Tarih önünde Türk'ün görevi / Mustafa Özcan
01 Ocak 1970
Seçilmiş milletler tarih yazar. Düzen kurar. Hazret-i Davud ve Hazret-i Süleyman aleyhisselam dönemlerinde Yahudiler, 'Tikkun Olam' yani dünya düzenini kurmak için seçilmiş bir milletti. Daha sonra Kur'an buyruğunun da ifade ettiği gibi seçilmiş millet olma vasfı Hıristiyanlık içinde gizlenmiştir. Bu görevi deruhte edenler Hıristiyanlar arasından çıkmıştır. Hıristiyanların seçilmişliği ise İslam'ın gelişiyle sınırlanmıştır. Zira, İslamiyet döneminin en doğru misyonunu temsil etmektedir. Dolayısıyla Yahudilerin seçilmişlikleri bir dönem için geçerlidir. Tarih de bunun şahididir. Lakin Yahudiler sıfat değil isme takmışlar ve bunu takıntı haline getirmişlerdir. Seçilmiş oldukları dönem, Allah'ın ipine sıkı sıkıya bağlı bulundukları dönemdir. Ardından, Kur'an ifadesiyle Hıristiyanlar Allah'ın lütfuyla pagan topluluklara karşı üstünlük kurmuşlardır. Teslisle şaibeye düşen Hıristiyanlık ise son vahyin gelişiyle birlikte terk-i mevkii etmiş ve yerini İslamiyete devretmiştir.
Bununla birlikte Aydınlanma döneminde Batı din dışı bir yükselişe ve tasalluta sahne olmuş ve milletleri esareti altına almıştır. Bu dönemde beyaz adamın yükü (white men's burden) adıyla bir görev tanımı yapılmış ve misyon ihdas edilmiştir. Bu görev geri kalmış milletlerin medenileştirilmesidir. Hıristiyanlaştırma yerine medenileştirme tabiri kullanılmıştır. Bu medenileştirme özünde paganist unsurlar barındırmakta ve taşımaktadır. Bundan dolayı Hıristiyan medeniyeti değil Batı medeniyeti olarak adlandırılmıştır. Batı, aydınlanma felsefesi ile din dışına taşmıştır. İslam toplulukları ise Batılılaşma ile bir nevi paganizm ve Hıristiyanlık kırmasının parantezine düşmüşlerdir. Halbuki, geçmiş dönemlerde Şark, Batı'nın kuyruğu değil rakibi idi.
Bir zamanlar nasıl ki Yahudiler, Allah misyonunun sahipleri ve bu anlamda seçilmiş millet idiyseler daha sonra onların yerini Hıristiyanlaşan beyaz adam almıştır. İslam'da ise beyaz adamın yerini İslamiyetin ilk asabiyesi olan Araplar almıştır ve Araplar seçilmiş millet olmuşlar ve insanlığa rehberlik ve üstatlık yapmışlardır. Onların yerini bilahare Türkler almıştır. Maide suresi, ayet 54, bazı müfessirlere göre Türklere işaret etmektedir: "Ey İman edenler! İçinizden kim dininden dönerse, şunu bilsin, Allah onun yerine öyle bir kavim getirecek ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler, müminlere karşı yumuşak gönüllü, kafirlere karşı onurlu ve başları yukarıdadır; Allah yolunda mücadele ederler, dil uzatanın kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah'ın ihsanıdır, o'nu dilediği kimseye verirler. Allah'ın ihsanı geniştir, her şeyi bilendir." Bir dönem İzmirli Mesih Sebatay Sevi'nin terbiyesini üstlenen XVII. Asrın büyük Türk alimlerinden Vani Mehmet Efendi, Beyazıd Kütüphanesi 67 numarada kayıtlı Arais'ül Kur'an isimli tefsirinde bu ayette Arapların yerine getirileceğinden bahsedilen kavmi şöyle tasvir ve tespit ediyor : "Allah-u Teala'nın avnü inayetiyle hüsn-ü tevfikine istinaden biz deriz ki, bu kavm Arap kavmine muayenet-i tamme ile mugayir bulunun Türk kavmidir (Kur'an Gölgesinde ve Tarih Önünde Türk, Mehmet Doğan, Türk Kültür Yayını, S: 85). "Tarihin sayfaları ve yaprakları buna şahittir. İran Devrimi'nden sonra Raşid Gannuşi, Fars kavminin bu göreve muhatap olabileceğini söylemişse de İran'ın dikotomik yapısı buna müsaade etmemektedir. Osmanlılar ve öncesinde Selçuklular dönemlerinde Türkler nizam-ı alemin kurucusu ve icracısı olmuşlardır. Ve dünya barışı bir dönem Osmanlı barışı olarak anılmıştır.
Fuad Carım 1965'te yayınlanan Tarih'in Türk'e yüklediği Çetin Görev adlı eserinde beyaz adamın yükü veya misyonuna paralel olarak tarihin Türk'e iki görev yüklediği yazmaktadır. Bu görev, Müslümanlığı ve Müslümanları koruma ve kollama görevidir. Türkler bu görevi üstlendikçe i'tila ve yükseliş halindedir. Bu görevi terk ettiklerinde ise zillete düçar olurlar. Hazreti Ömer'in bir zamanlar Araplar için söylediği bugün de Türkler için geçerlidir. İza zelle'l Arab zelle'l İslam demiştir. Yani Araplar zillete düştüğünde İslam sahipsiz kalarak zillete düşer. Dolayısıyla İslam'ın da seçilmiş milleti değil milletleri vardır. Bu itibarla, İslam'ın seçilmiş millet anlayışı Yahudilikteki gibi statik yani donuk değil, dinamiktir. Bu kâh Araplar suretiyle tezahür ve tecelli eder kâh Türkler suretiyle tezahür eder. Ve şartlarını yerine getiren İslam'ın seçilmiş milleti olur. Fuad Carım'ın deyimiyle bu şart Allah'ı sevmekten maada İslamiyeti muhafaza etmek ve Müslümanları da koruyup kollama görevidir. Bu görevi yerine getiren bihakkın İslam'ın seçilmiş milleti olur. Dolayısıyla, Türk'ün misyonunu ve görevini öğrenmek isteyen tarih aynasına baksın. Tarih şahittir ki, Hazret-i Davud dönemindeki Tikkun Olam'ın ve bilahare nizam-ı alemin varisleri biziz. Yeniden yükselmek isteyen bu mirasa dört elle sarılır.