MÖNTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ (Boğazlar Sorununda Son Aşama) / Hüseyin TOSUN
01 Ocak 1970
I
GİRİŞ
Osmanlı Devleti'nin kurulması ve kısa zamanda teşkilatlanarak
gelişmeye başlaması, 15'inci yüzyılın, ortalarından itibaren İstanbul'un
ve arkasından Sinop, Trabzon, Kırım ve Eflak-Buğdan'ın Osmanlı
Devleti hakimiyeti altına girmesiyle Marmara ile Karadeniz birer
iç deniz halini almıştır. Bu andan itibaren İstanbul ve Çanakkale
Boğazları üzerinde Türk egemenliği kesin olarak kurulmuş ve özellikle-
İstanbul Boğazı bütün yabancı gemilerin geçişine kapatılmıştır.
Bu durum uzun süre Osmanlı Devleti'nin üzerinde titizlikle durduğu
temel ilkelerden biri olmuştur. Ancak bu ilke titiz bir şekilde sürekli
devam ettirilememiş, 1536'da Fransa'ya, 1579'da İngiltere'ye 1598'de
Hollanda'ya Kapitülasyonlar adı altında bazı ekonomik ayrıcalıklar
verilmeğe başlaması ile de bu ilkeler yumuşatılmıştır. Boğazlardan
yabancı devletlerin gemileri geçmeğe başlamış ancak buna rağmen
Karadeniz'in bir iç deniz olma özelliği devam etmiştir.
Boğazlar stratejik açıdan Osmanlı Devleti'ne bu dönemde hep
faydalı olmuştur. Örneğin üç kıtaya birden kısa zamanda yayılması
açısından büyük avantaj oluşturmuştur. Ancak Osmanlı Devleti'nin
zayıflamağa başladığı dönemde de bir zaaf unsuru halini almıştır.
Çünkü özellikle 18'nci yüzyılda Avrupa'daki durum çok değişmiş
her bakımdan bir rekabet ve üstünlük kurma yarışı başlamıştı. Bu
yarışı bir amaca ulaştırabilmek için Boğazları ele geçirmeyi, hiç olmazsa
kontrol sağlamayı esas almışlardır. Bu durum da hep Boğazların
veya Osmanlı Devleti'nin hedef olmasına yol açmıştı. Ancak
kuzeyde Rusların gün geçtikçe güçlenmesi ve tarihi emelleri olan sıcak
denizlere inme politikasını harekete geçirmesi sonucunda Boğazlara
göz koyması durumu daha da kritik bir hale sokmuştur.
Sonunda Rusların 1699'da Karlofça Antlaşması ile Azak'ı ele
geçirmesi ve burada bir filo yapmaya başlaması Karadeniz'deki güç
dengesini değiştirmeye başladı. Daha sonraları 1711 'de Purut Antlaşması
ile Azak yeniden Osmanlı Devleti'ne geçince, geçici de olsa
Karadeniz'de eski güç yeniden kuruldu. Bu durum 1774 yılma kadar
devam etti. Çünkü Ruslar bu antlaşma ile Karadeniz'de kendi gemileri
ile ticaret yapmak ve ticaret gemilerini Boğazlardan geçirmek
hakkını elde etti. Bundan sonra Karadeniz'i bir Rus gölü haline getirmek
ve Boğazlara sahip olmak, Rus dış siyasetinin amaçlarından
birini oluşturdu. Nihayet 1784'de Kırım'ı topraklarına resmen katmasıyla
Ruslar Karadeniz e kesin olarak yerleşmişlerdir. Tabii ki Osmanlı
Devleti bu durumu Napolyon tehlikesine karşı kabul etmek zorunda
kalmıştı. Napolyon tehlikesine karşı Osmanlı Devleti Rus savaşı
gemilerinin geçici olarak ve kendisine yardım etmek amacıyla Boğazlardan
geçmesine izin vermiş yine bu izinle de Karadeniz'de Rusların
ortaklığını kabullenmiş oldu. Tabii ki bu durum Boğazlar sorununda
yeni bir dönemin başlamasına neden olmuştur.
Ancak 180o'da Osmanlı-Rus Savaşı başlamış ve Antlaşma geçerliliğini
kaybetmiştir. Bundan başka İngiliz donanması Çanakkale
Boğazı'ndan zorla geçerek İstanbul önlerine gelmiştir. Bundan sonra
5 Ocak 1809'da Kale-i Sultaniye Antlaşması yapılmıştır. Bu antlaşma
ile Boğazların bütün devletlerin savaş gemilerine kapalılığı ilkesi
kabul edilmiştir. Osmanlı Devleti Boğazların bu durumunu korumağa
garanti vermiştir. Yine bu anlaşma ile Osmanlı Devleti'nin Boğazlar
üzerindeki serbestliğine önemli bir kısıntı da getirilmiştir. Ayrıca ilk
defa Boğazlar Sorununa Rusların dışında İngilizlerin de katılması ve
böylece Boğazlar Sorunu, uluslararası bir sorun halini almıştır.
Ancak 1829 Edirne Antlaşması ile Ruslar kendi ticaret gemilerinin
Boğazlardan geçiş hakkını Osmanlı Devleti'ne bir defa daha
kabul ettirmiş ve bu haktan bütün devletlerin gemilerinin de yararlanabileceğini
ilan etmiştir. Böylece Boğazların ticaret gemilerine de
kapalılığı ilkesi değişerek yerine Boğazların bütün devletlerin ticaret
gemilerine açıklığı ilkesi getirilmiş oldu. Ancak Ruslar 1833'de yaptığı
Hünkar İskelesi Antlaşması ile Çanakkale Boğazı'nın yabancı
devletlerin savaş gemilerini Boğazlardan geçirmek hakkını almıştır.
Böylece Karadeniz'de Boğazlar da üstün nüfuza sahip devlet halini
almıştır. Bu da diğer devletlerin Boğazlar sorunu ile daha yakından
ilgilenmesine sebep olmuştur.
Görüldüğü gibi bu tarihlerden itibaren Boğazlardaki Türk egemenliği
Büyük devletler tarafından ikili antlaşmalarla kısıtlanmak
için zorlanmış ve gelişen siyasi ve ekonomik koşullar sonucunda hemen
her büyük Avrupa Devleti kendi çıkarları doğrultusunda Boğazlar
sorununa daha çok eğilmiş ve burada kendi lehine yeni bir statünün
kurulması için uğraşmaya başlamıştır. Nihayet 1841 Londra Konferansına
gelinmiştir. Bu antlaşma ile Boğazların ticaret gemilerine açık,
fakat yabancı savaş gemilerine kapalılığı ilkesi devletlerarası bir statüye
dönüşmüştür. Bu ilke 1856 Paris ve 1871 Londra Antlaşmaları ile
karşılıklı hukuki kural şeklini almıştır1. Bu antlaşmalarla Osmanlı
Devleti bu kuralı bütün devletlere karşı uygulayacağını kabul ediyor
ve devletler de yine bu kurallara uymayı kabulleniyorlardı. İşte bu
şekilde Boğazların kapalılığı konusunda ortak bir konsensüs sağlanarak
anlaşmaya bağlanmış oluyordu. Boğazların bu durumu I'nci
Dünya Savaşı'na kadar devam etti. Ancak I'nci Dünya Savaşında
Goeben ve Breslau adlı iki Alman gemisinin Türkiye'ye sığınmak
üzere Çanakkale Boğazı'ndan geçmeleri ile Türkiye'nin savaş içindeki
tarafsızlığı kritik bir duruma girdi. Daha sonra bu iki geminin Osmanlı
Hükümeti'nce satın alınarak Yavuz ve Midilli adları ile Türk bayrağı
taşımağa başladılar. Devlet'in boğazları bu iki gemiye açması Müttefiklerce
protesto edilmiştir2.
Daha sonra 1917 yılında harbe giren Amerika Birleşik Devletleri
Cumhurbaşkanı Wilson, 8 Ocak 1918'de 14 maddelik tarihi mesajı
ile barış şartlarını ilan etti. Wilson'a ait bu prensiplerin devletlerce
kabul edilmesinden sonra 30 Ekim 1918'de Türkiye ile Mondros Mütarekesi
imzalandı. Bu mütareke ise boğazların açılmasını öngörmekte
idi. Bundan sonra boğazlar başta İngiliz kuvvetleri olmak üzere Müttefik
kuvvetlerce işgal edildi. Alman askeri tedbirlerle, boğazlarda
seyrüsefer serbestisi kuruldu. Böylece Wilson prensiplerine dayanılarak
boğazların beynelmilelleştirilmesi yolunda ilk adım atılmış oldu.
Wiilson İlkelerinin \Tnci maddesi şöyle idi: "Çanakkale Boğazı
devamlı surette açık tutulacak ve uluslararası garantiler altında bütün
milletlerin gemileri ve ticaretleri için bir geçit teşkil edecektir"3.
Mondros Mütarekesi ile tam barış sağlanamamış idi. Çünkü daha
sonraları İngiltere nin de yardımı ile Yunanistan Anadolu'nun batı
1 Feridin Cemal Erkin, Türk Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi, Başnur Matbaası,
Ankara, 1968, s. 47.
2 Feridin Cemal Erkin, a.g.e., s. 47.
3 Feridin Cemal Erkin, a.g.e., s. 53.
kısmını işgal etmişti ve bu durum Mondros Ateşkes Antlaşması'nm
açık bir ihlali idi. Ancak bu durum aynı zamanda Milli Mücadele'nin
başlangıcı ve ateşleyicisi de oldu. Ancak Müttefikler bununla yetinmeyerek
İstanbul'u işgal altına alarak Anadolu'nun paylaşılması
için kısa sürede aralarında anlaşma sağlayarak 19 Ağustos 1920'de
Sevr Antlaşması'nı imzaladılar.
Bu antlaşmanın 37''inci maddesine göre: Boğazlarda seyrüsefer,
gerek barış gerek savaş halinde, milliyet farkı gözetmeksizin bütün
ticaret ve harp gemilerine, askeri ve ticari uçaklara açık olacaktı.
Boğazlar ablukaya tabi tutulmayacak, Milletler Cemiyeti Konseyi'nin
kararlarının icrası haricinde Boğazlarda harp hali hakkı kullanılmayacak
ve düşmanca hiçbir harekete başvurulmayacaktı. Çanakkale
Boğazı'nın Avrupa kıyısı Yunanistan'a verilecekti. Boğazlarda
seyrüsefer serbestisi prensibi, mahalli otoritelerden tamamıyle müstakil
olarak, geniş yetkiler kullanan, kendine has bir bayrağa, bütçeye
ve teşkilatlara sahip bulunan bir uluslararası komisyonun
garantisi altına konmuştu. Seysrüsefer serbestisi prensibi boğazların
askerleştirileceği yolundaki özel bir madde ile sağlanmıştı4.
Ancak Anadolu'da başlayan milli hareket Sevr Antlaşması'nın
yürürlüğe girmeyeceğini kısa sürede gösterdi. Böyle beklenmedik
bir durum karşısında Müttefikler bu hareketin kimliğini tanıyarak
28 Ekim 1922'de Yeni Türkiye Devleti'ni Lozan'da toplanacak olan
barış konferansına bir heyetle katılmak üzere davet ettiler. Böylece
doğu sorunu ve onun bir uzantısı olan Boğazlar Sorunu bu şekilde
Lozan'a taşındı. Bundan sonraki gelişmeler aşağıda ayrıntılı olarak
incelenecektir.
Lozan Antlaşması ve Boğazlar Meselesi
Yirminci yüzyılın başlarında büyük bir dünya savaşı olmuş, bu
savaş dünyayı galipler ve mağlüpler olmak üzere iki kısma ayırmıştı.
Bu ayrılma sonrasında devletler yeni bir dünya düzeni için bir araya
gelerek çeşitli antlaşmalar yapmışlardı. Ayrıca bu büyük savaşın sonrasında
üç klasik imparatorluk tarih sahnesinden çekilmiştir. Avusturya-
Macaristan, Rus ve Osmanlı devletlerinden oluşan geleneksel
imparatorlukların yerini Almanya, Fransa, İngiltere, ABD ve Japonya
gibi Modern Sömürgeci güçler doldurdu5.
4 Feridin Cemal Erkin, a.g.e., s. 54.
5 Lozan'ın 50. Yılına Armağan, Milletlerarası Hukuk Milletlerarası Münasebetler
Enstitüsü Yayın, İstanbul 1978. s. 104.
Ayrıca Almanya'nın bir dünya gücü olabilme yolundaki girişimi
bu savaş ile geçici olarak da olsa durdurulabilmiş idi. Amacı varoluş
mücadelesi olsa bile, Birinci Dünya Savaşı'nda çatışan taraflardan biri
olmak, Türk Halkını, yaşamını özerk bir ulusal devlet halinde sürdürmek
yolunda galip sömürgeci devletlerle bir kere daha karşı karşıya
durumunda bıraktı6. Ve Türk toplumunu ve yurdunu tamamen ortadan
kaldırmak emelleri bu kez de iyice su yüzüne çıkıverdi. Ancak bu
çatışma ve kötü emeller Birinci Dünya Savaşı'nın bitiminden sonra
Atatürk'ün önderliğinde başlayan zor ve uzun bir bağımsızlık mücadelesi
ile çözümlendi. (1919-1920)7.
Bu bağlamdan Lozan Barış Antlaşması çağın gerisinde kalmış
olan (sömürgeleşmiş) bir imparatorluğu ayakta tutmak yerine bağımsız
bir devlet olarak varlığını sürdürmek isteyen Türk halkının özgür
iradesinin zaferidir. Bu antlaşma Birinci Dünya Savaşı sonrasında
yapılan diğer anıtlaşmalardan farklı olarak yeni anlaşmazlıkların
sebebi haline gelmemiş, aksine yeni kurulan bu cumhuriyetin diğer
devletlerle barışçı ilişkilerinde sağlam bir temel teşkil etmiştir. Ayrıca
Lozan sadece bir savaşın sonucunu düzenleyen bir antlaşma olmakla
kalmayarak uzun yıllar yabancı memleketlerle ilişkilerimizin temellerini
teşkil eden ilkeler ve uygulamaları kökünden değiştirmiştir.
Düzenlediği konular itibarıyla yalnız dış ilişkilerimizde ve hudut
meselelerimizde değil adli, idari, ekonomik ve birçok bakımdan milletin
günlük hayatı ile ilgili geniş bir alanda etkisini göstermiştir.
24 Temmuz 1923'de Türkiye ile Büyük Britanya, Fransa, Rusya,
Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Japonya ve Yugoslavya arasında
İsviçre'nin Lozan şehrinde imzalanmıştı. Türkiye'yi temsilen İsmet
Paşa'nın başkanlığında bir heyet yer almıştı. Lozan Antlaşması tarafından
çözümlenen en önemli uluslararası sorunlardan biri de Türk
Boğazlarının statüsü idi.
Bilindiği gibi Birinci Dünya savaşı sırasında İstanbul ve Boğazlar
Batılılarca Çarlık Rusyası'na söz verilmişti8. Türkiye'nin savaşa Rusya'
nın bir düşmanı olarak girmesi, Çar Nikola'nın kendi sözleriyle "Sadece
bu ülkenin (Türkiye'nin) düşüşünü çabuklaştıracak ve atalarımızın
bize Karadeniz sahillerinde vasiyet ettikleri tarihi sorunun çözümlenmesi
için Rusya'nın yüreyeceği yolu açacaktır". Ancak Çarlık
6 Fendin Cemal Erkin, a.g.e., s. 104.
7 Feridin Cemal Erkin, a.g.e., s. 105.
8 Feridin Cemal Erkin, a.g.e., s. 105.
yönetiminin yıkılışı ve Bolşevik yönetiminin eski rejim ile diğer taraflar
arasında imzalanan bütün uluslararası antlaşmaları tanımadığını
ilan etmesi üzerine, Büyük Britanya Yakın Doğu'da kendi egemenliğini
kurma yollarını aramağa başladı. Ancak devrimin kurumlaşmasından
sonra Rusya'nın dünya siyaset sahnesine bir güç olarak
tekrar çıkması Lozan Konferansında üç tezin çatışmasına neden oldu.
1- Müttefiklein Görüşü: ı
Boğazların hem ticaret hem de harp gemileri için mutlak olarak
açık olması; bu açıklığın teminatı olarak Boğazların iki tarafının
askersizleştirilmesi; Milletlerarası bir idarenin bu işi idare ve kontrol
etmesi.
2- Rusya'nın Görüşü:
Boğazların sadece ticaret gemilerine açık olması, bütün harp
gemilerine kapalı tutulması, Türkiye'nin Boğazlan tahkim etmesi.
3- Türk Görüşü:
İstanbul ve Marmara'nın güvenliği kaydıyla Boğazlardan geçiş
serbestisine dayanıyordu9.
Devletlerin Boğazlar Üzerindeki Görüşleri
a) Rus Görüşü:
Bu dönemde boğazlar konusundaki Rus görüşlerini iki bölümde
incelemek mümkündür.
[- Çarlık siyaseti.
II- Sovyet siyaseti.
Çarlık Rusyası'nın boğazlar siyaseti İstanbul'a ve Boğazlara sahip
olmak, sahip oluncaya kadar da Türkiye'yi boğazların bekçisi yapmak.
Yani boğazları Rus harp gemilerine açık, başka devletin harp
gemilerine kapalı tutmaktır10.
Sovyet Siyaseti, Çarlık Rusyası'nm bu ihtiras ve istila siyasetinden
vazgeçildiğini belirten Sovyet Rusya Ankara Hükümeti ile yaptığı
9 Feridin Cemal Erkin, a.g.e., s. 55.
10 Türkiye Dış Politikasında 50 yıl, D.İ.B.A.S.P.G.M. Yay., Ank. 1973, s. 49.
1921 tarihli Moskova Antlaşması'nm altıncı maddesinde Çarlık
Rusyası'nm Osmanlı Devleti'yle imzalamış olduğu bütün anlaşmaların
hükümsüz olduğunu kabul emmesidir.
I
Konferans esnasında Rus delagasyonu boğazlarda tam ve sürekli
tiçari serbesti isterken, savaşta ve barışta boğazların Türkiye dışındaki
bütün ulusların savaş gemilerinin geçişine kapanması üzerinde ısrar
etti. Bu öneri Türk Delegesi İsmet Paşa'nın ileri sürdüğü anlaşma teklifinden
daha fazla Türkiye yanlısı görünüyordu. Bada zaten kolay
anlaşılabilir bir tutumdu. Çünkü boğazlar Rusya'nın savunma sistemi
içinde yakın doğudaki en hassas nokta idi. Bu ilke Türk Boğazları
yolunca birçok kere güvenliğine yönelik düşmanca saldırılara açık
kalmıştı. Kırım Savaşı'ndan başlayıp, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra
Bolşevik ihtilalini bastırmayı amaçlayan, uzunca müttefik müdahelesiyle
biten tatsız tecrübeler, Rusların boğazların güvenliği konusunda
aşırı titizliğine neden oluyordu. Fakat: müttefikler boğazları kapamanın
Karadeniz'de sınırsız bir Rus egemenliğine yol açacağını düşündüler11.
Bu şekilde Rusların Lozan da Boğazlar görüşmelerinde hazır
bulunmaları Türk tezini teyid etmeleri yönünden faydalı olmuş ise
de, tabiatıyla meseleye sırf Rus menfaati rengini vermiştir12.
b) İngiliz Görüşü:
İngilizlerin, Boğazlar meselesinde Lozan'da savunduğu görüş
o tarihe kadar benimsemiş olduğu görüşün tam zıddıdır. 19ncı Asır
boyunca İngiltere'nin takip ettiği Boğazlar siyaseti, hakimiyetini
denizlerde arayan bir devlet sıfatıyla, Rusya'nın Boğazlara inmesine
mani olmağa ve Boğazları Rus kuvvetlerine kapalı tutmaya dayalı
bir siyaset benimsemişti. İngiltere'nin Rusya'yı Karadeniz'de kapalı
tutma siyasetinin temeli, İmparatorluğun can damarı olan Hint yolunun
güvenliği düşüncesidir.
İngiltere, Boğazların açıklığı halinde Karadeniz'e girebilmesinden
elde edebileceği faydayı Rus donanmasının Akdeniz'e çıkabilmesinden
doğabilecek zarar ile karşılaştırmış ve zararın daha çok olabileceği
düşüncesi ile Boğazların kapalılığını bir İngiliz siyaseti olarak benimsemişti.
Birinci Dünya Savaşı'na kadar bu siyaseti idame ettiren İngil-
11 Feridin Cemal Erkin, a.g.e., s. 106.
12 Cemil Bilsel, Lozan, Dışişleri Bakanlığı Araştırma ve Siyaset Planlama Genel
Müdürlüğü Yayını, Cilt 11, Ankara 1973. s. 3654.
94 HÜSEYİN TOSUN
tere, harpten sonra Boğazların açıklığı rejimini öne sürmeyi tercih
etmiştir. Nitekim Lozan'da Lord Curzon vaktiyle kapalılığı savunmuşken,
şimdi açıklık rejimini istemeleri, artık Avrupa'nm da Rusya'nın da siyasi durumlarının değişmesiyle izah etmiştir13.
c) Diğer Devletlerin Görüşleri:
Bu konudaki Fransız görüşü Birinci Dünya Savaşı'na kadar bir
ayrıcalık göstermemiştir. Bu durum boğazlarda ve İstanbul'da mevcut
statünün devamı şeklinde söylenebilir. İtalya ise Boğazlar konusunda
müttefiklerin dışında özel bir görüş ileri sürmemiştir.
Amerikalılar ise savaş ve barış zamanlarında Boğazların açıklığı
prensibini savunmuş ve "biz Karadeniz'de ticaret istikbalinin bu deniz
kenarındaki milletlere hasredilmesi nazeriyesini kabul edemeyiz.
Biz bütün dünya milletlerinin bu haktan faydalanması fikrindeyiz.
Herhangi bir milletin, coğrafi bir imtiyazla, diğer milletleri haklarından
mahrum etmek iktidarını haiz olması iddia olunamaz. Bir milletçe
Boğazlara ve Karadeniz'e hudutsuz bir sürette tahakküm edilmesi
dünya siyasetine muzdarittir" denilmektedir14.
Japonlar da kendilerinin Akdeniz'de büyük ticaret yapan devletlerden
biri olduklarını ve buna dayalı olarak Boğazlarda menfaatları
olacağını kaydederek, Amerikalıların görüşlerine tamamen iştirak
etmişlerdir.
Romanya'da Boğazların açıklığı prensibini desteklemiştir. Romanya'nın
sadece bir denize açık olduğunu, dolayısiyle boğazların kapatılmasının,
iktisadi hayatını baltalayacağını ileri sürmüş ve bundan
dolayı boğazların kayıtsız açık olmasını istemiştir.
Yine Bulgarlar da boğazların beynelmilel bir komisyonun idaresinde
açık olmasını istemiştir. Yugoslavya'da yine ticari menfaatlerinden
dolayı boğazların açıklığı ilkesini savunmuştur15. Görüldüğü
gibi konferansa katılan bütün devletlerin ileri sürdükleri bütün
fikirler bir noktada birleşmekteydiler. O da boğazların savaş ve barış
zamanlarında ticaret gemilerine açık bulundurulması idi. Esas mesele
bu açıklığın savaş zamanında harp gemilerine de uygulanıp uygulanamayacağı
idi.
13 Dışişleri Bakanlığı, a.g.e., s. 51.
14 Cemil Bilsel, a.g.e., 8. s. 366.
15 Dışişleri Bakanlığı, a.e.g., s. 52.
d) Türk Görüşü
İsmet Paşa 8 Kasım 1922 günü Türk görüşünü açıkladı. Yaptığı
konuşmada beş asırdan beri Boğazların sahibi olan Türklerin, hiçbir
zaman dostlarını veya düşmanlarını; Boğazların şu veya bu süretle
müdafasına yöneltilebilecek tenkitlerin, ancak devletlerce konmuş
olan kaidelere yöneltilebileceğini, yani bu kaidelerin Türkler tarafından
tatbikine karşı ileri sürülemeyeceğini söyledi16.
Türk görüşü başlıca üç esasta toplanıyordu:
1- İstanbul ve Marmara'nın emniyeti için denizden ve karadan
gelecek baskınlara karşı teminat verilmesi,
2- Harp gemilerinin Boğazlar'da ve Karadeniz'de bir tehlike
yaratmamaları için tehdit edilmeleri,
3- Harp ve sulh zamanlarında ticaret gemilerinin serbest geçişleri,
Görüldüğü gibi İsmet Paşa Boğazların harp gemilerine ne mutlak
kapalı olmasını ne de mutlak açık olmasını kabul etmekteydi. Bu
durum karşısında Boğazların harp gemilerine kayıt ve şart altında ve
mahdut derecede açıklığı esas kabul edilmiş oldu.
Lozan Boğazlar Sözleşmesi'nde ticaret ve harp gemilerinin Boğazlar'dan
geçişi ile ilgili hükümler şöyle idi.
1- Ticaret gemileri ve askeri olmayan taşıt uçakların geçişi için
kabul edilen kurallar barış ve savaş zamanlarına ayrıldı.
a) Barışta ve Türkiye'nin tarafsız olduğu bir harp halinde:
Uluslararası sıhhi hükümler ve kılavuzluk, fener ve yedeğe alma
gibi doğrudan doğruya sağlanan hizmetler hariç tutulmak üzere,
bayrak ne olursa olsun hiçbir muameleye tabi olmaksızın, harç ve
masrafsız tam serbesttir.
b) Türkiye'nin muharip olduğu harp halinde ise:
Tarafsız gemiler için seyrüsefer, düşmana yardım etmemek
şartıyla serbesttir. Türkiye harp ettiği devletin gemilerine ise, uluslararası
hukukun kabul ettiği tedbirleri uygulama hakkına sahiptir.
Harp gemileri yardımcı gemiler ve askeri uçaklar içinde harp ve
barış halleri ayrılmıştır.
16 Feridin Cemal Erkin, a.g.e., s. 56-62.
a- Barışta: Karadeniz dışı devletlerin boğazlardan geçirebilecekleri
en büyük kuvvet, geçiş sırasında Karadeniz kuvvetlerine ait
en kuvvetli milli filoyu aşamaz. Herhangi bir zamanda, yani Karadeniz'de
kuvvet olmadığı zaman, bu denize sahili olmayan devletler,
adetleri üçü aşmayan ve hiçbirinin tonajı 10.000 tonu geçmemek şartıyla
kuvvet sokabileceklerdir.
b- Harp Halinde: Türkiye tarafsız ise barış zamanındaki geçiş
kuralları uygulanacaktır. Ancak muharrip harp gemilerinin ve uçaklarının
Boğazları ele geçirmeye teşebbüs etmeleri veya düşmanca hareketlerde
bulunmaları yasaktır. Türkiye Muharrip ise, tarafsız harp
gemileri ve askeri uçaklar için aynı kısıntılarla geçiş serbestisi devam
edecektir17.
Sonuç olarak Lozan Sözleşmesi, barış ve harp hallerinde, bütün
ticaret ve harp gemileri lehine tam geçme serbestisi kabul ediyor ve
gerek Türk kara sularında, gerek Boğazlar üzerindeki hava uzayında
Türk egemenliğini sınırlıyor.
Lozan'a göre boğazların askersizleştirilmesi:
Bu tedbir geçiş serbestisi prensibinin uygulanması için düşünülen
ilk tedbirdir. Sözleşmeye göre bu tedbir Çanakkale ile İstanbul boğazlarının
her iki kıyılarını, Marmara adalarını ve Çanakkale giriş noktasındaki
Türk ve Yunan adalarını kapsayacaktır. İstanbul'un güvenliği
için on iki bin kişilik bir garnizon ile bir deniz üssünün tesisi zaruri
görülmüştür. Buna karşılık İsmet Paşa, boğazların askersizleştirilmesinin
gerek Türkiye için, gerekse dünya sulhü yönünden ortaya
çıkabileceği muhtemel zararları yaptığı konuşmada anlatmaya çalıştı.
"Boğazların müdafaası, aynı zamanda İstanbul'un Marmara
denizinin ve doğu Trakya'nın da müdafaası demektir. Şu halde
boğazlan tahkim etmemek Türkiye'nin en hassas ve en mühim yerlerini,
ansızın yapılabilecek bir taarruza karşı, müdafaa imkanından mahrum
etmek olacaktır. Türkiye'nin şimdiye kadarki tecrübelerine göre, bu
bölgelerin emniyeti, ancak tahkimat ve müdafaa vasıtalarıyla elde
edilebilir".
Uzun tartışmalardan sonra askersizleştirme usulu kabul edildi.
Buna göre;
- İstanbul'da 12.000 kişilik bir kuvvet bulundurulacak,
7 Feridin Cemal Erkin, a.g.e., s. .
- Bir tersane bir deniz üssü bulundurulacak,
- Askerler boğazın bir tarafından diğer tarafına geçebilecek,
- Hava gemileri askersiz mıntıka' üzerinde uçabilecek,
- Denizin dibi ve yüzü gözetlenebilecek,
- Marmaranm güney kıyıları askersizleştirilecek bölgeden çıkarılacak,
ı
- İmroz ve Bozcaada Türkiyeye verilecek,
- Askersiz bölge İstanbul Boğazı'nda 15, Çanakkale Boğazı'nda
20 Km. ye indirilecek18.
Görüldüğü gibi Lozan'da kabul edilen askersizlik, dar bir bölgeye
ve' mahdut mahiyete indirilmiş olmakla beraber gene de Türkiye'nin
egemenliğine koyulmuş bir kısıtlama idi. Askersizleştirmenin kötüye
kullanılmasını önlemek gayesiyle Milletler Cemiyeti'ne dayanan özel
bir garanti sistemi kurulması kararlaştırılmıştır.
1- Boğazlar Komisyonu:
Boğazlar rejimi ile ilgili sözleşmenin 10 ve 16'ıncı maddeleri bu
komisyonun kuruluşu ve görevlerine aittir. Yönetim denetim ve
teknik hizmet sunmak üzere Boğazlar Komisyonu adı altında uluslararası
bir komisyon kuruldu. Komisyon, taraf olan Büyük Britanya,
Fransa, Sovyetler Birliği, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Japonya,
Yugoslavya ve Türkiye'yi temsil eden birer üyeden kurulacaktı.
Türk temsilcisi aynı zamanda başkan olacaktı19.
Sözleşmeye göre komisyon, harp ve askeri hava gemilerinin
Boğazlardan geçişine dair hükümlerin gereği gibi uygulanıp uygulanmadığını
kontrol etmekle mükellef olacak; himayesi altında olduğu
Milletler Cemiyeti'ne her yıl bir rapor gönderecekti. Özetle komisyona
verilen görev her türlü düzenleme ve yargılama yetkisini hariç tutan,
sadece bir haber alma, istatistik toplama görevi olmaktan ibaretti20.
2- Garantiler:
Boğazlar ve civarının askersiz hale konması karşısında, Türkiye'ye
şöyle bir teminat verilmiştir. Boğazlarda geçme serbestisinin ihlali
18 Cemil Bilsel, a.g.e., s. 385.
19 Milletlerarası Münasebetler Ens., a.g.e., s. 106.
20 Dışişleri Bakanlığı, a.g.e., s. 5r.
ve gerek seyrüsefer serbestisini, gerek askerlikten tecrit edilen bölgelerin
güvenliğini tehlikeye koyan ani tecavüz ve harp tehdidi gibi
davranışların vukuu halinde, akid taraflar bu hareketlere, Milletler
Cemiyeti Konseyi'nin kararlaştırdığı bütün vasıtalarla hep birlikte
mani olacaklardır. Müeyyidelere sebep olan hareketlerin sona ermesi
halinde evvelki durum yeniden avdet edecektir21.
Sonuçta Türkiye Müttefiklerin teklif ettikleri garantilerden daha
kesin ve daha etkili garantiler elde etmek suretiyle askersizleştirmenin
sakıncalarını mümkün olduğu kadar hafifletmiş oldu.
Birinci Dünya Savaşı Sonrasında Kurulan Dünya Dengesinin
Yeniden Bozulmaya Başlaması
Bilindiği gibi Birinci Dünya Savaşı sonrasında yeni bir denge ve
buna dayalı olarak da yeni bir siyasi harita çizilmişti. Ancak özellikle
1930'dan itibaren Almanya ile İtalya bu statükonun değiştirilmesini
isteyen bir dış politika izlemeye başladılar. Buna karşılık başta İngiltere
ve Fransa olmak üzere savaşın galip devletleri Versailles sisteminin
sürdürülmesine çalışıyorlardı. Bu bağlamdan 1932'den itibaren uluslararası
alanda statükoyu korumak ve değiştirmek isteyenler olmak üzere
iki grup belirmeğe başlamıştı. Bu durumun uluslararası barış
ve güvenliği yeni tehlikelerle tehdit etmeye bağladığı sıralarda Türkiye
halen uluslararası işbirliği çalışmalarının dışında kalmış bulunuyordu.
İlk olarak 1928 yılında Türkiye Kellog Paktı'nı imzalayarak silahsızlanma
konferansına katıldı. Daha sonra Milletler Cemiyeti'nin davetiyle
bu teşkilata üye olarak uluslararası işbirliğine resmen katılmış
oldu22. Milletler Cemiyeti üyeliğinden sonra Balkan devletleri ilede
iyi ilişkiler kurabilmek için girişimlerde bulunmuş ve bu yönde de
başarılı olunarak Balkan Antantı'nı gerçekleştirmiştir. Çünkü bu
dönemde İtalya ile Almanya yeni dünya dengesi için tehlike olmaya
başlamışlardı. İşte bu bağlamda Türkiye Balkan Antantı'nı Balkanlar'da
statükonun, dolayısıyla barışın korunmasına yardımcı, aynı
zamanda Balkan Devletleri dışından gelebilecek tehlikelere karşı
bir engel olarak görüyordu. Bu tarihlerde Türkiye için en büyük tehlike,
Balkanlâr'da ve Doğu Akdeniz'de istekleri bulunan, sahip olduğu
12 ada ile de Türkiye'nin komşusu olan İtalya idi. Bu nedenle Türkiye
İtalya'nın yayılma politikasına karşı Balkanlar'da istikrar istemekteydi.'
21 Feridin Cemal Erkin, a.g.e., s. 60.
22 Rifat Uçarol, Siyasi Tarih, Filiz Kitapevi, İstanbul 1985. s. 466.
Balkan Antantı kuruluşundan itibaren çeşitli alanlarda bazı
başarılı sonuçlar aldı. Buna en güzel örnek de 1936'da Montreux
Konferansı'nda Boğazlar statükosunun Türkiye lehine değiştirilmesinde
antant üyeleri aynı dayanışma politikasını izlemiştir.
Türk Hükümeti'nin Lozan'da Kabul Edilen Boğazlar Sözleşmesi'nin
Tadili İçin Milletler Cemiyeti'ne Başvuruşu
Lozan sözleşmesinin kusurları kısa sürede belirmeğe başlamış,
serbesti prensibinin devamı Türkiye için tehlikeli ve çekilmez bir
yüküm olduğu açıkça belirmeğe başlamış, ayrıca askerlikten tecrid
edilen İstanbul ve Boğazlar her türlü savunmadan mahrum ve her
türlü tesire açık bırakmıştı. Değişen dünya dengesinin de etkisiyle
Boğazlar rejimini kendi himayesi altında kurduran Milletler Cemiyeti
işlemez hale gelmişti. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Versay Antlaşması
sistemine dayanan Avrupa siyasi örgütü yıkılma halinde idi.
Hitlerin iktidara gelmesi ile silahsızlanma konferansının başarısızlığı
Almanya'nın yeniden silahlanması, uluslararası gerginliğin artması,
Lokarno Antlaşması'nın feshi ve daha önce askersizleştirilmiş olan
Ren bölgesinin işgali, bütün versay sistemini sona erdirmiş bulunuyordu.
Mussolini'nin güttüğü siyaset yüzünden Akdeniz'de ortaya çıkan
güvensizlik, git gide nazikleşen boğazların durumu Türk hükümetinin
dikkatini tekrar çekmeye başlamıştı. Japonya'nın Milletler Cemiyeti'nden
çekilmesi, ve İtalya'nın Türk sahilleri çevresindeki 12 ada ile
ilgilenmeğe başlaması üzerine Türk hükümeti boğazlar sözleşmesinin
tadili için Milletler Cemiyetine başvurmuştur23.
Lozan Sözleşmesi ni İmza Etmiş Olan Devletlere 11 Nisan 1936
Tarihli Gönderilen Türk Notası
Bu nota ile Türkiye tadili gerektiren delilleri sıraladı ve "Türk
toprağının dokunulmazlığı için zaruri güvenlik şartları ve Akdeniz'le
Karadeniz arasında ticari seyrüsefer devamlı surette ve en liberal bir
ruh içinde düzenleyerek yeni boğazlar rejiminin akdi için görüşmelere
hazır" olduğunu bildirdi.
22 Rifat Uçarol, Siyasi Tarih, Filiz Kitapevi, İstanbul 1985. s. 466. Fahir Armaoğlu,
20. Yüzyıl siyasi tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür yayını, Ankara 1984. s. 335.
23 Feridin Cemal Erkin, a.g.e., s. 64.
Türk notası şu 4 esası kapsıyordu:
1- Yeni dünya dengesi bakımından, Avrupa'nın 1923'deki durumu,
1936'dakinden çok farklı idi. 1923'de Avrupa silahsızlanmağa
doğru yürüyor ve kıtanın siyasi örgütü uluslararası garantilerle söz
edilen değişmez prensipler üzerine kuruluyordu. Türkiye 1923 Lozan
sözleşmesini imzalamıştı. Çünkü 18. nci maddenin sağladığı teminata
ve buna ek olarak 4 büyük devletin Boğazları savunma konusunda
verdikleri garantiye güvenmişti. Ancak şimdi şartlar büsbütün değişmiş
Akdeniz'de yeniden bir güvensizlik belirmeğe başlamış ve boğazların
güvensizliğine çare teşkil edecek tek garantinin de elden gittiğini
belirtti. Ve gelecek de büyük tehlikelere gebe bulunmakta idi.
2- Sözleşmenin koruduğu garantiler işlemez hale gelmişti. Türkiye
verilen teminat dışında güvenliği, bütün arazisinin güvenliği için zaruri
olan bir toprak parçası üzerinde egemenliğinin kısıtlanmasına tabiiki
asla razı olamazdı. Bu garantiler işlemez hale geldiğine göre, bütün
sözleşmenin dengesi, yalnız Türkiye'nin değil, Avrupa barışının da
aleyhine bozulmuş bulunmakta idi. Türkiye sözleşmenin yüklediği
külfete karşılık olarak verilen teminat arasında yalnız dört büyük
devletin garantisi, zamanında Türk toprak bütünlüğünü sağlamaya
müsait görünmüştü. Halbuki bu devletlerin Milletler Cemiyeti'ne
karşı davaları da zamanla hayli değişikliklere uğramıştı.
3- 1923 rejimi sınırlı veya genel harp tehdidini hesaba katmıştı.
Bu husus Lozan rejiminde görülen noksanlardan biri idi. Sistem sadece
barış ve savaş hallerini ve savaşta da yalnız Türkiye'nin tarafsızlığını
veya muharipliğini öngörmüştü. Sistemin eksikliği, harp tehdidi halinde
Türkiye'yi meşru müdafaası için gereğini yapmaktan men etmesi idi.
4- Türkiye Lozan sözleşmesinin tadili müzakerelerine katılmağa
hazır olduğunu ifade etmekte idi. Doğuşundan beri Türkiye Cumhuriyeti,
ağır fedakarlıklar pahasına bile olsa, daima barış ve anlaşma
politikası izlemiş, uzlaşma eğilimini, vecibelere, sadakatın ve barış
davasına bağlılığın delillerini her fırsatta vermişti. Türkiye başka
memleketlere sağladığı güvenliği kendi içinde talep etmek hakkına
haiz olmalıydı.
Bu delillere dayanarak Türk hükümeti akid taraflara çağrıda
bulunmuş ve onları Türk topraklarının dokunulmazlığı için zaruri
görülecek güven şartların ve akdeniz ile karadeniz arasında ticari
seyrüseferin gelişmesine müsait liberal bir boğazlar statüsü düzenlemeğe
davet etmişti24.
2 Feridin Cemal Erkin, a.g.e., s. .
Montrö Boğazlar Konferansının Açı!ışı
Montrö Konferansı Avustralya, Büyük Britanya, Bulgaristan.
Fransa, Yunanistan, Romanya, Sovyetler Birliği, Türkiye ve Yugoslavya
hükümetlerinin katılımıyla 22 Haziran 1936 günü açılmıştır.
Avusturalya konferansa iştirak ile kabul edilen tek dominyon devlet
idi. Açılış oturumu İsviçre Federal Devleti Politik Depertman şefi
M. Motto'nın başkanlığında yapıldı.
Motta Türkiye'nin davranışını "Diplomatik bir konunun en
isabetli ve en arzu edilen tarzda halli bakımından yüksek dürüstlük
misali ve doğru usûl" olarak övdü. Daha sonra divan şu şekilde
kuruldu.
Başkan: Avusturalya'nm Yüce Komiseri Mr. Bruce,
Başkan Vekili: Yunanistan Dışişleri Bakanı M. Nikah Polites
Genel Sekreter: M. Ayhnides25.
Konferansta Türkiye Delegasyonu, Dışişleri Bakanı Dr. Tevfık
Rüştü Aras başkanlığında, Londra Büyükelçisi Fethi Okyar, Paris
Büyükelçisi Suad Davaz, Dışişleri Bakanlığından Büyükelçi Numan
Menemencioğlu, Genelkurmay ikinci başkanı Korg. Asım Gündüz,
Türkiye’nin Milletler Cemiyeti katındaki sürekli Delegesi ve Sivas
Milletvekili Necmettin Sadak'tan oluşuyordu. Ayrıca on biri diplomat
yedisi yüksek rütbeli asker, ikisi uzman yüksek memur, dördü enformasyon
işleriyle görevli olmak üzere 24 yedek bulunuyordu26.
Konferansın Çalışmaları
Konferansın çalışmaları hemen Karadeniz'de sahili olan ve olmayan
devletler arasında bugüne kadar gelen alışılmış menfaatlerin
çatışmasıyla karşılaştı. Yine Sovyetler Birliği daha öncesinde de
olduğu gibi sahil sahibi devletlerin kendi gemilerini Boğazlardan
geçmesi için tam serbesti verilmesini ve sahili olmayan devletlere ait
gemilerin geçişinde mümkün olduğunca kısıtlanmasını istiyorlardı.
Diğer yandan başta İngiltere olmak üzere Karadeniz'e kıyısı bulunmayan
devletler bu deniz üzerinde akla uygun bir denge kurmaya
özen göstererek, Karadeniz'e kıyısı olan devletlerden herhangi biri
25 Seha L. Meray-Osman Olcay, Montreıuc Boğazlar Konferansı tutanaklar Belgeler,
A.Ü.S.B.F. Yayını, Ankara 1976.
26 İsmail Soysal, Tarihçeleri ve Açıklamaları ile Birlikte Türkiye'nin Siyasal Anlaşmaları,
Cilt 1, T.T.K. Yayını, Ank. 1983. s. 495.
ile bir sorun çıkması halinde hareket serbestliğini korumaya çalışmakta
idiler. Temelde birbirinin karşıtı bu iki görüş arasında kalan
Türkiye'nin tezi kendi güvenliği endişesi üzerine bina edilmişti. Yani
Türkiye Karadeniz'e sınırı olsun veya olmasın kendi sularından geçecek
savaş gemilerinin mümkün olduğu ölçüde sınırlandırılması taraftarı
idi. Çalışmanın yönetilmesi için ortak bir yöntem kabul edildi. Tartışmalara
Türk heyetince hazırlanan 13 maddelik bir projenin ele
alınması ile başlanmıştır. Maddeler görüşüldükçe yapılan iş, teknik
komiteye yada yazı kuruluna gönderilmişti.
a) Türk projesi
Türklerce hazırlanan görüşme metni boğazların yeniden silahlanması
hakkında hiçbir koşul taşımıyordu. Bu metninin birinci
kısmı, ticaret hastane ve balıkçı gemilerine ait idi. Proje bu gemiler
için, barışta ve harpte, Türkiye ister tarafsız, ister savaşan olsun
serbest geçiş kuralını içeriyordu.
2 nci madde, geçiş esnasında sıhhi muayene, Kılavuzluk ve fener
gibi ticari geliş gidiş yapılan mecburi hizmetleri içeriyordu.
4 ncü madde harp halinde