Bir zaptiye Ahmet vardı… / Cem Sökmen
01 Ocak 1970
Dünyada esen sosyalizm rüzgârları 1960’lı yılların Türkiye’sinde de etkisini hissettirmektedir. Bu ideoloji basın ve üniversitelerde de güçlenir. Zemin istedikleri kıvama gelince öğrenci hareketleri de başlar. İşin kötüsü kendi medeniyet ve kültür kökleriyle ilişkisini sakatlamış Türkiye’de materyalist bir akımın karşısına çıkabilecek donanıma sahip geniş bir insan potansiyeli de bulunmamaktadır.
Haksızlıklara, ölçüsüz davranışlara asla tahammül edemeyen Zaptiye Ahmet nerede sıkıntılı bir durum görse müdahale eden, haksıza haddini bildiren bir insan olarak tanınır. Yollarda, otobüslerde, tramvaylarda nerede bir haksızlık görse, bir terbiye dışı davranış görse müdahale eder. Zaptiye Ahmet hayatında “banane” kelimesine yer olmayan bir insandır. Tam bir cemiyet adamıdır. Bir cemiyeti bir arada yaşatan değerlere gölge düşmemesi için elinden gelen her şeyi yapar. Zaptiye Ahmet’in gecesi gündüzü belli değildir. Onu bir türbenin başında ağlarken görmek de mümkündür, halktan insanlara bir kahvehanede Osmanlı’yı anlatırken görmek de. Hele ilgi alanları ortaksa Zaptiye Ahmet muhatabının peşini bırakmaz. Onu yakından tanıyanlar İstanbul’a yeni gelmiş üniversite öğrencilerine yardımcı olmanın onun vazgeçilmezi olduğunu söylüyorlar.
KOSİGİN’E YUH!
Zaptiye Ahmet’in Kosigin’e yuh çekme hadisesi vardır ki, onun şahsiyetini, mesuliyet bilincini ortaya seren bir hadisedir. Bu olay şöyle gelişmiştir: Rus Devlet Başkanı Kosigin 1966 Aralık ayının son haftasında Türkiye’ye bir ziyaret gerçekleştirir. Fakat bu yıllar, özellikle bu zamanlar Sovyetler Birliği topraklarında yaşayan soydaşlarımıza yapılan zulmün ayyuka çıktığı bir zamandır. Haksızlıklara dayanamamasıyla bilinen Zaptiye Ahmet Kosigin’in mutlaka protesto edilmesi gerektiğini düşünür. Kosigin, 25 Aralık 1966 günü Ayasofya ve Sultanahmet camilerini gezecektir. Zaptiye Ahmet de meydandaki yerini almıştır. Kosigin Ayasofya’ya doğru yürürken birden Zaptiye Ahmet’in gür sesi meydanda yankılanmaya başlar. Bu “Yuh” sesi öyle gür çıkmıştır ki, Kosigin’in de dikkatini çeker ve kısa süren bir şaşkınlık yaşatır. Bu arada Zaptiye Ahmet gözaltına alınmıştır. 26 Aralık 1966 günü yayınlanan gazetelerin birinci sayfalarında “Kosigin’i protesto eden genç gözaltına alındı” haberleri gözlere çarpar.
“CİĞERCİ DÜKKÂNI MI AÇACAĞIZ?”
Dünyada esen sosyalizm rüzgârları 1960’lı yılların Türkiye’sinde de etkisini hissettirmektedir. Bu ideoloji basın ve üniversitelerde de güçlenir. Zemin istedikleri kıvama gelince öğrenci hareketleri de başlar. İşin kötüsü kendi medeniyet ve kültür kökleriyle ilişkisini sakatlamış Türkiye’de materyalist bir akımın karşısına çıkabilecek donanıma sahip geniş bir insan potansiyeli de bulunmamaktadır.
Zaptiye Ahmet bu materyalizm-sosyalizm rüzgârları karşısında bir şeyler yapmaya, insanları bir araya getirmeye çalışan, mukaddesata sahip çıkan bir gençtir. Bu dönemde MTTB olarak bir yürüyüş düzenlemeye karar verirler. Bez ve boya lazımdır, fakat imkânlar çok kısıtlıdır. Zaptiye Ahmet’in aklına tanıdığı bir manifaturacı gelir. Zaptiye Ahmet dükkân sahibine kendisini tanıtıp hal hatır sorduktan sonra ziyaret sebeplerini açıklar. Zaptiye Ahmet, üniversitede yıkıcı, anarşik faaliyetlerin gittikçe azdığını, bunlardan rahatsız olan geniş bir kesimin ise bir araya gelemediğini ifade eder. Fakat kendilerinin bu dağınıklığa bir son verip milli-manevi değerlere bağlı gençlerden ortak bir ses çıkmasına çabaladıklarını söyler ve sadede gelir; “Bütün bu hazırlıklarımız tamam, yalnızca bize üzerine fikirlerimizi destekleyen sloganlar yazmamız için biraz kaput bezi lazım. Acaba himmet buyurup birkaç metre bez verebilir misiniz?” Fakat bu sözlerden sonra manifaturacı Zaptiye Ahmet’i şaşkına çeviren şu sözleri söyler; “Efendim, ben bu yıl zekâtımı verdim, fakat bu yaptığınız hayırlı bir iştir; kalbim sizinle beraberdir. Sinirlenen Zaptiye Ahmet “Ne demek kalbim sizinle beraber? Kalbinizi ne yapacağız, ciğerci dükkânı mı açacağız? Bize bez lazım; veriyor musunuz, vermiyor musunuz, onu söyleyiniz!” diyerek dükkândan çıkar.
MİDE KANAMASIYLA GELEN ÖLÜM!..
Çok hareketli bir hayat yaşayan Zaptiye Ahmet, ilk mide kanamasını 1966 yılında geçirir. Henüz 24 yaşındadır. Tedavisini yaptırır. Fakat iyileşir iyileşmez eski temposuna geri döner. Onun bu hareketli hayatını gören Marmara Kıraathanesi müdavimlerinden İzzettin Şadan “Oğlum sen bu derbederlikle fazla yaşamazsın, dikkatli ol” diye uyarır. Fakat Zaptiye Ahmet’in alıştığı hayat tarzı bellidir. Çocukluk yıllarından getirdiği okuma sevdası İstanbul yıllarında sohbet iştiyakıyla birleşince, gecesi gündüzü Türk-İslam tarihi ve medeniyetiyle dolu bir insan olarak hayata devam eder. Üç yıl sonra ikinci mide kanamasını geçirir. Çapa Tıp Fakültesi Hastanesine yatırılır. Daha sonra buradan Vakıf Gureba Hastanesine götürülür. Marmaratörler ve Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağılmış pek çok arkadaşı hastaneye akın ederler. Arkadaşları 60 şişe kan verirler fakat mide kanaması bir türlü durmadığı için bu çabalar fayda vermemektedir. Koma halindedir, zaman zaman kendine geldiğinde başında bulunanlar onun ağzından şu sözleri duyarlar: “Şeyhülislam geldi, daha ne duruyorsunuz, kaldırın şu cenazeyi!...” Zaptiye Ahmet 16 Temmuz 1969 Çarşamba günü ruhunu teslim eder. Beyazıt Camii’nde kılınan cenaze namazına temas ettiği kültür mahfillerinden çok sayıda insan katılır. Zaptiye Ahmet şüphesiz kendisini yetiştirmek için eline geçen bütün imkânları değerlendirmeye çalışmış bir insandır. 27 yaşında vefat etmiş olmasına rağmen hayata çok işler sığdırdığını görmemek mümkün değil. O, yaptığı faaliyetlerle, hem devrinin aydınlarıyla hem de halktan insanlarla ortak milli manevi değerlerimizi merkeze alarak kurduğu ilişkilerle hepimize örnek olacak evsafta bir şahsiyet… Bugün Zaptiye Ahmet gibi idealistlere öyle çok ihtiyacımız var ki. Duruşunu bozmayanlara, güçten değil haktan yana olanlara… Yanlışlıklara, –farklı bir niyetle değil– sadece hakkın hâkim olması için karşı duranlara…