Zeki Velidi Togan
01 Ocak 1970
Zeki Velidi Togan 10 aralık 1890 da Başkurdistan’ın İsterlitamak bölgesinin Küzen Avulu(=köy)’nda doğdu. Nesebi Yumartu uruğundan, Elçiktemir türbesinden, Teltim soyundan ve Soklı-Kay boyundandır. 17. ve 18. yüzyıldan beri oturdukları belgelerle sabit olan bu köklü aileden Küzen oğlu Velid Bay 19. yüzyıl ortalarında aynı zamanda köyün en büyük misafirhanesine ve konağına sahipti.Velid Bay’ın iki oğlu vardı: Veli Molla ve Mola Ahmet Şâh. Molla Ahmet Şâh Kazan çevresinden Saltık oğlu Kâfi’nin kızı ÜmmülHayat ile evlendi ve bu evlilikten Zeki Velidi dünyaya geldi.
Çok çocuklu bir Türk ailesinin evlâdı olan Zeki Velidi’nin doğduğu ve yetiştiği dönem yani 19. yüzyılın bitip 20.sinin başladığı dönem Türk tarihi için yeni bir syafanın açıldığı evredir. Batıda Avrupanın, Kuzeyde Rusların sıkıştırması güneyde İngiliz-fransız sömürge çalışmaları bu coğrafyalara dağılan Türkleri hem zorlamış hem de araştırmaya sevketmişti.16.yüzyıldan itibaren zayıflayan Türkiye-Türkistan ve Hindistan ilişkilerinde bir filizlenme belirmişti.
Zeki Velidi işte bu dönemde yetişti. Yoğun bir Rus baskısı altında olmalarına karşın asla teveccüh etmedikleri Rus kültürünü şöyle anlatır: “1860’a kadar Başkurt ordusunda sadece Rus kıt’alarında hizmet eden ve askerî mekteplerde tahsil gören Başkurtlar arasında Rus kültürüne karşı meclûbiyet eseri görülmemiştir.” Taklitçiliğin ve aşağılık kompleksinin daha sonraları geliştiğini Türkiye’den bir örnek vererek açıklar: “Kendi mâzisini eski zamanda dahi batı hayranlığı içinde geçmiş gibi zannetmek Türkiye’li aydınlarda da vardır. Bunlardan bazılarının Fatih Sultan Mehmet’i Avrupa, bilhassa Rönesans aşığı görmek istemeleri gibi.”
Zeki Velidi o dönemde bu kişilerden bahsederken ‘Türkiye’li sözcüğünü tevafıken mi kullanmış bilemiyoruz. Ancak onun teşhisleri ve tespitlerinin doğruluğunun bugün teşehhüd etmekteyiz.
Osmanlı İmparatorlugunun içinde değişik kurtuluış fikirleri tartışılırken Türklerden başka Müslüman milletlerin de kopmasıyla milliyetçilik akımları daha da önem kazanmıştı. Aynı anda Rus saldırılarıyla büyük kısmı işgal edilen Türkistan’da da Türkiye’den önemsenmeyecek coğrafi farklılıklarla milliyetçi fikirler aydınlar arasında çoğalmıştı. Özellikle Kazan çevresinde gelişmiş bir aydın muhiti oluşmuştu. Zeki Velidi’ni babası Türkiye’den Ziyaeddin-i Gümüşhanevî hazretlerine bağlıydı. O dönemde Hicaz toprakları henüz Osmanlı hakimiyetinde olduğu için de İstanbul da hac yolculuğunun önemli bir durağıydı. Bu ve benzeri sebeplerle Basşkurdistanlı aydınlar Türkiye ile yakın ilişki içindeydiler.
Zeki Velidi’nin babası çok okuyan bir insandı. Hicaz Seyahatnâmesi ve Saltık Oğlu’nun Hayatı adlı iki basılmamış eseri bulunuyor. Annesi iyi derecede Farsça bilgisine sahip bir insandı, aynı zamanda edebiyat ve tarihe merakı vardı. Babasının 4 bölümlü medresesinde Arapça ve annesinden de Farsça öğrenen Zeki Velidi, aynı dönemde kendi kendine Rusça dersleri almaya başladı. Hem pozitif hem de dini ilimlerden nasiplendi. Usulü heyet yani astronomi, hendese, nahiv, belagat edebiyat vb. dersleri aldı.
1906 ve devamındaki iki yıl boyunca, babasının, idaresini kendisine bıraktığı medresede ders vermeye başladı, büyük bir kitaplık kurdu ve Türk-İslâm aleminin sorunlarıyla yakından ilgilenmeye başladı. Mehmet Arif Beyin Başımıza Gelenler adlı kitabını -bu kitap Osmanlı-Rus savaşını öncesi ve sonrasıyla anlatır- ve Grynazov adlı bir Rus’un aynı savaştan bahseden eserlerini okudu. Mehmet Arif Beyin kitabının sonuna koyduğu ve bir Amerikalı’nın Mısır hidivi Tevfik Paşa’ya yazdığı mektuptan çok etkilendi. Şöyle diyordu mektupta: “siz yedi milyon insan, iki-üç bin İngilizin boyunduruğuna nasıl tahammül edersiniz? Sizde hamiyet yok. Siz olsa olsa üzerinize elbise giydrilmiş odunlarsınız”
Böylece daha 18 yaşlarında Türklerin tarihi ve uyanışı ile ilgili fikirler geliştirmeye başladı. Kütüphanesine daimi yayınlar dairesi kurdu. Dünyanın o zamanki ünlü gazetelerine abone oldu. Ve artık bulunduğu köy ona yetmemeye başladı. Babasının evlendirme ısrarlarına karşılık ilim tahsili için yola çıktı. Aklında Beyrut ve İstanbul varken Kazan ve Orenburg ta dolaştı. 1909 ve 1910 senelerinde Kasimiye medresesinde Türk tarihi dersleri verdi. Müsteşriklerle(=doğu bilimci) tanıştı. 1912 yılında Türk ve Tatar tarihi adlı eseri basıldı. Ünlü Türk müsteşrik Katanov ile mülakatlar yaptı. Katanov hristiyanlaştırılmış bir Çuvaş Türküydü. Elli yaşını geçmişti. Yıllarca Rus kültürüne çalışmış, bir Rus ile evlenmiş, karısı ya ben ya kitapların diyerek dünyasını başına yıkmış. Katanov’un Togan’a söylediği en önemli nasihatı şuydu: “Biz Rus kültürüne bütün varlığımızı verdik, çünkü bize bundan başka bir şey öğretmediler, değerlerimizi bıraktık, iki arkadaşım votkadan öldü, bizim İslamiyet gibi kuvvetli bir dayanağımız olmadı, sen kuvvetli bir kültür mirasına sahipsin, kendini bu muhitten koru”
Zeki velidi ilk başta çarlığın yıkılışını sevinçle karşılamıştı. Nitekim bütün halklar bozulmuş çarlık düzenini yerine yeni ve adaletli bir sistemin geleceğini ümit ediyorlardı. Türkler arasında da değişik fikirler vardı. Zeki Velidi ise Başkurdistan ve Tataristan’ın Türkistan ile birlikte ele alınarak Türklerin birlik olmalarını arzu ediyordu. 1917 mayısında Moskova’da toplanan Rusya İslâmlarının Umumî Kongresi’nde Türk nufus üstünlüne dayalı muhtariyet kararı çıktı. 1917 Kaım sonlarında ise Millî Başkurt Hükûmeti kuruldu.
1918’de Sovyetlerin Orenburg’u işgaliyle hapse atıldı. Hapiste de Nogayların tarihiyle uğraştı. Çeklerin isyanıyla Sovyetlerin üzerlerindeki baskısı azaldı ve hükümetleri yeniden kuruldu.
Zeki Velidi Ekim devriminin başından itibaren Lenin, Stalin ve Troçki ile defalarca görüştü. Bağımsızlık konusunu Lenin’e açtı. Lenin ve arkadaşları kendi milletlerinin hakimiyeti için çalışırken başkalarına enternasyonalizmi telkin ediyorlardı. Bir görüşmede Lenin’e “ İlk mukavelemiz aramızda sözleşilmişti. Hepimiz imzalamıştık. Bu mukavelede Şarklı mazlum milletlerin hakkı tanınmıştı. Şimdi 14 ay geçti, onlar da havaya uçtu” dedi. Lenin’in cevabı bir komünistin ahlakî yapısının ne derece yerlerde süründüğünü açıkça ortaya koyuyordu: “Siz neden böyle ahlâkî nazariyelerden bahsediyorsunuz? Nasıl inkilapçısınız? Sizlere akdolunan muahede hiç kimseyi bir şeye bağlamayan sadece bir kâğıt parçasından ibarettir.”
Zeki Velidi bu arada Türkiye’den Cemal, Halil ve Hacı Sami Paşa lar ile görüştü. Bu paşalar Ruslarla işbirliğ yapıp İngilizlerle savaşmayı düşünüyorlardı. Ancak Zeki Velidi Rusların karakter yapılarını çok iyi bildiği için öneriye sıcak bakmıyordu. Stalinle seyahatinin ardından sahtekârlığın ölçüsünü bir kez daha anladı. Stalin Ona gürcü milliyetçisi olduğunu Rusların şovenist olduğunu atıp tutuyordu. Leninle Moskova’da son görüşmesinden sonra kesin kararını verdi. Sovyetlerle alenen ve ciddî mücadeleye girişmek. Devam eden günlerde Türkiye’den Dr. Nazım ve Bedri Bey geldi. Bunlar ötekilerden farklı olarak Zeki velidi’nin fikrinin doğru olduğuna ve Ruslara karşı mücadeleye başlanması gerektiğine inanıyorlardı.
29 haziran 1920 de isyan bayrağını çekip Türkistan dağlarına ve çöllerine çekildi. Sonra Astrahan ve Baku’ye geçti. Baku’de Türkiye’den Mustafa Suphi ve Emin Resulzâde ile görüştü. Sonra tekrar hanımının yerleştiği Aşkaabat’a geçti. Uzun bir süre Türk topraklarında mekik dokudu.Türk milletlerinin bağımsızlıklarının önemini anlatmaya çalıştı ve bu yolda yürüyen kişilerle görüştü. Bu arada ilmî faaliyetlerden geri kalmadı.
Basmacı Hareketi'nin içinde bulundu. Türkistan Millî Birliği'nin kurdu ve ilk başkanı seçildi. Neticeye ulaşamadığı üç senelik mücadelenin, savaşın sonrasında silah arkadaşı Abdülkadir İnan'la 1923'te İran'a geçti. Meşhed'e vardıklarında o zamana kadar hiç bir oryantalistin görmediği Ravza Kütüphanesi'nde yaptığı araştırmalarla önemli eserler keşfetti. Türk kültür tarihinin en değerli eserlerinden İbn-i Fadlan Seyahatnamesi bulunan kitapların arasındaydı. Sonra Afganistan'a giderek Kabil kütüphanelerinde araştırmalar yaptı.
Hindistan Bombay'dan Kasım 1923'te İstanbul'a geldiyse de İngilizlerin hoş karşılaması nedeniyle girişlerine izin verilmediği için geldikleri gibi yine gemiyle Marsilya'ya, oradan Paris'e gitti. 1923 sonlarından itibaren Avrupa'da hem ilmî hem siyasî ilişkiler içerisine girdi. Bu arada bir çok ünlü oryantalistle tanıştı. Berlin'de Türkistan Millî Birliği adlı cemiyeti kurdu. Paris, Londra ve Berlin'deki birçok Orta-Asya tarihçisi onunla çalışmak istemesine rağmen, devrin Türkiye Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi, Fuat Köprülü, Rıza Nur, Yusuf Akçura'nın istekleri sayesinde Türkiye'den davet aldı.
20 Mayıs 1925'te geldiği Türkiye'de Maarif Vekâleti Telif ve Tercüme Encümeni'ne tayin edilmiştir. O zamanki Ankara'nın kitap açısından yetersiz olması yüzünden kendi isteği ile İstanbul Darülfünun'u Türk Tarihi Müderris Muavinliği'ne tayin edildi. Bundan sonra İstanbul ve Anadolu kütüphanelerinde hummalı çalışmalarına başladı. Fakat, 1932'de I. Türk Tarih Kongresi'nde tıp doktoru Reşit Galip'in sunduğu Orta Asya'da iç deniz olduğu ve bunun sonradan kuruduğu konusu hakkındaki tebliğini eleştirince, Togan aleyhine bir kamuoyu oluştu. Kendisine takınılan bu kötü tutum üzerine ülkeyi terk etme kararını verdi. 8 Temmuz 1932'de istifa ederek Viyana'ya gitti.
1935'te doktora çalışmalarını bitirdikten sonra Bonn Üniversitesi'nde, 1938'de Göttingen Üniversitesi'nde ders verdi. 1939'da Millî Eğitim Bakanı'nın daveti üzerine tekrar Türkiye'ye geldi. İstanbul Üniversitesi'nde Umumî Türk Tarihi Kürsüsü'nü kurdu. 8 Nisan 1940'ta Romanya'lı Ömer kızı Nazmiye Hanım ile evlendi. İki evladı oldu. Kızı İsenbike ve oğlu Sübidey...Isenbike Togan şu an Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde profesördür.
İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Türkiye'de Sovyetler aleyhine faaliyet ve Turancılık suçundan tutuklanıp mahkeme edildi. 10 yıl hapse mahkûm edildiyse de Askerî Mahkeme kararı bozdu ve Togan beraat etti. 1948'de yeniden döndüğü üniversitedeki görevine ölümüne kadar devam etti. 1951'de İstanbul'da toplanan XXI. Müsteşrikler Kongresi'ne Başkanlık etti. Bu onun bilimsel alandaki şöhretini çok daha artırdı.26 Temmuz 1970'te İstanbul'da vefat etti.
Zeki Velidi Togan, ilk defa 1911'de başladığı yayın faaliyetine ölümüne kadar büyük bir hız ve gayret, hummalı çalışma içerisinde devam etmiştir. 337'den fazla yayınlanmış çalışması bulunmaktadır.
İlmî araştırmalarında, gezilerinde, gördüğü bulduğu her tarihî kaynağı (vesika, yazma eser, minyatür vb.) dünya ilim âlemine tanıtmak en büyük özelliği idi.Yaklaşık 40 cilt yayınlanmış müstakil kitabı vardır. Bunların 12 adedi hacimli birer eser iken 10'dan fazlası üniversitede okuttuğu derslerin basılmış notlarıdır. Diğerleri ise küçük büroşür-kitapçık hüviyetindedir. Yayınladığı ilk kitabı Türk ve Tatar Tarihi adlı eseri, kendisinin Kazan ve Rusya'da şöhret olmasına sebep olurken onu esas dünya ilim âlemine tanıtan hiç şüphesiz İbn-i Fadlan Seyahatnamesi'dir.
Diğer yandan Tarihte Usul, Türkiye'de tarih bilimi için yazılmış ilk metot kitabıdır. Yine, Umumî Türk Tarihine Giriş, sahasında tek olduğu gibi Türk tarihinin genel çerçevesini çizmesi açısından çok mühimdir. Horezmce Tercümeli Mukaddemetü'l-Edep, Bugünkü Türk İli Türkistan ve Yakın Tarihi, On The Miniatures In Istanbul Libraries, Hatıralar, Oğuz Destanı, Kur’an ve Türkler onun ilminin yüksekliğini gösteren en güzel delillerdendir.
Ölümünden bir sene önce yazdığı hatıraları hayatı boyunca yaptığı mücadeleleri anlatmasının yanında, yakın tarihimiz için de çok önemli vesikaları ihtiva etmektedir. En büyük millî destanlarımız arasında yer alan Oğuz Destanı gibi bir kültür hazinesinin yayınlanması şüphesiz Türk ilim âlemi için iyi bir kazanç olmuştur.
Bugünkü Türk İli Türkistan ve Yakın Tarihi adlı eserde Orta Asya'daki Türk illerinin yakın dönem tarihi ve istiklallerinin kaybedilişi anlatılmıştır. Türklüğün Mukadderatı Üzerine adlı eserinde de dünya Türklüğünün bugünkü durumu ve geleceği hakkında görüşlerini açıklamıştır. Baskıları yapılan üniversitede okuttuğu ders nokları ise genel olarak Moğollar devri Türk Tarihi, Moğol İstilası, Cengiz Han ve Timur dönemlerini ihtiva etmekte ise de yine üniversitede okuttuğu Karahanlılar Devri, Başkurtlar Tarihi, Asya Tarihi, XIX. ve XX. yüzyıllarda Orta ve Önasya'da fikir ve kültür hayatı gibi konulara da ilgilidir.
Yerli yabancı ilmî araştırma dergilerinde 91 makalesi yayınlanan Togan, bunların yaklaşık 20'sinde konu araştırması yapmıştır. Çok büyük çoğunluğunda da en belirgin özelliği olan kaynak tanıtımını ele almıştır. Bu özelliklerinden dolayıdır ki, bilhassa oryantalistler arasında şöhreti daha da artmıştır. 14'ten fazla olan tenkit yazılarında ise Batı ilim âleminde yapılan çalışmaları Türkiye'ye tanıtma gayesini gütmüş, ayrıca gerekli kıstasları yapmaktan geri kalmamıştır.
İlmî dergilerde çıkan makalelerinin yaklaşık yarısı yabancı dildedir. Bunlardan İngilizce, Almanca, Fransızca gibi popüler batı dillerinin yanında Rusça ve Farsça kaleme alınanlar da vardır.
Milletler arası kongrelerde merhum hocanın sunmuş olduğu 9 tebliğin kongre zabıtlarında basıldığı görülmektedir. Bu tebliğlerin hepsi hocanın uzmanlık alanı ile ilgilidir ve onun çalışma şekli olan belge tanıtımını ihtiva etmektedir. Sunulan tebliğlerin hepsinin milletlerarası kongrelerde oluşu, ayrıca İngilizce, Almanca ve Fransızca gibi popüler batı dillerinde yayınlanması dikkat çekicidir.
Milletlerarası ilmî ağırlığı olan 4 ansiklopedide 39 madde Togan tarafından telif edilmiştir. Bunların yine çoğu yabancı dilde, diğerleri Türkçe'dir. 12 madde biyografi, iki Başkurt ve Hazar gibi Türk kavimleri, diğerleri ise coğrafî mekân (şehir, nehir vb. gibi) hakkındadır. Arapça ve Farsça tarihî kaynakların ışığında yazılmış olan söz konusu maddelerde ilgili olan bütün batı literatüründen de faydalanılmıştır. Bu konuların hepsi Orta Asya tarihi açısından büyük önem taşımaktadır.
Aylık ve haftalık yayınlanan dergilerde yaklaşık 109 makaleyi kaleme almıştır. 1940'lı yıllara kadar bu tür dergilerde ilmî konuları ele almaya çalışan Togan, sonraları çeşitli siyasî görüşlerini bazı konularda fikirlerini, bazı kişilere cevaplarını, hatıralarını da yazmıştır.
Günlük yayınlanan gazetelerde ise merhum hocanın 48 makaleyi kaleme aldığı anlaşılmaktadır. Çoğunlukla kendi fikirlerini ihtiva eden bu yazılarında zaman zaman tarihî konulara inerek onların sayesinde geleceğe ışık tutmak, Türk milletine ders vermek istemiştir. Millletlerarası kongreleri de gazete yazılarında işleyerek yine Türk kamuoyunu bunlardan haberdar etmeye çalışmıştır. Kamuoyunda yanlış aksettirilen bazı konularda da inandığı gerçekleri açıklamaktan geri kalmamıştır.
Merhum hocanın ihtisas sahası olan İslamiyetten sonra Türk ve Moğol Tarihi konularında İslam bilginleri hakkında hazırlanmış fakat yayınlama fırsatını bulamamış kitapları da vardır. Timur ve Oğulları Tarihi, El-Birunî'ye dair, Başkırt Tarihi, Ali Şir Nevaî: Hayatı ve Eserleri, Reşideddin: Hayatı ve Eserleri, Sakaların Tarihi, Türklerin Menşe Efsaneleri, Resimlerle Türkistan başlıcalarıdır.