Solculuktan sufiliğe: Nezihe Araz / Soner Yalçın
01 Ocak 1970
Geçen hafta toprağa verdiğimiz Nezihe Araz’ı ne kadar tanıyoruz? Ankaralı Bulgurluzadelerin kızıydı.
Babası CHP milletvekiliydi. Solcuydu; TKP’nin dergisinde çalıştı. Kenan Rıfai Dergâhı’na bağlıydı; ancak başı açıktı; oruç tutmaz, beş vakit namaz kılmazdı. Hz. Muhammed ve Atatürk sevdalısıydı. Geliniz Nezihe Araz’ı daha yakından tanıyalım ki, ayakları Anadolu toprağına basan aydınlar hakkında biraz bilgimiz olsun!..
Bulgurluzadeler Ankara’nın köklü ailesiydi.
Çankaya Köşkü haline gelen ilk bağ evini Mustafa Kemal’e onlar vermişti.
Aile Bulgurluzadeler olarak biliniyordu; ancak Soyadı Kanunu çıktığında Mustafa Kemal milletvekili Bulgurluzade Rıfat Bey’e “Araz” soyadını verdi.
Rıfat Araz (1879-1964) CHP milletvekiliydi. 1927-1943 yılları arasında TBMM’de Ankara milletvekili olarak bulundu.
Hayatının bir bölümünü kaleme aldığı üç defteri çocukları tarafından, 3 Kasım 1983 tarihinde Milli Kütüphane’ye bağışlandı.
Bu defterden öğreniyoruz ki, Ziraat Bankası amirlerinden Rıfat Araz, Fransızların Şam’ı ve İngilizlerin İstanbul’u işgali sırasında Mustafa Kemal’in emriyle bankanın altınlarını bin bir güçlükle Ankara’ya kaçırdı.
Milletvekili olduğu döneme kadar Ziraat Bankası’nda görev yaptı.
Konya Ziraat Bankası Müdürü iken kızı Fatma Nezihe dünyaya geldi.
Medyada doğum yılı 1922 yazılmasına rağmen Rıfat Araz’ın defterine göre Nezihe Araz 11 Mayıs 1336’da yani 1920’de doğdu.
Rıfat Bey iki evliydi; ilk eşi Adeviye’den Zeliha Mesrure, Fatma Samiye, Muhittin Rıfat, Hayrettin oldu. İkinci eşi Müzeyyen’den ise, Mustafa Kemalettin, Celalettin, Fatma Nezihe ve Vecihe doğdu.
Çok çocuklu bir ailede büyüyen Nezihe Araz hayatı boyunca hiç evlenmedi; çocuk sahibi olmadı.
TKP’nin legal dergisinde çalıştı
Nezihe Araz Ankara Kız Lisesi’ni ve Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi Psikoloji ve Felsefe Bölümü’nü bitirdi.
Onun için fakültedeki öğretmenleri arasında iki kişinin yeri apayrıydı.
Felsefe bölümü psikoloji kürsüsünü kuran Doç. Dr. Muzaffer Şerif Başoğlu ve Doç. Dr. Behice Boran.
Öğrencilik yıllarında öğretmenleri Muzaffer Şerif Başoğlu, Behice Boran, Niyazi Berkes, Pertev Naili Boratav, Adnan Cemgil’in çıkardığı “Yurt ve Dünya” dergisini elinden düşürmedi.
Daha sonra Muzaffer Şerif ve Behice Boran’ın çıkardığı “Adımlar” dergisine de abone oldu. Gönüllü olarak dergide çalıştı.
Boran-Şerif ikilisinin dost meclislerinin değişmez isimlerinden biri oldu. Örneğin 1 Mayıs 1943’ü Atatürk Orman Çiftliği’nde piknik havasında kutladılar.
“Adımlar” dergisinin sol/TKP çizgisinde bir yayın politikası vardı. Avrupa’da yükselen Hitler ırkçılığı Türkiye’de taraftar bulmuştu. Dergi bu çevrelere karşı sert eleştiriler getiriyordu. Savaş bitip Hitler tehlikesi ortadan kalkınca hükümet solcuları baş düşman olarak görmeye başladı. Ve “Adımlar” dergisini kapattı. Muzaffer Şerif Başoğlu bir daha dönmemek üzere ABD’ye gitti ve orada çok saygın bir bilim adamı oldu.
Doç. Dr. Behice Boran soruşturmalara rağmen okulda kaldı.
Nezihe Araz’ın mezun olduğu 1946 yılında okul Ankara Üniversitesi’ne bağlandı. Yeni kadrolar açıldı ve Nezihe Araz, Behice Boran’ın asistanı oldu.
1948 yılında Behice Boran üniversiteden kovulunca, Nezihe Araz da okuldan ayrıldı.
Ailesi, solcu çevrelerden uzaklaştırmak için kızlarını İstanbul’a götürdü. Nezihe Araz doktorasını İstanbul’da yapacaktı.
İstanbul Üniversitesi’ndeki görüşmelerinden sonra akademisyen olmayı istememeye başladı. Çünkü aradığını bambaşka bir yerde, bir dergâhta bulmuştu...
Rıfai Dergâhı’na bağlandı
Nezihe Araz’ın ailesi dindardı; Mevleviliğe yakındılar.
Rıfat Araz hayatı boyunca, Atatürk’ün masasında bile içki içmedi.
CHP’li milletvekili arkadaşları Rasim Başara, Nuri Pazarbaşı ve CHP’nin Milli Eğitim Bakanı Esat Sagay ile birlikte İstanbul’da Rıfai Dergâhı piri Kenan (Büyükaksoy) Rıfai’nin (1867-1950) vuslat meclisinde bulundu.
Zamanla Rıfat Araz ile Kenan Rıfai akraba oldular; Vecihe Araz, torun Cemil Büyükaksoy ile evlendi.
(Parantez açayım: Dışişleri mensubu olmadığı halde geçen hafta Vatikan Büyükelçili’ğine atanan Prof. Kenan Gürsoy da Kenan Rıfai’nin bir diğer torunudur.)
Nezihe Araz’ın Kenan Rıfai’nin “tasavvuf okuluna” babası Rıfat Araz aracılığıyla girdiğini düşünebiliriz.
Peki ne zaman girmişti? Bilmiyoruz.
Bildiğimiz; aynı dergâhtan Samiha Ayverdi’nin “Mülakatlar” adlı kitabında, Nezihe Araz 25 Mayıs 1948 tarihinde Kenan Rıfai’nin sohbetine katılanlar arasında.
Şimdi çok kişinin kafasına fakültede solcu olan, felsefe ve psikoloji okumuş Nezihe Araz’ın bu kadar kısa sürede bir dergâha nasıl “bağlandığı” sorusu gelebilir.
Sorunun yanıtı Kenan Rıfai’nin tasavvuf anlayışında gizli:
“Kenan Rıfai tasavvufu ne Gazali gibi sırf bir ahlak anlayışı olarak kabul etmiş; ne Muhyeddin-i Arabi gibi sadece Vahdet-i Vücud’da kalmış; ne de Mevlana gibi aşkıyla dünyayı ve ahireti atlayıp geçmiştir. Üçünü birleştirerek bir yaşam şekli haline getirmiştir.”
Kenan Rıfai’ye göre tarikat; edip, irfan ve insanlık demekti. Zikir ve devran şekillerine, tespih, sarık, cüppe gibi kisvelere takılıp kalmak doğru değildi.
Kenan Rıfai cuma günü yaptığı sohbetler dışında sarık-cüppe giymiyordu. Hep kravatlı, takım elbiseliydi. Fransızca, Rumca, İbranice biliyordu.
Nezihe Araz’ın, Behice Boran’dan sonra Kenan Rıfai’nin “asistanı” olmasının nedeni, tasavvuf felsefesine olan inancıydı.
Ancak “dergâh asistanlığı” kısa sürdü; Kenan Rıfai 1950’de vefat etti.
Nezihe Araz aynı yıl “Benim Dünyam” adını verdiği şiirlerini kitaplaştırdı. Bir yıl sonra Kenan Rıfai’ye bağlanmış Samiha Ayverdi, Safiye Erol ve Sofi Huri ile birlikte, “Ken’an Rifai ve Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık” kitabını yazdı.
Bu süreçte gazetecilik yapmaya da başladı.
Kralın emriyle gazeteden kovuldu
Nezih Demirkent “Medya Medya” kitabında 1950’li yılların başında basında sadece beş üniversite mezunu olduğunu yazıyor. Bunlardan biri de Nezihe Araz’dı.
Gazeteciliğe 1952 yılında Şevket Rado’nun çıkardığı “Resimli Hayat” dergisinde başladı. Sonra aynı ekip “Hayat” dergisini çıkardı.
1953’te ilk biyografi kitabını çıkardı: “Fatih’in Deruni Tarihi”.
Nezihe Araz 1956 yılında DP’li Bahadır Dülger’in çıkardığı “Havadis”te çalışmaya başladı.
Ancak devir Demokrat Parti dönemiydi ve muhalif olmayan bir gazeteyi satmak kolay değildi. Gazete Nezihe Araz’ı Kâbe’ye gönderip izlenim yazılarıyla tiraj almayı planladı. Nezihe Araz gitti; “Havadis” hac tefrikasına başladı. Ancak Mekke’den gönderilen fotoğraflar arasından istihbarat şefi Hakkı Devrim duvar dibine çömelip çişini yapan bir Arap’ın fotoğrafını koyunca olanlar oldu. Ziyaret için İstanbul’a gelen Irak Kralı Faisal II, kendisinin Muhammed soyundan geldiğini ve böyle bir fotoğrafın kabul edilemez olduğunu söyledi. Irak Kralı’nı Türk sevgilisi (devrin önemli bir politikacısının kızı) bile teselli edemedi.
Nezihe Araz “Havadis”ten kovuldu; Hakkı Devrim de istifa etti. Bundan sonra bu ikilinin basındaki yolculuğu hep aynı oldu. 1957-63 yılları arasında “Yeni Sabah”ta çalıştılar. Meydan Mecmuası’nı çıkardılar. Meydan Larousse, Türkiye (1923-1974) ansiklopedileri ve Kaynak Yayınları yayın kurullarında bulundular.
Mevlana’nın “Aşk”ı
Nezihe Araz’ın 1959 yılında çıkardığı “Anadolu Evliyaları” adlı kitabı çok ses getirdi; satış rekoru kırdı. Elli evliyanın anlatıldığı kitapta son evliya Kenan Rıfai’nin annesi Hatice Cenan Sultan idi.
Daha sonra “Peygamberler Peygamberi Hazreti Muhammed”, “Peygamberlerin Torunları”, Yunus Emre’nin hayatını yazdığı “Dertli Dolap”, “Mevlana’nın Romanı”, “28 Peygamber”, “Çocuk ve İslam”, “Gelin Canlar Bir Olalım” adlı eserleri yazdı.
Mevlana dönemindeki ilahi ve dünyevi aşkı konu ettiği “Aşk” romanıyla satış rekorları kıran Elif Şafak’ın bu rekorunu, aynı konuyu işleyerek yıllar önce “Aşk Peygamberi” romanıyla Nezihe Araz da kırmıştı! İlginçtir, Rıfai Dergâhı’ndan Samiha Ayverdi’nin aynı konuyu işleyen romanının adı da “Aşk Budur”!
Nezihe Araz’ın yazdığı, “Bozkurt Güzellemesi”, “Öyle Bir Nevcican”, “Ballar Balını Buldum”, “Savaş Yorgunu Kadınlar” adlı tiyatro eserleri Devlet Tiyatroları’nda sahne aldı. Afife Jale ve Avni Dilligil tiyatro ödüllerini kazandı.
“O Kadın”, “Ekmek Kavgası”, “İhtiras Fırtınası”, “Hanım” filmlerinin senaryolarını yazdı. 1980’li yıllarda TRT’de sabahları yayınlanan “Hanımlar Sizin İçin” programını hazırlayıp sundu.
Atatürkçü bir sufi
Nezihe Araz dindardı. Bir dergâha bağlıydı. Ama hayatı boyunca saçını örtmedi. Beş vakit namaz kılmadı; oruç tutmadı.
Erkek meclislerinden kaçmadı. Kendini hiç ikinci sınıf görmedi. Meyhaneye gidip rakı da içti, Nesimi’den şarkı da söyledi.
Kimsenin günlük yaşamına, hayat felsefesine karışmadı.
Siyasete ilgi duymadı; kendini hep partilerüstü gördü.
Atatürk’e hayrandı. Son eserini 1993 yılında Mustafa Kemal ile Latife’nin ilişkisi üzerine yazdı: “Mustafa Kemal’le 1000 Gün”.
Hayatının son günlerini İstanbul Maltepe Huzurevi’nde geçirdi. Alzheimer olmuştu.
Kimseyle görüşmek istemedi. 35 kiloya kadar düştü.
25 Temmuz 2009 tarihinde bu dünyadan göçtü.
Bakınız; son yıllarda Türkiye, çıkarılan “ikilikler yüzünden” çok gerildi. Şimdi söyler misiniz, Nezihe Araz kimden?
Biliniz ki; Nezihe Araz Türkiye’dir...
KADINLAR TEKKESİ
DAHA önce yazdım: Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’dan Anadolu’ya gelen tarikat, dergâh, cemaatler arasında günlük hayatı yaşayış ve yorumlama konusunda büyük kültürel farklılıklar var.
Bırakınız farklı tarikatları, aynı tarikatların farklı yaşam biçimlerini görebiliyoruz. Örneğin, Osmanlı’nın parçalanış süreciyle, Balkanlar’dan Anadolu’ya gelmiş bir Nakşibendi dergâhı ile Irak’tan Anadolu’ya gelmiş bir Nakşibendi dergâhı arasında büyük kültürel uçurumlar var.
Kenan Rıfai Selanikli’ydi. Galatasaray ve Alyans’ta okudu; hukuk öğrenimi gördü. Yıllarca çeşitli okullarda Fransızca öğretmenliği yaptı.
Kenan Rıfai’nin dergâhında kadın müritlerin fazlalığı ve onların kapanmayıp çağdaş tarzda giyinmeleri, sohbet toplantılarında kadın-erkek karışık oturmaları bazı dini çevreleri rahatsız etti. Bu çevreler dergâhtaki kadınların mayoyla dolaştıkları yalanını bile dillendirdiler.
Kenan Rıfai ve gönül dostları kadınlar edebiyatçıların bile dikkatini çekti.
Refik Halid Karay “Kadınlar Tekkesi” romanını yazdı.
Romana göre tekkenin kurucusu Şeyh Baki, divandan okuduğu güzel kasidelerle ve mistik melodilerle İstanbul’un soylu asil dul -hatta şen dul- kadınlarını kendine bağladı. Kadınlar varlıklı oldukları için şeyhin bir eli yağda bir eli baldaydı. Ancak bir gün şeyhin karşısına “Aşk-ı didem” dediği Neşide çıktı.
Vahdet-i Vücut’a inanan Şeyh Baki, Allah’ın suretini Neşide’ye nakşettiğini iddia etti.
Altmış sekiz yaşında gerçek aşkı bulan bir şeyhin hayatı ve kendine sebepsiz bağlanan sonra yine sebepsiz kaçan güzel Neşide’nin garip öyküsüydü “Kadınlar Tekkesi.”
Refik Halid Karay romanın önsözünde “Gerçek yaşamöyküsüdür” diye yazmıştı.
Refik Halid Karay’ın hangi dergâhı anlattığı kuşkusuz sadece tahminler düzeyinde konuşuldu.
Diğer yanda, Kenan Rıfai dergâhı poştnişine hep kadınlar oturdu.
Zaten ilk oturan da Kenan Rıfai’nin annesi Hatice Cenan Sultan’dı.
Kenan Rıfai’den sonra dergâhın başına ne çocukları ne de eşleri geçti.
Samiha Ayverdi ve onun ölümünden sonra da Cemalnur Sargut bu görevi aldı.
Dergâh; Kubbealtı Yayıncılık, Kubbealtı Akademisi gibi faaliyetlerine günümüzde de devam ediyor.
Kenan Rıfai’ye bağlanan kadınların çoğunluğu Nezihe Araz gibi üniversite mezunuydu.
Hepsinin eli kalem tutuyordu; çeşitli kitaplar yazdılar.
Örneğin, Safiye Erol’un Maçka Palas A Blok 16 numaralı dairesinde bir araya gelip Mevlana’nın Mesnevi’sini Türkçeye kazandırdılar.
Nezihe Araz’ı Behice Boran’dan sonra en etkileyen kadınlardan biri de, Almanya’da filoloji öğrenimi gören, öğretim üyesi, yazar Safiye Erol’du. O da Nezihe Araz gibi Kenan Rıfai’ye 1948 yılında bağlanmıştı.
“Ülker Fırtınası” romanıyla edebiyat dünyasında önemli bir yer edinen Safiye Erol’u günümüzde artık pek kimse tanımıyor.
Nezihe Araz, Safiye Erol’un ölümünün ardından, 5 Ekim 1964’te Düşünen Adam dergisinde şöyle yazdı: “Fakat bana asıl, Safiye Erol gibi değerli bir kadının dünyamızdan çekilişine karşı gösterdiğimiz inanılmaz kaygısızlık, lakaydi, ve bigânelik güç geliyor.”
Ona göre Safiye Erol, çağın avare ve vefasız çocukları için fazla gelen bir dozdu.
Prens Said Halim Paşa, Safiye Erol’a değerli bir pırlanta kolye hediye etmişti. Safiye Erol vefat edince vasiyeti gereği bu kolye Nezihe Araz’a verildi.
Uzatmayayım:
Türkiye, ne Behice Boran ne Safiye Erol ne de Nezihe Araz gibi yiğit kadınlarını tam anlamıyla tanıyor.