ŞEHRİYAR’IN TÜRKÇE DİVANI VE HAYDAR BABA’YA SELAM ŞİİRİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME / HASAN ALMAZ
01 Ocak 1970
Muhammed Hüseyin Şehriyâr, İran edebiyatında olduğu kadar Türk dünyası edebiyatlarında da tanınmış önemli şairlerden biridir. Türkçe kaleme aldığı şiirlerinden “Haydar Baba’ya Selam” adlı şiiriyle ününü sadece yaşadığı coğrafyaya değil dünyanın değişik bölgesine özellikle de Türk dünyasına duyurmuştur. Bu çalışmada Şehriyâr’ın genelde Türkçe şiirleri özelde ise “Haydar Baba’ya Selam” şiiri üzerinde durularak bu şiirde işlenen temalar değerlendirilmiştir.
Sadece İran şiir dünyasının değil, Türk dünyasının özellikle de Azeri şiirinin en büyük şairi Şehriyar, kendi zamanının ileri gelen şahsiyetlerinden birisidir. Şehriyar, asıl ününü Farsça şiir söyleme sahasında yakalamış olmasına rağmen, Türk dünyasında tanınmış olmasını sağlayan ve onu önemli kılan Türkçe şiirleri, özellikle de “Haydar Baba’ya Selam” şiiridir. Bundan dolayı Şehriyar, bir bakıma Haydar Baba şairi olarak tanınır.
Şairin dört ciltten oluşan külliyatının dördüncü cildi, Türkçe şiirlerinin toplandığı kitaptır. Bu ciltte toplam 74 şiir yer almaktadır[1]. Bu şiirler arasında “Haydar Baba'ya Selam” şiiri, şairin en çok yankı uyandıran şiiridir. Bunun dışında önemli olan şiirleri şunlardır:
Türk’ün Dili, Türkiye’ye Hayali Sefer, Behcetabad Hatırası, El Bülbülü, Döğünme-Söğünme, Tersa Balası, Sehendim, Muhammed Rahim Hazretlerine Cevablar, Süleyman Rüstem’e, İman Müşterisi, Zaman Sesi, Yâr Kasıdi, Alnımın Yazisi, Allah Va'desi, Kardaşımın Mezari, İnsansaz İnkılabımız, Kafkazlı Kardaşlar ile Görüş, Gözüm Aydın, Yalan Dünya, Derya Eyledim, Naz Eylemisen, Azize, Azize Can, Ancılâ, Gözüm Aydın...
Cildin sonunda “Haydar Baba’ya Selam” ve diğer şiirleriyle ilgili gerekli izahlar da yer almaktadır.
Şehriyar’ın Türkçe divanında göze çarpan en önemli özellik, hiç şüphesiz onun kendi halkına, adet, gelenek-göreneklerine ve en önemlisi de anadili olan Türk Diline önem vermiş olması ve bunu birçok yönüyle üstün görmüş olmasıdır. Örneğin, “Türk’ün Dili” isimli şiirinde bunu açıkça dile getirmektedir:
Türk’ün dili tek sevgili istekli dil olmaz
Özge dile gatsan bu esil dil esil olmaz.
Fars şairi çok sözleri bizlerden aparmış,
Türk’ün meseli, folkloru dünyada tektir,
“Türk Evladı, Gayret Vaktidir” isimli şiirinde de bunun gibi özellikleri öne çıkaran tasvirlere yer verilmektedir. Şair, “Derya Eyledim” şiirinde ise Türk dilini bir çeşme olmaktan deryaya dönüştürdüğünü ve bunun bir okyanusa dönüşmesi arzusunu dile getirmektedir:
Türki bir çeşme ise men onu derya eyledim,
Bir Soyug me’rekeni mehşer-i kübra eyledim.
Ümidim var ki bu derya hele ogyanus ola,
Ona zamin bu zemine ki müheyya eyledim.
Şehriyar, diğer Türkçe şiirlerinde de buna benzer duygularını sık sık ifade etmekte ve halkının isteklerini hiç çekinmeden Türk dilinin yasaklı olduğu bir dönemde dile getirmektedir.
HAYDAR BABA’YA SELAM
“Haydar Baba'ya Selam” manzumesi iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümü, ilk defa 1331/1952 yılında Tebriz'de “Hakikat Yayınevi” tarafından basılmıştır. İkinci bölümü de ondan kısa bir süre sonra basılıp yayınlanmıştır. Birinci bölüm 76 kıtadan, ikinci bölüm ise 49 kıtadan ibarettir.
“Haydar Baba'ya Selam” şiirinin birinci kısmı Türkiye'de ilk defa 1954'te Azerbaycan dergisinde yayınlanmıştır. Derginin Eylül-Ekim 1954 tarihli ve 6-7 (30-31)'nci sayılarında yayımlanmağa başlanan şiir, Temmuz-Ağustos 1955 tarihli 4-5 (40-41)'inci sayılarına kadar devam ettiğini Gedikli'den öğreniyoruz[2]. Şiir hakkında Mehmed Emin Resulzade'nin tanıtıcı makalesi de iki sayı sürmüştür. Şiir aynı tarihlerde Türk Yurdu dergisinin Ocak-Ekim 1955 tarihli sayılarında da yayınlanmıştır[3]. Bundan sonra Ahmet Ateş, “Şehriyâr ve Haydar Baba'ya Selam” adıyla bir kitap hazırlamış ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü tarafından 1964 yılında Ankara'da basılmıştır. Bu kitapta Şehriyâr'ın hayatı, şiirin aslı ve Türkiye Türkçesi yanında açıklayıcı bilgiler de yer almaktadır.
Muharrem Ergin, “Haydar Baba'ya Selam” manzumesinin tümünü, bu şiire nazire olarak yazılan bir kısım şiirlerle birlikte 1971 yılında “Azeri Türkçesi” adıyla yayınlamıştır.
Şehriyâr, “Haydar Baba'ya Selam” manzumesini yazmazdan önce de İran'da ün kazanmış bir kişiliğe sahipti. Bundan dolayı da çağdaş dönemin Hafız'ı olarak bilinmektedir. Fakat annesinin de büyük arzusuyla kendi öz diliyle şiir söylemeğe başlaması ve “Haydar Baba’ya Selam” manzumesini kaleme alması şöhreti bir anda İran sınırlarını aşar. Türkçe konuşan halklar arasında tanınmasıyla şiirleri dilden dile dolaşıp şarkı ve türküler halinde sazlar eşliğinde okunur. Şehriyâr, bundan sonra da Türkçe şiirler yazdı ancak hiçbiri “Haydar Baba’ya Selam” şiiri kadar yankı uyandırmadı. Şair, bu durumu şu mısralarla ifade eder:
Bah ki Haydar Baba efsane tek olmuş bir kaf
Men küçük bir dağı ser-i menzil-i anka eyledim[4].
Gerçekten de Haydar Baba dağı bu manzumede başı göklere ulaşan efsanevi bir dağ olur. Hatta bir kısım insan bunun bir dağ değil de çok ulu bir insan olduğunu zanneder[5]. Şehriyâr’ın Divanına bir önsöz yazan Mehdi Rüşen Zemir, şiirin duygu yüklü özelliğine değinmiş ve bu konuda; “Onu bir defa okuyup da yüz kez ağlamayan insana çok az rastlanır. Çünkü “Haydar Baba”, o kadar duygulandırıcıdır ki insanın ağlamaması mümkün değildir. Gerçekleşememiş arzulara, bir daha geri dönmesi mümkün olmayan geçmişe, yüreklere gömülmüş ve hiç kimseye söylenmemiş dert ve kederlere ve bizleri yarı yolda bırakıp giden candan aziz değerli dostların yokluğunu konu eden bu şaheseri okuyup da duygulanmamak ve ağlamamak akıl kârı değildir.”[6] diyerek düşüncelerini dile getirmiştir.
Bu eserin kaleme alındığı günlerde İran'ın o günkü rejimi, büyük bir halkın diline kilit vurmuş bu arada Azerbaycan halkının da kendi diliyle konuşup yazmasını “Milli birlik ve beraberlik” adına yasaklamıştı. İşte böyle bir ölümcül sessizlik ve suskunluk esnasında Şehriyâr'ın bu manzumesi yükseldi ve bu sessizlik ve suskunluğu bozdu.
Azerbaycan ve Türk edebiyatı için Şehriyâr, her şeyden önce “Haydar Baba” şairidir. Bu eserin kaleme alınması, hem şairin hayatında bir dönüm noktası hem de Azeri Edebiyatında yeni bir merhalenin başlangıcı oldu. Halk arasında sahip olduğu bu derin ve sarsılmaz saygıyı ve sevgiyi bu şiiriyle kazandı.
Azerbaycan Edebiyatında da büyük bir canlanmanın oluşmasına, insanların kendi edebiyatlarına önem vermesine, kendi yurtlarına karşı daha duyarlı olmasına yol açtı.
“Haydar Baba'ya Selam” manzumesinin meydana getirmiş olduğu bu güç ve etki, aslında şairin halkçılığından kaynaklanmaktadır. Halk nazarında bu kadar öne çıkmasının en büyük nedenlerinden biri de, onun halkıyla beraber yaşayan, halkı gibi düşünen, mahrumiyet çeken, sıkıntılar içinde yaşayan, halkıyla birlikte kederlenen, onun yanında yer alan, onunla birlikte sevinen, halkının dilinde olup da dudağına alamadığı arzu ve isteklerini tam bir cesaret ve yiğitlikle, eşsiz bir kararlılıkla terennüm eden bir kişiliğe sahip olmasıdır.
“Haydar Baba'ya Selam” manzumesi bahar tasviriyle başlar:
Haydar Baba ıldırımlar şahanda
Seller sular şakgıldayup ahanda
ve gönüllerin coşkusuyla sona erer:
Haydar baba senin gönlün şad olsun
Dünya varken ağzın dolu dad olsun.
Şiirin genelinde bir hatırlatma ve hatırlanma söz konusudur. Şairin özellikle çocukluğu döneminde geçirmiş olduğu anıları her satırda gözler önünde canlanmaktadır.
Seher tezden nahırçılar gelerdi
Goyun-guzu dam-bacadan melerdi
Emmecanım körpelerin belerdi.
Tandırların gavzanırdı tüssüsü
Çöreklerin gözel iyi, issisi.
Çocukluğunda oynadıkları oyunlar bir bir gözlerinin önünde canlanır. Köy hayatı, gelenek ve görenekleri bir bir anlatılır. Sanki bu manzaralar okuyucunun gözünün önünde canlanıyormuş gibi anlatılır. Bu manzaraların yanında köy hayatında yer eden dini motifler de gözlerimizin önünde canlanmaktadır. Kişi ve şahsiyetlerin adları adeta tüm hayatlarını anlatırcasına zikredilmektedir.
Şair, birinci bölümde köyü ve köylüyü genellikle müsbet bir şekilde ele alır. İkinci bölümde onların çaresizlik, yoksulluk ve medeniyetin nimetlerinden mahrumiyetlerini açık bir şekilde dile getirir. Bu konuda Ahmet Caferoğlu, Türk Kültürü Araştırmaları adlı eserde şunları söylemektedir:
“Onun bu şiirlerde ele aldığı motifler tamamıyla milli halk hayatından alınmış, folkloriktir. Köyün bütün toplum hayatını inceliği ile aydınlatmağa çalışmış, ona zarif bir eda ve tasvir gücü vermiştir. Yaşattığı köyünün tipleri ebedileştirilmiş, artık kaybolmaya yüz tutmuş hayat gereklerine Türk zevkini ve rengini vermiştir[7].”
Şair, halkının yaşamını dile getirmekle birlikte köylünün devamlı içiçe bulunduğu tabiatı da çok güzel bir şekilde nakış nakış çizer. Tabiatta olup biten olayları sesleriyle birlikte canlı bir şekilde gözler önüne serer.
Haydar Baba, ıldırımlar şahanda
Seller, sular şakgıldayup ahanda
Haydar Baba Kurugölün kazları
Gediklerin sazak çalan sazları
Ketgövşenin payızları, yazları
Haydar Baba dağın daşın seresi,
Kehlik ohur dalısında feresi
Guzuların ahı, bozı, karasi
Şiirde gam ve mutluluk, ağlama ve gülme, üzüntü ve ümit hep bir arada görülmektedir. Şair, adeta ağlarken güldüğünü de göstermektedir. Şiir, tıpkı Mevlana'nın ney'i gibi tanıdıkları hikaye edip ayrılıklardan şikayet etmekte fakat bunun sonu hikaye ve şikayetlerle bitmemekte aksine dolaylı bir etkileşimle okuyucunun yüreğinde hiç haberi olmaksızın büyük bir muhabbet ve manevi bir huzur hissini uyandırmaktadır.
Şiir ve sanatın cansızı canlandırdığı, ünsüzü ünlü hale getirdiği, ölüyü ölümsüzleştirdiği bu şiirden de açıkça ortaya çıkmaktadır. Gerçekten de şiir ve sanatın bunların kaynağı olduğu şüphesizdir.
Her Azerbaycanlının evinde “Haydar Baba'ya Selam” manzumesinin Kur'an-ı Kerim ve Hafız'ın divanının kenarında yer aldığı bir gerçektir. Halk, vaktinin en değerli bölümünü bu eserleri okumakla geçirmektedir[8].
Bu manzume, Türk gelenek ve göreneklerini en iyi şekilde gösteren folklorik bir eserdir. Hece vezniyle yazılmış ve değişik toplumsal konular hakkında bilgiler sunan ve adeta Türk insanının her tarafta benzer özellikler taşıdığının örneğidir. Köy hayatını, gelenek ve göreneklerini tümüyle içinde toplamıştır.
“Haydar Baba'ya Selam” manzumesi iki ayrı bölümden oluşmuş ikinci bölüm gerçekte birinci bölümün bir uzantısı ve tamamlayıcısıdır. Her iki bölüm de ortam, mekan ve konu itibariyle aynı kaynaktan beslenir. İki bölüm arasında eğer varsa tek fark, birinci bölümün uzaktan gelen bir selam ve mesajı ve ayrılığın getirmiş olduğu acı hatıraları içermiş olması, ikinci bölümün ise yakından yapılan bir gönül yakınması, Haydar Baba ile şair evladı arasında geçen konuşma, bir takım soru ve cevabı kapsıyor olmasıdır. Şiirin ikinci bölümünde, “Gözden ırak olan gönülden de ırak olur.” atasözü gereğince unutulmuş olan hatıraların yeniden gün yüzüne çıkması işlenmektedir.
Şehriyâr, birinci bölümde sevdiği dağdan sesinin yankısının yayılmasını, dünyada ve ufuklarda büyük bir ses yapmasını istemiş,
Men senin tek dağa saldım nefesi
Sen de geyter göylere sal bu nefesi
Haydar Baba da şairin bu isteğine icabet ediyor ve evladının “Haydar Baba” feryadını herkesin diline yerleştiriyor.
Gör hardan men sene saldım nefesi
Dedim geyter sal aleme bu sesi
Sen de yahşi simurğ etdin megesi
Sanki kanat verdin yele, nesime
Her tarafdan ses verdiler sesime.
Burada şu noktayı da unutmamak gerekir ki Şehriyâr, bu manzumeyi kaleme almakla meşhur olmamış aksine Haydar Baba dağı ve çevresi tanınmaya başlanmıştır. Dolayısıyla Şehriyâr, Haydar Baba'ya değil; Haydar Baba Şehriyâr'a borçludur. Nitekim şair “Derya Eyledim” isimli şiirinde bunu şu şekilde ifade eder:
Bah ki Haydar Baba efsane tek olmuş bir kaf
Men küçik bir daği ser-i menzil-i anka eyledim[9].
“Haydar Baba’ya Selam” manzumesinde anlatım biçimi çok sade ve açıktır.
“Haydar Baba’ya Selam” manzumesi içerik ve konu itibariyle taşıdığı değerler şu şekilde özetlenebilir:
1. Zevkli ve çekici köy yaşamının mücessemleştirilmesi ve birkaç yıl içerisinde unutulması söz konusu olan “folklorik” unsur, anlam ve temaların büyük bir kısmının tesbiti.
2. Bu manzumenin tümünde gam ve mutluluk, ağlama ve gülme, üzüntü ile ümit hep bir arada kullanılmıştır. Şairin bu sözleri bir çalgı misali dinleyicinin veya okuyucunun kulağına üzüntüyle ümidi, “ağlarken güldüğü” bir halde can yakıcı bir sesle hayatın itibarsızlığından yakınmakta, dünyanın ve onun içindekilerin iyilik ve kötülükleriyle bir efsaneden ibaret olduğunu ve bugün başkalarının efsanelerini anlatan bizlerin de bir gün bu efsaneler zincirine dâhil olacağımızı bunun için de şer ve kötü efsanelerle anılmaktansa hayır ve iyilik efsanesiyle anılmanın daha iyi olduğu görüşünü haykırmaktadır.
Şehriyâr'ın yaptığı tasvirlere göre hayat, tıpkı bir su kanalında akan su misalidir. Dünyadan göçüp gidenlerin ve ömrün akışının bir tasviridir.
3. Şehriyâr'ın “Haydar Baba’ya Selam” manzumesi de tıpkı Mevlana'nın “İnleyen Ney”inin sesi gibi tanıdıkları ve dostları hikaye etme ve ayrılıklardan şikayetten başka bir şey değildir. Fakat bunun sonuç ve neticesi hikaye ve şikayetlerle sona ermez. Aksine dolaylı bir etkileşim yoluyla okuyucunun yüreğinde hiç haberi olmaksızın muhabbet, sevgi, sefa, ruhi bir marifet ve maneviyat hissini uyandırır. Gönlün manzarasını renksizlik rengiyle ve güzellik duygusuyla süsler.
4. Şehriyâr, bu şiirinde şaşırtıcı bir güç ve kudretle “Asla iki kez görmeyeceğin şeye tap.” sözünü tefsir ediyor. “Haydar Baba’ya Selam” manzumesi baştan başa bu sözün bir tefsiri gibidir.
“Haydar Baba’ya Selam” manzumesinin ilk bölümünde şair, uzak düşmüş evlat ünvanıyla Haydar Baba’ya bir selam gönderiyor ve bu iyi bahtlı dağı çocukluk günlerinin acı-tatlı anı ve hatıralarının bir “sembol”u olarak görmekte ve tıpkı usta bir nakkaş gibi maharetli bir şekilde büyük bir incelik, zerafet, letafet ve hasretle bu anı ve hatıraları süsleyip resmetmektedir.
İkinci bölümde ise, Haydar Baba'nın meşhur evladı, uzun yıllar ayrı kaldıktan sonra gözlerini güzel tabiatına açtığı topraklara geri döner. Ancak bu defa şevk dolu gözyaşlarını gam gözyaşlarıyla karıştırır ve rengarenk çocukluk perdesinin görüntüsünü Haydar Baba'nın eteklerinde arar. Fakat hüzünden başka bir şey bulamaz. “Haydar Baba”nın şair çocuğu, doğduğu topraklara döndüğünde gözlerinde o “gençlik” gözlükleri olmadığından kaybetmiş olduğu cennetini bulamaz ve çocukluğunda gördüklerini yaşadıklarını yeniden görüp yaşayamaz. Bunun için de dönmeğe ve gönlünü eski hatıralarla hoş tutmaya mecbur olur. İkinci bölümde dile getirdiği konular da bu üzüntüden olsa gerek. Ayrıca bu bölüm, şairin bir hasret edebiyatı şairi olduğu da ortaya çıkar.
Haydar Baba'ya Selam manzumesi adeta hayatın tümünü gözler önüne seren bir ayna gibidir ve burada görülen şey daha çok ağlamadır. Gülmeye daha az rastlanır. Bu gülme de aslında ağlamayla karışık bir gülmedir. Bu da şairin hayatının hep hüzünlü geçtiğini gösterir:
Deyne menim şair oğlum Şehriyâr
Bir ömürdür ğem üstüne ğem kalar
Bu manzumede kullanılmış olan bir takım tabir, kinaye, teşbih ve istiareler vardır ki sahip oldukları bu letafet ve zarafeti olduğu gibi bir başka dile tercüme etmek asla mümkün değildir. Örneğin;
Koy kuzular ayın-şayın otlasın.
mısraındaki “ayın-şayın” ıstılahını bir başka dile aynı zarafet ve letafetle tercüme etmek mümkün olabilir mi? Haydar Baba'da bunun gibi örneklere sık sık rastlamamız mümkündür.
Şair, geçmiş günlerin anısına bazen öyle bir dalar ki taş yürekleri bile eritir:
Kaş kayıdup bir de uşah olaydım
Bir gül açıp ondan sora solaydım
Ah üzümi o ezdiren günlerim
Ağaç minup at gezdiren günlerim.
Şiiri bir defa dahi okuyan bir kişi rahatlıkla büyük bir kısmını zihninde canlandırır ve onu asla unutamaz. Yukarıdaki örnek bunu çok güzel bir şekilde göstermektedir. Çünkü herkesin çocukluğunda oynadığı bir oyunu gözler önüne sermektedir. Yine herkesin zihninde kalabilecek şu kısımda olduğu gibi:
Haydar Baba nene kızın gözleri
Rehşende'nin şirin şirin sözleri
Türki dedim ohusunlar özleri
Bilsinler ki adam gider ad kalar
Yahşi pisden ağızda bir dad kalar.
“Haydar Baba’ya Selam” Manzumesine Yapılan Nazireler:
Haydar Baba'ya Selam yayınlandıktan çok kısa bir süre sonra büyük bir yankı bulur ve yankısı Türkçe konuşan halklar arasında bir anda yayılır. Özellikle İran'da Türk Dilinin yasaklanması halkın diline duyduğu özlemi gidermede bu gibi şiirlerin etkisi çok olmuştur. Halkın kendi diline karşı hassasiyetle eğilmesi yolunda ilk adımı Şehriyâr atmıştır. Bundan sonra da Türkçe şiir söyleyen şairler, ondan cesaret alarak şiirine nazire yazmışlardır.
Şiir yayınlanır yayınlanmaz yankılar duyulmağa başladı. İran Azerbaycan'ında Mehmed Hüseyin Sahhaf Cennetimekan Tebrizî, Cabbar Bağçeban, Nusretullah Fethî, İnayetullah Eminpur, Ali Tebrizî, Bulut Karaçorlu Sehend, Muhammed Ali Saibî gibi şairler, nazire yazmağa başladılar.
Kuzey Azerbaycan'da ise hemen hemen her şairin Şehriyâr ve Haydar Baba'ya Selam ile ilgili bir şiiri vardır. Bunlar arasında en ünlüleri ve tanınmışları Mehmed Rahim, Süleyman Rüstem, Mir Ebu'l-Fazl Hüseynî (Hasret), Mehmed Aslan gibi şairlerdir ki bunların Şehriyâr ile ilgili şiir ve anıları çoktur. Bunlar dışında Hekime Billüri, Medine Gülgün, Bahtiyar Vahapzade, Refik Zeka Handan, Halil Rıza, Cafer İftihar, Abbas Ali Kerimoğlu, Hayrullah Kerimoğlu gibi şairleri de görebiliriz[10].
Şiir Türkiye'de de kısa bir süre içinde yankı bulmuş ve şairler buna nazire yapmışlardır. Türkiye'de Şehriyâr ve Haydar Baba'ya Selam'a yapılan nazireleri Osman F. Sertkaya toplayıp üç mekale halinde Türk Kültürü ve Azerbaycan Türkleri adlı eserde yayınlamıştır[11].
“Haydar Baba’ya Selam” manzumesine nazire şeklinde şiir yazan şairler arasında Cenani Dökmeci'nin “Bizim Dilden Bizim Köy” adlı 79 dörtlüklü şiiri, Hayrettin Tokdemir'in “Kocabey” isimli 108 beşlikli şiiri, Zeynelabidin Makas'ın “Hoş Hatıralar” başlıklı 47 beşlik ve üç dörtlüğü, Fahri Unan'ın “Çiçekli'ye Selam” adlı 72 beşli manzumeleri zikredilmeğe değer şiirlerdir[12]. Bunlar dışında Şehriyâr'a şiir ve nazire yazan şairlerimiz arasında Vecdi Kankılıç, Aydil Erol, Ali Korkut Akbaş, Hüseyin Perviz Hatemi, Servet Gürcanhan, Tuncer Güzelsoy, Nihat Yücel, Mustafa Kayabek, Emin Güzelsoy gibi şairler de sayılabilir[13].
Şehriyâr'ın bu manzumesi Irak'taki Türkler arasında da yankı bulmuş ve ona nazireler yazılmıştır. Abdullatif Benderoğlu (Gurgur Baba), Dr. Sabah Abdullah Kerküklü (Gözlü Baba), Salahattin Nacioğlu (Ğulam Baba'ya Selam), Hüseyin Ali Mübarek (Tuzhurmatu), Mehmet Mehdi Bayatoğlu (İkinci Kaytez Baba) gibileri “Haydar Baba’ya Selam” manzumesine güzel nazireler kaleme almışlardır[14].
“Haydar Baba’ya Selam” manzumesi başta Farsça olmak üzere İtalyanca, Rusça, Gürcüce, Bulgarca, gibi dillere tercüme edilmiştir. Fakat ne yazık ki bazen kasıtlı bazen de tecrübesizce yanlışlıklar yapılmıştır. Bu konuda Asğar Ferdi ve Hüseyin Ferdî'nin Keyhân-i Hevayi dergisinde yaptıkları açıklamalar ve ele aldıkları yanlışlıklar bize onun tercümelerinin kasıtlı olarak değiştirildiğini açıkça göstermektedir[15].
Manzumenin Farsça’ya tercüme edilmiş birçok nüshası mevcuttur. Şehriyâr bunlardan iki çeviriyi derleyerek divanına almıştır.
Şair, kendisine yazılan nazirelerin çoğuna cevap vermiş ve bunların adını kendi şiirlerinde dile getirmiştir. Nitekim şiirlerin birçoğunda bu isimlere rastlamamız mümkündür.
Şehriyâr, böylece gerek İran’da gerek Azerbaycan’da ve gerekse Türkiye’de Türkçe bir edebiyatın oluşmasına büyük bir katkıda bulunmuştur. Nitekim Şair, bu konuda şöyle demektedir:
Türki bir çeşme ise men oni derya eyledim
Bir Soyuk ma'rekeni mehşer-i kübra eyledim
Ne tek İran'da menim velvele salmış kalemim
Bah ki Türkiye’de, Kafkaz’da ne kavga eyledim
Türki vallah, analar ohşaği, laylay dilidir
Derdimi men bu deva ile müdava eyledim.[16]
Şair, bu şiirinde Türkçenin geleceğine olan güvenini çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
“Haydar Baba’ya Selam” Manzumesinin Geniş Yankı Bulmasının Nedeni
Haydar Baba dağını bu kadar meşhur kılan şey, hiç şüphe yok ki Şehriyâr’dır. Eğer Şehriyâr olmasaydı Haydar Baba’yı kimse tanıyamayacaktı. Bundan dolayı da “Haydar Baba şiiri Haydar Baba dağından daha yüksektir.” dersek abartmış olmayız. Aksi takdirde eğer bu şiir olmasaydı ruhsuz bir avuç taş ve topraktan başka bir şey olmayacaktı. Evet Leyla, Mecnun’un gözünde ne derece ulu bir hale gelmişse Haydar Baba Dağı da Şehriyâr’ın gözünde öyle ulu bir hale gelmiştir ki bu kadar ünlü bir dağ halini almıştır. Zira sanatçının işi, seçmek ve süslemektir, sahip olduğu ruhla cansız tabiata bir şeyler bağışlayıp onu canlandırmaktır. Şair de bunu en güzel bir şekilde yapmıştır.
Kimi şairler vardır ki kaleme aldıkları şiir veya konularla ölümsüzleşmişlerdir. Kimi şairler de ele aldıkları konularla hem kendileri ölümsüzleşmiş hem de ele aldıkları konular ölümsüz bir hale gelmiştir. İşte Şehriyâr da bu tür şairler arsındadır. Örneğin Mehmet Akif dendi mi akla ilk gelen İstiklal marşı veya Çanakkale şehitleri adlı şiirleridir. Veya Necip Fazıl dendiği zaman akla hemen “Kaldırımlar” veya “Sakarya” şiirleri, Fuzuli dendiği zaman “Su kasidesi” akla gelmektedir. Veya bunu tersinden söylememiz de mümkündür. Biri zikredilince akla hemen diğeri gelir. Birbirleriyle özdeş bir hale gelmişlerdir. İşte Şehriyâr ile Haydar Baba şiiri de böyledir. Hatta Şehriyâr ve Haydar baba’sı bunları da aşarak kısa süre içinde bütün Türkçe konuşan halklar arasında büyük bir yankı bulmuş ve zihinlerde büyük bir yer edinmiştir.
Elbette bunun bu kadar yankı bulması ve zihinlerde yer edinmesinin birçok sebebi vardır. Türkçe’nin İran’da yasaklanmış olması buna önemli bir sebep teşkil etmektedir. Sokakta bile Türkçe konuşmak yasaktı. Bu durum İran İslam Devriminin olduğu ana dek sürer. İşte böyle yasaklı bir dönemde bu şiir kaleme alınır ve Türk halkı arasında bir anda yayılmaya başlar. Halkın Türkçeye olan susamışlığını da böylece gidermiş olur.
Bu şiirin büyük bir kesim tarafından benimsenmesinin bir diğer özelliği de içinde köy hayatının, gelenek ve göreneklerinin yer alıyor olmasıdır.
Bir diğer özellik de şiirin halk diliyle söylenmesi ve folklorik unsurları taşıyor olmasıdır.
Kısacası şiir, halkın kültüründen, adet, gelenek göreneklerinden ve yaşam tarzlarından örnekler sunduğu için dilden dile dolaşıp ezberlenmiştir.
--------------------------------
KAYNAKLAR:
ATEŞ, Ahmet, Şehriyâr ve Haydar Baba’ya Selam, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1964.
ERGİN, Muharrem, Azeri Türkçesi, Ebru Yayınları, 3. bs., İstanbul 1986.
GEDİKLİ, Yusuf, Şehriyâr ve Bütün Türkçe Şiirleri, Ötüken Neşriyat, 3.bs., İstanbul 1997.
KILIÇ, Selahattin - ŞİMŞEK İlhan, Haydar Baba’ya Selam, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1993.
MUHAMMEDZADE, Hamîd, Külliyât-ı Eş'âr-ı Türkî-yi Şehriyâr, İntişarât-ı Zerrin ve İntişarât-ı Nigâh, 8. bs., Tahran hş.1373.
NIKENDIŞ, Buyuk, Hatırat-ı Şehriyâr Bâ Digerân, Neşr-i Süheyl, 1.bs., hş. 1370.
SERVETİYAN, Behrûz, Selam Ber Haydar Baba, İntişârât-ı Suruş, Tahran hş.1374.
ŞEHRİYÂR, Seyyid Muhammed Hüseyin, Divan-ı Şehriyâr, (3 cilt), İntişarât-ı Zerrîn - İntişarât-ı Nigâh, 16. bs., Tahran hş. 1374.
ŞEHRİYÂR, Seyyid Muhammed Hüseyin, Divan-ı Şehriyâr (Türkçe) Haydar Baba’ya Selam ekiyle, İntişarât-ı Zerrîn - İntişarat-ı Nigâh, Prof. Dr. Hamid Muhammedzade’nin açıklamalarıyla, 8. bs., Tahran hş.1373.
TOKATLI, Ümit, Irak Türklerinin "Haydar Baba’ya Selam"a Yazdıkları Bazı Nazirelerden Örnekler", Tuncer Gülensoy Armağanı, Yayına Haz.: Ahmet BURAN, Bizim Gençlik Yayınları, Kayseri (Tarihsiz).
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Dr. Yusuf Gedikli'nin kitabının son baskısında Şehriyâr'ın toplam 92 şiiri yer almaktadır. Bu da Şehriyâr'ın Türkçe şiirlerinin bu güne kadar var olanlarının tümünün bir arada toplanmış halidir. Gedikli, 1996 yılına kadar gerek İran'da gerekse Azerbaycan'da yayınlanmış olan tüm şiirlerini bir araya getirerek yeniden yayınlamıştır.
[2] Gedikli, Şehriyâr ve Bütün Türkçe Şiirleri, s.115.
[3] a.g.e., s.115
[4] Şehriyâr, Divan, c.IV, s.230.
[5] Behruz Servetiyan, Selam Ber Haydar Baba, s.16
[6] a.g.e., s.15
[7] Ahmet Caferoğlu, "Şair Şehriyâr", Türk Kültürü Araştırmaları, Ankara 1964, sayı 1, s. 133-141.
[8] Behruz Servetiyan, Selam Ber Heyder Baba, s.35
[9] Şehriyâr, Divan, c.IV, s.230
[10] Gedikli, Şehriyâr ve Bütün Türkçe Şiirleri, s.123.
[11] a.g.e., s.125
[12] a.g.e., s.125.
[13] a.g.e., s.125.
[14] Ümit Tokatlı, "Irak Türklerinin Haydar Baba'ya Selam'a yazdıkları bazı Nazirelerden Örnekler", Tuncer Gülensoy Armağanı, Kayseri (Tarihsiz), s.85-101.
[15] Hüseyin Ferdî, Keyhan-ı Hevaî, Sayı. 1054, s.5; Asğar Ferdî, Keyhan-ı Hevaî, Sayı.1050, s.5.
[16] Şehriyâr, Divan, c.IV, s.229.