Hanefi Avcı / Gürkan ZENGİN
01 Ocak 1970
Bazı adamlar, bazı isimler vardır, onların üzerine çamur yapışmaz. Ne yapsanız, ne etseniz o isimleri yıpratamazsınız.
Bizim tanıdığımız Hanefi Avcı öyle bir adamdır. İşini iyi yapan, devlet aidiyeti kuvvetli ama bundan önce devlet telakkisi sağlam bürokratlardan biridir.
Hanefi Avcı, aynı zamanda meşruiyetçi çizginin devletteki temsilcilerindendir.
Hanefi Avcı birşey söylüyorsa onu dinleyeceksiniz. Beni şu göreve getirmediler, bu terfiyi vermediler diye oturup 600 sayfa kitap yazıp kin kusacak bir adam değildir.
Avcı gibi polisler sistemde pek sevilmez, kıyıya köşeye atılır. Ama siyasi iktidarlar, ara ara da olsa, işinin hakkını veren, temiz kalmış, namuslu polislere ihtiyaç duyar. Hanefi Avcı gibi adamlar, o dönemlerde hatırlanır, aranır bulunur ve aktif görevlere getirilir.
Hırsızlıkların, yolsuzlukların siyasi iktidarı sarıp sarmalamaya başladığı zamanlarda ise o adamlar etrafta pek istenmez. Kızak görevdedir.
Bakın Avcı’nın hangi dönemlerde pasif; hangi dönemlerde aktif görevlerde olduğuna, ne dediğimizi anlayacaksınız.
Hanefi Avcı’nın her dediği doğrudur denilemez. Ama Avcı oturup böyle bir kitap yazmış, devletin bilgilerinin, arşivinin devletin dışındaki bazı grupların, cemaatin veya cemaatlerin eline geçmiş olduğunu söylemişse bunu ciddiye almak zorundasınız.
Dahası Hanefi Avcı, bu görüşlerini ‘Eskişehir Emniyet Müdürlüğü’ koltuğunda otururken ortaya koyuyor. Hanefi Avcı’yı dikkate almıyorsanız, bir il emniyet müdürünü dikkate alacaksınız.
Bir doğrucu Davut
1990’lı yıllarda Diyarbakır Emniyeti’nde görev yaparken istihbaratın başındaydı. Bölgedeki bazı patlamalar ve faili meçhul cinayetlerin arkasında o sırada kendisiyle aynı şehirde görev yapan Jandarma İstihbarat grup komutanı Cem Ersever’in olduğunu görmüş, bunu Binbaşı Ersever’e de söylemişti. ‘Cem, bu işleri sen yapıyorsun, yapma. Bunlar yanlış işler. Bu tür işler mücadelenin yöntemi olamaz’ diye uyarmış ama dinletememişti.
Dahası orada kalmamış, TBMM bu olayları incelemek üzere Susurluk Komisyonu’nu kurduğunda Komisyona en cesur açıklamaları yapan, bildiklerini anlatan isim Hanefi Avcı olmuştu.
Hatta Susurluk Komisyonu’na yaptığı bu açıklamaları, kendi teşkilatında ona inanan, onu seven pekçok polisin de tepkisini çekmiş, arkadaşları onu devletin sırlarını ifşa ettiği için suçlamıştı.
Avcı onlara, devletin yasadışı işlere bulaşamayacağını, meşruiyet çizgisinden çıkamayacağını, bir devlet için asıl beka tehdidin bu işlere bulaşmak olduğunu anlatmaya çalışıyordu.
Aynı Hanefi Avcı, 90’lı yılların sonlarında Ankara’da ‘cemaatçileri temizliyoruz’ diyerek biryerlerden aldıkları talimatları yerine getiren polis şeflerine de karşı çıkmıştı.
Bugün aynı Avcı böyle konuşuyorsa bu gözardı
edilemez.
Kahraman subaylar - cemaatçi polisler
Ergenekon sürecinde, pek çok bilgi ve belgenin Emniyetteki bu Fethullahçı polisler sayesinde elde edilmiş olduğuna dair kamuoyunun bir kesiminde yaygın bir kanı var.
Yani?
Eğer öyleyse, Avcı’nın söyledikleri duymazdan mı gelinmeli?
O zaman, Kardak kayalıklarına çıkmış, Öcalan’ı Kenya’dan getirmiş ‘kahraman subaylar’ hakkında gayri meşruluk iddialarına da kulaklarımızı tıkayalım.
Amaç, ne pahasına olursa olsun aracı meşru kılmaz. Osmanlının muhteşem ifadesiyle ‘usûl, esasa mukaddemdir’
Devlet devlet gibi olacak. Devlet, demokratik devlet olacak. Askeri bürokrasinin insafına bırakılmış bir devlet nasıl kabul edilemezse bir takım dayanışma gruplarının, cemaat ilişkilerinin insafına bırakılmış bir devlet de kabul edilemez.
Türkiye, kutuplaşmanın sancılarını çekiyor. Bu dönemde ülkenin ‘referans’ niteliği taşıyan insanlara ihtiyacı var.
O yüzden hükümet Hanefi Avcı’yı kitabı yüzünden harcamamalıdır