Nejat Muallimoğlu’nun hatırasına saygı / Ahmet Turan Alkan
01 Ocak 1970
Nejat Muallimoğlu ismini ilk defa, tahminen 1974 yılında kısa bir süre yayınlanan Ortadoğu gazetesinin sayfalarından birindeki reklamda gördüğümü hatırlıyorum; hafızam beni yanıltmıyorsa bu gazetede birkaç yazısını okumuş olmam da mümkündür. Reklâm bir kitap hakkındaydı: “Bir Türk Vatana Döndü”. İlgimi çektiği için “ödemeli” usulüyle dağıtılan kitaptan bir tane getirttim ve okudum. Kitap Türkçe”ye dairdi ve Türkçe”den bahsediyordu; evvelâ dil konusunda yapılan “devrim” tahlil ve tenkid ediliyor, bu tahribatın üzücü sonuçlarına dikkat çekiliyor, yanlış telaffuz ve imlâ hatâları üzerinde duruluyor ve bu hususta hatâ yapmamak için nelerin yapılması gerektiğinden bahsediliyordu uzun uzun.
Birkaç yıl sonra bu defa Türkçe”de misli olmayan bir kitapla Muallimoğlu ismi yeniden karşıma çıktı: Politikada Nükte. 1976 yılında yayınlanan bu kitabı, hâlâ büyük zevk duyarak okur ve istifade ederim. Eser, “siyasi nükte” kavramının, özellikle batılı siyaset kültüründe nasıl yankılandığını birbirinden nefis örneklerle anlattıktan sonra siyasi mizah bakımından Türk siyaset kültürünün fukaralığı üzerinde durur; bu vadide verilebilecek misal pek azdır yazara göre. Halbuki “humour” (bu kelimeye ilk defa bu kitapta rastladığımı ve öğrendiğimi minnetle ifade ederim), batılı siyaset ikliminin olmazsa olmaz şartlarından biridir.
Nejat Muallimoğlu şuurlu bir komünizm aleyhtarı idi ama bu fikrini ucuz polemiklerle ve bir sokak militanı ağzıyla ifade etmek yerine “Bütün Yönleriyle Komünizm” isimli derleme kitabı yayınlayarak ifadeyi tercih etmişti. Türkçe konusundaki hassasiyeti ve komünizm aleyhtarlığı, Muallimoğlu”nun meşhur, mâruf ve muteber bir yazar olarak tanınmasını engelleyen başlıca âmiller oldu. Nejat Bey, ölümünü iki hafta sonra tesadüfen öğrenebileceğimiz kıratta bir insan değildi. Bütün ömrü seyahatlerinden başka fikir mücadelesi ve neşriyatla dolu geçmiş olsa gerektir çünkü herkese nasib olmayacak kadar hamûleli bir yayın listesi bıraktı geriye.
Bir kitabının arka sayfasında 50¨li yıllarda Türkçe”de yayınlanan ilk hitabet kitabına imza koyduğundan bahsediyordu; uzun aramalardan sonra bir sahafta “Bütün Yönleriyle Hitabet” adlı eserinin ilk baskısını bulunca ne kadar sevinmiştim. Bu kitap daha sonra genişletilmiş baskılarla iki kere daha yayınlandı. İnsanlara konuşarak birşeyler anlatmak ihtiyacındaki herkesin hâlâ istifade edebileceği az sayıdaki retorik kitaplarının ilkidir bu eser. Bir başka önemli ayrıntı daha: “Bir Türk Vatana Döndü” isimli eserinin önsözünde meâlen şöyle bir iddiadan bahsediyordu Muallimoğlu, “Bu kitabı yayına hazırlarken öyle titiz bir dikkat gösterdik ki içinde bir tane bile dizgi hatası bulmak imkânsızdır”. O güne kadar dizgi hataları konusunda bu derece titizlenmek gerektiğini hatırlatan bir başka yazar tanımamıştım. Kitabı basan matbaanın adı hâlâ yâdımdadır: Çeltüt Matbaası. Son derece olgun ve zarif bir sayfa düzeni ile yayınlanan bu kitap, belki de iddia ettiği konuda hâlâ tek olmak özelliğini korumaktadır.
Zevkle ve satır satır okumuştum ve şimdi bu kitabın Türkçe hakkındaki düşüncelerime büyük ölçüde istikamet verdiğini hüzünle hatırlıyorum. Hüzünle; çünkü Nejat Muallimoğlu”nun geçtiğimiz Temmuz ayının sonlarında vefat ettiğini tesadüfen, e-posta kutuma düşen bir mektubun başlığından öğrendim. Allah rahmet etsin; sevenlerine ve yakınlarına başsağlığı dilerim. Bu ölüm haberi ile yaşayan Türkçe”yi savunan burcun taşlarından biri daha düşmüştür lâkin inanıyorum ki vaktiyle verdiği mükemmel eserler, mücadelesini ve hâtırasını sürdürecektir.
NEJAT MUALLİMOĞLU KİMDİ?
Hayatı hakkında pek az ve fazlaca ayrıntı ihtiva etmeyen bilgiye ulaşabildim; hayatı ve eserlerinden özetle bahseden bu bilgiyi sizlerle paylaşmak isterim. Bir yazar olduğu kadar önemli bir seyyah aynı zamanda. 15 yıl süren bir seyahat yaptıktan sonra Türkiye”ye döndü ve “Bir Türk Vatana Döndü” kitabını yazdı. 1960¨ta 300 dolarla yola çıktı. Para daha Lübnan”a gelmeden bitti. Altın saatini, iki fotoğraf makinasından birini, dolma kalemini sattı. Japonya”nın en büyük gazetelerinden birinde 6 yazısı çıktı. Bu gezi esnasında İngiltere,Belçika, Hollanda, Almanya, Fransa, İspanya, Fas, Tunus, Cezayir, Libya, Mısır, Kıbrıs, İsrail, Lübnan, Suriye, Ürdün, Irak, Şattül Arap, İran, Abadan, Afganistan, Pakistan, Bombay, Taç Mahal, Bangladeş, Burma, Tayland, Malaya, Singapur ve Hong Kong”u gezdi. Londra”da bulunduğu sırada “Kıbrıs Türktür” dergisini yayınladı. Muallimoğlu”nun “Bütün Yönleri ile Hitabet”, “Güzel ve Tesirli Konuşmak”, “Bir Türk Vatana Döndü”, “Sovyet Emperyalizmi, Balkanlar ve Türkiye”, “Bütün Yönleriyle Komünizm”, “Kütlelerin İsyanı” (tercüme), “Politikada Nükte”, “Medeniyetin Temelleri” (Ariel ve Vill Durand”dan tercüme), “Şeytanın Avukatı”, “Yüz Büyük Roman” (tercüme), “Deyimler, Atasözleri, Beyitler ve Anlamdaş Kelimeler”, “Türkçe Bilen Aranıyor”, “Dünden Bugüne Ezop”, “Bir Varmış Bir Yokmuş”, “Bütün Yönleri ile Hitabet”, “Düşünen İnsana Hazine” gibi telif ve tercüme eserleri bulunuyor.
MUALLİMOĞLU İLE BİR SOHBET
Siyasilerimiz, aydınlarımız, üniversite öğrencilerimiz konuşamıyor, düşüncelerini aktaramıyor. Sizce bunun sebebi nedir?
Bizde hitabet sanatı önemsenmemiştir. Bizde ilk büyük öncüsü Hamdullah Suphi Tanrıöver”dir. Tabii Atatürk”ün de gayet iyi bir hitabeti vardı. Hitabet sadece kürsüye çıkıp konuşmak değil. Önceden hazırlanıp ona göre konuşma yapmak gerektir. Sohbeti unuttuk. Hoşsohbet olan bir insan deyim kullanır, atasözü kullanır, mani kullanır, beyit kullanır. Artık insanlar Türkiye”nin ilimde, edebiyatta yetiştirdiği büyük şahsiyetlerin sözleriyle konuşmalarına başlamıyorlar.
Bir yazınızda “iyi konuşabilmek için okumak şart. Türkler dünyada en az okuyan bir millettir” diyorsunuz. Konuşma ve yazma arasındaki münasebet nedir?
Tabii bir kişinin bir toplantıda yapacağı konuşmaya hazırlanırken onu gayet güzel bir Türkçe”yle yazması gerekiyor. Zengin bir kelime hazinesiyle onu kaleme almalı. Fakat hitap edeceği kitlenin anlayabileceği dili seçmesi lâzım. Hatip, iktisatçı bir gruba hitap ederken farklı bir lisan, lise öğrencilerine hitap ederken değişik bir dil kullanmalı. Pratik yaparken devamlı okumalı, bir şeyler öğrenmeye çalışmalı. Mesela ben kimya mühendisiydim. Fakat mesleğimle alakalı olarak çalışmaktan ziyade okuma, konuşma ve hitabetle ilgilendim. Bunun da tabiî sebepleri arasında hayatımda yaşadığım bir olay var. Ortaokul yıllarında iken ben kekeme idim. Bazen kendi adımı bile zor söyleyebiliyordum. Elime eski Yunanistan”ın ve halen tarihin büyük hatiplerinden Demosten”in bir eseri geçti. Demosten kekemeliğini düzeltmek için ağzına çakıl taşı koyuyor ve yüksek sesle okuyup yüksek sesle konuşuyormuş. Ben de bunu yaptım. Ege Denizi”ne bakarak ağzımda çakıl taşları okuyup konuşuyordum. Gerektiğinde bir cümleyi nefes almadan söyleyebilmek lâzım. Gerektiğinde nefes alarak konuşacaksınız. Ben Amerika”da hitabet dersleri aldım. Ayrıca Dale Carnegie”nin kurslarına devam ettim.
Medeniyet ile doğru konuşup yazma arasındaki münasebet nedir?
Nesiller devlerin omuzlarında oturmuş cüceler gibidir. Ancak o omuzlar üzerinde eskilerin gördüklerinden daha fazlasını ve daha ileridekileri görebilirler. Biz buna katiyyen riayet etmiyoruz. Önceki nesillerin mirasından, birikiminden faydalanmak lâzım. Devlerin omuzuna çıkamadığımız için bugün Cahit Sıtkı bile unutulmaya başlandı. Dilimizin ahengi, musikisi bir üstünlüğüdür. Türkçe dünyanın en güzel dillerinden biri. Ama iyi söylendiği zaman. Fakat maalesef bugün bu ahenk kaybolmuştur. İnceltme işaretlerini kaldırdık. Bir çok kelimeyi yanlış telaffuz ediyoruz. Türkçe”nin güzelliği uzun heceydi. Türkçe”yi kakafonik seslerle doldurduk. Göğüs var diye sadr, sine ve bağır kelimelerini atacak mıyız? Fakat attığımız takdirde siz “onu bağrıma bastım”, “onun sözlerini sineye çekemem” diyemeyeceksiniz. Mesela harp ve savaş kelimeleri farklıdır. İstiklal Harbi doğrudur. Ama Dumlupınar savaşı vardır. Türkçe”yi yanlış kullanıyoruz. Dilimiz çok yönden fakirleşti. Özellikle tercümelerde bunu daha yakından hissediyoruz.
(Mehmet Nuri Yardım”ın Nejat Muallimoğlu ile yaptığı ve Türkiye gazetesinde yayınladığı 10 Haziran 2001 tarihli mülâkatından alınmıştır.)