MUAHMMED HÜSEYİN ŞEHRİYAR
01 Ocak 1970
ŞEHRİYAR
Çağdaş İran şairleri arasında çok değerli bir yere sahip olan Şehriyar’ı İran Edebîyatı’nda neo-klasik dönemin öncülerinden biri olarak adlandırırsak yanlış yapmış sayılmayız. Zira Şehriyar çağdaş şairlerden çok Fars Edebîyatı’nın eski büyüklerine benzemektedir, Bu ifademiz, Şehriyar’ın çağdaş şairlere has özellikleri kendinde barındırmadığı anlamında değildir. Öldükten sonra ya da ölüm eşiğinde veya hayatlarının son günlerinde şöhret ve iftihar doruğuna tırmanan bir çok şiir ve edebîyat üstadının aksine Şehriyar, hayatı boyunca, gençliğinin daha ilk yıllarında şöhretten nasibini almıştı. Dr. Menuçehr Mortazavi’nin ifadesiyle : “Şehriyar’ın adı çağdaş edebîyat kavramıyla at başı gitmektedir; çağdaş Fars şiiri Şehriyar’ın divanı ve eserleriyle sağlam ve kopmaz bir bağa sahip olmuştur. Yaygın kanaatin aksine çağdaş olma kaygısı ve sanat icra etme çabasıŞehriyar’ın şöhretini gizleyememiştir. İran Edebîyat Tarihinde Şehriyar’ın adı Azerbaycan’ın övünç kaynağı tanınmış şairleri olan Katran, Şems, Homam ve Saib Tebriz’i gibi şöhretlerin isimleriyle aynı sırada yer almaktadır. Şehriyar’ı Saib’in deyimiyle “renkli düşünce ve şiirleri Tebriz yöresini neşe ve mutluluk baharında cennete bürüyen talihlilerden biri” olarak kabul edebîliriz.
Buna ek olarak Şehriyar’ın şiirleri hem ilmi ve edebî mahfillerde tartışılıp değerlendirilmekte; aşık gençler heyecan verici şiirlerini çocukluk döneminin anısına terennüm etmekte; perişan gönüllü yaşlılar da onun şiirlerini okuyarak hayal aleminde de olsa gençlik yıllarında sahip oldukları neşe ve coşkuyu yeniden yakalayabilmektedirler. İşte bu yüzden Şehriyar gibi daha hayattayken böylesine bir kabul gören çok az şair vardır. Onun için Şehriyar’ın adı ve şöhretinin çığlığı, yalnızca İran’da değil coğrafi sınırları aşarak artık yırtılmış demir perdelerin ardında, Rudeki ile beraber Ceyhun’un ötesinde yankılanmıştır. Artık çalgıcılar onun şiirlerini besteleyip okumakta; ressamlar onun şiirlerini betimleyen resimler yapmakta ve gönül sahipleri büyük bir şevkle eserleri üzerinde çalışmaya koyulmaktadır. Öyle ki bu manevî etki ve nüfuz Kafkas şairleri (Azerbaycan Cumhuriyeti) arasında “Hasret Edebîyatı” olarak isimlendirilen yeni bir edebî türün ortaya çıkmasına neden oldu.
Bu başarısının farkında olan şair, bir gazelinde bu hususa şöyle değiniyor:
Ne tek İran’da ğelğele salmış nefesim
Bah ki Türkiye’de Kafkas’ta ne goğa iledim
(Nefesim yalnızca İran’da fırtına koparmadı
Gör ki Türkiye ve Kafkasya’da ne gürültü kopardım)
Şehriyar’ı diğer çağdaş şairlerden ayıran en önemli özellikleri şöyle sıralayabiliriz:
Fars Edebîyatı’nın köklü geçmişi ve görkemi, Fars şiirini lafzî ve manevî açıdan doruğa çıkaran büyük ve asil şairlerin varlığı göz önünde bulundurulduğunda Şehriyar, en fasih ve en beliğ sanatsal yapıtlar ortaya koyarak böylesine ünlü sanat pehlivanlarının yanında layık bir mevkie oturabilmiştir. Halbuki Şehriyar’ın henüz ortaya çıkmadan sönüp giden veya ölümleriyle edebî yaşamları da son bulan bir çok çağdaşı vardı.
* Şehriyar’ın bir diğer özelliği onun Fars şiirine getirdiği yeniliklerdir. Şöyle ki; eskilerin üslubunu özellikle gazel kalıbında devam ettirmesine ek olarak, Fransız edebîyatı, Osmanlı Türkiye’si ve Kafkas şair ve yazarlarına aşinalığı, 19. asır romantik edebîyatıyla iç içe olmasını beraberinde getirmişti. Bu husus Şehriyar’ın şiirlerinde açıkça göze çarpmakta ve “Şehriyar Ekolü” olarak adlandırılmaktadır.
* Şehriyar’ın dünyaca tanınmasını sağlayan bir başka özelliği onun Azeri Türkçe’siyle yazdığı şiirleridir. Şehriyar’ın bu dilin parlak şairleri içinde parlayan bir yıldız olduğu rahatlıkla söylenebilir. Zira a, çağdaş Azeri Türkçe’sinin şaheseri olan ““Haydar Baba”ya Selam” isimli manzumeyi kaleme alarak Doğu Edebîyatı’nın bu bölümünde kendisini ebedileştirebilmiştir.
Şehriyar’ın yazdığı şiirlerin iyi yönlerini, insanı büyüleyen güçlü ifadelerini zikretmemiz onun zayıf ve kusursuz şiirlere sahip olmadığı anlamına gelmemektedir. Divanında bütün şairlerde olduğu gibi edebî açıdan pek bir değere haiz olmayan şiirlere rastlanır, ancak Şehriyar’ın yazdığı şiirler arasında yer alan güzel ve herkesçe beğenilen örneklerin fazla olması onun bu konudaki kusurunu örtmüştür. Onun için büyük edebî şahsiyetlerin kaleme aldığı eserlerin zayıf noktalarını tetkik ederek ortaya koymamız, bu büyük şahsiyetlerin sahip olduğu yüksek makamı gölgelemek amacını taşımamaktadır. Gayemiz bu yorumlar ışığında, onların azimli, fakat bu yolda daha yeni yeni ilerleyen takipçilerin bu eksiklik ve yanlışlıkları tekrarlamamaları için yardımda bulunmaktır.
Şehriyar edebî zevki ve doğuştan sahip olduğu şairlik yeteneğinin yanı sır, İranlı şair ve sanatçılardan çok azının sahip olduğu nevi şahsına münhasır ahlakî hususiyetlere sahipti. Bu hususiyetlerin tamamını gençliğinde onun vefalı dostlarından olan samimi ve yakın bir arkadaşı külliyatına yazdığı önsözde açıklamıştır. Bu yakın arkadaşı sayesinde haddinden fazla inzivaya çekilmiş olan Şehriyar’ın diğer yönleri, ruhî incelikleri açıklığa kavuşturulmuştur.
İran’da tahakkuk bulan İslam İnkılabı’ndan sonra bendeniz şahsi istek ve ilgim yanı sıra meslekî konumumun da müsait olmasından dolayı Şehriyar ile defalarca görüşebilme imkanını yakaladım. Daha o zamanlar, İran’ın çağdaş tarihinin edebî ve siyasi değişim ve dönüşümlerini çok yakından yaşamış; iyi şöhret sahibi ve son yarım asrın tanınmış şahsiyetlerinin çoğuyla yakın ilişki kurmuş, bir çok hadisenin canlı bir belgesi durumunda olan bir kimsenin, yaşlılığın getirdiği problemlerden ötürü bu değerli hatıraları araştırıcıların hizmetine sunmadan bu dünyadan göçüp gidebileceğini hissetmiştim. Bu yüzden hayatının son günlerinde yani ölümüyle sonuçlanan son hastalığından önce Şehriyar’ın hatıralarını kendi ağzıyla 120 dakika süren bir kasette sesli ve görüntülü olarak kaydetmeyi başardım. Bu hatıralar Şehriyar’ın doğumundan görüşmenin yapıldığı zamana kadarki bir dönemi kapsamaktadır. Böylece Allah Teala’nın lütfuyla gerçekleşen bir girişim sayesinde gelecek nesillere Şehriyar’ın hatıralarını kendi ağzından aktarabilme imkanı sağlanmış oldu.. Bu görüşmenin video kaseti İran Radyo televizyon kurumu arşivinde saklanmaktadır. Mıknatıslı kasetlerin ömrü az olduğundan bu görüşmeden, görüntü kalitesini düşürmeden uzun yıllar yararlanmak maksadıyla orijinal bandın filminin hazırlanması yönünde bir takım girişimlerde bulunuldu. Böylece diyebilirim ki Şehriyar, hatırasını kendi diliyle görüntülü bir şekilde gelecek nesillerin istifadesine sunan tek çağdaş şahsiyettir.
Şehriyar’ın değinmek istediğim bir diğer özelliği de onun İran İslam İnkılabı’na olan kalbî ve itikadî bağlılığı, İslam İnkılabı rehberine karşı beslediği riyasız ve samimi aşkıdır. Esasen Şehriyar çok dindar bir insandı. Derin dinî inançları vardı. Bu husus onun gençlik döneminde veya hayatının diğer evrelerinde beraber olduğu dostlarının naklettikleriyle de teyit edilmiştir. Kaldı ki onun kaleme aldığı ve her biri kendi türünde birer şaheser olan kimi dinsel şiirleri, temiz ve tanrı korkusuyla dolu olmayan bir gönülden sızamazdı.
Şehriyar Kur’an ayetlerinin çoğunu ezbere bilirdi. Son günlerinde O’nu görmeye gittiğimde, ondan bir şiir okuması istendiği zaman: “ben şiir okuyacak bir konumda değilim, şiir okumak benden geçti artık” diyor ve Kur’anı Kerim’den bir ayet okuyarak onu yorumlamaya koyuluyordu.. Bu yorumlama esnasında Kur’an ve Hadis’e olan hakimiyeti o kadar sağlamdı ki, dinleyicileri hayretler içinde bırakıyordu. Kuşkusuz bu yorumlar Şehriyar’ın daha çok düşünsel yapısı ve itikadî görüşleriyle uyum arz ediyordu. Yorum esnasında soyut ve seyyal bir ruh gibi tarih ve çağların derinliğine inerek kendine has bir çekicilikle dinleyicileri kendisine hayran bırakan bir takım kalıntıları misal olarak sunuyordu.
Şehriyar dostlarına karşı büyük bir sevgi beslerdi; herhangi bir münasebetle onlardan birini andığında hakikaten etkileniyor ve bazen de göz yaşlarını tutamıyordu. Eşinin ölümünden sonra Şehriyar, ömrünün sonuna kadar yalnız yaşadı ve hiç kimsenin onun hayatına karışmasına izin vermedi. Bu yüzden onu çok seven yakın dostları gereksinimlerinin karşılanmasında Şehriyar’a yardımcı olmak için büyük çabalar sarf etmek zorunda kalıyorlardı. Tabi Şehriyar’ın zevkine uygun bir iş yapmanın kolay olmadığını unutmamak lazım. Bilhassa ömrünün sonlarında her şeyden kuşkulanmaya başlamış, oldukça hassas bir insan olmuştu; dostları ve yakınları tarafından evine hediye olarak getirilen meyve ve yiyeceklere dokunmuyordu. Şüphesiz bu ruh halinin büyük bir kısmı onun irfanî derecelere ve ruhanî makamlara ulaşabilmenin, duyma yetisinin zayıflatılmasıyla mümkün olacağına inanıyordu.
Şairin hayatının ve şiirlerinin tetkik edildiği bu tezde, Şehriyar’ın geçirdiği edebî dönüşümler ve şiirde ulaştığı mükemmeliyetin, başından geçen bireysel olaylar ve toplumsal hayatıyla birlikte dikkatli bir şekilde ele alınarak irdelenmeye çalışılmıştır, zira şairin eserlerini onun bireysel ve toplumsal yaşantısından ayrı olarak inceleyemeyiz. Kaldı ki şairin başından geçen şahsî olaylara, onun şiirine işaret etmeksizin değinmek zevk ve incelikten yoksun olacaktı. Konuyu bu tarzda ele alışımız edebî bir incelemeyle bağdaşmayacaktı. Bütün bunlara rağmen Şehriyar’ın şiiri ayrıca başka bir bölümde ele alınarak bütün yönleriyle değerlendirilecektir.
““Haydar Baba”ya Selam” manzumesi hususunda Azerice bilmeyen Fars vatandaşlarımızın da bu eserin içeriğinden haberdar olabilmeleri için, “Haydar Baba”’nın ele alınacağı bölümde ilk “Haydar Baba”ya Selam manzumesine de kısaca değinilecektir. Bütünüyle edebi bir zevk ve duygu ile yüklü bu eserin tercümesi hiçbir surette mümkün olmadığı için bu manzumeyi Farsça’ya çeviren Mir Salih Hüseyni ve Şehriyar’ın bizzat kendisi tarafından seçilerek divanına konan Farsça tercümeler de yer alan açıklama ve tedbirlerden istifade edilmiş; bu satırların yazarı tarafından da kimi tabirlerin çevirilerine müdahalelerde bulunulmuştur.
Şair’in hayat hikayesinin aslı ve kaynağı Şehriyar ile gerçekleştirdiğim görüşümdür. Şair’in hayat öyküsü için gereken hususlar kasetten alınarak nakledilmiştir. Eğer araştırma esnasında birtakım nedenlerle Şair’in değinmediği bazı noktalara gereksinim duyulmuşsa, aşağıda açıklayacağım yollarla bu durum ortadan kaldırılmıştır:
1. Şehriyar’a duyduğu şiddetli ilgiden dolayı gençlik yıllarını Üstadın evinde geçiren ve çocuklarının oyun arkadaşı sayılan, Şehriyar’ın da kendisini çok sevdiği zevk sahibi, faziletli ve bir araştırmacı olan sayın Asgar Ferdi gibi Şehriyar’ın yakın dostlarına danışmak. Bu satırların yazarının da eski bir dostu olan Asgar Ferdi, Şehriyar’a ilişkin bütün özel notlarını bendenizin istifadesine sunmuştur. Bu notların incelenmesi neticesinde, Şehriyar’ın başkalarının bilmesini istemediği bazı özel hatıralarını sayın Ferdi Bey’e aktardığı anlaşılmaktadır. Onun için bu samimi dostumun yaptığı işbirliği ve yardımdan ötürü kendisine burada bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.
2. Şairin kimi hatıraları, Şehriyar’ın bütün şiirlerinin toplandığı divanının önsözünden ve Dr. Hamit Muhammed Zâde’nin gayretleriyle derlenip yayınlanan, “Şehriyar’ın Türkçe Şiirleri Antolojisi” isimli kitaptan; özellikle ““Haydar Baba”ya Selam” adlı manzumenin yer aldığı bölümden istifade ederek gün ışığına çıkarmaya çalıştım.
3. Şehriyar’ın dostu olan ve hayatının kimi kesitinde onunla aynı olayları yaşayan sayılı edebi ve kültürel şahsiyetlerin bilgisine de başvurulmuştur. Ancak bunları tek tek zikretmemiz mümkün değildir.
4. Şairin doğum yerini veya yaşadığı yeri yakından müşahede etmek için gerekli mekanları şahsen ziyaret etmemin yanı sıra Şehriyar ile yaptığım sayısız görüşmelerde edindiğim izlenimlerden de bu tezde yararlanılmıştır.
ŞEHRİYAR (2)
Şehriyar’ın Doğumu Eşiğinde Tebriz’in Toplumsal ve Siyasal Durumu
Coğrafî konumu itibariyle Asya ve Avrupa yolu üzerinde bulunan Tebriz, bilhassa son iki asırda İran’ın siyasal ve kültürel dönüşümlerinin merkezi haline gelmişti. Şehriyar’ın doğumunun eşiğindeki bu dönüşümler, Kacar yönetiminin son dönemlerinin siyasal oluşumları ve memleketin karışık durumu ile İran’ın kuzey ülkeleri yani Türkiye ve Kafkaslarda patlak veren bir dizi siyasal ve toplumsal değişimler bakımından son aşamaya varmıştı. Gerçekte Tebriz, tarihinin en karmaşık ve en maceralı dönemlerinden birini yaşıyordu: Kacar şahlarının başına buyruk yönetici ve valilerinin dayanılmaz baskıları halkın itiraz ve başkaldırısını beraberinde getirirken aydınların da tahrik ve kışkırtmaları için uygun ortamı hazırlamıştı. Ne var ki, geri kalmışlığın, bedbahtlığın, haddi hesabı olmayan toplumsal, kültürel ve ekonomik zulümlerin kaynağı bu babadan oğula geçen başına buyruk yönetimlerin temeli de tarihsel açıdan sarsılma sürecini yaşamaya başlamıştı. Bu düşünce, eserleri Tebriz’de de basılan Osmanlı ve Kafkas yazar ve şairlerinin etkisiyle her geçen gün daha da güçleniyordu.
Meşrutiyet devrimi, şah ve yardımcılarının mezalimi üzerine patlak verdi. Tebriz şehri istibdada karşı verilen savaşın bayraktarı, direnişin ve bu direnişin devam ettirilmesinin ağırlık merkezi durumundaydı. Bu şehir halkının gösterdiği fedakarlık ve kahramanlıklar neticesinde merkezi yönetim 1906 senesinde meşrutiyet fermanını çıkarmak zorunda kaldı.
Veliahdın oturduğu şehir olması hasebiyle ülkedeki mevcut gücün bir bölümünün yer aldığı Tebriz’de, güç ve yönetim veliaht, vali ve dönemin müçtehitleri arasında paylaşılmıştı. Bir çok gazetenin aynı anda basıldığı bu şehirde kültürel hareketler de bu dönemde oldukça artmıştı[1]. Gerçekte, Nasıriye dönemi ve o asrın kültürel ortamının gelişip yükselişlerine neden olduğu bir çok yayın organının varlığı ve ünlü sanatçıların bulunması Tebriz’i bir edebiyat ve sanat merkezi haline getirmişti. Nastalik hattında Hoşnivisbaşı olarak şöhret bulan Mir Hüseyin Türk, yüzlerce talebe yetiştiren Mirza Hüseyin Ali Han ve Emir nizam Gerrusi o asrın hüsnü hat sanatının yetiştirdiği en büyük Üstatlardan idiler, Bunların çoğu Molla Cenap Kazvini, Molla Kerim Erbap, Seyyid Hasan Tuluî ve üstat Ebil Hasan Han İkbalussultan gibi üstatların cömertlik ve bereketiyle uyumlu bir ruha lütufla dolup taşan bir tabiata ve musiki bilgisine aşina edebi şahsiyetler idiler.
İran Edebiyatı’nın parlak simalarından olan İrec Mirza, Hekim La’li, Mirza Muhammed Takî Neyyir Tebrizi, Hac Rıza Sarraf, Mirza Ebul Hasan Racî, Mir Abdulhüseyin Hazın, İsmail Emirhizî ve Reyhanet’ul Edeb’in yazarı Mirza Muhammed Ali Müderris Hıyabanı gibi bir çok şair ve edip bu dönemde yaşadı. Bu asırda Arap dili ve Edebiyatı ilimlerinde gözler görülür bir ilerleme kaydedildi. Telif ettiği eserleri, İran dışında da okutulan o dönemin tanınmış üstatlarından olan Hadi Sina’nın ismini de burada zikredebiliriz. Bundan ötürü Şehriyar’ın doğduğu asır, kültürel açıdan İran Tarihinin altın çağlarından biridir. İleride de açıklanacağı gibi bu faktörler, Şehriyar’ın bilimsel ve kültürel kişiliğinin gelişip olgunlaşmasında çok önemli bir rol oynamıştır. Bu çağın bilim ve sanat alanlarında yetiştirdiği büyük şahsiyetlerin etkisi, onun kültürel kişiliği üzerinde açıkça müşahede edilebilir.
Şehriyar’ın Doğumu
Hoca Mir Aka Hoşkenabî olarak tanınan Seyyid İsmail Musevî’nin oğlu Seyyid Muhammed Hüseyin Behcet-i Tebrizî, miladi 1907 senesinde bu toplumsal ahval ve şerait içinde, Mirza Nasrullah Çarşısı mahallesinde yer alan bir evde gözlerini dünyaya açtı.[2] Sonraları Merhum Hac Mir Eke, bu evi merhum Mirza Cevad Han-ı Natık’a satarak, kendisinin inşa ettiği Kelketeci camisinin karşısında yer alan Veycuye Meydanı (Verci alanı)’ndaki üç katlı bir eve taşındı. Şehriyar Hac Mir Aka’nın ilk oğlu idi; güya annesi kendisinden önce ölen üç erkek evlat doğurduğu için Şehriyar’ı özene bezene büyütür. Babası faziletli ve müçtehitlik mertebesine yakınlaşmış bir alimdi. Şehriyar’ın kendi tabiriyle “Azerbaycan’ın tanınmış avukatlarındandı.[3] Tebriz ve Necef kentlerinde tamamladığı dini tahsiline ek olarak ahlaksal erdemlere ve ruhani niteliklere sahipti. Güzel yüzlü, orta boylu, uzuvları endamıyla uyumlu ve vakur görünümlü bir seyyitti. Çok cömertti. Ailesinin efradı 30 – 40 kişi civarındaydı. Sofrası şehirli ve köylü için hep seriliydi. Şiir yazmazdı ancak şiir ve musikiyi sever, her türlü sanatı teşvik edip desteklerdi. Güzel hat yazardı. İri yazıda merhum Hoşnivisbaşı’dan, ince yazıda da merhum emir Nizam Gerrusi’den meşk aldı. Hukuk ve yargı işlerini içeren mesleğinde derin bilgi sahibi idi. Elinden geldiğince aldığı davaları barış ve karşılıklı uzlaştırmayla sonuçlandırmaya çalışırdı. Haksız olarak teşhis ettiği nice para babası müvekkilini şiddet ve öfkeyle kendinden uzaklaştırırdı. Nice parasız, fakir müvekkilinin davasına da bedava bakar, hatta evlerinin masrafını da kendi cebinden karşılardı. Şehriyar “Ey Vay maderem” (Eyvah Anam) isimli şiirinde bunlara değinir:
Kadim görünümüyle şehrimiz Tebriz’in
Bağbişe semtinde dindar bir yiğidin evi var
Evi ve avlusu bir adliyedir adeta
Burada mazlum halkın imdadına yetişilir
Müvekkilin masraflarının kefili avukattır burada
Bütün gelirini halkın refahına harcar.
Kapısı açık, sofrası serili
Ne açlar karnını doyurur sofrasında
Bu evi çekip çeviren bir kadın var
O benim annemdir.
Şehriyar’ın Annesi
Şehriyar’ın annesinin adı Kukeb Hanım’dır. Kendisini “Hanım” diye çağırırlardı. Hac Mir Aka’nın ikinci eşiydi. İlk eşinden çocuğu olmadığı için Hac Mir Aka, Kukeb Hanım’la evlenmek zorunda kalmıştı. Şehriyar birkaç evladı olan annenin ilk evladıydı. Gelip gideni çok olan Hac Mir Aka’nın evi, çok çalışkan ve gayretli bir kadın olan Kukeb Hanım’ın eliyle evrilip çevrilmekteydi. Bu fedakâr kadın, gerek çocukluk döneminde gerekse de Şehriyar Tahran’da yaşadığı yıllarda Şehriyar için büyük zahmetlere katlanmıştır. Şehriyar’ı karnında taşırken onun şairane zevkinin oluşumunda derin tesirleri olan da yine bu kadındır. Şehriyar, annesinden duyduğu mahalli manileri, Azerbaycan’ın folklorik şiir ve öykülerini, Türkçe ezgileri, atasözleri, deyimler ve aşıkâne yazılmış şiirler ömrünün sonuna kadar unutmadı. Onları her tekrar ettiğinde öksüzce gözyaşları dökerdi. Şehriyar’ın adını ve Azeri Edebiyatını ebedileştiren ““Haydar Baba”ya Selam” isimli manzume varlığını işte bu kadına borçludur. Zira Şehriyar, bu manzumeyi annesinin ricası üzerine kaleme almıştır:
Çığırdığı mahalli türküler,
Anlattığı güzel ve albenili öykülerle
Daha beşikteyken ben, ölüp gidinceye kadar
Saza ve söze kurdu sinir tellerimi
Gülüşüyle şiir ve nağme ekti bağrıma
Sonra gözyaşlarıyla suladı bu ekintiyi
Titreyip bana ışıldadı o ruh ihtizazı
Ve ben bu ruh ihtizazından aldım naz havasını
Ve kendime aşktan yeni bir alem yarattım.
Hayır! O ölmedi, zira ben yaşıyorum halâ
O kederimde, şiirimde ve hayalimde yaşıyor.
Şairâne mirasımdan ne varsa hep ondandır
Güneşin ve ayın kaynağı söner mi hiç?
O yiğit kadın hiç ölür mü? O Şehriyar doğurdu
“Gönüllü aşkla dirilen asla ölmez”.
1934 yılında eşini yitiren Kukeb Hanım, Hac Mirza Aka’nın evinde 12 yıl boyunca onun çocuklarını büyütmek için didinip durdu. 1946 yılında Şehriyar’ın hastalığını öğrendikten sonra, hayatının en zor dönemini yaşayan aşık ve perişan oğluna bakmak için evinin bütün imkânlarını bırakarak Tebriz’den Tahran’a gelir. Annesinin gelişiyle ruhunda açılan derin yaralar kapanmaya başlar ve Şehriyar yeniden hayat bulur:
Kadın ve Erkek hizmetçilerini bırakıp şehrinden
Benim ve alınyazım ardına düştü
Geldi, kanatlarının altında gaz tenekesi
Yarı canlı bir aşk lambasını yakmak için
Her gece fakir bir evin kapısından girmek için
Hayır! O ölmedi, ayak seslerini duyuyorum
Halâ çocuklara çıkışıyor
Hamid sus!
Bijen! Çekil kenara!
Sessiz, kevgirle
Hastası için yemek pişiriyor
Bu hasta,, dertlerin ağırlığı altında ezilen ve çeşitli bağımlılıkları olan Şehriyar’ın tâ kendisidir. Uyuşturucu kullanıyordu, zayıf cisimliydi. Ruhsal karışıklık ve ıstıraplara müptelaydı. Annesi bir hemşire gibi ona bakarak hakikaten onu kurtardı:
Hastasına beş yıl bakıcılık yaptı
Kan ve gözyaşına bulandı da hastasını kurtardı
Ya oğlun senin için ne yaptı? Hiç... Hiç...
Yalnızca bir hastane
O da başkalarının yardımıyla
Ve bir gün haber verildi Gel! O öldü.
Miladi 1952 yılının Haziran ayının başlarında bu yiğit kadın Tahran’daki bir hastaneye nakledilir. 22 Temmuz sabahında Şehriyar’a annesinin kötü olduğu iletilir. Şehriyar evden çıkar ve bir rastlantı eseri samimi arkadaşı Lütfullah Zahidî ile karşılaşır. Bu rastlantıyı bir mucize telakki eden Şehriyar bu hususta şöyle diyordu: “Eğer Zahdî olmasaydı, ben tek başıma hiçbir şey olmadan cenaze töreni ve defin işlerini yapacak durumda değildim”.[4] Şehriyar, Zahidî Bey ile beraber annesinin cesedini hastaneden alarak Kum’da babasının mezarının yanında toprağa verir:
Kum yolunda, geçen her şey bana somurtuyordu
Dağ kıvrımı bana sövüp uzaklaştı
Ovada eğri büğrü kara çizgiler
Alınyazısı tomarı ve ürkünç haberler
Göl de uzaktan halime ağlıyordu
Türbenin etrafında sadece tavaf ve bir namaz
Okuduğum Yasin suresinde bir damla gözyaşı
Anne toprağa gitti
Eve döndüm, anlatılacak gibi değil!
Baktım her zamanki gibi havuzun kenarına kurulmuş
Yine kirli gömleğimi yıkamıştı
Sanki güldü ancak kırgındı:
Beni toprağa verip geldin ha?
Tek başına komam seni yoksul çocuk!
Gülmek istiyordum gördüklerim karşısında
Fakat bir hayaldi
Vah anacığım vah!
Tebriz’in vahim durumunu sezen Hoşkenabî, veba söylentileri de yayılınca 1910 senesinde Şehriyar’ın halası ve büyük annesinin isteği üzerine Seyyid Muhammed Hüseyin’i “Karaçimen” köylerinden olan “Kayışkurşak” ve “ Hoşkenab” köylerine yolladı.
Afağı seyredenlerin çıkıp dolaştığı
Bir diyar var Karaçimen’in ötesinde
O dağ eteği ve Şengülabad[5]
Ve o yeşil Kayışkurşak[6] ovası
Hatırlansın o Hoşkenab[7] gecesi ve mehtap
Ve ev sahibi Kıpçak’ın[8] sohbeti
Şehriyar, çocukluk döneminde yaşadığı hatıraların en güzel yankısını “Haydar Baba” dağında buluyordu. Bir tarafta kayışkurşak ve Hoşkenab köylerinde halası ve büyük annesinin sevgi dolu kucağında muhabbet korkusunu tadarken diğer tarafta efsanevi “Haydar Baba” dağının eteğinde yavru bir ceylan gibi atlayıp zıpladığı dönemlerde “Molla İbrahim”[9] mektebinde Kur’an dersleri alıyordu. Muhtemelen halasının kocası “Mir Salih’in[10] odasındaki bir rafta, gazellerindeki görkemli musikî sayesinde şiir yeteneği kazandığı Hafız Divanını buldu. “Haydar Baba” dağının eteklerinde geçirdiği çocukluk döneminden kalma hatıraları zihninde rüyamsı ve şairane tasvirler oluşturuyordu:
Ay, kürsünün etrafında halka olmuş,
Gece, buluttan bir yorganın altında uyuyordu
Büyükannem Hanım nene,
Efsane ve macera anlatıyordu
Lambanın loş ışığı altında ben,
Periyle yan yana hayale gark oluyordum
Ve şiirim gizlice tomurcuklanıyordu.
Köy ortamı ve “Haydar Baba” dağının tabiatının Şehriyar’ın üzerinde bıraktığı derin izler ““Haydar Baba”ya Selam” adlı manzumede yer alan eşsiz şiirsel ifadelerle oluşturulan tablolar, her okuyucuyu kendine hayran bırakmaktadır. Bu bir benzeri olmayan eserin bazı bentlerine şöyle bir bakmak, bu söz ustasının zihinsel yaratıcılık ve tablo yapmaktaki ustalığını gözler önüne serecektir. Hasat mevsimi, bıldırcın avı, işten sonra dinlenen köylüler ve güneşin batışı şu mısralarla betimlenir:
Biçin üstü sünbül biçen orahlar
Eyle bil ki zülfi darar darahlar,
Şikarçılar bildirçini sorahlar
Biçinçiler ayranların içeller,
Bir hoşlanıp sondan durup biçeller.
Türkiye Türkçe’siyle:
Biçin vakti sümbül biçen oraklar
Öyle bil ki zülfü tarar taraklar
Avcılar bıldırcını ararlar
Biçiciler ayranlarını içerler
Bir pinekleyip sonra kalkıp biçerler
Şehriyar bu güzel şiirinde çoğunlukla görkemli “Haydar Baba” dağının eteğinde geçirdiği çocukluk günleri hatıralarını yeniler. Efsaneler, türküler, atasözleri ve şiirlerinde bunu yansıtır. Karla kaplı dağlardan akan suların görülmeye değer manzaraları, baharın ilk çiçekleri, meyvelikler, buğday, arpa tarlaları, şafak sökümü ve günbatımı bu şiirlerde sahip oldukları olanca güzellikleriyle ortaya konur.[11] “Haydar Baba”ya Selam isimli manzumenin edebi ve şiirsel yönü üzerinde başka bir bölümde ayrıca durulacaktır.
Köyden Tebriz’e Yeniden geri Dönüş
Tebriz şehrine göreli bir sessizlik ve dinginliğin hakim olması ile hastalığın yayılma tehlikesi ve güvensizliğin bir dereceye kadar ortadan kalkması üzerine, Hac Mir Aka ailenin Tebriz’e dönmesini istedi. Bu dönüş bir bahar mevsiminde gerçekleşir. Dokuz yaşında olan Şehriyar, yağmurlu bir günde faytona binerek Tebriz’e doğru yola koyulur. Hac Mir Aka oğlunu görmek ve karşılamak maksadıyla İmamiye denilen bir köyde, saatlerce oğlunu beklemeye koyulur. O günün hatırasını Şehriyar “Gönül Hezeyanı” başlıklı bir şiirinde şöyle betimler:
Yolda faytoncu bana
Gösterdi ufukta bir nokta
Baban yaparsam onu sana
Ne vereceksin muştuluk bana
Akide şekeri verdim ona
Çubuğundan bir nefes verdi bana
Ve o nokta gizlendi dağın ardında
Yavaş yavaş baktım babam rahmetli
Dağın tepesinde yeşermiş çam gibi
Melek kanadı gibi açılmış abası
Seyyidlik sarığı başında başında taç gibi
Dağdan inmekte aşağı
Miraçtan inen Muhammedi Nur gibi
Rüyamda görürüm artık babamı
Böylece Tebriz’e giren Şehriyar’ın hayatında yeni bir dönem başlar. Tebriz’e geldiği tarih tam olarak belli değildir. Ancak altı yaş civarında olduğu tahmin edilmektedir.
Şehriyar’ın Öğrenim Hayatı
A- Eski Medrese öğrenimi : Şehriyar’ın öğrenim gördüğü ilk mektep, Kayışkurşak (“Haydar Baba”) köyünde yer alan Molla İbrahim Mektebi’dir. “Haydar Baba” manzumesinin 47. bendinde bu hususu Şehriyar şöyle ifade etmektedir:
Heyder Baba, Moll İbrahim var ya yoh?
Mekteb açar, ohur uşahlar ya yoh?
Hermen üstü mektebi bağlar ya yoh?
Menden ahunda yetirersen selam
Edebli bir selam-ı mâle-kelam
Türkiye Türkçe’si:
“Haydar Baba” Molla İbrahim var mı yoksa yok mu?
Mektep açar mı, okuyor mu çocuklar yoksa yok mu?
Harman vakti mektebi kapatıyor mu yoksa yok mu?
Benden hocaya ulaştırırsın selam
Edepli, söz götürmez bir selam.
Şehriyar, bu mektepte Sadi’nin Gülistanı, Nisabü’s Sibyan ve Ebvab’ül Cinan gibi eserleri okur. Tebriz’e döndükten sonra bir müddet de meşhur “Aka Seyyid”in müderrisi olduğu “Seyyid Hamza” mektebine devam eder: “Sohrab mahallesinde beni, Seyyid Hamza Mektebine bırakıtılar. Benden bir iki yaş daha büyük olan merhum Habib Mahir gelip elimden tutuyordu ve birlikte mektebe gidiyorduk.”[12]
Şehriyar yeni okullarda aldığı eğitimin yanında eski öğrenimini, özellikle Arap dili ve Edebiyatı ile ilgili eksikliklerini tamamlamak için amcasının oğluyla birlikte Tebriz’deki Talibiye Medresesine girer. “Amcamın oğlu Seyyit Muhammed Han Riyazet ile birlikte Talibiye Medresesinde bir oda tuttuk. Merhum Hadi Sina ile komşu idik. Merhum Sina yukarı katta biz ise aşağı katta oturuyorduk. Orada klasik eğitim olan sarf ve nahiv dersleri aldık. Sarf’ı Mir, Tasrif, Avamil, Nemuzec, Cami, Siyuti, Samediye, İbn-i Malik’in Elfiyesi gibi kitapları okuduk. Sonra Muğniyu’l Lebib’i, Mutevvel’i, daha sonraları da merhum Mirza Abdul Vahhab Şiarı’nın yanında Makamat’ı hariri’yi okuduk. O dönemde Mutevvel’in bir özetini çıkardım; Tahran’a gittiğimde merhum Şems’ul Ülema bu özeti gördüğünde şaşırarak bana: Ikdu’l Ceman’ı gördün mü? Diye sordu. Hayır deyince bana: “Yaptığınız telhiste yer alan kimi ibareler Ikdu’l Ceman’daki ibarelerin aynısıdır” dedi. Ikdu’l Ceman’ı görmediğime inanmıyordu. Daha sonraları kendisi bana bir Ikdu’l Ceman verdi.”[13]
Şehriyar Daru’l Fünun’da okuduğu yıllarda edebi ilimler tahsiline devam etti. Sepehsalar Mescidi’nin baş köşesinde merhum Şehit Seyyid Hasan Müderris tarafından verilen (Mealim) dersinde hazır bulunur; söylevlerini dinlemek için ulusal danışma Meclisi’ne İran Parlamentosu) girdi.[14]
B – Klasik Öğrenim : Şehriyar, köyden Tebriz’e döndükten sonra kayışkurşak köyünde “Molla İbrahim” ve Tebriz’de “Seyyid Hamza” mekteplerinden başka, yine bir alim olan babasının yanında Arapça ve Edebiyat ilimlerine hazırlık mahiyetinde ön dersler aldığını yeri gelmişken belirtelim. Nihayet 1914 senesinde Tebriz’deki “Muttahide Okulu”unda resmi öğrenime başlar. Geniş Edebi bilgisi ve asrının mütedavil bilgilerine olan hakimiyeti sayesinde ilkokulu üç yılda bitirir ve 1917 senesinde Fiyuzat Okulu’na kaydını yaptırır.[15]
Şehriyar’ın bu dönemdeki arkadaşı Ebu’l Kasım Şiva’dır. Bu şahıs Şehriyar’a gençlik yıllarında birçok yardımlarda bulunmuştur. Şiva döneminin veliahdının (= Muhammed Rıza Pehlevi) kaldığı sarayda çalıştığı sırada, Şehriyar öğrenimi için Tahran’da bulunuyordu. Öyle anlaşılıyor ki Şiva, Şehriyar’ın edebiyat camiasında tanınmasında çok önemli bir rol oynamıştır.
Şehriyar’ın ciddi bir şekilde yine bu dönemde şiir yazmaya başladığını söyleyebiliriz. Zira, Şeyh Sadi’yi izleyerek kaleme aldığı meşhur şiirlerinden biri, bu dönemde yazılmıştır:
Sen gül bahçesine gelince gül harap olur;
Yusuf’un kıymeti düşer sen pazara gidince.
Sen dama çıkınca ay bulutun arkasına gizlenir;
Gül değerden düşer sen gül bahçesine gelince.
Ey ordunun güzeli, ey benim şahım;
Sen her savaşa çıkışında ben sana teslim olurum
Aydın günü kendime aşkından kıldım şeb-i tar;
Bu karanlık geceme sen ışık olursun diye.
Ey benim İsa’m Serdar Mescid’ine gelirsen;
Zülfünün haçıyla ölüleri diriltirsin.[16]
Bu dönemde Şehriyar’ın düşünsel hayatının ve yüksek şiirsel yeteneğinin temeli atılarak, sonları “Şehriyar Ekolü” olarak tanınacak olan üslubu, oluş sürecini yaşamaya başlar.
Bunun nedeni, Avrupa’da ortaya çıkan romantizm akımının, Osmanlı ve Kafkas şair ve edipleri aracılığıyla o günkü İran şiirini nüfuzu altına almasıdır. O dönem İran aydınları, tümü Osmanlı İmparatorluğu sınırlarında yayınlanan “Tanzimat”[17] “Servet’i Fünun”[18] ve “Fecr-i Ati”[19] gibi edebi mecmuaları ve Tevfik Fikret ve diğer büyük şairlerin şiirlerini mütalaa etmek suretiyle bu yeni edebiyat akımıyla tanışmışlardı. Büyük Osmanlı şairlerin izinden giderek hayali ve yeni kafiye türleriyle şiirler yazdılar. Hakikatte bu dönem, Fars şiirinde yeni arayışların olduğu bir dönem olarak kabul edilmektedir. Bu çağda yazılan şiirler hem içerik hem de şekil açısından bu akımın etkisi altında ve eski şairlerin yazdıklarından bütünüyle farklıydı. Şehriyar bu dönemde önemli bir ağırlığa sahip olan “Teceddüd” gazetesi ile “Azadistan”[20] dergisini mütalaa ederek bu çağın toplumsal düşünüşü ve düşünce tarzının etkisi altında kalır. Öyle ki, son dönem Osmanlı-Türk şairlerini taklit ederek kendisine “Behcet” mahlasını seçer.[21]
C – Şehriyar’ın Aldığı Diğer Eğitimler : Şehriyar, Fransızca’yı bu dille yazılmış önemli eserleri okuyup anlayacak hatta bu dille şiir yazacak düzeyde iyi bilirdi. Tebriz’in Veycuye mahallesinde yaşadığı dönemlerde Şehriyar’ın ilk Fransızca öğretmeni Muhammed Han olmuştur. Şehriyar’a evde özel ders veren bu zâttan başka Muttahide Okulu'nda Rıza Koli Han Ruşduyi’den aldığı derslerle Fransızca’sını mükemmelleştirdi. Tahran’da okuduğu yıllarda Fransızca kursuna kayıt yaptırarak bu dili öğrenmeye devam etmiştir.[22]
Tahran’a Gidiş
Hıyabanî’nin milli başkaldırısının 1920 senesinde Mehdi Koli Han “Muhbirü’s-Saltana” tarafından bastırılmasından sonra, Tebriz baskı altında sert, sessiz ve dingin dönemini yaşamaya başlar. Zengin aileler çocuklarını öğrenimlerini sürdürmeleri için Tahran’a kimi zaman da Avrupa’ya gönderirdi. Hac Mir Aka Hoşkenabî de çocuğunun geleceğini garanti altına almak maksadıyla tıp eğitim alması için Şehriyar’ı Tahran’a gönderdi. Böylece Şehriyar, gelecekte ailenin yönetim sorumluluğunu da üzerine alacaktı. Ne var ki, siyasal krizler, edebî ve içtimaî devrimlerle iç içe olan H.Ş. 14. asrın başlangıç dönemi, Şehriyar’ın hayatını babasının özlemlerinin de gerçekleşemeyeceği bir şekilde değiştirdi.
Dedemin elindeki âsa olayım, fakat ne çare
Ayağım çamura saplandı, başıma toprak saçıldı, baba!
Gönül kanı yutarak bir bahçıvan gibi yetiştirdin beni,
Ama bu fidanından bir meyve alamadın baba!
Ah ki, zamanın oyunu beni gafil avladı!
Senden haberdar olayım derken (ölüm) haberin geldi baba![23]
Şehriyar 1920 senesinin Şubat ayında bir kervan ile Tahran’a doğru yola çıkar. Babası onu çok sevdiğinden uğurlama merasiminde bulunamaz. Babası tarafından yakın akrabalarından biri annesiyle birlikte onu uğurlarlar:
Babamın çok ince bir kalbi vardı. Kendisi bizi uğurlayamadı. Anneme[24] “sen git uğurla” dedi. Sonra da babamın dayısı oğlu Mecdü’s-Sadat geldi. Bizi bir katıra bindirdi. Kervan ile birlikte yola çıktık.”[25]
Şehriyar’ın bu yolculuktaki en önemli hatırası “Garibgez” (Yerliden çok yabancıya zarar verdiğine inanılan bir tür tahta kurusu) dir. “O sıralarda Miyane kentinde “garibgez” denilen bir hastalık yaygındı. Bu hastalığa neden olan haşerenin çok tehlikeli olduğu söylenirdi. Babam, Miyane’ye vardığımızda temiz bir yer bulun, parmağınızı ıslatıp toprağa vurun sonra da ağzınıza sürün, dedi. Biz de söylediklerini aynen yaptık. Çok şükür bizi ısırmadı!”[26]
Şehriyar, bu kervan ile Kazvin’e kadar yol alır. Kazvin’den Tahran’a kadar da faytonla yolculuk yapar. Bu yolculuk 22 gün sürer ve Mart 1920 senesinde Tahran’a varılır. Şehriyar yolda iken seyyid Ziya’nın düşürüldüğünü. Ve Rıza Han’ın darbe yaptığını öğrenir.
Tahran’a vardıktan sonra babasının da tavsiyesi ile Ahmet Şah’ın halası Ekremü’s-Saltana’nın evine gider. Hac Mir Aka’nın Ekremü’s-Saltana ile olan tanışıklığı onun oğulları vesilesiyle olmuştur. Bizzat Şehriyar’ın kendi tabiriyle: “Ekremü’s-Saltana’nın şehzade oğulları Abdulmecid Mirza ve İsmail Mirza bir zamanlar babamın talebeleri idiler.”[27]
Şehriyar Tahran’da Lokmanu’l Mülk tarafından Daru’l Fünun Okulu’nun lise matematik bölümüne kayıt ettirilir. Bundan sonra Şehriyar, yavaş yavaş Tahran’ı tanımaya ve yeni dostlar edinmeye başlar. Ekremü’s-Saltana'nın evinde geçirdiği tarife sığmayan sevgi ve şefkat dolu dört aydan sonra kendi ısrarıyla onun evinden ayrılarak Çale Hisar mahallesinde kendine bir ev kiralar. Bu yeni evi, Nasıriye caddesinde yer alan okuluna yakındı.
Tıp Eğitimi ve Şehriyar’ın Aşkı
Şehriyar, Daru’l Fünun’da eğitim gördükten sonra 1924 yılında buradan mezun olur. Jandarma kontenjanıyla Tahran Tıp Okulu’na kabul edilir. Son sınıfa kadar tıp eğitimi alır. Asistanlık stajını Yusufabad’taki Sipeh Hastanesi’nde yapar. Ancak son sınıfta yaşadığı ve muradına eremediği bir aşk macerası, düşünce dağınıklığı ve gelişen diğer olaylardan ötürü öğrenimine son vermek zorunda kalır. Daha sonraları dostları tarafından eğitiminin tamamlanması yönünde teşvik edilmesine rağmen Şehriyar, bunlara aldırmaz. Sonraları da devlet memuru olmak zorunda kalır. Bu dönem, Şehriyar’ın hayatının en kritik aşaması olarak kabul edilir. Zira bu dönemde Şehriyar’ın yaşadığı beş yıllık aşk hayatı, Veliahd’ın (= Muhammed Rıza Pehlevi) müşaviri, Mazendaran valisi ve Emir Ekrem olarak tanınan çerağ Ali Han’ı Pehlevî adında bir kişinin müdahalesi ile mateme dönüşür. Bu nedenle tutuklanır ve Meşk Meydanı Milli Bağ’ında yer alan bir karakolda bir ay hapsedilir.[28] O dönemden kalan hatıralarının bir tanesi hapiste yazdığı aşağıdaki şiirdir:
Galip düşmanın hisarında ağlarım
Mağlup muhalif makamında çalınan saz eşliğinde
Kenan ülkesinin ayı ayrılık kuyusunda olduğu müddetçe
Hüzünler kulübesi ve Yakup’un yakarışı hoştur
Bu tufan gibi karmakarış müsvedde sana
Bahtı kara benden yazılmış bir mektuptur
Şehriyar’ın aynası sade ve saftır
Ahki sen çok kötülük ediyorsun bana çocuk!
Bu hadiseyle eş zamanlı olarak, Şehriyar’ın ruhsal durumunun değişiminde derin etkiler bırakan başka olaylar da gelişir: Tüberküloz hastalığına yakalanmış olan Şehriyar’ın samimi dostu Şehyar ölür. Şehriyar’ın başka bir dostu olan Lütfullah zahidi eğitimin sürdürmek amacıyla Avrupa’ya gider. Emirî Firuz Kuhî ona küser ve hepsinden daha kötüsü Habib Meykede intihar eder. Sonuç olarak diyebiliriz ki Şehriyar hayatının en güç dönemlerini yaşar. Bu olaylardan dolayı sekiz aylık bir ruhsal hastalığa yakalanır ve yataklara düşer. Bu durumdan haberi olmayan babası, okulu bıraktığı için kendisine gönderdiği aylık parayı da keser. Şehriyar gelişen bu olayları şöyle anlatıyor:
“O zaman istifa etmem gerekiyordu, kabul etmediler.[29] Emirî ile önce Firuz Kuh’a gittik. Bir iki ay orada gizlendim. Sonraları aşkımız malum oldu ve bu haber herifin[30] kulağına gitti bu ilahi bir fırsattı. Böylece ordudan istifa edebildim. Yoksa beni bırakmayacaklardı. Bir kalede bir ay tutuklu kaldıktan sonra o kızın annesi gelip bana: Emir var, seni emniyet dairesine götürecekler. Orada sana bir şey yapabilirler. Gel, ceddinin yüzü suyu hürmetine bu şehirden git! Sana bir şey yaparlarsa yarın ahrette Peygamber’e ne cevap veririz dedi. Cebime de bir şeyler koydu. Belki 200, bilemedin 300 tümen. Ne yapayım? Kemal’ül mülk’ün yanına gitmeye karar verdim. Hüseyiniâbat köyünü satın alarak orada ona görkemli bir imaret inşa ettiren salar-ı Mutemed onun arkadaşı idi. Bu şahıs Kemal’ül Mülkçü Takiabad köyünden Hüseyiniâbat köyüne bizzat kendisi götürmüştü. Nişabur’a gittim orada bir kervansarayda kaldım. Birden üç kişinin bana doğru geldiklerini gördüm. Biri beni kucakladı. Bu, Tıp okulunda benden bir sene ilerde olan Dr. Melikî idi. Nişabur Sağlık Müdürlüğü’nün başkanı olmuştu. Babası da Horasan’ın tanınmış kişilerindendi. Seni Allah gönderdi, burada gurbette canım çok sıkılıyordu, dedi.
ŞEHRİYAR (4)
Şehriyar ve Kemalu’l Mülk
Şehriyar’ın Nişabur da olması Dr. Meliki için bulunmaz bir fırsattı. Zira o sabahları erkenden hastaneye giderek hastaları muayene ve tedavi etmekle meşguldü. Böylece hem Dr. Meliki’nin yapması gereken işi yaparak bir sorun çıkmasını engelliyor hem de hasta ve çaresiz insanların sorunlarını çözüyordu. Gerçekten de onun Nişabur’la bulunması büyük bir nimet olarak kabul ediliyordu. Şehriyar Nişabur da hem çok başarılıydı hem de çok seviliyordu. Şehriyar ev sahibi Dr. Meliki ile birlikte küçük şehirlerde bir gelenek halini alan ve genellikle mülki amirlerin evlerinde düzenlenen sıra gecelerine girip çıkıyordu. Bunun yanı sıra Şehriyar sahip olduğu ahlaki hususiyetlerinden ötürü de çok seviliyordu.
Üç ay sonra Şehriyar Kemalu’l Mülk’ün[31] izini bulur. Dostları bu ikisinin görüşmesini engeller. Zira bu ikisinin birbirlerine ulaşmaları durumunda artık hiç ayrılmak istemeyeceklerini ve neticede Şehriyar’ı kaybedebileceklerini çok iyi biliyorlardı. Ne var ki, Şehriyar’ın aşırı ısrarı üzerine bu görüşme gerçekleşir. Şehriyar, Kemal’ül Mülk(ü görmeye gider. Bu ziyaret 15 gün sürer.[32]
Şehriyar’ın Kemalu’l Mülk ile olan samimiyeti Kemalu’l Mülk’ün geceleri uyumadan önce hayatının Nasiruddin Şah’ın sarayında geçen yılları esnasında vuku bulan olayları ve özel hatıraları kendisine anlatacak düzeydeydi.Kemalu’l Mülk bu hatıralarında Nasiruddin Şah’ın kendisine nasıl ilgi gösterdiğini, geceleri onun resim yapabilmesi için bizzat şahın elinde lamba tuttuğunu, böylece de kendisini ebedi eserler ve güzel tablolar yapmaya teşvik ettiğini nakletmekteydi. Şehriyar, Kemalu’l Mülk ile olan görüşmesini “Kemalu’l Mülkçü Ziyaret” başlığı taşıyan şu mısralarda çok güzel bir biçimde betimler:
Tahran caddesinden çok uzak
Nişabur köylerinden birinde
Testide gizlenmiş bir derya
Bir köşeye sinmiş bir dünya
Dünyadan elini ayağını çekmiş
Ayın son üç günü gibi görünmez hale gelmişti
Rey’in karanlığından bıkıp usanmış
Güneş gibi dağın ardına gizlenmiş
Şevk ve sevinç kervanıyla birlikte
Rey’den Nişabur’a doğru yola çıktım
Aya benzeyen yüzünden dehasının cemali
Güneşten ışıyan ışık gibi görülür
Nergise benzeyen gözü açılmış
Diğer gözü uykuya dalmış
Biri dünyayı aydınlatan bir lamba
Diğeri bahtım gibi uykuya dalmış
Aşk el öpme buyruğunu verdi
Lakin üstat bize izin vermedi
Ben tahammül gösteremezdim buna
İtaatsizlikten başka çare gelmedi aklıma
Odasına beraber gittik
Biz ona aşık, o bize müştak
Sözleri yeni, albenili ve hoş
Hepsi irfan, hikmet ve öğüt
Bazen ağzını Hafız’ın şiiriyle ıslatır
Tatlı sözlerine şeker katardı
Bazın de eski hatıralardan söz eder
Acı tatlı tecrübelerini anlatırdı
..............
O bir zamanlar ışıyan pınar
Şimdilik titreyen bir yıldız sanki
Işımakta ay gibi ancak dolunay değil
Bir güneştir lakin batmaya yakın sanki
Seher vakti titreyen bir yıldız gibi
Hazanın kaçan yaprağı sanki
O can-ı gönülden söz söyleyen
Ölüme doğru gidiyor sanki.[33]
Şehriyar, büyük bir maharet ve şairane bir incelikle gözleri Rıza Han’ın adamları tarafından kör edildiği söylenilen Kemal’ül Mülk’ün körlüğünü bir şiirinde tasvir ederek ilham yoluyla bu facianın kasıtlı işlendiğini işaret etmektedir:
Her ne kadar onun gözüne battıysan da
Ey Diken kalbimi kırdın
Yüzlerce şükür ki diğer gözü var
Bu bin varlık mülkünden daha iyidir[34]
Nişabur’la birkaç ay ikamet ettikten sonra, sınır yenileme memuru olarak en alt kademeden ve 32 tümen aylık maaşla o şehrin kayıt dairesinde Serdar Saidiyan Neyyiri[35] tarafından istihdam edilir.
Şehriyar’ın Nişabur’la bulunması ve Kemalu’l Mülk ile görüşmesi şöhretinin tüm Horasan’da yankı bulmasını beraberinde getirir. Onun için bu şehirde 8 aylık bir ikametten sonra onu saygıyla Meşhed’e uğurladılar. Orada kayıt dairesi’nin bir personeli olarak çalışmasına devam etti.
Şehriyar Meşhed’te
Şehriyar, Meşhed’te ikamet ittiği süre içinde şöhret sahibi olması, edebi şahsiyetler ve bu şehrin şairleriyle olan aşinalığından ötürü bir takım derneklere ve şiir toplantılarına davet edilirdi. Bu sıralarda Şehriyar daha çok Şapur Edebiyat Derneği’ne girip çıkıyordu. Bu dernekte düzenlenen şiir okuma toplantılarında şöyle bir yol izleniyordu:
Şeyh Sa’di veya Hafız’ın bir beyti şairler tarafından kendisine nazire yazılması için okunurdu. Diğerleri de kendi zevk ve yeteneklerini sınarlardı. Bu dönemin hatıralarından olan Şehriyar’ın tanınmış şiirlerinden bir tanesinde “Lüzum ma Lâ Yelzem” sanatı kullanılarak Sa’di’ye nazire olarak yazılmıştır
Bağ ez benefş ve semen arast saheteş
Del mi keşed be sahet-i bağ-ı seyahateş
Bahçe sahasını menekşe ve yaseminle süsledi
Gönül bu sahaya çıkıp dolaşmak ister
Bahar ve aşk bizi rahat bırakmıyor (madem) biz de sakiye rahat vermeyelim
Halkın şekerlik ve güzellik madeni olarak adlandırdığı gonca ağzından utanır oldum
(Sevgilim) siyah zülfün karanlığında gizlenmiş bir sabahtır. Güzelliğini de güneşten alıyor
Ey Gülün kıskandığı! Bülbülün bile fesahatine bir şey demediği bu gazeli bahçede oku!
Benim gibi şeyh ile savaşa gelen her fasihin fesahati rezalete dönüşür.
Şehriyar bu gazeli Şapur Mektebi’nde fesahati ruh okşayan bir lehçeyle okur.[36]
Şehriyar’ın meşhed’te bulunmasıyla eş zamanlı olarak, o dönemin ünlü müsteşriklerinin katılımıyla Firdevsi’nin 1000. Yıl şenliği düzenlendi. Doğal olarak Şehriyar gibi bir şair İran’ın milli şairine ilgisiz kalamazdı. Bu münasebetle bir kaside yazar. Bu kasidenin Dr. Kasım Gani’nin başkanlığını yapacağı oturumlardan birinde okunması kararlaştırılır. Ne var ki, pratikte Şehriyar davet edilmez ve yalnızca üç kişi şiir okur. Şehriyar’ın ifadesine göre sonraki yıl milletvekili seçilen üç kişi şunlardı:
1- Ferruhzade
2- Mueyyed Sabiti
3- Kasım Gani
Şehriyar’ın bu kongrede şiir okumasının engellenmesi üzerine merhum Gülşen Azadi (Horasan)[37] Şehriyar’ın yazdığı o şiiri basarak müsteşriklere dağıttı. Netice itibariyle müsteşrikler merasimde okunan şiirler arasında yalnızca Şehriyar’ın şiirini beraberinde götürdüler. Bu şiirin matla’ı şöyleydi:
“Sohan aine-i gaybist asrar-ı nihanira
Sohenver der zemin maned soruş-i asimanira
Gizli sırlar için gaybi bir aynadır
Söz ustası yeryüzünde gökteki melek gibidir
Bu dünya zindanına hayat demesi yaraşmaz
Ölümüyle ebedi bir hayat bulduğu zaman
Cihan durdukça genç kalacak adama nem mutlu
Ebedi hayattan daha hoş olan ölüm ne güzeldir.[38]
Şehriyar’ın Meşhed’te iken naklettiği başka bir hatırası da şudur: “Emir E’zem Behrami, Şapur Edebiyat Derneği’nin başkanıydı. Fransa’da eğitim gördüğünden romantik şiire aşinaydı. İran şairlerinin şiirle resim yapabileceklerine inanıyordu. Bunun için bir gün Şehriyar’ın da üyesi bulunduğu dernek üyelerini Ahmed Abad yaylasına götürerek, bu yaylanın manzarasını ve meziyetlerini betimlemelerini ister. Sonunda hepsi bir bahariye kasidesi yazarlar, ama Şehriyar sonraları “Bayram Sabah’ı” olarak tanınan hayali bir şiir yaratır:
Bahar sabahı gül yanaklılar gibi ufuktan görülmeye başladığında
Uyanık sabahın selası okundu
Gül ve sümbül yokluk uykusundan uyandı
İlahi arşı a’lâ damından
Sabah meleği aşağı indi
Ayın kandil ipi koptu
Batı kuyusu da ters asılı kaldı
Felek tanıkdaki aynalar kayboldu
Ay ve yıldızların ışığı söndü
Gece yıldız kervanından geriye
Gökteki titrek yıldızdan başka bir şey kalmadı[39]
Babanın Ölümü
Şehriyar 1933 yılında Meşhed’te ikamet ederken uykuda kendisine ilham edilen babasının vefatından haberdar olur. Şehriyar, uykusunda gördüklerini ““Haydar Baba”ya Selam” isimli kitabının dipnotlarında şöyle nakletmektedir:
“Hoşkenab seyyidleri arasında takvalı ve mütedeyyin iki kişi hatırlıyorum. İlki gerçekten de evliyalardan sayılan ve çocukça şiirlerin içinde adının geçmesinden utanan merhum Hac Mir Ali Hoşkenabî idi. İkincisi ise benim babamdı. Allah her kesin ölmüşlerinden rahmet ve mağfiretini esirgemesin. Babam defalarca ölümünün kadir Gecesi’nde olmasını dilemişti. Öyle de oldu. 1313 şemsi yılının Ramazan ayının 23 ünde, ihya geceleri merasimi’nden sonra sabah ezanına iki saat kala kalp krizi sonucu güler bir yüzle hayata gözlerini yumdu. Aynı gece ben Horasan’daki yayla köylerinden birinde idim. Uykuda babamın ay kürenin üzerinde durmuş vaziyette hareket ettiğini gördüm. Ay ışığı göğsüne kadar onu kaplamış bir vaziyette kahkaha ile gülüyordu. Kahkaha sesi ufuklara yayılıyordu. Uyandığımda köyün yaşlısı “Allahu Ekber” dedi. Sabah ezanıydı, lambayı yaktım ıstırap halinde hafız Divanı’ndan bir fal açtım. Hayretler içerisinde o zaman kadar hiç gözüme ilişmeyen bir gazel çıktı. Gazelin 1. ve 3. Beyitleri şöyleydi:
Hicran gündüzüyle sevgilinin ayrılık gecesi sona erdi. Fala baktım yıldız muvafık düştü, iş sona erdi
Bundan sonra kendi gönlümden ufuklara nur saçacağım, zira güneşe ulaştık ve tozlar sona erdi[40]
Şehriyar’ın babasına duyduğu sevgi, divanında başından sonuna kadar görülmektedir. Şehriyar babasını her zaman yücelik, izzet ve ihtiramla yad etmekte bazen de babasını hatırladığında muzdarip bir halde evden çıkarak nimet ve bereketle dolup taşan çocukluk ya da gençlik yıllarına ait yitik hatıraların peşine düşmektedir. “Babanın Arayışında” başlığını taşıyan şiir bu atmosferi yansıtmaktadır
Bir gün batımından üzgün kapıdan dışarı çıktım
Avucumda tutmuşum oğlumun bileğini
Ya Rab! Garipliğin elinden hangi taşa vurayım
Bu boş kafamı, şaşkın başımı
Babanın civarına ve o menus eve gittim
Dindirmek için gönlümdeki dertleri
...............
Babanın yuvasını ve annenin beşiğini arıyorum
Bulmak için mücevher madeni ile sanat kaynağını
...............
Sokak başında bir komşu çocuğu görmedim
Anlatmak için gezinti ve yolculuğumun hikayesini
...............
Gözlerimden yanaklarıma yaşlar dökülüyordu lakin
Gizliydi, görmesin diye oğlum yaşlı gözlerimi
Ansızın oğlum bu kapıdan ne istiyorsun dedi
Dedim oğlum baba safasının korkusunu.[41]
Buna rağmen Şehriyar babasının ölümünden sonra kalbi teessürlerini duygulu bir şiirde en iyi tarzda ifade etmektedir. Bu şiir çağdaş niteliklere sahip olmakla birlikte şairini İran edebiyat tarihinin en büyük çağdaş şairleriyle de mukayese edebiliriz. Sözlerin terkibi, beyitlerin sağlamlığı, kendilerinden açıkça çağdaşlığın damladığı terim ve kavramların ifade edilmesi gibi hususların tamamı bu şiirin getirdiği yenilikler olarak kabul edilmektedir. Bunun yanı sıra, şiirde yansıtılan ibret duygusu öğüdün samimi ve dolaysız alınışı okuyucuyu yoğun bir biçimde etkisi altına alan şiirin başka yönleridir:
Bak seni evlatsız bıraktım baba!
Sen de gittin beni babasız koydun baba!
Dedim elindeki asa olayım fakat ne çare
Ayağım çamura saplandı, başıma toprak serpildi baba!
Bizi yetim bırakıp yolculuğa çıkmak da neyin nesiydi
Mutlu gidiyorsun git yolun açık olsun baba!
Görmek için seni yavaş git zira bu yolculuğunla
Geri dönmek arzusunu taşımıyorsun baba!
Sen beni görme özlemini toprağa götürüyorsun
Ben de seni bir daha ancak rüyamda görürüm baba!
Bir bahçıvan gibi ciğer kanıyla beni yetiştirdin
Oysa bu fidanından bir meyve alamadın baba!
Ah ki zamanın oyunu beni gafil avladı!
Senden haberdar olayım derken (ölüm) haberin geldi baba!
Ruhumun mateminle bedenimden evladır
Lakin acın gönlümden çıkmıyor baba![42]
Yeniden Tahran’a Dönüş:
Şehriyar 1935 senesinde Meşhed’ten Tahran’a geri döner. Eldeki mevcut delillerden anlaşıldığına göre, Şehriyar’ın Tahran’a dönüşünün asıl nedeni büyük bir ihtimalle Şehriyar’ı Tahran’dan süren ve aşkının rakibi olan Çerağ Ali Han Ekremu’d-Devle’nin ölmüş olmasıdır.
Şehriyar Tahran’a girişte dost ve tanıdıkları tarafından sıcak bir biçimde karşılanır. Edebiyat dernekleri ve şiir çevreleri gelişini selamlar. İş bakımından da Meşhed kayıt dairesi memuru olan Şehriyar Tahran Belediye Teftiş başkanı Mirza Muhammed Han Eşteri vasıtasıyla bu kurumda istihdam edilir: “Mirza Hadi Han’ın kardeşi Mirza Muhammed Han Eşteri dönemin Tahran belediye başkanı idi.” Ne var ki ayda 42 tümen olan maaşın azlığından ötürü babasının ölümünden sonra bakmakla yükümlü olduğu büyük bir aileyi idare etmesi zor olduğundan Ali Vekili[43] başkanlığında bir pamuk dairesinin kuruluşuyla oraya geçer. Daha sonra da muhasebeci olarak Ziraat Bankası’nda istihdam edilir. Bu bankada istihdam edilişini Şehriyar şöyle anlatır: “...Benden Farsça ve Fransızca bir dilekçe yazmamı istediler. Her iki dile de hakimdim. Dilekçeyi yazdığımda yazım çok güzel olduğundan elden ele dolaşıyordu. Tanınmış Fransız yazarlardan Mösyö Joseph hayretler içinde kalmıştı. Banka müdürü olan şehzade Mahvi bu el yazınız bizi büyüledi, yalnız bir hattat değil muhasebeci istiyoruz dedi. Ben de, tamam dedim, imtihana gireceğim. Mösyö Joseph çağırdı ve ona Şehriyar’ı imtihan et ancak ona yumuşak davran dedi. Ben kombiyo senetleri ve banka işleri sisteminde kullanılan düzenli hesapları bilmiyordum. İmtihana girdim ve geçtim. Bu da merhum Emir – Khizi’nin sayesinde idi. Merhum emir-Khizi beni arkadaşlarından biri olan Kazi’nin yanına götürdü. Onun tavsiyesiyle ben muhasebe eğitimi almaya gitti. Bir hafta zarfında bu işi öğrenmiştim
Şehriyar (5)
Tebriz Yolculuğu
Şehriyar Hicri 1316 da arkadaşları Novberi Hariri (Ali Birgen) ve zevk sahibi birkaç hemşehrisinin daveti üzerine vatanı Tebriz’i ziyaret eder. Dört aylığına kendi şehrinde misafir olur. Bu dört aylık sürede, akrabalarını ziyaretten, ev işlerine çeki düzen vermekten ve eski dostlarıyla yeniden görüşmekten başka önemli bir olay olmadı. Ancak Şehriyar’ın kendi şehrini görme isteği acı tatlı hatıralarla dolu bir dünyaydı. Özellikle görme hasretiyle tutuşurken kaybettiği babasının boş kalan yeri, duygulu şairimizin üzüntüsünü artırıyordu. Bu yüzden “Vatana Dönüş” şiiri bu yolculuğun derin etkilerini göstermektedir. Bu şiirin bazı beyitleri şöyledir:
“Vatana sefer etmek için kol kanat açmışım, çalı kuşuna kırlarda olan yuva daha hoştur çünkü
Dostların kafilesi dağlara, ovalara, kırlara vatana dönüş şevkiyle haykırıyor
Yarımıza diyarımıza yeniden kavuşmanın şükranı olarak, eski dostlarla eski ahdimizi yenileyelim
Tabiatımın bülbülü, goncanın bana hoş geldin demek için ağzını açtığını görünce nağmeler söylemek için dile geldi
Benim şarkımla bahar yelinin bir olup servi raksa getirmeleri ne güzeldi
Aşık bülbül ayrılık zilletini çektiğinden gül dalına sözün hakkını vermedi
Ama ne çare feleğin inat elinden, şu melali ve mihneti üzerimden atamam
Yitip gitmiş dostların izlerini gördükçe dağlara taşlara feryadımı salmak isterim
Oğul Ken’an’a doğru Yakup gibi feryat etmede, ama hüzünler evi diye kuyuyu gösterip durmadalar
Yemen akikin yüzük halkasını çevrelediği gibi gözyaşım insanların çevresine kanlı bir daire çizdi
Ey Şehriyar, gönlünden gamı silmek istiyorsan, var yeşillik sulak bir yerde bir güzel yüz ara.”[45]
Şehriyar’ın eserlerinin çoğu, onun ruhi durumunu, toplumsal konumunu ve özellikle kültürel hayatın çeşitli kesitlerindeki hallerini anlatır. Bu yüzden Şehriyar’ın hayatını eserlerinin içinden açıkça izlemek mümkündür. “Vatana Dönüş” gazelinin beyitlerini nakletmemiz sırf bu yüzdendi. Çünkü bu şiirdeki beyitlerin her birinden şairin asli vatanı Tebriz’de bulunduğu sıradaki maceraları hakkında bilgi edinmek mümkündür.
Yeniden Tahran’a döndükten sonra şairin edebi mahfillerde şöhretinin yayılması sevgilisinin ona dönmesine ve bu acı ayrılığı visale çevirmesine neden olur. Ancak Şehriyar rakibi ortadan kalktığı halde çeşitli sebeplerle bu teklifi kabul etmez. Çünkü Şehriyar o sırada sufi tarikatının yoluna girmişti ve artık böylesi duygulara ve eğilimlere rağbet etmediği bir ruh ve düşünce ortamında bulunuyordu. İkinci olarak babasının ölümü kalabalık ailesinin ağır idare yükünü Şehriyar’ın üzerine yüklemişti. Şehriyar aldığı küçük çaplı maaşla bu zor sorumluluğu güçlükle yerine getirmeye çalışıyordu. İşte bu yüzden bu teklife ret cevabı verir. Bu olayı anlatan birkaç güzel gazeli vardır. Onun sıkıntılı ayrılık yıllarını, büyüklük ve izzeti nefis göstererek sevgiliye kavuşmayı kabul etmeyişini anlatan ve en güzel, en gönül çekici gazellerinden olduğu rahatça söylenebilecek olan bu gazeller sıradan, seçkin her kesin diline düşmüştür. Bestekârların besteleyip söyledikleri bu gazeller İran’ın her noktasında yaşlı genç herkesi bu bağrı yanık aşığa hayran bırakmaktadır.
“Geldin canım kurban sana ama niye şimdi?
A vefasız düştüm elden ayaktan, niye şimdi?
Can ilacısın ama Sohrab’ın ölümünden sonra geldin
A taş kalpli madem önceden istiyordun, niye şimdi?
Ey nazlı güzel biz senin nazına gençliğimizi vermişiz?
Var git gençlere nazlan artık, bizimle değil
Gökyüzü müştakların meclisini dağıttıkça,
Hayret ederim, dünya niye parçalanıp yıkılmaz diye
A Şehriyar! Sevgilin olmadan çıkmazdın sefere!
Bu kez kıyamet yoluna niye yapayalnız gidiyorsun?[46]
Ya da şu gazel:
“Gözüm düştü gözüne ama göz değil sanki; ateşinin kıvılcımından bir yangın düştü canıma
Bir ömür boyu ağladım, a gökyüzü reva mı bu? İnci tanem ağlayan gözümden düştü gitti
A Şehriyar! O perinin eline şu divanım geçse pişmanlıkta