Türkiye Cumhuriyeti Devleti
Yusuf Reha Alp 01 Nisan 2009
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, fiilen değil ama, hukuken iki kere ortadan kaldırıldı. Birincisi 27 Mayıs 1960"da, ikincisi ise 12 Eylül 1980"de..
Seçimle gelen iktidara karşı darbe yapanlar, bu devletin anayasasını ve meclisini ortadan kaldırdılar. Anayasası ortadan kaldırılan bir devletin hukuken varlığı da sona ermiş demektir.
Bugün kendilerini Kemalist olarak adlandıran bir grup, darbeleri ikiye ayırıyor. 27 Mayıs iyi, 12 Eylül kötü darbe onların gözünde. Bizatihi darbenin varlığı ile değil, kimlere karşı yapıldığı ile ilgililer. Darbe, onlara göre, "Sağ bilinene" karşı yapılmışsa meşru, yapıldığında içine "Sol bilineni" de katmışsa lanet edilmesi gereken bir şey.. "Bilinen" diyorum, çünkü bu ülkede yıllarca CHP"yi sol, Demokrat Parti çizgisini de sağ diye yutturdular bize.. Bu ayrı bir tartışma konusu, geçelim..
Bir devletin, millet tarafından seçilmiş meclisini lağvedip, anayasasını ortadan kaldırırsanız, o bir darbedir ve kim tarafından ve kime karşı yapılmış olursa olsun illegaldir. Darbenin iyisi kötüsü, meşrusu gayri meşrusu olmaz. Bunlarla oturup konuşabilmemiz için, önce bu konuda tam bir mutabakat sağlamamız gerekiyor.
Atatürk, bu milletin önüne birçok hedef koydu. Bu hedefleri gerçekleştirmede de son derece konjonktürel bir tavır sergiledi. Yakup Kadri, Atatürk"ü anlattığı kitabında açıkça yazar. "Neden ideolojinizi doktrinleştirmediniz?" sorusuna verdiği cevap hep aynı olmuştur : "O zaman donup kalırız!.." O halde bugün birilerinin Atatürk adına ortaya çıkıp, O"nun oluşturmayı reddettiği bir doktrin yaratma gayretkeşliği nasıl açıklanmalı?
Atatürk, temel olarak hiçbir ideolojiye kendini bağlı hissetmedi. Dönemim şartları, ülkenin menfaatleri neyi gerektiriyorsa onu uyguladı. Dogmalar üretip bir milletin geleceğini bu dokunulmaz alanlarla ipotek altına almadı.
Ancak Atatürk, tüm yaşamı boyunca, en zor şartlar altında dahi, iki prensipten hiç ödün vermedi. Bunlardan ilki, "Hâkimiyetin kayıtsız şartsız millette olduğu" ise, diğeri de, "Asıl hedefin muasır medeniyetler seviyesine çıkmak olduğu" idi.
Kazım Karabekir, anılarında, Birinci Meclis oluşturulduğunda, Mustafa Kemal"e, bu meclisin üstünde atanmış bir "Akil Adamlar" topluluğu oluşturmayı önerdiğini, ancak Mustafa Kemal"in, "Seçilmiş Meclis"in üstünde hiçbir güç olamayacağını" söyleyerek bu teklifini reddettiğini yazar. Üstelik, olağanüstü bir savaş dönemi yaşanmaktadır!.. Bir düşünün ve bugün kendilerini Kemalist olarak adlandıranlar ile bir kıyaslama yapın!..
En büyük rüyasının, egemenliğin kayıtsız şartsız millette olduğu ve çağdaş uygarlık seviyesini yakalamış bir devlet modeli olduğunu bildiğimiz çağın bu en büyük liderini, bugün darbe heveslilerinin dillerine pelesenk etmeleri, açıkçası, kendisini gerçek bir Atatürkçü olarak tanımlayan ben ve benim gibilerin kanına dokunuyor!..
Atatürk"ün ölümünden bugüne değin geçen süre boyunca bizleri, "Şeriat geliyor" ve "Ülke bölünüyor" korkularıyla yönettiler. 70 yıldır ne şeriat geldi, ne de ülke bölündü. Oysa biz tüm enerjimizi bu paranoyaya harcadık. Her hükümet bu ülkeyi yabancılara sattı, tüm başa gelenler zaten ya hain ya da ajandı.. Biraz insan haklarından bahsetmeye kalksak, "Bölücü müsün ulan?" dendi, demokrasiden dem vursak, "Takiyyeci" olduk.. Birileri din tüccarlığı yaparak, başka birileri de laiklik pazarlayarak üzerimizden geçindi.
Tek istediğimiz, çağdaş, demokrat, laik ve sosyal bir hukuk devletinde yaşamaktı oysa. İnançlarımız yüzünden sorgulanmadığımız, düşüncelerimiz yüzünden hapislere atılmadığımız, bir başkasının özgürlüğünü kısıtlamaya kalkmadığımız müddetçe dilediğimiz biçimde giyinip dilediğimiz biçimde konuşabildiğimiz bir Türkiye arzuladık..