Demokrasinin prangaları / Rıza Türmen
01 Ocak 1970
Sn. Başbakan yargıdan şikâyetçi: “Yargı ayaklarımızda pranga. Parlamentonun %65’ine sahibiz ama prangaları çözemiyoruz” diyor. Bu nedenle referandumda “evet” denilmesini istiyor.
Pranga ağır cezalı mahkûmların ayağına takılan kalın zincir... Osmanlı döneminde bu zincirin ağırlığı, halkaları ile birlikte iki okka yüz dirhem.
Başbakan’ın yakınmalarının nedeni hukuk devleti. Bu yakınmalar gerçekte hukuk devletinin işlediğini gösteriyor. Başbakan yargıdan hoşnut olsaydı, o zaman bir sorun var demekti. Böyle kalsa, yargının kararları eleştirilebilir, yargının daha iyi işlemesi için neler yapılması gerektiği düşünülebilirdi. Ama iktidar ayağındaki prangalardan yani hukuk devletinden kurtulmak için Anayasa’yı değiştirmeye kalkınca, işin niteliği de değişiyor. Bir demokrasi ve hukuk devleti sorunu ortaya çıkıyor.
Yürütme ve yasamanın yargı tarafından denetimi, Avrupa’da yeni anayasacılık akımıyla birlikte, Almanya, İtalya, İspanya ve Portekiz’de diktatörlüklerin sona ermesiyle, bu deneyimlerin ışığında ortaya çıktı. Doğu Avrupa’da demokrasilerin kurulmasıyla yeni bir ivme kazandı. Türkiye’de ise, 1960 öncesinde iktidarın hukuk dışı, keyfi davranışlarına tepki olarak ortaya çıktı.
Günümüzde geçerli olan hukuk devleti anlayışının temel özelliği şu: Yasama, yürütme ve yargı yetkilerini anayasadan alıyorlar. İktidarı kullanma yetkisi ancak anayasaya ve hukuka uygun olduğu ölçüde meşru sayılıyor. İktidarın, hukukun sınırları içinde kalıp kalmadığına karar verecek olan ise yargı. Yargının yasama ve yürütme üzerindeki hukuksal denetimini ‘vesayet’ olarak nitelemek ve kurtulmaya çalışmak hukuk devletinin reddi anlamına geliyor.
O zaman hukuk devleti (rule of law) yerine kanun devleti (rule by law) geçiyor. Bu sistemde de, iktidarın eylemleri yasalara uygun olabilir. Ne var ki, yasalar ve anayasa iktidarı sınırlamaya değil, iktidarın amaçlarını gerçekleştirmeye hizmet eder. Bugün Çin’de, bazı Güneydoğu Asya ülkelerinde, Rusya’da görülen bu.
Montesquieu’ye göre, bireylerin özgürlüğü ancak halkı, iktidarı elinde tutanların tahakkümüne karşı korumakla sağlanabilir. “Yasaların Ruhu” adlı kitabında şöyle der: “Yargı erki yasama ve yürütmeden ayrılmazsa özgürlük olamaz... Üç erkin de tek bir kişide ya da bir organda toplanması her şeyin sonunu getirir.”
ABD Anayasası’na yol açan “The Federalist Papers”ta, çoğunluğun azınlığı ezmesine engel olmak için, iktidarın anayasa ve yargı tarafından sınırlanmasının önemine işaret edilir ve şu hususun altı çizilir: Yasaların yorumu mahkemelerin yetkisine girer.
Bu yorum yetkisidir ki, günümüzde yargıyı giderek artan bir biçimde yasamaya ortak yapmakta. Yargının yasama yetkisi artık sadece, Kelsen’in üzerinde durduğu, yasaların iptali ile sınırlı negatif bir yetki değil. Aynı zamanda, yargının yasayı uygulayıp yaşama geçirirken yaptığı yorumun yasama ve yürütme bakımından bağlayıcı olmasından kaynaklanan bir yetki. Bu nedenle, Montesquieu’nun kuvvetler ayrılığı modelinin günümüz Avrupası’nda giderek yargı lehine bozulduğu söylenebilir.
Türkiye’de ise tam tersine bir gelişme var. Yürütme, yasama ve yargının tek bir elde, yürütmede toplanması yönünde bir eğilim görüyoruz. Anayasa değişiklik paketinin doğurduğu temel kaygı bu. O nedenle anayasa paketindeki 26 madde arasında, yargıya ilişkin maddeler özel bir yer tutuyor. Çünkü bu maddeler Türkiye’nin hukuk devleti ya da kanun devleti olmasını kararlaştıracak. Çünkü bu maddelerin kabul edilmesi, Türkiye’yi tüm güçlerin tek elde toplandığı otoriter yarı demokrasiler sınıfına sokacak. Çünkü bu maddeler bireysel hak ve özgürlükleri otoriter eğilimli bir iktidar karşısında korumasız bırakacak.
Korkarım ki, iktidarın ayağındaki prangalardan kurtulmasının bedelini halk, iki okka yüz dirhem ağırlığındaki demiri ayağında taşıyarak ödeyecek. Ve yitirilen hak ve özgürlükleri anımsayarak “hasretinden prangalar eskittim” şiirini okuyacak.