« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

21 Eyl

2010

Niğbolu Zaferi

01 Ocak 1970

Niğbolu meydan muharebesi: 25 Eylül 1396 tarihinde, Tuna nehri üzerindeki, Osmanlıların müdafaa ettiği Niğbolu Kalesi ya­kınlarında bulunan sahada, Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid komutasındaki Osmanlı ordusuyla, IX. Papa Bonfaçıyus’ün teşvi­kiyle Macaristan başta olmak üzere (Fransızlar, Almanlar, Felemenkler, İsviçreliler, İngilizler, İskoçyalılar, Lombar­diyalılar, Rodos şövalyeleri ile İspanyol, Bohemya gönüllüleri or­dularından kurulu) Macaristan kıralı SİGİSMUND’un başkomu­tanlığındaki (Müttefik Haçlı orduları) arasında yapılan ve Osman­lıların kesin zaferiyle sonuçlanan zaferin adıdır.

NİĞBOLU MEYDAN MUHAREBESİNİN SEBEPLERİ:

Osmanlılar Rumeli ’ne geçerek birçok yerleri ele geçirdikten sonra, Avrupa Devletlerinin ilk kurdukları Haçlı ordusunu 1364’de Sırp sındığı gece baskınıyla, yok etmişlerdi. Arkasından 1389’da Sırp kralı Lazar’ın topladığı ikinci Haçlı ordusu da Mu­rad-ı Hüdavendigar ordusu karşısında yok olmuş ve Osmanlılar Rumeli’nde büyük bir arazi parçası kazanmışlardı. Elde ettikleri bu topraklara yerleşmeye başlamışlardı. Kazanılan yerlerin elde kalması ve buralarda barınabilmek için, bir engel vardı. Osmanlı­lar Tuna nehrine kadar, bütün bu büyük ülkeye tamamen sahip ve hâkim olmaları lazımdı. Fatih Sultan Mehmet’in padişahlığı dev­resi sonuna kadar, önem verip izledikleri politika Osmanlıların batı siyaseti olmuştur.

Bu sırada, Macaristan kendi ülkesinden taşmış, civardaki dev­letleri kendi tarafına, himayesine almış, Karadeniz kıyılarına kadar genişlemişti. Kral SİGİSMUND Sırp sındığı savaşında Os­manlılara karşı uğradığı yenilgiyi bir türlü unutamıyor, ele geçir­diği ilk fırsatta öç almayı ve en önemlisi, Osmanlıları Avrupa’dan çıkarmayı düşünüyordu. Sigismund’un bütün istediği ecdadının ideolojisini yerine getirmekti. Bu ideoloji: İstanbul’a kadar bütün Balkanları elde etmek, İstanbul boğazlarına hâkim olarak, dünya­ca jeopolitik bu bölgede büyük "Macaristan İmparatorluğu"nu kurmaktı. Lakin göz diktiği İstanbul çok uzakta idi. Aradaki Slav­lar da Macar tahakkümüne ve idaresine razı olmuyorlar bu ideolo­jiye karşı duruyorlardı.

Sırbistan kralları da, aynı emellere bağlıydılar. İstanbul ’u devlet merkezi yapmak için fırsat beklerken, i. Kosova meydan muharebesinde uğranılan yenilgi bu emellerine son vermiş, bütün Sırbistan Osmanlı himayesi altına girmiş, vergiye bağlanmıştı. Daha öncelerinden Bulgaristan tümüyle Osmanlıların eline geç­mişti. Son olarak da İstanbul Osmanlı orduları tarafından kuşatıl­mış bulunuyordu. Burada kazanılacak bir başarı ile Osmanlılar artık Macaristan için büyük bir tehlike olacaktı. Kral Sigismund Macaristan emellerine karşı koyabilecek sadece Sırbistan’ı var sa­nırken, şimdi daha genç, daha kuvvetli bir düşman karşısında ken­dini buluyordu. Ne kadar zaman ve fırsat verilirse Osmanlı o ka­dar kuvvetlenecekti. Osmanlıları vakit geçirmeden ortadan kal­dırmak lazımdı. O bu fırsatı arayadursun; 1390 yılında Yıldırım Bayezid orduları, Anadolu beyliklerinden çoğunu Osmanlı Devlet sınırları içine katmış, Karamanoğlu Beyliği ve İsfendiyaroğlu Beylikleriyle anlaşmalar yaparak Anadolu’da emniyeti sağlamış­tı. Diğer taraftan Gelibolu Kalesini onartmış ve kuvvetlendirmişti.

Yine kurduğu donanmasıyla, Adalar Denizinde, Sakız Adası­nı ve Eğriboz’u ele geçirmek için 60 kadar savaş gemisiyle savaş halinde idi. Daha sonra da ordusunu Edirne’de toplayarak, tasar­ladığı planını gerçekleştirmeye başlamış, batıya dönük yer yer ha­rekete geçilmişti. Bu plan şöyle idi:

a) O zamanlar Osmanlıların himayesinde bulunan ve bu arada ittifak da yapılmış olan Bizans imparatoru AMANOEL’in, İstan­bul içindeki üç kiliseyi yıktırıp gizlice surları onarttığı bahane edi­lerek buraya bir kuvvet gönderildi. Şehrin dış bağlantısı kesilmiş­ti. (Fasılalarla 7 sene sürecek olan i. İstanbul kuşatması).

b) Bir başka kuvvet de Bulgaristan’ı tamamen fethedecek. Bu kuvvetin komutanı Rumeli Beylerbeyi FİRUZ Bey ordusuyla Ulah’a kadar ulaşmış, Tuna nehrini aşarak Bükreş’i ele geçirmiş­ti. Bosna Beyi Prens Mirça’yı boyun eğmeye ve vergi vermeğe zorlamış, bunda da başarılı olmuştu.

c) Bir başka kuvvetle Macaristan içlerine kadar gidilerek SİR­Mİ’ye kadar ilerlenmişti. JAN DÖ MAR komutasındaki Macar

Şehirlerini alınmıştı. Başka kuvvetlerle de PİYER DÖ PERMİ komutasında­ki düşman kuvvetleri çekilmeğe zorlanmış, GÜLONBESMAÇO tarafları fethedilmişti.

d) Yiğit paşa komutasında bir başka kuvvetle SLOVENYA’YA akınlar yapılmış, NOGLARİNZE’ye kadar varılmıştı.

e) Edirne-Gümülcüne-Karofecya üzerinden Makedonya’ya doğru ilerleyen EVRENOS Bey komutasında bir kuvvet Tırhala­ya, sadrazam Ali Paşa komutasında diğer bir kuvvet, Yenişehir ve Livadya’ya geri dönmüşler, fakat Tuna Nehri üzerindeki Silistre, Niğbolu, Vidin kalelerini ellerinde tutmuşlardı.

Bu Osmanlı hareketleri karşısında, Macaristan Kralı diğer Av­rupa devletlerini kışkırtıyordu. Öncelikle Bulgaristan’ın Osmanlı­lar elinde bulunması, Sırbistan’ın hamisi olması, Macaristan Kra­lı Sigismund’u düşündürüyordu. Bir gün bu felaketin milletinin başına da geleceğini biliyor, mücahid, eğitilmiş ve disiplinli Os­manlı ordularının hücumuna karşı durmak için çareler arıyordu. Bu bakımdan hakikatte, Yıldırım Bayezid’in gelecekteki düşün­celerini anlamak, görünüşe göre Macaristan’ın kendi ülkesi için­de saydığı Bulgaristan’ı hangi hakla ele geçirdiğini sormak ve bo­şaltılması isteğiyle, Bursa’ya bir heyet göndermişti. Yıldırım Ba­yezid Macaristan’dan gelen bu heyeti Bursa sarayında kabul etti. Onlara saray odasını süsleyen, Bulgaristan’dan ele geçen silahla­rı sükûnetle gösterdi ve şöyle hitap etti:

—Gidin kralınıza söyleyin! Bütün Balkanları bu silahlarla aldım. Efendin krala anlat! Benim Bulgaristan’da olan hakkım bu silahlarla temin edilmiştir. (Ord. Prof. İ.H.Uzunçarşılı’nın Osmanlı Tarihi’nden)

Bu cesurane meydan okuyuş, Sigismund’a duyurulunca daha beter bir korkuya düşmüş, hele yine bu sıralarda Osmanlıların Bulgaristan üzerinden Bosna’ya varıp Ulah prensi Mirça’yı Os­manlı devletine vergi vermeğe zorlaması, Sigismund’a geleceğini anlatmış oldu. Kendi kuvvetleriyle karşı koyamayacağını bildi­ğinden, çareyi civar devletlerle ittifak kurmada aradı. İlk önce Ulah prensi Mirça ile bir antlaşma yaptı. Onu kendine tamamen bağlamak için Ziginburg’a gitti. Mirça ile bir görüşme yaptı. Onu FİGAROS kontu ve SEVERİN beyi yaptı. Aralarındaki antlaşma gereği; Mirça bütün kuvvetiyle Macar ordusunun gerilerini koru­yacaktı. Bu kadar yardımı kâfi gören Sigismund, Yıldırım Baye­zid’in Macar heyetiyle gönderdiği cevabı bahane ederek, kısa bir süre içinde hazırladığı ordusuyla 1392’de Turçburg geçidinden aşıp batıya doğru hareket etti. Olti nehri boyunca yürüyüşüne de­vam etti. Burada Mirça kuvvetleriyle birleşti ve Tuna nehrine doğ­ru ilerledi. Sayıca çok üstün düşman kuvvetlerine karşı koyama­yan Osmanlı sınır muhafızları Niğbolu kalesine çekildiler. Macar ve Ulah orduları Tuna’yı Olti nehriyle Şil nehri arasındaki RO­MANZA denilen yerden geçerek Niğbolu kalesine ulaştılar. Ku­şatma devam ederken Macaristan’dan kraliçe MARİ’nin ölüm ha­beri alındı. Macar kralı memleketini korumak için mutlaka Macaristan’da bulunmak zorunda idi. Kuşatmadan vazgeçerek ordusuyla Macaristan’a doğru yola çıktı. Macar ordusu dönüşte Ulah arazisinden geçerken KOMBULONG ile TURÇBURG arasın­daki ormanda Ulah ordusunun saldırısına uğradı. Bu arada bir­çok kayıplar verildi. Bu zamansız savaştan vazgeçme Prens Mirça’yı iki yönden perişan etmişti. Önce Osmanlılarla yaptığı antlaşmaya uymayarak aleyhte hareket ettiği için onların hesap sormasından korktu. Durumu kurtarmak için saldırıyı hazırla­mış oldu. Bu hareketi Osmanlıların işine yaradı. Bu sırada Os­manlılar tamamen serbest kalmışlardı. Bütün kuvvetleriyle İs­tanbul’u yeniden kuşattılar. Olanca şiddetiyle şehri zorlamaya başladılar. Yıldırım Bayezid boğazda yardımı önlemek için Gü­zelcehisarı (Bugünkü Anadolu Hisarı) denilen kuvvetli bir de boğazkesen yaptırdı. Doğu Roma İmparatoru AMANOEL (EMANUEL), Osmanlıların bu şiddetli ve amansız taarruzuna karşı koyamayacağını anladı. Hıristiyanlığın tehlikede olduğunu ileri sürerek, PAPA’ya ve diğer Avrupa devletlerine heyetler gönderdi. Yardım istemeye başladı. Bu devletler İstanbul’a çok uzaktılar. Hareketleri halinde Osmanlılar tarafından gerilerinin kapatılması halinde çok kötü durumlara düşeceklerini ileri sürerek, imparator Amanoel’in feryatlarına karşılık vermediler.

Sigismund, başlattığı savaşı yarıda bırakarak ülkesine döndü.

Kısa bir sürede idareyi düzene sokmuş memleketin iç durumuna tamamen hâkim olmuştu. Artık öç alma sırasının geldiğine inanı­yordu. Yalnız Osmanlılarla savaşı tek başına göze alamadığından, o da İstanbul’un Osmanlılar tarafından kuşatılmasıyla Hıristiyanlığın tehlikeye düştüğünü ileri sürüyor, bunun için Almanya’ya, Fransa’ya, Burgonya’ya ve İtalya’ya heyetler gönderiyor yardım istiyordu. O sıralarda aslında Osmanlı Ordusuna karşı koyacak bir durumda ve hazırlıkta değildiler. Hazırlanmaya başladılar. Os­manlılar ise Kosova Savaşından sonra Sırpları kıpırdayamayacak bir hale getirmişlerdi. Zaten Yıldırım Bayezid, yeni Sırbistan kı­ralı STEFAN LAZAROJİC ile sulh antlaşması yapmıştı. Bu antlaşma gereği Sırplar her yıl Osmanlı Devletine bir miktar ver­gi verecekler, ayrıca Osmanlıların yapacakları her savaşa Sırp kı­ralı komutasındaki 20.000 askerle de yardıma koşacaklardı. 6000 kadar süvari ve 4000 kadar yaya askerden kurulu küçük bir ordu ile İstanbul’u muhasara eden Yıldırım Bayezid, eski kralı devir­miş yerine oğlunu kral yapmıştı. Yeni kralı da Osmanlı himayesi altına girmeğe zorlamış, bunda muvaffak olmuştu. Anadolu’da hala mukavemet gösteren bir Rum tekfurunun koruduğu son kale ALAŞEHİR’i, Bizanslılardan kurulu 12.000 kişilik bir kuvveti de yanına alarak kısa bir çarpışmadan sonra fethetti. Öte yandan Ru­meli yönünde yapılan akınlarla buradaki halk tamamen sindiril­miş, Selanik, müttefik ordular donanmasının karşı koymasına rağ­men ele geçirilmiş, Mora’ya kadar bütün Yunanistan emniyet al­tına alınmıştı. Anadolu’daki beylikler 1396 yılına kadar tamamen Osmanlı hudutları içine alınmış, Kayseri, Sivas ve Tokat hattına kadar, düşmanlık yapacak kimse bırakmamıştı. Osmanlılara katı­lan bu beyliklerde de yeni teşkilat yapılmış, bunların başlarına şehzadelerden valiler tayin edilmişti. Osmanlılar için ciddi bir ra­kip olan Karaman Beyleri de dost olmuşlar hatta Yıldırım Baye­zid’in komutası altında bütün harplere katılmaya başlamışlardı. Mısır’daki Memluklarla de dostluk içinde yaşanıyordu.

Bu bakımdan Osmanlılar siyasi yönden tamamen hazırdılar. Macarların ilk Niğbolu kuşatması sırasında, Osmanlılar Niğbolu Kalesini savunanlara yardım için Edirne’de hazırlıklarını yapmışlardı. Harekete geçmek üzere, Macar kralı Sigismund’un ordusuyla kuşatmayı kaldırıp ülkesine dönmesi üzerine, Edir­ne’de kalakalmışlardı. Bizans’tan Macaristan’a gönderilmiş bir casus yakalanmıştı. Casusun sorgusunda kendisinden evvel de Macaristan’a üç ayrı adamın gönderildiğini, hepsinin yardım iste­ğinde bulunacaklarını bildirmesi üzerine, bütün kışkırtmanın bir manada Bizans’tan geldiği de anlaşılmış oldu. Osmanlılar genel durumu gözden geçirdiler. Bir durum muhakemesi sonucu; Bi­zans’a karşı harekete karar verildi. Zaten Macarlara karşı bir ha­reket bu an için mümkün de değildi. Osmanlı Ordusu Tuna’ya ka­dar bütün bu sahaya hâkimdi. Macaristan üzerine yapılacak bir hareket için Tuna’ya kadar gitseler karşılarında Macar ordusunu bulamayacaklardı. Macaristan üzerine gitmek ise ancak Macaris­tan sınırlarını geçmekle mümkün olabilecekti. Macar ordusunu nerede bulacakları da belirsizdi. İçlere girdikçe, hareket üstlerin­den uzaklaşacaklarından bu da doğru olmazdı. Zaten şimdilik hiç bir Macar tehlikesi de kalmamıştı. Macarlarla çarpışmayı başka bir zamana bırakmak en doğru hareket olacaktı. Öyle yaptılar. Şimdi asıl hedef; etrafı kışkırtan, verdiği sözde de durmayan Bizans’ın işini bitirmekti. Yapılacak tek ve en doğru hareket buydu. Osmanlılar bütün ordu kuvvetleriyle İstanbul’a döndüler, şehri tekrar kuşattılar.

Bu sırada Avrupalılar düşlerindeki emellerinden vazgeçmiş değillerdi. 1395 kışını boşa geçirmemişler alttan alta her yönden hazırlıklarına devam etmişlerdi. Fransızlar 10.000 kişilik bir ordu hazırlamışlardı. Bunlardan 1000 kadarı güzide savaşçı asilzade­lerdi. 1 000 kişi de bunların hizmetine bakacaktı. Geri kalanları maaşlı savaş ustası şövalyelerdi. Bunlara verilecek para halktan toplanmıştı. Bu para 2.600.000 kron kadardı. Bu kuvvetin başko­mutanlığına da; Kont Jean Hevers getirilmişti. Bu kişi, prens ve o zamanın kralı VI. Şarl’ın dayısı olan Burgondiya dukası Filip’in oğluydu. Cesaretinden dolayı kendisine KORKUSUZ JAN deni­liyordu. 22 yaşında gözünü budaktan sakınmayan bir delikanlıy­dı. Fransız asilzadeleri içinde, KONT DÖ LA MARŞ, kralın üç yeğeni II. Jan Dö Viyen, Mareşal Busiko gibi önemli kişiler bu or­duya katılmışlardı. İtalyanlar Cenevre’de, Venedikliler Vene­dik’te birer haçlı donanma hazırlamışlardı. Bu donanmanın başı­na Venedikli Tomaniçe Niko getirilmişti. Donanmanın gemi sayı­sı 44’ü buluyordu. Daha sonraları bunlara Rodos şövalyelerinin gönderdikleri gemiler de katılmıştı. Almanya; Hohanzolern kon tu Frederik komutasında 2000 kadar Töten şövalyesi hazırlanmıştı. Bu kişi Totonik tarikatı baş duacısı idi. Diğer bir kısmı da Kudüs azizi Yahya tarikatı şövalyelerinden kuruluydu. Bunların komuta­nı da Filip dö Noyyok idi. İngilizler; Kont Dölukaster komutasın­da 1000 kişi ile katılıyordu. İtalyanlar ve Avusturyalılar II. Har­man ve Kont Silli komutasında idiler. Polonyalılar ve Bohemya­lılar da bir kısım kuvvetle bu haçlı ordusuna katılmışlardı. Bunla­rın merkezi BUDAPEŞTE idi. Fransızlar da Dijon’da toplanmışlardı. 1396 Nisan ayı sonlarında öncüleriyle Kesin ve Hanri dö Bar komutasındaki kuvvetleriyle Reginsburg’a gelmişlerdi. Al­manlar Bavyera kralı ile Norenberg şatosu sahibi Kont dö Man Pellin komutasındaki Bavyera şov al yeleri de bu kuvvetlere katıl­dılar. Müttefik devletler orduları 24 Mayıs 1396 günü Viyana’ya, oradan da Budapeşte’ye geldiler. Burada toplanan ordunun sayısı 30.000’ni aşıyordu. Ayrıca 30.000 kadar Macar askeri, 1000 ka­dar Mirça komutasındaki birlik ve yine Rodos şövalyeleri toplam olarak, o zamanki Avrupa tarih yazarlarına göre, 100.000 kişiye ulaştı (Solakzade Saadettin 130.000, Hayrettin Efendi 110.000, Kupluvaziyer ise 200.000 kadar bir kuvvet diye yazmaktadırlar.) Ordunun yiyecek ve yemiyle diğer araç ve gereçlerin tespit ve te­mini bakımından 1396 yılının paskalya ayında müttefik devletle­rin başları Viyana’da toplanmış burada kararlar almışlardı. Bu kararlar gereği: Un, yulaf, şarap dolu 70 gemi hazırlandı. Haçlı or­dusunun komutanlığına Macar kralı Sigismund getirilmişti. Yal­nız her milletin ordusuna kendi komutanları, komuta edecekti.

Hazırlıklardan Osmanlıların haberi vardı. Bununla beraber İs­tanbul’u kuşatmış bulunuyorlar. Bundan da vazgeçmiyorlar, İs­tanbul’u ele geçirmek için ölesiye çarpışıyorlardı.

Haçlı ordusunun harp meydanına hareketi:

HAÇLI ORDUSU, 1396 Temmuz ayının ortalarına doğru, bü­tün savaş hazırlıklarını tamamlamış, 24 Temmuz 1396 günü saba­hı yürüyüşe geçilmişti. Yürüyüş iki kol halinde yapılıyordu. Bi­rinci kol; DOĞU KOLU adı ile GARD komutasında, Transilvan­ya-Zidinburg üzerinde ULAH’a doğru yürüyordu. İkinci kol; BA­TI KOLU adıyla büyük bir kısım olarak, Macaristan Kralı Sigis­mund’un komutasında, Belgrat-Demirkapı geçidi yoluyla Orsava genel yönünde yürüyordu. Bu kolun günde yürüyüş hızı 24 Km. idi. Orsava kalesi yakınlarına gelinince, kale, içindeki Hıristiyanların ayaklanması ile kolayca Osmanlılardan alındı. Durmaksızın yürüyüşe devam edilerek SEVERİN’e gelindi. Tuna geçilerek, Sırbistan’a doğu sınırından girildi. Vidin Kalesi ele geçirildi. 28 Ağustos 1396 günü burada bütün Osmanlı muhafızlar şehit edil­diler. Haçlılar bu kaleye 300 kadar koruyucu bırakarak, yürüyüşe devam ettiler. 2 Eylül 1396 günü Rahova kalesi önüne gelindi. Derhal Osmanlıların savunduğu bu kale kuşatıldı. Osmanlılar inatla savunuyor ve Fransızlara çok kayıp verdiriyorlardı. Kuşat­maya daha fazla kuvvet gönderildi. Kuşatmanın beşinci günü ka­lede yiyecek, içecek ve cephane bitti. Çaresiz kalan muhafızlar teslim olmak istediler. Fransızlar buna razı olmadılar. Kaleyi sa­vaşarak almak istediler. Ölesiye çarpışmalar sonucu zaten az ka­lan muhafızların çoğu şehit oldu. Az bölümü de yaralı olarak esir oldular. İçerdeki halk para karşılığı serbest bırakıldılar. Bu kale­nin de korunması için 200 kadar asker bırakılarak, yürüyüşe de­vam edildi. Nihayet Haçlılar 8 Eylül 1396 günü Niğbolu kalesi önüne geldi. Civarda uygun bir yerde ordugâha geçti.

OSMANLI ORDUSUNUN YIĞINAĞI VE HARP SAHASINA YÜRÜYÜŞÜ:

Haçlı ordusunun birçok Osmanlı kalelerini ele geçirerek Niğ­bolu önlerine kadar geldiğini, Osmanlılar, İstanbul kuşatması es­nasında öğrendiler. Bu haber üzerine padişah Yıldırım Bayezid, komutanlarını bir araya toplayarak, beraberce haberleri değer­lendirdiler. Durum muhakemesi yapıldı. Şimdilik İstanbul kuşat­masının, daha sonra kalındığı yerden başlamak şartıyla kaldırılmasına, ordunun Anadolu’ dan getirilecek diğer kuvvetlerle birlik­te Edirne’de toplanmasına bu hareketlerin çok kısa bir zamanda tamamlanmasına karar verildi ve derhal harekete geçildi.

YILDIRIM BAYEZİD, Niğbolu ’da yapacağı meydan muhare­besi için toplanma yeri olarak Edirne’yi seçti. Kısa bir süre içinde Anadolu’dan yetiştirdiği kuvvetlerle kudretli ordusunu Edirne’de bir araya getirdi. 23 Eylül 1396 günü Edirne’den yürüyüşe geçile­rek Filibe-Şıpka Geçidi, Tırnova yolu ile Niğbolu’ya gidildi.

Karşılaşılan düşman kuvvetleriyle çarpışıldı. Birçoğu esir edildi. Bir kısım da geriye kaçtılar. Esirlerin sorgusundan düşma­nın son durumu ve kuvveti öğrenildi. Kaçabilen düşman ileri kı­sımları durumu komutanlarına anlatmak istemişlerse de, inanma­dılar. Komutanlardan Fransız mareşali BUSİKO haberlere inan­mamış, orduyu heyecan ve korkuya düşürecek böyle asılsız haber­leri getirenlerin kulaklarını kestireceğini bile söylemişti. Başko­mutan Macaristan kralı Sigismund daha anlayışlı ve tedbirli dav­ranmıştı. Çünkü Osmanlıların bu güne kadar yaptıkları harpleri biliyordu. Osmanlılar daima olmazı olur yaparlardı. Sigismund, Osmanlılarla birçok kereler çarpışmış, onları iyi tanıyan komutanlarından Jan Mort adında birini bir süvari kıtasıyla ileri gönder­di. Jan Mort, Tırnova yakınlarında Osmanlı ordusunun ileri kıta­sıyla karşılaştı. Savaşa girişmeden hemen dönüp, durumun doğru olduğunu, Osmanlıların büyük bir ordu ile gelmekte olduğunu başkomutanına bildirdi. Osmanlılar ise düşmanın bu durumunu görünce, durmadan yürüyüşe devam ettiler. 27 Eylül 1396 günü Niğbolu önlerine gelindi. Uzaktan görünen düşmanın 4–5 mil açı­ğında ordugâha geçildi.

NİĞBOLU MEYDAN MUHAREBESİ İÇİN HAÇLI ORDUNUN HAREKÂT PLANI:

Bu savaş için Haçlıların genel maksatları; Osmanlıları Rumeli’ndeki topraklarından atmak, İstanbul’u Osmanlı orduları­nın kuşatmasından kurtarmaktı. Harekât planları ise: Haçlı ordusu evvela Tuna’nın güneyine geçecek, İstanbul genel yönünde yü­rüyecek, yol boyunca rastlanacak ve halen Osmanlıların elinde bulunan kaleler geri alınacaktır. Niğbolu Kalesi kuşatılacak, İtal­ya, Venedik, Rodos Adası devletlerinin donanmalarından kurulu, HAÇLI DONANMA’nın Tuna üzerinde yapacağı destekle ve mümkün olan süratle Niğbolu düşürülecek, bu kale daha sonra Haçlıların yapacakları harekâta dayanak noktası olarak kullanıla­caktı. Yürüyüşe devamla Bulgaristan da Osmanlılardan geri alına­cak, durmaksızın harekâta hız verilecek İstanbul üzerine gidile­cekti. Osmanlı ordusunu baskın halinde arkadan vurarak yok ede­ceklerdi. Bu suretle de Osmanlıların Rumeli ’deki varlıklarına son verilecekti.

NİĞBOLU MEYDAN MUHAREBESİ İÇİN OSMANLI ORDUSUNUN HAREKÂT PLANI:

Genel maksat; düşmanın saldırılarına rağmen düşüremedikleri Niğbolu Kalesini muhasaradan kurtarmaktı.

Harekât planları ise: Derhal ve süratle hazırlıklarını tamamla­yarak, Niğbolu genel yönünde yürüyüşe geçmek, evvela kale mu­hafızlarına yardıma yetişmek, HAÇLI ORDUSUNU ummadıkları beklemedikleri bir anda arkadan vurarak, Tuna’ya dökmek ve yok etmekti.

MUHAREBE BAŞLAMADAN ÖNCE HAÇLI ORDUSU İLE OSMANLI ORDUSUNUN DURUMU:

Tırnova’da düşmanın süvari kuvvetleriyle bağlantı kurulunca bunun korunması için Yıldırım Bayezid, Evrenos Bey’i bir kısım kuvvetle ileriye gönderdi. Düşmanı kesintisiz takip sonucu bu bağ­lantı 27 Eylül 1396 günü Osmanlı Ordusu ordugâha geçinceye ka­dar sürdü. Yalnız bu süre içinde düşmandan ne bir esir ne de bir haber alınmıştı. Gece beklendi; ordugâh gizlice kaldırıldı. Niğbo­lu yakınlarına kadar yaklaşıldı. Bu ana kadar düşman hakkında yi­ne kat’i haber alınamamıştı. Bunun üzerine gece beklendi. Yine Yıldırım Bayezid, düşmanlarının uygun bir yerinden geçmeyi ba­şardı. Kaleye yakın bir tepeden kale komutanı DOĞAN Bey’le ko­nuşma imkânı buldu. Ondan yeterli bilgileri aldı. Dönüşünde ordu­suna savaş tertibi aldırdı. O gece bütün ordu her ihtimali göze ala­rak saldırıya hazır bir şekilde mevzilerinde uyanık kaldılar.

Haçlı ordusunda; Osmanlı ordusunun geldiğine bir türlü inanamayan komutanları, Osmanlıları küçük görüyor, Boğaz’ı geçemezler diyorlardı.


Osmanlı ordusu ne kadar kuvvetli olursa olsun, kendilerinin. Başarıya ulaşacaklarına emin görünüyor ve cesaretleriyle övünü­yorlardı.

22 Eylül 1396 sabahı Osmanlı ordugâhını güneşin şaşaalı ışık­ları altında gördüler. Macaristan kralı Sigismund ordunun başkomutanı olarak, Fransızların ordugâhına geldi. Burada bütün komutanları toplayarak savaş meclisini kurdu. Genel durum göz­den geçirildi. Konuşmalar başladı. Önce Kral Sigismund, Os­manlıların harp kaide ve usulleri gereği çarpışma hattının ön kıs­mına, hafif silahlı eğitimi az, düzeni zayıf AZAP askerlerini sü­receklerini; bu sebeple yine hafif silahlarla donatılmış ve Os­manlı savaşlarına evvelce katılmış, savaş usullerine vakıf ve tec­rübeli ULAH kuvvetlerinin korumasını, evvela onlarla saldırıya geçmelerini, Fransızların daha gerilerdeki yeniçeri ve sipahilere karşı kullanılmak üzere bekletilmelerini, kat’i sonuç anında sa­vaşa katılmalarını söyledi. Konuşma: isteğinde ulu Fransız komutanlarından Amiral JAN DO YIYEN ve SIR DO KESI, k­ralına düşüncesinin uygun olduğunu ve kararının yapılmasını is­tedi. Fakat Fransız ordusu başkomutanı Kont DO NEVER, FI­LIP DORTUVA, HANRİ DÖ BOR, Mareşal Basilkolts gibi asa­let yönünden daha yüksek mertebede bulunan komutanlar, ken­dilerine nazaran daha aşağıda olanların, kendilerinden evvel fi­kirlerinin alınmasına kırıldılar. Bütün açıklığıyla şikâyette bulu­narak aynı zamanda kralın bu kararına da karşı çıktılar. Yalnız Fransız kuvvetlerinin Osmanlıları yenmek için kâfi olduğunu, bu

Bakımdan taarruza önce Fransızların başlaması icap ettiğinde ısrar ettiler. Kralın kararına karşı koymamaları ve ileri sürdükleri dü­şünceden vazgeçmeleri kendilerine söylenmesine rağmen, düşün­celerinde direndiler. Ayrıca RAHOVA ’da esir aldıkları Osmanlılardan 1000 kadar Müslüman Türk’ü Fransızların inadı yüzünden Niğbolu Kalesini savunanların gözleri önünde boğazlarından kese­rek şehit ettiler. Macaristan Kralı Sigismund bu gaddarlığa engel olamadığı gibi, Fansızların ileri sürdükleri düşünceleri çaresizlik­ten kabul etmek zorunda kaldı. Fransızların ileri sürdükleri savaş planına göre muharebe tertipleri alındı.

NİĞBOLU MEYDAN MUHAREBESİNDE OSMANLI ORDUSU İLE HAÇLI ORDUSUNUN TERTİBATI:

Osmanlı Ordusunda: Cephenin en önünde zayıf süvari kuvvet­leri, yine cephe ilerisinde, SARICA Paşa komutasında 20.000 ka­dar AZAP askeri, birinci hatta sağda: Şehzade Süleyman Çelebi komutasında (Kurmay başkanı yerinde sadrazam Ali Paşa) Rume­li süvari birlikleri, bu koldaki kuvvetlere Rumeli Beylerbeyi Fİ­RUZ Paşa, Malkoç Bey gibi dirayetli komutanlar komuta ediyor­lardı.

Merkezde (Ortada) Yıldırım Bayezid komutasında yeniçeriler, kapıkulu süvarilerinden kurulu 20.000 kadar bir kuvvet bulunu­yordu. Solda birinci hatta Şehzade Mustafa çelebi komutasında (Kurmay Başkanı yerinde Anadolu Beylerbeyi KARA DEMİR­TAŞ Paşa), Anadolu süvari birlikleri, bu koldaki kuvvetlere ayrı­ca, Karamanoğulları Beyi MEHMET Bey, Doğan Bey, Beşir ve Tahir Beylerle de komuta ediyorlardı.

İkinci hatta sağda 15.000 kadar süvari birlikleri yerleştirilmiş­ti. Orta geride ise 30.000 kadar yeniçeri bulunuyordu. Bu hattın daha sağında yardımcı kuvvet olarak 5000 kadar Sırp askeri bulu­nuyordu. Genel ihtiyat ile merkezdeki kuvvetlerin başında başkomutan Yıldırım Bayezid bulunuyordu. İkinci hattın önü şarampollerle tahkim edilmişti.

Osmanlı Ordusunun kuvveti; yabancı tarih yazarı HİLLER’e göre 150.000, HAMMER’e göre 11O.OOO, ŞİLDERG ve KAV­ZER’e göre de 200.000 olarak gösteriliyor. Osmanlı tarihçilerin­den MOLLA İDRİS ve SOLAKZADE SADETTİN Efendi tarih­lerinde: 130.000 olarak görülüyor. Osmanlı ordusunda az sayıda ulufeli asker ile düzenli ve kudretli piyade askerleri bulunuyordu . Yalnız bunların toplamı 50.000 kadardı.

SİLAHLAR: Piyadelerinki ok, kılıç, hançerdi. Birinci hatta savaşacaklara ayrıca KALKAN denilen koruyucu araç da dağıtılmıştı. Bu kuvvetlerden başka Osmanlı Ordusunda 30.000 kadar süvari vardı. Bunların silahları da eğri kılıç ve uzun mızraklardı. Tımarlı sipahilerin sayısı ise, 80.000 kadar olup bunların silahları çeşitli idi. Ayrıca Rumeli askerleri mızrak ve kalkanla, Anadolu askerleri mızrak kalkan ve oklarla donatılmışlardı.

OSMANLI ORDUSUNUN HARP DÜZENİ:

Hafif süvari kuvvetleri,

Cephe ilerisinde Sarıcapaşa Komutasında 20.000 kadar Azap askerleri,

c) Birinci hatta: Sağda; Şehzade Süleyman komutasında Rume­li Süvarileri Merkezde; Yıldırım Bayezid Komutasında Yeniçeriler ve kapıkulu süvarileri,

Solda; Şehzade Mustafa Çelebi komutasında Anadolu süvarileri,

D) İhtiyatta; Yıldırım Bayezid Komutasında sağda, solda süva­riler, ortada 30 bin kadar yeniçeri birlikleri,

E) Yardımcı 5000 kadar Sırp süvarisi içinde Osmanlı Ordusu, tarihçi Müller’e göre; 150.000, Hammer’e göre 100.000, Solakzade Sadettine göre; 130.000 idi.

Haçlı Ordularının savaş düzeni:

Macar Ordusu karargâhı,

Sağda ikinci hatta Kral Stefan Laskoviç Komutasında; Hır­vat kuvvetleri,

c) İkinci hatta ortada; Macaristan kralı Sigismund Komutasında da Macarlar, Bohemyalı kuvvetler,

D) Birinci hatta Fransız ordusu, Burgonya Süvarileri,

Haçlı ordusu; Hammer’e göre; 60.000, Kavizler’e göre; 130.000’dir.

Haçlı ordusu komutanları, Osmanlı ordusunun, Tuna ile Osma nehirleri arasındaki araziden saldıracağını umuyorlardı. Harp tertip ve düzenini bu düşünce içinde şöyle almışlardı: Cephenin en ilerisi­ne hafif süvari birlikleri sürmüşlerdi.

Cephede birinci hatta Sağda, Fransız ve Burgonya şövalyelerinden kurulu birlikler yer alıyorlardı. Bu hatta sağda; Amiral Jan dö Yiyen, Hanri dö Bor, Sör dö Kesi, Ortada; Filip Dortova, Kont dö Lamarş, Filip dö Bor, Solda; Mareşal Busiko komutalarındaki süva­ri kuvvetleri yer almışlardı.

İkinci hatta Macaristan Kralı (Başkomutan) Sigismund’un ko­muta ettiği, Bohemyalılar, Bosnalılar. Bu hattın sağında Kral Stefan Laskoviç komutasında Hırvatlar, solunda prens Mirça komutasında Ulahlar, Harriman Silliç komutasında İstiridyalılar ve Bosnalılar yer almış bulunuyorlardı.

Üçüncü hatta Macarlar, Almanlar bütün kuvvetleriyle yerlerini almış bulunuyorlardı. Macar ordusu genel karargâhı Niğbolu doğu­sunda, Fransız ordusu karargâhı Niğbolu güneyinde idi. Ayrıca; NÖBER DUKASI komutasında bir bölüm Fransız süvari kuvvetle­ri NİĞBOLU Kalesini kuşatmaya devam ediyorlar, aralıksız saldırı­larla bu kaleyi düşürmeğe çalışıyorlardı.

Haçlı ordusu; Hammer’e göre 60.000, Kavizler’e göre 120.000, Osmanlı Tarih yazarları Molla İdris’e göre 130.000 olarak gösteril­miştir. Diğer Osmanlı tarihçileri de Molla İdris’in fikrine katılmış­lardır.

Niğbolu Meydan Muharebesi’nin yapılışı: 25 Eylül 1396 sabahı Tuna boyunda NİĞBOLU kalesi yakınlarında NİĞBOLU MEYDAN MUHAREBESİ Başladı:

Haçlı ordusu başkomutanlığınca alınan karar gereği, yapılan sa­vaş düzeni içinde, Osmanlı Ordusunun Tuna ile Osma Nehri arasın­daki araziden ilerlemeleri beklenecek, daha sonra görünen duruma göre hareket edilecekti. Fakat savaş düzeni alınır alınmaz, Fransız şövalyeleri sabır edemeyerek, şiddetle taarruza geçtiler.

Osmanlı ordusu bir bölümüyle ovada diğer bölümleriyle tepe­ler üzerinde mevzi almış savunma durumunda bulunuyorlardı. Fransızların en önde FİLİP DÖ BOR komutasındaki süvari birlikleriyle Osmanlı ordusunu ileri sürdüğü yaya AZAP askerle­ri üzerine saldırdı. Sarıca Paşa komutasındaki yaya AZAP as­kerleri, ok, kılıç ve hançerle göğüs göğse bir savaşa hazırlan­dılar. Daha ileridekilerin kalkanları da vardı. Ama Fransız sü­varilerinin ve düşmanların saldırılarına dayanamadılar. Cansi­perane boğuşmalarına rağmen çok şehit ve pek çok yaralı vere­rek bozuldular. Fransızları bu ilk kazandıkları başarı kendile­rinden geçirdi. O şevkle Osmanlı ordusunun birinci hat mevzi­lerine saldırdılar. Bu hattaki kuvvetler plan gereği savaşarak yanlara çekildiler. Fransızlar artık zafere yaklaştıklarına inana­rak taarruzlarını Osmanlıların kurduğu ikinci hatta karşı devam ettirdiler. Bir beygirin aşamayacağı bir şarampolle karşılaştılar. Bunun gerisindeki Anadolu askerleri ok yağdırıyorlardı. Fran­sızlar atların üzerinde olduklarından tam hedef gösteriyorlar, bu bakımdan çok kayıp veriyorlardı. Bu durum karşısında atla­rından indiler ve boğaz boğaza savaşarak başarılarını devam et­tirdiler. Çünkü Fransızlar zırhlı, Osmanlılar ise zırhsız idiler. Bu yüzden Osmanlı askerleri çok şehit ve yaralı veriyorlardı. Bu durumu gören Yıldırım Bayezid, sağ yanındaki Mustafa Çe­lebi komutasındaki sipahileri düşmanın yanına doğru taarruz başlattı. Bu anda HANRİ DÖ BOR komutasındaki Fransız bir­liği de Mustafa Çelebi kuvvetlerine karşı taarruza başladı. Osmanlılarla Fransızlar birbirlerine şiddetle hücum ettiler. Bu çarpışma o kadar şiddetli ve ölesiye oluyordu ki, Fransızlar bu hattı bir türlü yaramıyorlardı. Fakat Fransızlar bütün kuvvetleri­ni savaşa sokarak saldırılarını o kadar arttırdılar ki, Yıldırım Ba­yezid yaya birliklerinin kırılmasını önlemek üzere süvarilerin gerisine çekilmelerini emretti. Bu çekilmeyi hezimet sanan Fransızlar şevke geldiler. Bu başarılarını zaferlerinin başlangıcı olarak gördüler. Daha fazla atılganlıkla ilerlemeğe devam etti­ler. Osmanlı yayalarının şiddetli ok yağmuru karşısında, büyük hedef göstermemek için atlarından inmişlerdi. Geriye dönüp at­larına binmeleri icap ederken, bu küçük başarının sarhoşluğu içinde bütün itidallerini kaybetmiş bir halde, pervasız atılganlık­larına devam ettiler. Osmanlı ordusunun ikinci hatta savaşan Birlikleri de, aldıkları emir gereği yanlara doğru çekildiler. Gö­rünüşü bozulma sanan Fransızlar coşmuşlardı. Hiç bir emniyet tedbiri almadan coşkunlukla ve şiddetle ilerlemeye devam ediyorlardı. Yanlarını düşünemiyor, gerilerini unutmuşlardı. Geriden gelen Macar kuvvetlerini bile beklemeye lüzum görmeden önlerin­de beliren tepelere çıktılar. Fakat tepenin gerisinde, başında Yıldı­rım Bayezid’in bulunduğu 25.000 süvari ve 4.000 kadar mızraklı Osmanlı kuvvetleriyle karşılaşınca ne yapacaklarını şaşırdılar. Atla­rı çok gerilerde kalmıştı. Fransızlar gaflet içinde duraladılar. Ne ya­pacaklarına karar vermeden, kudretli Osmanlı süvari ve piyadeleri­nin öldüresiye hücumları karşısında şuursuzca kaçmağa başladılar. O sırada bir kısım Fransız Kuvvetlerine komuta eden Amiral dö Vi­yen askerlerine; "Şövalyelik namusunu kanımızla temizleyelim, sa­vunalım, şövalyelik uğrunda canımızı verelim" diyerek, askerleriy­le Osmanlı saldırılarına karşı koymak istediyse de, başarı göstere­mediler ve tümü yok edildiler. Fransızların böyle fütursuzca ileri atılmaları, Sigismund kuvvetlerinin de çok geride kalmaları, Fransız kuvvetlerinin tümünün yok olmasına sebep oldu. Savaş esnasında gerilerde atları tutan Fransız askerleri atları süvarilerine yetiştirmek istedilerse de, gidiş yollarının Osmanlı kuvvetleriyle kapatıldığını görünce esir olmaktan kurtulamadılar.

NİĞBOLU MEYDAN MUHAREBESİNİN İKİNCİ SAFHASI:

Düşmanın en korkunç ve güçlüsü olduğu sanılan Fransız ordu­larını anlatıldığı şekilde ortadan kaldırmayı başaran Osmanlı ordu­ları, Macarlar üzerine de atıldılar. Bu safhada da şiddetli ve çok kanlı çarpışmalar oldu. Osmanlı ordusunun taarruzu çok şiddetli ve acımasızdı. Bu sıralarda savaşa hiç girmemiş bulunan Hırvatlarla Ulahlar, karşı koymaksızın çekilmeğe başladılar. Fransızların çok feci durumlarını ve sonucun vahametini anlayan MİRÇA ve Hırvat Kralı KAZKOVİÇ kuvvetlerini toplayıp yüz geri çekildiler. Bu du­rumu gören Macarlarla diğer müttefikleri sarsılmalarına rağmen sa­vaşa olanca kuvvetleriyle devam ediyorlardı. İşte bu sırada Yıldı­rım Bayezid’in atı ağır yaralanmış, padişah da attan yere düşmüş­tü. Yıldırım Bayezid hafif yaralar almıştı. Atı bir yenisiyle değiş­tirdi. Yıldırım Bayezid yaralarını önemsemeyerek askerlerinin ba­şında onları teşci ediyor, emirler veriyor, boş ve zayıf yerlere kuv­vet kaydırtıyor. Savaşı bütün kudretiyle idare ediyordu. Osmanlı ordusu Fransızları tamamen yok ettikten sonra, geri kalan Haçlı bir­liklerini de ortadan kaldırmak için bütün güçleriyle savaşıyorlardı. Yeniden düzene girmiş piyade birlikleri de bu taarruza katıldılar. Macar Kralı Sigismund durumun aleyhine ve çok kötüye gittiğini görüyor ve çareler arıyordu. 2.000 kişi kadar (Hayrullah Efendi tarihine göre 30.000) bir kuvvetle son bir gayretle taarruza geçti. Bu suretle düşmanın elinde artık hiç bir ihtiyatı da kalmamıştı. Bu son çarpışma kanlı bir şekilde devam ederken, Osmanlı başkomu­tanlığı henüz ihtiyatlarını elden çıkarmamış zinde bir halde elde tu­tuluyordu. Bu kuvvetler savaş alanının sağ yanında toplu halde bu­lunuyor ve sipahilerle Sırp yardımcı kuvvetlerinden oluşuyordu. Artık Osmanlılar için kesin sonuca gitme zamanı da gelmişti. Veri­len emirler üzerine ihtiyat kuvvetleri de hücuma geçirildi. Düşman için artık ümit kalmamıştı. Çok korkunç şekilde bozgun başladı. Bu kötü hal çabucak diğer bölümlere de sirayet etti. Onlar da can der­dine düşmüş kaçıyorlardı. Pek kısa bir süre içinde, gökler yıkılsa mızraklarıyla tutacaklarını haykıranlar, Osmanlı kılıçları ve atları­nın ayakları altında eziliyor ya da ölüyorlardı. Birçokları kendile­rini Tuna’ya attılar. Çok az savaş gemilerine veya erzak dolu gemi­lere sığınabildilerse de, memleketlerine gitmek için yollarda açlık­tan ölüp gittiler. Prensler de bunlar arasında idiler. Dilenci kılığına girerek ülkesine dönmeğe çalışan POLATİNO da yolda açlıktan ölenler arasındaydı. Macaristan kralı, haçlı ordusunun başkomuta­nı Sigismund etrafındakilerin fedakârlığı sayesinde pek güçlükle canını kurtarıp kaçabildi.

Bu kaçmada kendisine, HEMANDO ŞİLLİ ve KONT dö MO­RENBURG, kılıçları ve canlarıyla krallarını koruyarak yardım et­mişlerdi. Etiyen ve kardeşi olan Gram piskoposu, bin güçlükle ken­dilerini donanmaya atabilmişler ve canlarını kurtarabilmişlerdi. Haçlıların diğer büyükleri kâmilen kurtulamamış düşmanın ölü yı­ğınları arasında bulunuyorlardı. Fransız ordusundan hiç biri kurtula­mamış; ya ölmüşler ya da esir olmuşlardı. Başta Kont dö Never ol­mak üzere 24 kadar asilzade esirler içinde bulunuyorlardı. Macaris­tan kralı Başkomutan Sigismund’un maceralı bir kaçışı olmuş, önce İstanbul’a, oradan Çanakkale’ye, boğazdan da Rodos adasına vara­bilmiş. Buradan Dalmaçya yolu ile yurduna dönebilmiştir.

Ziyaret -> Toplam : 125,23 M - Bugn : 119805

ulkucudunya@ulkucudunya.com