« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

01 Ağu

2010

ENVER PAŞA / Hakan Albayrak

01 Ocak 1970

Enver Paşa Nazi miydi? El insaf!



Ermeni meselesini konuşurken Talat Paşa ve Enver Paşa'yı "soykırımcı" diye yaftalayarak Adolf Hitler'le aynı kefeye koyanlar var.



Yuh!



Adolf Hitler, adamlarına, "Yahudileri öldürmeyeceksiniz, öldürmeye teşebbüs edenleri de durduracaksınız" demiş mi?



Üçüncü Reich döneminde Yahudi öldürdü diye mahkemeye sevk edilen bir tek Alman olmuş mu?



Auschwitz celladı Adolf Eichmann o dönemde Divan-ı Harp kararıyla idam edilmiş mi?



Hayır.



Ama Talat Paşa, tehcir edilen Ermenilerin "yollarda hayatlarının korunması", "Ermenilerin güzergahlarında bulunan aşiretler ile köylülerin taarruzuna karşı her türlü esbab ve aracın istikmaliyle müdafaası ve katliam ve gasba cür'et edeceklerin şiddetle yola getirilmeleri" için emirler verdi.



Bu emirlere uymayan ve yahut bu emirleri yerine getirmekte yetersiz kalan idareciler görevden alındı.



Ermenilere yönelik saldırılara adları karışan 1673 kişi (kaymakamlar, belediye başkanları, nüfus müdürleri, polis komiserleri, jandarma komutanları gizli servis elemanları, çeteciler ve sıradan vatandaşlar) 'sıcağı sıcağına' Divan-ı Harp mahkemelerine sevkedildi.



1916 yılı ortalarına kadar bunlardan 659'u hakkında hüküm verildi.



68 kişi kürek, para, kalebent, pranga ve sürgün cezasına çarptırıldı, 524 kişi hapsi boyladı, 67 kişi de idam sehpasına gönderildi.



Osmanlı Devleti'nin uzun zamandır geçirmekte olduğu hummaya ve Cihan Harbi'nin hengâmesine rağmen hukuk işletilmeye çalışıldı ve ideal değilse bile hatırı sayılır bir seviyede işletildi.



* * *



Tehcir (zorunlu göç) kararı yerinde miydi değil miydi, bunu tartışabiliriz.



Rus ordusuyla beraber hareket eden Ermeni milislerinin işlediği cinayetlere ve Daşnak-Hınçak çetelerinin Ermeni ahalisi arasında yükselttiği isyan bayrağına gösterilen bu tepkinin abartılı olduğunu savunabiliriz.



"Doğu Anadolu Ermenilerini düşmanla güçlerini birleştirmekten ve Orta Anadolu Ermenilerini ordunun ikmal yollarını kesmekten alıkoymanın daha insani bir yolu bulunamaz mıydı?" diye sorabiliriz.



Ama tehcir kararının bir soykırım kararı olduğunu söyleyemeyiz



Öyle olsaydı, İstanbul ve Batı Anadolu Ermenileri (ayrıca bir kısım Orta Anadolu Ermeni'si) tehcir uygulamasının dışında tutulmazdı.



Zaten niyet soykırım olsaydı tehcirle filan uğraşılmaz, Ermeniler bulundukları yerlerde katledilirlerdi.



* * *



İttihat ve Terakki yönetiminin üç sacayağı: Enver Paşa, Cemal Paşa, Talat Paşa.



Biri "Ermenileri Kafkasya'ya gönderelim" diyor (Enver Paşa), biri "Suriye'ye nakledelim" diyor (Cemal Paşa), diğeri "Yolda büyük felaketler yaşanabilir" düşüncesiyle tehcire bir süre karşı çıkıyor ve ilgili "geçici kanun"un çıkmasını geciktiriyor (Talat Paşa).



Ermenileri yeryüzünden silmenin hesabını yapan adamlar arasında böyle bir tartışma geçer mi yahu?



* * *



Binlerce masum Ermeni'nin katledilmesini "Savaş şartlarında olur böyle şeyler" diyerek mazur göstermeye çalışanları elbette insafa davet edeceğiz.



İncil'i çiğneyip masum kanı döken asi Ermenilere Kur'an'ı çiğneyip aynı şekilde ve ziyadesiyle masum kanı dökerek cevap veren asi Türkleri, Kürtleri, Çerkesleri elbette aklamaya çalışmayacağız, aklamaya çalışanlara elbette "El insaf!" diyeceğiz.



Ama, Talat Paşa ve Enver Paşa'nın Hitler gibi bir soykırımcı olduğunu iddia edenlere de "El insaf!" dememiz lazım.



* * *



İttihat ve Terakki'ye, sadece Ermeni meselesinde değil, genel olarak da ölçüsüz bir düşmanlık gösteriliyor.



İttihatçıların bu memlekete hiçbir hizmeti geçmemiş gibi davranılıyor.



Sadece hataları ve kusurları konuşuluyor.



Bilhassa Enver Paşa yerden yere vuruluyor.



Milli günah keçimiz oldu Enver Paşa.



Türk Silahlı Kuvvetleri PKK ile mücadelede zafiyet mi gösterdi?



Vurun Enver Paşa'ya!



Orduda bir cuntanın izine mi rastlandı?



Vurun Enver Paşa'ya!



Ergenekon Davası'nda yeni bir sayfa mı açıldı?



Vurun Enver Paşa'ya!



Başbakan Erdoğan Ermenistan vatandaşı kaçak işçiler hakkında yakışıksız bir beyanat mı verdi?



Vurun Enver Paşa'ya!



Bir yerde "macera" lafı mı geçti?



Vurun Enver Paşa'ya!



Basiretsizlik ve ferasetsizlikten bahis mi açıldı?



Vurun Enver Paşa'ya!



Bediüzzaman Said Nursi "Ben Antarik'le beraber olup Enver'e vurmam, vuran da benim nazarında sefildir" diyor, ama siz hiç oralı olmayın; Enver'e "Bozguncu" diye vurun, "Alman uşağı" diye vurun, "Bizi durduk yerde dünya savaşına soktu" diye vurun, "Sarıkamış'ta askerlerimizi dondurdu" diye vurun, "Ergenekoncu'nun önde gideni" diye vurun, "Nazi" diye vurun, vurun ha vurun!



Enver Paşa olmasaydı belki memleket diye bir şey kalmayacaktı, ama siz yine de insafsızca vurun!



- Ne dedin sen? "Enver Paşa olmasaydı belki memleket diye bir şey kalmayacaktı" mı dedin?



- Aynen öyle dedim.



- Nasıl yani?



- İleriki yazılarda anlatırım inşallah.



Enver Paşa'nın faydaları



"Enver Paşa olmasaydı belki memleket diye bir şey kalmayacaktı" dedik, yine dünyanın tepkisini çektik. Müzmin Enver Paşa düşmanları "Ne diyorsun lan sen?" diye soruyorlar. Anlatayım:



Gardımız düşmüştü. Düvel-i Muazzama karşısında boynumuz kıldan inceydi. Vatan topraklarını "bir tek kurşun atmadan" düşmana terk ediyorduk. "Abdülhamit Han 33 yıllık saltanatı boyunca bir karış toprak vermedi" derler, ama o dönemin ilk 6 yılında Kars, Batum, Artvin, Ardahan, Niş, Teselya, Dobruca ve Kıbrıs sancakları ile Bosna-Hersek, Tunus ve Mısır'ı kaybettik. Sonraki 27 yılda toprak kaybı olmadıysa da nüfuz kaybı hızla devam etti.



Devlet, İstanbul'da Osmanlı Bankası'nı basan Avrupa destekli teröristleri cezalandırmaktan bile acizdi. Düvel-i Muazzama "Höt!" dedi mi akan sular duruyordu. Rusya, İngiltere, Fransa ve dahi Almanya ile Avusturya aralarında anlaşıp Anadolu'yu "çalışma bölgeleri" adı altında emperyalist nüfuz sahalarına ayırıyor, her biri kendine düşen sahada fitne-fesat tohumları ekiyordu. Devlet, bu fesat operasyonlarını sineye çekmek zorunda kalıyordu. Miskin miskin çöküyordu Osmanlı.



Ruslarla İngilizler arasındaki rekabete dayanan denge siyasetinin de miadı doluyordu. 9 Haziran 1908 günü Baltık kıyısındaki Reval şehrinde bir araya gelen Rus Çarı Nikola ile İngiliz Kralı 7. Edward, karşılıklı dostluk mesajları vermiş, 'safları sıklaştırma temayülü' sergilemişti.



"İttihatçılar Meşrutiyet Devrimi'ni yapmasalardı ve Abdülhamit'i tahttan indirmeselerdi Rus-İngiliz ittifakı kuvveden fiile çıkmazdı" diyemeyiz. "Trablusgarp İtalyan işgaline uğramazdı, Balkan savaşları çıkmazdı" da diyemeyiz. Ve "Osmanlı ordusunun Balkanlar'da çil yavrusu gibi dağılmasının bütün sorumluluğu İttihatçılara aittir" de diyemeyiz. Ruslar 1878'de Osmanlı ordusunu darmadağın edip İstanbul kapılarına dayandıklarında –ve İstanbul'un işgali ancak İngiliz donanmasının intikaliyle önlenebildiğinde- devleti İttihatçılar mı yönetiyordu?



Gelelim Enver Paşa'nın faydalarına...



Enver Paşa, 1. Balkan Savaşı sırasında (1912) Trablusgarp'ta direniş destanı yazıyor ve bugünkü bağımsız Libya'nın temelini atıyordu. Balkanlar'da yaşanan felaketi engellemesi mümkün değildi, ama gerekli yetki ve imkânı elde eder etmez Edirne'yi düşmandan geri aldı (Enver Paşa olmasaydı bugün Selimiye Camii'ni görmek için Bulgaristan'a gitmemiz gerekecekti). 1914'te Harbiye Nazırlığı'na atanır atanmaz da orduyu tepeden tırnağa düzene sokmaya ve tahkim etmeye başladı. Bu işte o kadar başarılı oldu ki, ahı kalmış vahı kalmış Osmanlı ordusu bir sene gibi kısacık bir zaman zarfında toparlanıp yedi düvele karşı savaşabilecek seviyeye geldi.



1912'de Bulgar, Sırp ve Yunanlarla baş edemeyip Balkan cephelerinden can havliyle kaçan zavallı Osmanlı askerleri, 1915-1916 yıllarında Enver Paşa'nın genelkurmay başkanlığında Çanakkale'de İngiliz ve Fransız imparatorluklarına kök söktürdüler. Yine 1916'da bu askerler Kut'ul Amara'da (Irak) İngiliz ordusuna karşı muhteşem bir zafer kazandılar; 20 binden fazla İngiliz askerini öldürüp, aralarında 13 general ve 481 subayın da bulunduğu 13.300 İngiliz askerini esir aldılar. Balkan cephelerine birkaç ay dayanamayan Osmanlı ordusu, Cihan Harbi'ne üç sene dayandı; Asya, Afrika ve Avrupa cephelerinde aslanlar gibi savaştı; Mondros Mütarekesi'nin arefesinde bile zaferler kazandı, 15 Eylül 1918'te Bakü'yü fethedip Azerileri soykırımdan kurtardı.



"Milli Mücadele" de Enver Paşa'nın adam ettiği ordunun ve İttihatçı kadroların (yahut İttihat ve Terakki kökenli kadroların) omuzları üzerinde yükseldi. "İstiklâl Harbi"ni başlatsın diye kolordusunu Mustafa Kemal Paşa'nın emrine veren Karabekir Paşa, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Manastır şubesinin kurucularından değil miydi?



Yerimiz bitti, konuya yarın devam edelim.



Enver Paşa bizi harbe sokmasaydı biterdik!



Dün kaldığımız yeri hatırlayarak, "Enver Paşa'nın faydaları" bahsine devam edelim: "Milli Mücadele" de Enver Paşa'nın adam ettiği ordunun ve İttihatçı kadroların (yahut İttihat ve Terakki kökenli kadroların) omuzları üzerinde yükseldi. "İstiklâl Harbi"ni başlatsın diye kolordusunu Mustafa Kemal Paşa'nın emrine veren Karabekir Paşa, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Manastır şubesinin kurucularından değil miydi?



"İyi ama, Enver Paşa bizi Dünya Savaşı'na niye soktu ki? Bizi Kurtuluş Savaşı vermeye niye mecbur bıraktı? Almanların peşine takılıp Osmanlı Devleti'ni maceraya sürüklemenin ne alemi vardı?" diye soracak olursanız...



Tekrar ediyorum: Osmanlı Devleti miskin miskin çöküyordu. Ruslar, İngilizler, Fransızlar, son Osmanlı topraklarını da paylaşmak için gün sayıyorlardı. Almanların işini bitirdikten sonra Osmanlı'ya saldıracakları aşikârdı. İttihatçılar onlarla anlaşmak için az uğraşmadılar, ama olmadı. Almanlarla anlaşıp son bir gayretle felaketin önüne geçmeyi denemekten başka çareleri yoktu. İyi ki de öyle yapmışlar. İyi ki de devleti Almanya'nın yanında Cihan Harbi'ne sokmuşlar. Aksi halde Almanlar çabucak tepelenir ve fazla yıpranmayan İtilaf Devletleri Anadolu'yu rahatça zapturapt altına alırlardı.



Enver Paşa, İtilaf Devletleri'nin çarkına çomak soktu. Osmanlı'nın harbe katılması sayesinde harp iki sene uzadı; İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar fena halde yıprandı; Çanakkale destanıyla ikmal yolunu kestiğimiz Rus Çarlığı çöktü. Harpten bitap düşen Avrupa kamuoylarının "Yeter artık, barış istiyoruz!" haykırışları ve ihtilal tehditleri altında, Londra, Paris yahut Roma'nın Osmanlı/Türkiye ile uzun soluklu yeni bir harbi göze alması mümkün değildi. Harp yorgunu İngilizler, kendilerini riske atmayıp, şanslarını Yunan ordusunu kullanarak denediler; Yunan ordusu çuvallayınca da müzakere kapısını açtılar. Çar'ı deviren Bolşevikler de -Rusya'nın iç meseleleri ile ziyadesiyle meşgul oldukları için- Osmanlı/Türkiye ile anlaşma yoluna gidip, Kars ve Ardahan'ı iade ettiler. Harbe girmeseydik, Rus Çarlığı'nı Çanakkale Boğazı'na gömmeseydik, bugün Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz'de -ayrıca da Boğazlar'da- herhalde Rus bayrağı dalgalanırdı.



Hülasa: Bugün "Türkiye" dediğimiz toprakların kurtuluşunu -Rabbu'l Alemin'in inayetiyle- Enver Paşa'ya borçluyuz. "Maceracı" diyorlar ya; Türkiye'nin temeli Enver Paşa'nın "maceracılığı" ile atıldı. Enver Paşa'dan hiç hazzetmeyen Mustafa Armağan bile, biraz zorlasak, bunu kabul edebilir. Nereden mi çıkarıyorum? Bir mülakattaki şu sözlerinden çıkarıyorum:



"Anka'nın Yükseliş ve Düşüşü adlı kitabında Oral Sander de söylüyor. Anka kuşu gibi, Birinci Dünya Savaşı'nda, yeniden bir daha doğmak için intihar etti, kendisini ateşlerin içine fırlattı diyor Osmanlı Devleti için... Gerçekten de... Osmanlı ruhu... fosilce yaşayışa razı olabilir miydi?"



İntihar kelimesi hariç, üç aşağı-beş yukarı aynı şeyi söylüyorum.



***



NOT: Sarıkamış konusundaki insafsız yalanlar ve Enver Paşa'ya yöneltilen diğer suçlamalarla ilgili soruları daha evvel cevaplamıştım. Yeni Şafak'ın internet sitesindeki yazı arşivimde bulabilirsiniz. Bkz. 5-12 Mayıs 2008 tarihli yazılar.





Abdülhamit'e de selam, Enver'e de..



Yaaa, işte böyle. Pazartesi günkü yazımda Sultan Abdülhamit döneminin ilk 6 senesindeki toprak kayıplarından bahsederken "Bunların faturasını Abdülhamit Han'a çıkarmak doğru olmaz, zira Berlin Konferansı faciasıyla sonuçlanan Rus Harbi başladığında Abdülhamit Han henüz çiçeği burnunda bir padişahtı, o harbin ve neticelerinin önüne geçemezdi, Tunus ve Mısır için de bir şey yapamazdı, korkunç bir enkaz devralmıştı, toprak kayıplarının önüne geçmek için önce iktidarını iyice oturtması gerekiyordu" gibi bir şerh düşmediğim için bana acayip bozuldunuz, değil mi?



O şerhi mahsus düşmedim. Tam düşecekken kendi kendime 'Hele dur, arkadaşlara bir oyun oynayalım' dedim. "Bunların faturasını nasıl Abdülhamit Han'a kesersin? Onun nasıl bir enkaz devraldığını bilmiyor musun?" diye hesap soracağınızdan adım gibi emindim. Buna çanak tutum. "Madem öyle –ki elbette öyle- gelin böyle" deyip, şu soruları sormak için:



Abdülhamit Han enkaz devralmıştı da İttihatçılar muhkem bir kale mi devralmışlardı?



'İttihatçılar olmasaydı Balkan felaketi yaşanmazdı' demeye getiriyorsunuz; 1912'de Osmanlı Devleti'ne harp ilan eden Balkan ülkelerinden Yunanistan 1829'da bağımsızlığını kazanmış, Karadağ 1850'lerde Osmanlı'yla köprüleri atmış, Sırbistan'daki son Osmanlı kalesi 1867'de tahliye edilmiş, Bulgaristan 1878'de Osmanlı'dan fiilen kopmuş değil miydi? Yunanlar, Karadağlılar, Sırplar ve Bulgarlar emperyalist devletlerin desteğiyle Balkanlar'ı öteden beri cadı kazanı gibi kaynatmıyorlar mıydı? Osmanlı ordusunu öteden beri hırpalamıyor muydu bunlar? 1908'den sonra iktidara gelen İttihatçıların güllük gülistanlık bir Balkanlar ve zımba gibi bir ordu devraldıklarını nereden çıkarıyorsunuz? Böyle bir iddianız yoksa niye varmış gibi davranıyorsunuz?



'Felaketler zinciri Mithat Paşa ve Jöntürklerin bozguncu faaliyetleriyle başladı, 93 harbi (1877-1878) felaketinin sorumlusu onlardır, İttihatçılar da onların çocuklarıdır' diyebilirsiniz; peki, Tanzimat'ı (1839) ve Islahat'ı (1856) dayatan şartlar da mı Jöntürkler tarafından hazırlanmıştı? Bunların sorumluluğu da mı veraset yoluyla İttihatçılara geçti?



Yahu, Yeniçeri isyanlarını da mı İttihatçılara fatura edeceğiz?



* * *



Canım kardeşlerim, İttihatçıların bir ton hatası ve kusuru var, ben de onlara eleştiriler ve suçlamalar yöneltiyorum, mesela Sultan Abdülhamit'e muhalefette haddi aştıklarını düşünüyorum.. mesela "Muhalefetteyken etnik milliyetçilikleri beslemeleri yanlıştı, iktidarda bunları bastırmak adına zulme başvurmaları da yanlıştı" diyorum.. mesela Türkçülük yapan bir kısım İttihatçının mirasından yaka silkiyorum.. mesela Cemal Paşa'nın Bilad-ı Şam'da kurduğu terör rejimini öfkeyle anıyor ve yaptıklarını tasvip etmediği halde bazı dengeler adına Cemal Paşa'yı 'idare ettiği' için Enver Paşa'ya da kızıyorum... Fakat, İttihatçılara külliyen 'tu kaka' demek bana göre değil. Hele, Enver Paşa'yı bir kalemde silmek hiç bana göre değil.



Siz, "Abdülhamit'i devirenlerin önde gideni değil mi Enver Paşa? Bitti!" diye kestirip atabilirsiniz. Ben bunu yapamam. Benim için savaştığını ve cephede can verdiğini unutamam. Vefasızlık edemem Enver Paşa'ya. Devlet-i Aliye'nin üzerinde titreyen, İttihad-ı İslam bayrağını yükseltmeye çalışan ve Siyonizm'in karşısına dikilen Abdülhamit Han'a vefasızlık edemeyeceğim gibi.



Ben hem Sultan Abdülhamit'i hem de Enver Paşa'yı seviyorum. Bidayette İttihat ve Terakki Cemiyeti'ni takdir eden Sait Nursi'yi, bu cemiyete üye olan Mehmet Akif'i, bu cemiyetin genel sekreterliğini yapan Sait Halim Paşa'yı da Sultan Abdülhamit'e muhalefet etmişti diye sevmezlik etmiyorum. Onlarla Abdülhamit Han arasındaki sorunlar bu saatten sonra umurumda değil. Enver Paşa'yla Said Halim Paşa arasındaki görüş ayrılıkları da bu saatten sonra umurumda değil.



Osmanlı Devleti'nin büyük bir humma geçirdiği o devirde her biri kendince bir kurtuluş çaresi aradı, "din için, devlet için, can çekişen millet için" için kendince bir şeyler yapmaya çalıştı. Hepsi de mütedeyyin Müslüman adamlardı. Hepsi de iyi niyetli ve idealisttiler. Hatalarıyla-sevaplarıyla hepsi bizim.



Biz o devirde yaşamadığımız için aynı anda hepsini birden sahiplenme imkânına sahibiz. Ben bu imkânı değerlendiriyorum. Size de tavsiye ederim.



* * *



NOT: Nevzat Kösoğlu'nun Ötüken Neşriyat'tan çıkan "Şehit Enver Paşa" adlı kitabını okuyun, tekrar konuşalım. (Ötüken: (0212) 2510350 – (0312) 4319649





Kemalizm'le hiç alâkası yok



Enver Paşa hakkındaki yazılarıma itirazlar gelmeye devam ediyor, ama tartışmayı uzatmaya niyetim yok.



Ne yapmaya çalıştığımı anlayan anladı.



"Enver Paşa olmasaydı..." gibi ifadelerdeki 'ironi'yi de anlayan anladı.



Konuyu şimdilik kapatıyorum.



Yalnız, kapatmadan evvel büyük bir yanlış anlamanın önüne geçmem gerekiyor:



"Enver Paşa Bizi Cihan Harbi'ne Sokmasaydı Biterdik!" başlıklı yazımda geçen "Maceracı diyorlar ya; Türkiye'nin temeli Enver Paşa'nın 'maceracılığı' ile atıldı" cümlesine ve yazının sonundaki alıntıda geçen "(Osmanlı Devleti) Anka kuşu gibi, Birinci Dünya Savaşı'nda, yeniden bir daha doğmak için intihar etti, kendisini ateşlerin içine fırlattı" sözüne dikkat çekerek, "Hakan Albayrak, Kemalist cumhuriyetin temelini Enver Paşa'nın attığını, Osmanlı'nın Kemalist bir cumhuriyet olarak yeniden doğduğunu ileri sürüyor" diyen arkadaşlar var.



Meramımı iyi anlatamadığımı kabul ediyorum; ama, söz konusu yazıda Enver Paşa'nın "maceracılığı" ile ilgili cümleden önce geçen "Bugün 'Türkiye' dediğimiz toprakların kurtuluşunu –Allah'ın inayetiyle- Enver Paşa'ya borçluyuz" cümlesine ve bu cümleden önce anlatılanlara biraz daha dikkatlice bakıldığında, meramım herhalde anlaşılacaktır.



Topraklardan bahsettim orada, rejimden değil...



'Coğrafi birim olarak Türkiye'yi kastettim...



'Bugün bu toprakların bir kısmı Ruslarda, Bulgarlarda, şunlarda, bunlarda olabilirdi' demek istedim...



Ve Enver Paşa'nın ağızlara sakız olmuş "maceracılığı"nın 'yeniden doğmak için Anka kuşu gibi kendini ateşe atmak' gibi görülmesi gerektiğini anlatmaya çalıştım...



Bunların Kemalizm'le, Kemalist cumhuriyetçilikle hiç alâkası yok.



"Hakan Albayrak, İsmet Özel'e mi özenmiş?" diye soran arkadaşlara da bu vesileyle cevap vereyim; İsmet Özel'in "Misak-ı Milli" hassasiyetiyle de alâkası yok bunların.



Özelde Kayseri'ye ve genelde Türkiye coğrafyasına elbette memleketim diyorum; ama daha genelde bütün İslam coğrafyasına "ülkemiz" dediğimi ve Müslümanları bölen suni sınırları lanetlediğimi beni tanıyan herkes bilir.



Her yazıda her şeyi silbaştan tekrar etmem mümkün değil; her bir yazımın, tekzip etmediğim / sahiplenmeye devam ettiğim diğer bütün yazılarımla birlikte düşünülmesini istirham ederim.



Öyle yapıldığında, "Osmanlı yeniden bir daha doğmak için intihar etti, kendisini ateşlerin içine fırlattı" sözünü zikrederken, "Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı'nın yeniden doğuşudur" gibi saçma sapan bir sonuca varmaya çalışmadığım da takdir edilecektir.



Enver Paşa'nın "yeniden doğmak"tan ne anladığını, 1920'li yılların başında Berlin'de neşredilmesine önayak olduğu Liva-yı İslam dergisinin sayfalarında açıkça görüyoruz: İslam Birliği'nin yeni şartlarda yeni bir şekilde kurulması... Ama, öncelikle, bu davayı omuzlayacak ve emperyalizmin ağındaki İslam dünyasına siyasi istinatgâh teşkil edecek bir 'kurtarılmış bölge'nin kurulması...



Türkiye şimdiye kadar böyle bir 'kurtarılmış bölge' olmadı, ama ileride olacak inşaallah.



Olmaya başladı bile.



Yukarıda 'Coğrafi birim olarak Türkiye' dedim, bir de 'Kemalizm meselesine rağmen İslam dünyasının birleştirici lider tasavvuru olarak Türkiye' var; Enver Paşa'nın hayal ettiği "yeniden doğuş" için gerekli potansiyel...



Bu potansiyel nihayet harekete geçiriliyor.

Ziyaret -> Toplam : 125,26 M - Bugn : 18149

ulkucudunya@ulkucudunya.com