« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

22 Ağu

2010

Melamilik: Abdülkadir Gölpınarlı / Adem ARIKAN

01 Ocak 1970

Abdülbaki Gölpınarlı’nın ailesi Azerbaycan’da Gence’nin Gölbulağ köyüne mensuptur. Soyadı da bu köye nisbetle ve telaffuz kolaylığı için değiştirerek alınmıştır. Ailesi önce Bursa’ya, oradan da İstanbul’a göç etmiştir. Babası Ahmet Âgâh Efendi “Tercümân-ı Hakikat” gazetesinde çalışmaktaydı. Annesi Aliye Şöhret hanım da Kafkas göçmeni bir ailedendir.



Abdulbaki Gölpınarlı, 1317 (12 Ocak 1900) tarihinde Sultanahmet civarında Dizdariye’de Kâtip Sinan Mahallesi’ndeki evlerinde doğdu. Kendisine Mustafa İzzet adı verilmişti. Ancak daha önceki çocukları ölmüş olan aile, onu Abdülbâkî diye çağırmaktaydı. İlk öğrenimini Babıâili yokuşundaki Yusuf Efendi Mektebi’nde, orta öğremini Menbaulirfan İdadisi’nde bitirdi. Lise tahsili için Gelenbevi İdadisi’ne başladı. Ancak son sınıftayken, 1915 yılında, babasının vefatı sebebiyle, burakmak zorunda kaldı. Menbaulirfan’da Türkçe ve tahrir dersleri verdi. Vezneciler’de açtığı dükkânda kırtasiye ve kitapçılık ile uğraştı, fakat işi yürütemedi. Mütareke yıllarında annesiyle Çorum’un Alaca ilçesinde başmuavin ve başmuallimlik yaptı. 1923’te İstanbul’a döndü. Edebiyat Fakültesi’ne girmek istidi ancak önce yarım kalan lise eğitimini tamamlaması gerekti. Yüksek Muallim Mektebi’ni bitirdi. İstanbul’da Pertevniyal Lisesi yakınındaki Mahmudiye İlkokulu’na öğretmen olarak atandı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni 1930 yılında bitirdi.



Konya Lisesi’ne edebiyat öğretmeni olarak atandı. Sırasıyla Kayseri, Kastamonu ve Balkesir’de de öğretmenlik yaptı. 1937 yılında Yunus Emre; Hayatı adlı teziyle doktora imtihanını vererek Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne doçent olarak tayin oldu.[2] “Türk Edebiyat Tarihi” ve “Metin Şerhi” derslerini okuttu. 1940’ta rahatsızlığı nedeniyle İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne tayin oldu ve “Türk Tasavvuf Tarihi ve Edebiyatı” dersleri verdi. 1945 yılında “İleri Gençler Birliği” adında bir dernek ile ilişkili olarak, komünist faaliyetlerde bulunmak ithamıyla yargılandı ve beraat etti. 1949 yılında kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. 25 Nisan 1982’de kısa süreli bir hastalıktan sonra vefat etti. Üsküdar Seyidahmet deresinde ki Şii mezarlığına defnedildi. Gölpınarlı, Mevlevilik gibi, Bektaşilik gibi apayrı tarikatlerin dervişi olmuştu. Hatta bir zamanlar Atheisme’e saptığını bile söylerdi.[3]



Mevlevî muhibbi olan babasıyla birlikte, küçük yaşlardan itibaren, tasavvufun maddî ve manevî havasıyla yetişmişti. On altı yaşlarında Bektaşiliğe de intisab etmiş, ancak kısa sürmüştü. Aynı zamanda bir Şîî idi[4] ve bu inancını ömrünün sonuna kadar muhafaza etmişti. Şiî usulünce namaz kılar, secdede başını Necef taşına koyardı. Yaradılış itibariyle sert mizaçlıydı, çabuk kızar, düşündüğünü söylemekten çekinmezdi.Gölpınarlı’nın 100’den fazla kitabı ve 400’e ulaşan makalesi vardır. Yunus Emre ve Mevlana/Mevlevilik hakkında yaptığı çalışmaları yanı sıra, çok sayıda klasik eserin yayınını gerçekleştirmiş, tercümeler yapmıştır. Onun Şiîliğe dair de çok sayıda telif, tercüme eserleri vardır. Yaptığı Kuran tercümesinde de Şiî kabullere göre mealler yapmış ve tenkidlere maruz kalmıştır. Onun bu türlü çalışmalarının İran tarafından ilgi görüp yayınlanması da dikkat çekmektedir. Gölpınarlı’nın ilk ilmî çalışması, 1931 yılında yayımlanan Melâmîlik ve Melâmîler adlı eseri,[5] mezuniyet teziydi.[6]



Hikmet İlaydın’ın aktardığına göre Gölpınarlı, Melâmîlik ve Melâmîler adlı kitabıyla ilgili “bu mevzû, kapanmıştır; artık bir daha ele alınmasına luzum kalmamıştır” diyebiliyordu.[7] Halbuki bizzat kendisi, “çok noksan olan bu eseri, yeni ve esaslı vesikalara dayanarak” yeniden yayınlamaktan söz etmiş,[8] bu kitabının “bir doktora tezi mahiyetinde olduğunu; sonradan yeni bilgiler bulduğunu; yapmayı tasarladığı yeni neşrinde bunları ilave edeceğini” ifade etmiş, ancak bu arzusunu yerine getirememiştir.[9] Yine bizzat kendisi, başka eserlerinde bu kitabında verdiği bazı bilgileri değiştirmiş/düzeltmiştir.[10] Gölpınarlı’nın bu hacimli araştırması, 1931 yılında basılmış, M. Fuad Köprülü, eseri değerlendiren bir önsöz yazmış ve Gölpınarlı eseri onun adına ithaf etmiştir. 1992 tıpkı basımında bu ithafı Gölpınarlı’nın “kaziye-i mensûha” diye bir kayıt düşerek iptal ettiği görülmektedir.[11]



Gölpınarlı’dan Köprülü hakkında “hepimizi senelerce kullandı.” “Ne isterse yapmaya mecburduk” gibi ifadeleri ile anlattıkları[12] aralarındaki ilişkinin, aslında nasıl ve hangi şartlar altında olduğunu ortaya koymaktadır.Köprülü, yazdığı takrizde “kıymetli talebem Abdülbâkî Bey’in bugün ilim âlemine takdim ederken haklı bir iftihar duyduğum bu mühim eseri” demekte ve eserin içeriğini tanıtıp değerini takdir etmektedir: Kitapta ilk Melâmetiyye[13] hakkında verilen malûmat daha ziyade bir giriş mahiyetindedir. Abdülbâkî Bey, daha çok ikinci ve üçüncü devirler Melâmiliği üzerine yoğunlaşması hususundaki hocası Köprülü’nün tavsiyesini tamamıyla nazar-ı itibara almıştır. O, genellikle bilinen kaynaklardan başka, o döneme kadar ilim âlemince isimleri bile bilinmeyen birçok yazma kaynakları da bin müşkilat ile arayıp bulmuş ve onlardan büyük bir dikkat ve itina ile istifade ederek, yanlız tasavvuf tarihinin değil, Türk edebiyat tarihini de alakadar eden birçok güzel monagrafiyi meydana getirmiştir.[14]



Genellikle Melâmet hareketinin tarihsel gelişimi üç kategoride ele alınmış ve yapılan bu tasnif genel kabul görmüştür: (1) Melâmiyye-i Kassâriyye, Hamdûn Kassâr’ın (ö. 271/884) öncülüğünü yaptığı ilk devre melâmileri; (2) Melâmiyye-i Bayramiyye, orta devre melâmileri, Ömer Sikkînî’nin (ö. 880/1475) önderliğinde kurulmuş olup, bu harekete Bayramiyye Melâmiliği adı verilmiştir; (3) Melâmiyye-i Nûriyye veya son devre Melamileri, Seyyid Muhammed Nuru’l-Arabî’ye (ö. 1304/1887) nisbet edilen dönemdir.[15]



Gölpınarlı, bu devreleri ele alırken, önce temsilcilerin hayatları hakkında tasavvuf tabakât/menâkıb kitaplarında yer alan bilgileri aktarmakta, bölüm sonunda tarihçesinden bahsetmektedir. Ilk dönem melâmiliğinin öncüsü Hamdûn Kassâr kabul edilmektedir. Ancak Gölpınarlı’ya göre Melâmilik, bir sülük hali ve bir irfan neş’esinden ibaret olarak, Hamdûn’dan önce de vardır. Ancak melâmetiliği bir meslek halinde Nişabur’da neşreden Hamdun Kassâr’dır (s. 4). Hamdun Kassâr’ın tarikat silsilesi, Hz. Ebû Bekir ile başlayan zincirle Hz. Peygamber’e ulaşmaktadır (s. 10). Melâmet, Türkmenler arasında da yayılmıştır (s. 8). Üçüncü (h.) asrın başlarında yayılmış olan melâmet, gittikçe genişleyerek, beşinci asırda Horasan ve bütün Türkistan’da çok sayıda müntesipleri ve şeyhleri olan bir meslek haline gelmişti. Neş’esi birçok tarikatta yer edinmiş ve ayrıca Kübreviyye ve onun vasıtasıyla Mevlevilik gibi büyük bir tarikat meydana getirmişti.



Melâmilik, Abdallık, Kalenderilik gibi birçok Bâtınî mezhep ve mesleklerin ortaya çıkmalarında da etkin olmuştu. Bâtınî meslekler erbabı, bu çokça meşhur ve yaygın olan mesleğin kisvesine bürünmüşlerdi (s.14-5). Melâmilik, beşinci asırdan sonra büsbütün Bâtınîleşmiş ve sekizinci asra kadar bu hal, günden güne artarak devam etmiştir. Bazı müellifler, gerçek melâmetin onlardan farklılığını ortaya koymaya özellikle çalışmışlardır (s. 16).Kitabın konusu olan Melâmilik hakkında, öncelikle genel bir fikir edinmek için Sofiyenin melâmiler hakkındaki telakkilerinin aktarıldığı bölüm (s. 17) ile Melâmiliğe ve tarihçesine umumî bir nazar bölümünde (s. 22) aktarılan bilgiler ilk önce gözden geçirilmesi daha doğru olacaktır. Sülemî’ye atıfla yapılan tarife[16] göre Melâmetiyye, yalnız ahvâlde sıtkı, muâmelâtta edebi gözeten ve bu suretle tasavvufu hüsnü ahlaktan ibaret bilen fikir erbabı olmakla beraber vahdet neş’esine mâlik irfan erbâbı idi (s. 24). Melâmîliğe girmek için belirli bir zaman ve mekan olmadığı gibi muayyen bir âdab ve merasim de yoktur. Melâmîlikte zikir ve evrad yoktur. Ayrıca Melamîler, keşf-u kerâmete karşıdırlar. Melâmî/ Hamzavîler, on iki imamı tasdik eder, Şiîliğe meylederler. Melâmilikte çile, riyazat gibi şeylerle dünyayı terk etmek yoktur.



Müntesipleri arasında oldukça büyük miktarda servet sahibi olanları vardır. Diğer tarikatlerde olduğu gibi Melâmî/Hamzavîler de de “Gavs” denilen bir lidere bağlılık söz konusuydu. Şiiliği benimseyip on ikinci imamın hayatta olduğunu kabul ettikleri düşünüldüğünde de “Gavs”ı imamın temsilcisi olarak kabul ettikleri varsayılabilir. Melâmî/Hamzavîler, şer’î hükümleri dikkate almamamakla itham edilmiş olamalarına karşı, kaynaklardaki örneklerden de anlaşılaşılacağı gibi şerî emirleri uygulamışlardır (s.192-204). Melâmilikte avamı bağlayan ayin, zikir gibi şeyler bulunmadığından büyük şehirlerde yaygınlamış, kasaba ve köylerde pek de mentesibi olmamamıştır (s. 206).İkinci devre melâmiliğinin içinden çıktığı Hacı Bayram’ın tarikat silsilesi, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali olmak üzere iki ayrı silsilesi vardır. Gölpınarlı üçüncü bir silsile ile Safevî tarikatıyla irtibatına dikkat çekmektedir (s. 34-9). Hacı Bayram’ın vefatından sonra yerine geçtiğine dair menkabe türü rivayetler bulunan (s. 41) Ömer-i Sikkinî, ikinci devre Melâmiliğinin lideri sayılmaktadır. Onun yolunda giden Oğlan Şeyh İsmail Maşukî, şeyhulislamın fetvasıyla 935/1529 yılında, on iki müridiyle birlikte idam edilmişti ( s. 48). Yine bu devir Melâmilerinden Sârbân Ahmed (ö. 952/1545) Şiîliğe meyli olan biridir (s. 59). Bosnalı Şeyh Hamza Bâlî de Oğlan Şeyh gibi idamına fetva verilmiş, 969/1562 yılında kendisi intihar etmiştir. Şeyh Hamza’dan sonra Melâmi ifadesi yerine Hamzevî isimlendirmesi kullanılır olmuştur (s. 72, 74). Oğlan şeyh İbrahim Efendi’de (ö. 1065/1655) ise hem tenâsühü kabul ile itham edilmesine sebep olacak fikirler (s. 95), hem de Şiîliğe meyil vardır. Gölpınarlı’ya göre bütün Melâmiler’de Şîîliğe temayül vardır (s. 98).



Melâmî reisi Beşir Ağa da ziyaretçilerinin çokluğu ve Bektâşi ve Hurûfî çevreler ile ilişkileriyle dikkat çekmiş, kıskanılır olmuş ve 1073/1655 yılında buğdurularak öldürülmüştür. Onunla birlikte doksan kadar Melâmînin de idam edilmesiyle Melâmiler uzun süre kendilerini gizlemek zorunda kalmışlardır (s. 158-9). Anadolu’ya Sofilik en çok İran, Türkistan ve bilhassa Horasan’dan gelmiştir. Halk arasında yaygın olan “Horasan erenleri” terkibi hatırlanmalıdır. Horasan’ın yoğun Melâmetîler ülkesi olduğu ve Ehl-i Melâmetin (h.) beşinci ve altıncı asırlarda Bâtınîleşmiş bir kütle halinde olduğu da akıldan çıkarılmamalıdır (s. 168).Gölpınarlı önce anlattığı devre melâmiliğinin temsilcileri hakkında bulduğu bütün bilgileri vermekte, daha sonra ilgili konunun tarihçesini vermektedir.



Bayramî Melâmiliği için de aynısını yapmış, temsilcileri hakkında bilgiler verdikten sonra zuhuru ve tarihçesini ele almıştır (s. 170). Bayramiyye/Hamzamiyye Melâmiliğinin en son temsilcisi olarak konu edilen Seyyit Abdülkâdir-i Belhî Hz. Hüseyin’e uzanan bir neseb zinciri vardır. 1341/1923 yılında vefat etmiştir (s. 181-2). Üçüncü devre Melâmilerinin pir ve mürşidi olan Seyyid Muhammed Nur’u-l-Arabî’nin nesebi de Hz. Hüseyin’e uzanmaktadır (s. 231). 1228/1813 yılında Kahire’ye bağlı bir kasabada doğan Seyyid Muhammed, kendisinin de bizzat yazdığı hayat hikayesinden anlaşılmaktadır ki birçok tarikata girmişti. Sonraki yıllarda Melâmetiliğin yaygın olduğu çoğrafyalara seyahat etmiş birçok müntesibi olmuştu. İstanbul’a yaptığı ziyaretler ile değişik tasavvuf ekollerinin ileri gelenleri ona bağlanmıştı. Ancak dönemin Hamzaviler’inin temsilcisi olan Seyyid Abdülkadir Efendi, Melâmetin esaslarını oldukça tahrif eden bu yeni pîre bîat etmemiş ve Hamzavîliğin bağımsız olarak devamını sağlamıştı (s. 239). Seyyid Muhammed Nur’u-l-Arabî, 1305/1888 yılında Istırumça’da vefat etmişti (s. 240). Gölpınarlı, onun çeşitli konulardaki görüşlerini detaylı bir şekilde ele almaktadır.



Onun Hz. Ali ile ilgili görüşlerine yer verip Şiiliğe meylinden bahsetmekte ve hatta Ali Allahîler’e de meyli olduğunu ve Hz. Ali’nin hayatta olduğunu Kabul ettiğini kaydetmektedir (s. 276). Son devre Melâmîliği olan Nûriyye Melâmiliğinin yayıldığı bölgeler, tekkeleri ve halifeleri hakkında bilgi veren Gölpınarlı, 1931’de basılan eserinde 1930 yılında vefat eden Hacı Cemal Bey’den bile hasetmiş olmakla kendi dönemine kadar Melâmiler hakkında bilgi vermiştir (299-337). Daha önceki bölümlerde olduğu gibi son bölümün devamına da, sonradan elde ettiği yeni bilgileri “ilave” olarak kaydetmektedir. Gölpınarlı’nın bu eseri, henüz çok genç yaşta, böyle bir eseri meydana getirdiği için hayranlık uyandırmaktadır. Yazık ki yazarın, sonraki elli yılı aşan birikimini de yansıtan yeni baskılarından mahrumuz. Gölpınarlı’nın konuya ilgisinin devam ettiği malumdur. Bizzat müellif, noksanlıklardan ve yeni bilgilerle, tekrar yayınlanma gereğinden bahsetmiştir. Böyle geniş bir konuda, bu kadar yoğun bilgiler içeren bu eser, özellikle konuların tertibi bakımından yeniden düzenlenebilse ve kitabın yazıldığı tarihten sonra ortaya çıkmış yeni kaynaklar ve teknik imkânlar da değerlendirilerek yayınlanabilseydi, çok farklı bir eserle karşılaşabilirdik. Gölpınarlı’nın bu kitabı, uzun zaman, alanıyla ilgili en geniş bilgileri veren kaynak olarak kalmıştır. Artık Melâmîlik/Melâmetilik hakkında yeni çalışmalarda yapılmaktadır. Ancak bu çalışmaların, konuyla ilgili ne gibi katkıları olduğu, erbabınca tesbit ve takdir edilmelidir.



--------------------------------------------------------------------------------



[1] ademarikan@yahoo.comBu e-Posta adresi istek dışı postalardan korunmaktadır, görüntülüyebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir



[2] Öğrencisi Ali Alparslan, bir yerde (Abdülbaki Gölpınarlı, Ankara : Kültür Bakanlığı, 1996, 5) Yunus Emre – Hayatı teziyle doktora imtihanını verdiğini”, diğer bir yerde ise “bu çalışmanın kendisinin doçentlik çalışması olduğunu söylerdi” (s. 12, 21) diye yazmaktadır.



[3] Konya Lisesi’nden öğrencisi Hikmet İlaydın’dan alıntı (Alparslan, 155).



[4] Onun mezhep anlayışı hakkında bir yüksek lisan çalışması vardır. Adil Çifci, Abdülbaki Gölpınarlı'nın hayatı, eserleri ve mezhep anlayışı, (yüksek lisans tezi), Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı, Sivas 2003.



[5] (İstanbul; Devlet Marbaası, 1931 baskısından tıpkı basım) İstanbul; Gri Yayın 1992.



[6] Ömer Faruk Akün, “Gölpınarlı, Abdülbaki”, DİA, XIV, 146-9.



[7] Alparslan, 152.



[8] (Mevlena’dan Sonra Mevlevilik, 2. bs., İstanbul, 1983, 307’ye atıfla) Bardakçı’nın takdimi, I.



[9] Alparslan, 18. Server Tanilli de Melâmîlik ve Melâmîler için doktora, Yunus Emre ; Hayatı için ise doçentlik tezi ifadelerini kullanıyor. Alparslan, 161.



[10] Bazı örnekler için bkz. Bardakçı’nın takdimi, IV.



[11] Akün, 147.



[12] Detaylar için bkz. Murat Bardakçı’nın tıpkı basım için yazdığı takdim, III.



[13] İlk dönem Melâmileri hakkında daha detaylı bilgi için bkz. Bolat, Melametilik, 77-169.



[14] Melâmîlik ve Melâmîler (Köprülü’nün takdimi) ve Alparslan, 19-20.



[15] Melâmîlik ve Melâmîler, 26, 31, 229; Ali Bolat, Bir tasavvuf okulu olarak Melametilik, İstanbul : İnsan Yayınları, 2003, 14, 19.



[16] Bardakçı’nın tıpkı basım için yazdığı takdimde, Melâmilik’ten bahsederken verirken Gölpınarlı’nın başka eserlerinden alıntı yapması ilgi çekicidir. s. V.

Ziyaret -> Toplam : 125,23 M - Bugn : 120490

ulkucudunya@ulkucudunya.com