Anayasa Mahkemesi bildiğiniz gibi / Mustafa ERDOĞAN
01 Ocak 1970
Anayasa Mahkemesi’nin anayasa değişikliklerine ilişkin kısmi iptal kararı birçok bakımdan Anayasaya aykırıdır. Her şeyden önce, daha önce de yazdığım gibi, Mahkeme bu davayı kabul etmekle daha baştan Anayasayı ihlâl etmişti. Mahkeme böylece anayasa yargısı sistemimizde “ön denetim” yolunu açarak kendisini “anayasa-yapımı” sürecinin bir aktörü haline getirmiştir. Daha bildik bir deyimle, Mahkeme kendisine “tali kurucu iktidar”ın ortağı rolü biçmiştir. Bu, Anayasanın kurduğu iktidar yapısını ve normatif esaslarını “kökten değiştirmesi” bakımından, uzmanlarının aşina olduğu literatürde “yargı darbesi” olarak adlandırılan şeydir.
Mahkemenin kararı daha bildik bir nedenle de açıkça Anayasaya aykırıdır: Anayasa anayasa değişikliklerinin sadece “şekil bakımından” denetime tabi olduğunu ve bu denetimin hangi kriterlere göre yapılacağını herhangi bir iltibasa yer vermeyecek şekilde açık-seçik olarak belirtmiştir. Buna rağmen Mahkemenin önce şekil bozukluğu nedeniyle yapılan iptal başvurusunu reddedip, ardından Anayasa’nın “değiştirilemez hükümleri” hakkındaki hükmü eğip-bükerek Anayasanın öngörmediği yeni bir denetim kriteri ihdas etmek suretiyle işin “esası”na girmesi tam bir keyfilik örneğidir. Ayrıca, kararın bu kısmı kendi içinde çelişiktir: “Şekil bozukluğu” iddiasının reddi zaten davanın bitmesi demektir; bu tespitten sonra Mahkemenin davayla ilgili olarak yapacak bir işi kalmamıştı. Buna rağmen incelemeye devam edip esasa ilişkin bir noktayı işaretle “şekil bozukluğu”na hükmetmek, aşağı yukarı şunu demektir. “Anayasa değişikliklerinde şekil bozukluğu yoktur, ama vardır.”
Şimdi, bütün bu ihlâlleri bir yana bırakıp, sonuçta iptal edilen “ibareler”in gerçekten Anayasaya aykırı olup olmadığına bakalım. Anayasa Mahkemesi’ne ve HSYK’ya yüksek yargı organları tarafından üye seçimine ilişkin olarak öngörülen yöntemin Anayasa’nın “değiştirilemez hükümleri”ne aykırı görmenin hiçbir dayanağı yoktur. Çünkü, ister “hukuk devleti”, isterse “demokratik devlet” ilkesi esas alınsın, bunlar şu veya bu seçim yöntemini zorunlu kılmazlar. Hatta demokrasi açısından, bu anayasa değişikliğiyle önerilen yöntemin çoğulculuğa daha uygun olduğu ve bu nedenle daha demokratik olduğu bile söylenebilir. Onun için, yüksek yargının Anayasa Mahkemesi’ne ve HSYK’ya yapılacak seçimlerde halihazırda hakim olan siyasi-ideolojik blokun etkinliğini korumaya hizmet etmesi bakımından, bu iptal kararı demokrasi karşıtıdır.
“Kuvvetler ayrılığı”na gelince, bunun “değiştirilemez hükümler” arasında açıkça zikredilmemiş olması bir yana, Anayasa’nın kendisi “Başlangıc”ında bu ilkenin kuvvetlerin katı ayrılığını değil “medeni bir işbölümü ve işbirliği”ni öngördüğünü belirttiğine göre, sözü edilen seçim yönteminin bu ilkeye nasıl aykırı bulunduğunu anlamak mümkün değildir. Kaldı ki, anayasal “kuvvetler”in birbirleriyle ilişkisi bakımından bütün demokratik devletler için geçerli standart bir formül de yoktur. Bu ilişkiler her demokratik sistemde farklı farklı düzenlenmiştir. Buna benzer bir durum, Cumhurbaşkanının HSYK’ya ataması öngörülen üyelerin bir kısmının hukuk mesleği dışından olması bakımından da söz konusudur. Bu da nihayet “yerindelik”le ilgili bir konu olup siyasi takdir alanına girer; bunun demokratiklik ve hukuk devletiyle zorunlu bir ilişki içinde değerlendirilmesinin makul bir dayanağı bulunmamaktadır.
Sonuç olarak, bu iptal kararı referandum sürecini etkilemeyecektir. Halk tarafından kabul edilmesi halinde bu değişiklikler yine de Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı yapmaya elverişlidir. Kaldı ki, öngörülen seçim yönteminin iptal edilmiş olmasının zararını telâfi etmenin de bir yolu vardır. Parlamento ilgili kanunlarda yapacağı cüzi değişikliklerle, yüksek yargıya hakim olan ideolojik blokun vesayetini engelleyecek ve böylece çoğulculuğun önünü açacak bir seçim yöntemi pekalâ getirebilir. Bu da, üç adayın tek bir seçimde aldıkları oy sayısına göre sıralanması gibi, bildik olağan seçim yöntemidir. Aynen üniversite rektör adaylarının öğretim üyelerince “seçilmesi”nde olduğu gibi...