden diğer savaşa gidermiş. Dedem, 62 yaşında ikinci kez askere gitmiş. Sadece Çankırı’nın değil, Ankara, Çankırı ve Kastamonu’nun milli mücadeleye katkıları çok büyük. Bu üç ilin insanı, cepheye cephane taşımaya da memur edilmiş.
Bir de isyanlar var. Gerede isyan etti, Çerkeş’e kadar geldi. Çerkeş bir ara isyana katıldı, sonra dönüş yaptı. Öbür taraftan Yozgat’ta Çapanoğlu isyanı. Çorum, Amasya, Tokat, Kızılırmak’a kadar geldi. Eğer Çankırı da bu isyana katılsaydı, kıskaç kapanacaktı. İnebolu yolu bitecekti. Yani cepheye yardım duracaktı. Çankırı bu isyana katılmadı.
Bu aktardığınız bilgiler ışığında, “Anadolu hareketi, Çankırı sayesinde başarılı oldu” diyebilir miyiz?
Tabii ki öyle.
Madem Çankırı, İstiklâl Harbi’nde bu kadar büyük hizmetler, fedakârlıklar yaptı, niye karşılığını göremedi? Siyasetin de içinden gelen bir kişi olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorusunuz?
ANKARA’YA BEYİN GÖÇÜ
Çankırı’nın bir talihsizliği de, İstiklâl Savaşı’ndaki hizmetlerinin ardından Ankara’da her gelen Çankırılı’ya memuriyet vermişler. On lira onbeş lira maaşla hayatı kurtuluyor. Babası ölmüş, mal gitmiş, davar gitmiş. O devirde devlete kapağı attı mı kurtardın. Bu şekilde Çankırı’da ne kadar eli kalem tutan varsa Ankara’ya yerleşti. Bakanlıklara katip oldu. Yani bir beyin göçü gerçekleşti. Bir de Çankırı Milletvekili Abdülhalik Renda (Çankırılı değildi, Selanik’ten gelmişti) Meclis Başkanı olunca bu göç daha da hızlanmış. Renda, ‘Çankırılıyım’ diyeni memuriyete yerleştirmiş. Abdülhalik Bey seçim zamanı Çankırı’ya geldiğinde, “Bey, sen Ankara’yı Çankırılı küçük memurla doldurdun. Hiç Çankırılı müteahhit, işadamı yetiştirmedin” diye soruya muhatap olunca, “Ne yapmalıydım. Bana gelen her Çankırılı, ‘Aman benim oğluma, falanca yerdeki boş odacılığı ver. Benim damadı falan daireye kâtip olarak yerleştir’ diye geldi. Kimse, ‘Benim oğluma şu ihaleyi kazandır, falan bankadan kredi sağla’ diye gelmedi ki” diye cevap vermiş.
O zaman, “Çankırılı istemesini bilmiyor diyebilir miyiz?
- Evet doğru söylediniz. Bakın bir hatıramı daha anlatayım. MHP’de Genel Başkan Yardımcısı olduğum dönemde, genel merkez binasında emektar bir odacı vardı. Hasan Efendi adındaki bu odacı, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi devrinde de görev yapıyormuş. Bir gün bana, “Necati Bey, bu Çankırılılar garip insanlar. 1961 seçiminde Çankırı, Afyon’dan sonra CKMP’yi en yükse oyla destekleyen il. 4 milletvekili gönderdiler. Parti iktidar ortağı olunca her ilden heyetler gelir, parti merkezine yığılır, bağırır çağırır ve isteklerini almadan gitmezlerdi. Çankırılılar ise gelirler günlerce genel merkezin kapısında beklerler, hiçbir şey elde edemeden çekip giderlerdi” dedi. Bu hatıram da dediğiniz gibi, Çankırılının istemeyi bilmediğini gösteriyor.
BEYAZ ALTINI YOK ETTİLER
- Çankırı’ya en önemli darbe de 1960 yılında tiftiğin yasaklanması ve yerine başka bir şey ikame etmemesiyle vuruldu. Keçi, ormana zarar veriyor diye yasaklanınca Çankırılıya yapacak iş kalmamış. Halbuki İngilizler şimdi tiftiğin kaymağını yiyor. Moher denilen kaliteli yün tiftikten elde ediliyor. Uzmanlar, “Tiftik her ağaca zarar vermez” diyor. Demek ki, yasaklamadan, gerekli tedbirler alınarak tiftikçilik sürdürülebilirdi. Tarım sahası elverişsiz olan bölgede, tiftiğin büyük bir yeri vardı. Beyaz altındı. Bu imkândan mahrum bırakılan Çankırı, yeni iş sahaları da açılmayınca çareyi göçte buldu. Bugün Çankırı, en fazla göç veren iller arasında.
Sayın Uslu, eczacılık ve siyasi faaliyetlerinizin yanı sıra, siz aynı zamanda bir araştırmacısınız. Dil üzerine, yerel kültürler üzerine araştırmalarınız var. Araştırmalarınızın bir bölümünü de iki ay önce kitap haline getirdiğinizi söylediniz. Size imrenmemek imkânsız. Yoğun iş hayatı ve siyasetin yanı sıra, sizi bilimsel çalışmalara iten nedenler nelerdi?
- Dilimize olan özel merakım ve sevgim, beni araştırmacılığa sevk etti. Lise ve yüksek tahsilim sırasında Osmanlıca’ya, Divan Edebiyatı’na, Halk Edebiyatı’na ve eski yeni Türk lehçelerine merak sarmıştım. Tahsilim sırasında öğrendiğim Fransızca’dan pek faydalanamadığım için kendi gayretimle İngilizce’yi de ileri seviyede öğrendim. Arapça için de çok gayret sarfettim ama, istediğim başarıya ulaşamadım. Türk dili ile ilgili araştırmalarım sürerken, 1994 yılında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Kürsüsü’nde Türk kültürü ile ilgili yüksek lisans çalışması yaptım. Aşağı yukarı 200 bin kelime ham malzeme topladım. Ancak bu ham malzemenin sistematik hale getirilmesinin bir insan ömrüne sığacak çalışma olmadığını gördüm. Bu çalışmamın ‘A’ harfi ile ilgili birinci cildini tamamlayıp yayınlayacağım. Eğer birkaç deneyimli elemanla bir ekip oluşturursam o zaman diğer 14 cilt için de çalışma yapacağım.
Bu arada, Allah nasip etti, Çankırı ile ilgili kitabı yayınlayabildim.
Efendim, sizinle ilgili bilgi alabilmek için internette dolaştığım zaman, Yaren kültürü ile ilgili seminerler verdiğinizi, makaleler yazdığınızı gördüm. Şimdi görüyorum, kitabınızda da Yaren kültürü için epeyce geniş yer ayırmışsınız. Yaren ile ilgili bize aktaracağınız, bir hatıra var mı? Bu hatıra, yaşadığınız bir olay da olabilir, büyüklerinizden duyduğunuz da...
- Kitabımda da uzun uzun bahsettim. Çankırı, Türkler’in Anadolu’ya girişinin ardından en kesif Türkleşen şehirdir. Çankırı halkı, çeşitli Oğuz boylarındandır. Yaren de, Oğuz kültürünün günümüzdeki devamıdır. Yarendeki tüm yapılanma ve âdetler Oğuz Türkleri’nde olduğu gibidir. Yaren, Ahilik kültüründen de etkilenmiştir. Yaren, saygıyı, sevgiyi, haddini bilmeyi, sıkıntılara katlanmayı, alçak gönüllüğü ve paylaşmayı öğretir.
Ben Yarene hiç katılmadım. Bizim ailede, babam ve dayım yaren olmuş, dedem ve ağabeyim başağalık yapmışlar. Dedemden kalan bir hatırayı aktarayım. Ocak sahibi yaren, biliyorsunuz misafirlere yemek verir. Bu yemeğin de kuralları vardır. En az zenginliği olan yaren de düşünülerek yemekler genelde üç kapla sınırlıdır. Yağ kullanılmayacak dendiyse hiçbir ocak sahibi yemekte yağ kullanmaz. Ancak başağalara gelince iş, sınır olmaz. Büyükbaşağa, Küçükbaşağanın yaptığının iki mislini yapmak zorundadır. Dedem de Büyükbaşağa olmuş. Küçükbaşağa 24 sini baklava yapmış. Dedemin 48 sini yaptırması lazım. O da 24 sini yaptırmış. Bir de bıldırcın getirmiş, pilavın içine, herkese ikişer tane koydurmuş. Buna rağmen, yarenler, “Olmadı Başağa” demişler.
Sayın Uslu, Yaren kültürünün, Oğuz geleneğini aynen yaşattığını söylediniz. Çankırı, bu kültürü niçin yurt çapında gerçek anlamda tanıtamıyor? Bazen televizyonlara konuk olan derneklerimiz, Yaren meclisinden örnekler sergiliyor. Fakat ekrana yansıyan görüntüler sadece yarenlerin birbirini hırpaladığı birkaç oyunla sınırlı kalıyor. Gerçek anlamda Yaren kültürünü tanıtmak için neler yapmak lazım.
- Eskiden, bir şehir Yareni, bir de köy Yareni varmış. Şehir yareni daha kapsamlı yapılırmış. Artık şehirde yapılan yarenler de köy yareni. Yaren kültürünü yaşatmak ve tanıtmak için profesyonel bir ekip kurulması şart. Namık Kemal Zeybek’in Kültür Bakanlığı döneminde, böyle bir ekip kurulması için girişimlerim oldu ancak sonuç alamadık.
KARA TRENLER YARALI TAŞIDI
Yurdumuzun büyük bölümünde olduğu gibi Çankırı da, fay hattı üzerinde. Sizin de hatırladığınız, Çankırı’da yaşanan bir deprem felaketi var mı?
- Tarihte Anadolu’yu yıkan büyük depremlerin olduğunu biliyoruz. Ben 1944 yılındaki Çerkeş depremini hatırlıyorum. Deprem Çankırı Merkez’de de hissedilmişti ama Çerkeş’teki gibi yıkıcı olmamıştı. O depremde Çerkeş ve Atkaraclar’da binlerce hayatını kaybeden insanımız olmuştu. Çerkeş Büyük Camii yıkılmıştı. Çerkeş ve Atkaracalar’dan yaralılar, kara trenlerle Çankırı Hastanesi’ne getirildi. Güneş Okulu’nun bahçesine çadırlar kurulmuştu. Hava da o kadar soğuktu ki, kapı koluna elimizi çıplak koysak derimiz yapışırdı. Çadırda ancak bir gece kalabildik. Ertesi gece korkarak da olsa evimize girmek zorunda kaldık.
Aynı tarihlerde 2. Dünya Savaşı da devam ediyordu. Savaşın etkileri size nasıl yansıdı?
- Türkiye o zaman savaşa girmedi ama, sıkıntılarını yaşadık. Devlet bütün tahıla el koydu. Camiler, hanlar tahıl deposu oldu. Ekmek, şeker karneyle veriliyordu. Sabun bile bulunamıyordu. Memurlara ise ayrıcalık tanınıyordu. Babam da o yıllarda banka müfettişi olduğu için bir liralık ekmeği 30 kuruşa alıyorduk. Halkta ise sabunsuzluktan uyuz salgını başlamıştı. Ölüler için kefen bulunamıyordu. Dilencilerin sayısı arttı, sadece ekmek dileniyorlardı. Annem, dilencilere yarım ekmek vermemi tembih etmişti. Bir tane verdiğim zaman kızıyorlardı. Köylerde ise karneyle bile ekmek, şeker verilmiyordu. O yıllar İsmet Paşa’nın iktidar olduğu Halk Partisi idaresindeki yıllardı.
Yine o yıllarda, benzinli çakmak kullananlar da her yıl harç parası yatırır, çakmağını damgalatırdı. Jandarma köy kahvelerine girer, silah arar gibi damgasız çakmak arardı. Babamın da sarı pirinç bir çakmağı vardı ve üzeri damgalarla kaplıydı.
Gençlik döneminizde arkadaşlarınız eğlencelerinizi, Çankırı mekânlarındaki hatıralarınızı bizimle paylaşır mısınız?
- Eskiden televizyon, sinema gibi eğlence araçları olmadığı için, gençler kendi aralarında çeşitli eğlenceler düzenlermiş. Kale, gezmesi, Kara Köprü gezmesi, Feslikan gezmesi gibi. Sesi güzel olanlar Kayabaşı’na çıkar yanık yanık türküler söyler bütün şehir dinlermiş. Ben bu eğlencelerin iyice kaybolmaya yüz tuttuğu yıllara yetiştim. Rahmetli babam, “Ben sizin gençliğinize acıyorum. Doğru dürüst eğlence alemi yaşamıyorsunuz” derdi.
Sayın Uslu, çocukluk ve gençlik döneminizde şahit olduğunuz, bugün unutulmaya yüz tutmuş geleneklerden örnekler verebilir misiniz?
- Düğünde, gerdekten bir gece önce damadın arkadaşları ve yakınlarıyla yaptığı büyük eğlence ve ziyafete Baş donanma denirdi. Benim gençliğimde, düğün evinin bir odasında güvey, güveyin babası, yakın akrabaları toplanırdı. Bir de hoca bulunurdu. Güvey odaya pantolon ve iç gömleğiyle gelirdi. Çorapları, ceketi, şapkası dua ile giydirilirdi. Giyim tamamlanınca güvey oradakilerin ellerini öper arkadaşlarının yanına giderdi ve baş donanma başlardı. Yine çocukluğumda şahit olduğum gelin alma, kadınlar arasındaki şenlik geleneği de şimdilerde yaşanmıyor. Kadınların şenliği, geniş salonlu evlerde yapılırdı. Süslenen, ziynetlerini takan kadınlar, ortada gelin olmak üzere otururlardı. Çalgı işini Kör Hasanlar yapardı. Bunlar, gözleri görmeyen bir kemancı ve ud çalan karısıydı. Def çalmasını bilen kadınlar def çalar, bir ara gelinin başından para, şeker, kuru yemiş atılıp, “Şen olalım” diye bağırırlardı. Düğünü ‘Okuyucu’ denen tecrübeli kadınlar yönetirdi. Kara Şahan, benim dönemimin meşhur okuyucularındandı.
Çankırı’da “Keşke bunlar yok olmasaydı” dediğiniz binalar var mıydı?
- Eski hanlar vardı, tavanları yüksek. Çankırı Hapishanesi vardı, taş bedesten vardı. Tavanları işlemeli, Safranbolu evleri gibi evler vardı. Maalesef kıymeti bilinmedi, korunamadı. Bir de, “Çankırı Kalesi’nin karşısı bir kurşun atımı mesafede hazine var” inancıyla defineciler kazmadık yer bırakmadı. Hatta Taş Mescit’teki mumyaların bulunduğu kısmı bile kazdılar, tabutları parçaladılar.
Sayın Uslu, son olarak Çankırı gençliğine neler tavsiye edersiniz?
Çankırı insanı dürüst ve temizdir. Çankırılı namusludur. Vatanını milletini sever. Çankırı, devleti için büyük fedakârlıklar yapmıştır. Çankırılı olmak bir gururdur. Benim tavsiyem, Çankırı gençliği bu gururu yaşasın, değerlerini bilsin, sahip çıksın.
Efendim, değerli zamanınızı bize ayırdığınız ve hatıralarınızı bizimle paylaştığınız için çok teşekkür ediyorum.
Ben teşekkür ederim.