30 yıl önce de “evet” demişlerdi / Ruşen Çakır
01 Ocak 1970
TÜRKİYE’NİN hafızasız olduğu söylenir sık sık. Doğru bir tespit olduğunu sanmıyorum. Zaten bir ülkeyi oluşturtan tüm vatandaşların herşeyi hatırlaması ne mümkün, ne de gereklidir. Ama bir ülkenin aydınları, kanaat önderleri, o ülkenin tarihini bilmek ve gerektiğinde topluma bunu hatırlatmakla mükelleftirler. Eğer bilmiyorlarsa, hatta bilmek gerektiğini bile düşünmüyorlarsa bulundukları yerin hakkını vermiyorlar demektir. Bir de tabii bilip de gerektiği zaman bunu kamuoyuna aktarmayanlar varÖ Ben onlardan değilim, daha doğrusu olmamaya çalışıyorum. Tarihin, tarihi gerçeklerin şu ya da bu nedenle üstlerinin örtülebileceğine, örtülmesiyle hiçbir şey olmayacağına kesinlikle inanmıyorum.
Bu girişi neden yaptım? “12 Eylül’ün hesabını vermeyenler 12 Eylül’den hesap sorabilir mi?” başlıklı bir yazıyla Fethullah Gülen’in ve cemaatinin ne 12 Eylül askeri rejimine ve darbecilerin hazırladığı anayasaya karşı çıkmadıklarını ve aradan geçen 30 yıl boyunca aleni bir şekilde bu konuda bir özeleştiri de yapmadıklarını hatırlatıp günümüzde referandumda “evet” verilmesi için cansiperane mücadele ediyor olmalarındaki çelişkinin altını çizmiştim. Bu yazımın ardından F. Gülen’in www.herkul.org sitesinde bir mülakatı yayınlandı. Gülen belki de hayatında ilk kez bir seçim/halk oylaması öncesi tercihini açık bir şekilde dile getiriyor, “mezardaki ölülerin bile” evet oyu vermeleri için kaldırılmalarını istiyordu. Fakat aynı mülakatta, zamanında 12 Eylül rejimine neden boyun eğmiş, 1982 Anayasası’na neden destek vermiş olduğunu açıklama ihtiyacı hissetmemişti.
Devlet babadır
Gülen’in ardından bir başka Nurcu kökenli cemaat lideri, Erzurumlu Mehmet Kırkıncı da, Zaman Gazetesi’nin dünkü haberine göre “Evet demenin insani, İslami ve vicdani bir borç” olduğunu vurgulamış. Kırkıncı’yı tanımayanlar için bu sözlerin özel bir anlamı olmayabilir, ama onun İslami kesimde 12 Eylül askeri rejimiyle işbirliği yapmanın simge ismi olduğunu bilenler için durum farklı.
Kırkıncı ile 1997 yılında İstanbul’da sohbet etme imkanı bulmuştum. Kendisine “ 12 Eylül sizi gözaltına aldı. Ama siz Nurcular içinde 12 Eylül’e sahip çıkmanın başını çektinizÖ” dediğimde şöyle konuşmuştu:
“Socrates’a devlet zulmetmiş, ertesi sabah zehirlenecek; gelmişler onu kaçırmaya mışıl mışıl uyuyor. Uyandırmışlar, hadi seni kaçıracağız demişler, olmaz demiş, ‘ben devlete karşı koymam.’ ‘Benim kıymetim, suçsuz olmama rağmen devlete itaat etmemdedir. Devlet babadır, zulmeder ama biz ona itaat etmeye mükellefiz.’ Üstad (Said Nursi) da hapislerde yattı, sürgünlere yollandı, ama öyle bir zat ki içinde kin, düşmanlık hiçbir şey yoktu devlete karşı.”
Kırkıncı, Nurcu hareketin ana gövdesi olan Yeni Asya cemaatinden kopmasını da basit bir şekilde “12 Eylül yüzünden ayrıldık yani” diye açıklamış ve şöyle devam etmişti: “Anarşi had safhaya varmıştı ve siyasetçiler bu işin önünü alamıyordu. Askerler bunun için var. Yara neşter vurdular.”
Yeni Asyacıların kafası karışık
Daha önce de yazdım: Gülen, Kırkıncı gibi Nurcu kökenli birçok isim 12 Eylül cuntacılarıyla doğrudan ya da dolaylı iyi ilişkiler geliştiriken Yeni Asyacılar askeri rejime ve onun anayasasına alenen karşı çıkmış ve epey bedel ödemişlerdi. Gülen ve Kırkıncı’nın 30 yıl sonra, hiçbir şey olmamış gibi pozisyon değiştirmeleri üzerine “peki Yeni Asyacılar referandumda ne yapacak?” sorusu karşımıza çıkıyor.
Bunun cevabını alabilmek için Yeni Asya Gazetesi sahibi Mehmet Kutlular’ı aradım. Bana 21 Ağustos’ta yapacakları bir toplantıda cemaatin eğilimin belirleyeceklerini söyledi. Yeni Asyacılar arasında farklı görüşler ve yoğun bir tartışma olduğu anlaşılıyor. Kutlular’ınsa paketi samimi bulmadığı ve “hayır” çizgisine yakın olduğu izlenimi edindim. Yeni Asyacılar “herkes istediği gibi davransın” şeklinde bir karar alırlarsa şaşırmamak gerek.