NEDİM’İN BİR GAZELİNİN ŞERHİVE YAPISAL AÇIDAN İNCELENMESİ / Mehmet ULUCAN
01 Ocak 1970
18. yüzyılın önemli sairlerinden Nedim, Divan siirine büyük ölçüde yenilik ve güzellikler
getirmistir. Bu alanda yapılan çalısmalarla Nedim’in siirinin bu yeni ve güzel tarafları ortaya
konulmaya çalısılmıstır. Sairin siirleri sekil, anlam ve yapısal uyum itibariyle oldukça dikkat
çekicidir. Ancak yapılan çalısmalarda onun siirinin bu özellikleri bütünüyle belirlenebilmis
degildir. Bu nedenle, sairin yeni özellikler içerdigine inandıgımız “gönül” redifli gazelini
inceledik. Çalısmada gazel sekil, anlam ve yapısal uyum açısından incelenmistir.
Edebî ürünlerin her zaman yeni izah ve yorumlara ihtiyaç duydugu açıktır. En eski
siir örnekleri dahi, çagdas bir yaklasımla incelendiginde, okuyucu/arastırıcıda yeni duygu,
düsünce ve ufuklar açmaktadır.
Tarih boyunca yazılı-kutsal metinleri, yıldızları, gezegenleri, cinleri ve diger ruhanî
varlıkları kendilerine serh edip açıklayacak kimselere ihtiyaç duyan insanlar, bu amaçla
ister itibar ve itimat edilsin ister edilmesin bu ihtiyaçlarını bir sekilde gidermislerdir.
Toplumun bu tür merak ve ihtiyaçları istismar edilmis olsa da dogru rehberlik ve
yönlendirmeler de yapılmıstır. Hz. Yusuf’un bir rüya serh edicisi ve toplum mürebbiligi
yaptıgı unutulmamalıdır.
Ehl-i kitap ve özellikle Yahudi alimlerinin önce Tevrat’a hasiye ve serhler yaptıgı
bilinmektedir. Kötü niyetli ve menfaatçi sârihlerin, zengin ve yetkililerin isine gelmeyen
emirleri onların keyfine göre yorumladıkları da bilinmektedir. Hatta bu yanlıs ve kasıtlı
yorumların asılla karıstırılması gibi durumlar da söz konusu olmustur. Böylece ilk serh ve
hasiyeciligin Yahudi ve Hıristiyanlarca yapıldıgını ögrenmekteyiz.
slâm öncesi Arap toplumu, sözlü gelenek ve yazılı metinlere dayalı bir edebî
kültüre sahipti. Arap sair ve kâhinleri, edebî ürünleri, tabiî felaketleri, tarihî gerçekleri ve
sosyal gelismeleri bir bakıma serh etmek, yorumlamak ve toplumu aydınlatmak ve
yönlendirmek gibi bir görev üstlenmislerdi. Bu kisiler, herkesin hikmetini anlayamadıgı
ve gerçegini kavrayamadıgı eser, gelisme ve olayların perde arkasını gören ve sezen
seçkin hatta ilahî vasıfları olan kisiler olarak bilinirlerdi. Bu durum az çok farklılıklarla
slâm öncesi Türk toplumunda da böyleydi.
slâm diniyle birlikte Kur’ân-ı Kerim de te’vil ve tefsir edilmistir. Hatta Kur’ân-ı
Kerim’in bazı ayetleri bunun gerekliligini açıklamıstır: “Sana Kitab’ı (Kur’ân’ı) ayrılıga
düstükleri seyleri onlara açıklaman için, inanan kimselere de dogru yol rehberi ve rahmet
olarak indirdik (Nahl-64)”, “...Sana da, insanlara gönderileni açıklayasın diye(Kur’ân’ı)
indirdik (Nahl-44)”. Verilen ayetlerin anlamlarından da anlasıldıgı üzere Hz. Muhammed
bazı sure ve ayetleri zaman zaman te’vil ve tefsir etmistir. Bu yüzden ilk müslüman
müfessir ve sârih Hz. Muhammed sayılabilir. slâmiyetle birlikte bu durum devam etmis
ve günümüze kadar süregelmistir.
Özellikle slâmî Türk Edebiyatı döneminde; Arapça ve Farsça metinlerin
çözümünde kullanılan serh, daha sonra Tasavvufî metin çözümlemelerinde
görülmektedir. Türk edebiyatında serh edilen eserler arasında en çok dinî-tasavvufî
muhtevalı olanlar yer almaktadır (CEYLAN, 2000, s. 24). Eski Türk edebiyatı ürünleri
serh edilirken birçok bilim dalından da istifade etme söz konusudur. Maksat, farklı bilim
dallarına malzeme çıkarmak olmamakla birlikte sosyal bilimlerin birbiriyle olan ilgisinin
bu bilim dallarının anlasılmasında saglayacagı yararları göz ardı etmemektir (TARLAN,
1981, s.191). Bu nedenle yapılacak çalısmalarda farklı bilim dallarından
yararlanılmalıdır. Divan edebiyatı, beslendigi kaynakları itibariyle zengin bir alt yapı ve
arka plâna sahiptir. Bu yüzden hem millî hem de evrenseldir. Bu edebiyatın
temsilcilerinden bazıları dünya tarafından da bilinmektedir. Bu sairlerin eserleri “hem
insanın, hem kendi milletinin, hem de insanlıgın ebedî temleri, imajları, sembolleri ile
yüklüdür ve mesajlarla doludur” (EML, 1997, s. 97). Bu nedenle yapılan yeni
incelemelerde klâsik yöntemin yanında farklı yöntemlerin de kullanılması gerekmektedir.
Yapısalcı yöntem de bunlardan birisidir.
Anlamın ortaya çıkarılmasında pek çok yol vardır. Bunlardan biri de son
zamanlarda çok sık olmasa da kullanılan yapısal inceleme yöntemidir. Batıda 20. yüzyılın
basında “biçimci ruhbilim” ve Fransız dil bilimcisi Ferdinand de Saussure’in dilbilim
çalısmalarıyla ortaya çıkmıs yapısalcılık (HANÇERLOGLU,2000, s. 451) görüsü, bu
gün artık birçok bilim dalına yayılmıstır (TUNALI, 1998, s. 95-105). Bu görüs neredeyse
bütün bilimlerde etkisini gösterirken özellikle edebî ürünlerin incelenmesinde daha sık
kullanılmaya baslanmıstır. Türk edebiyatının her dönemine ait ürünler, klâsik yöntemle
ele alınırken yapısalcı yöntemle de ele alınmıs ve bu süreç bu gün de devam etmektedir.
Bu yöntemle ele alınan eserde: “eserin iç düzeni, her sanatçının özel dizgesi, belli bir
dönemin sanat duyarlıgı, gelenegi egilimleridir. Bu is yapılırken tekrarlar, paralellikler,
mısra uzunlukları, cümle unsurlarının sıralanmaları, birbirleriyle iliskileri, cümlelerin
yapıları, tek tek kelimeler, onların cinsleri, özellikleri, her türlü ses tekrarı göz önüne
alınır (KORTANTAMER 1994, s. 9).” Bu baglamda Nedim’in ‘gönül’ redifli gazelinin
anlam, ses, söz ve yapı bakımından birbirleriyle olan uyumunu ortaya koymaya; gazeli
hem klâsik hem de çagdas yöntemle incelemeye çalısacagız.
GAZEL
Mef‘ûlü fâ‘ilâtü mefâ‘îlü fâ‘ilün
1. Esdikce bâd-ı subh perîsânsın ey gönül
Benzer esîr-i turra-i cânânsın ey gönül
2. Gül mevsiminde tevbe-i meyden benim gibi
Zannım budur ki sen de pesîmânsın ey gönül
3. Eskimde böyle su’le nedendir meger ki sen
Çün sûz u tâb-ı giryede pinhânsın ey gönül
F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2006 16 (1)
92
4. Ben sana bâde içme güzel sevme mi dedim
Benden niçin bu gûne girîzânsın ey gönül
5. Bîgânedir muâmeleniz akl u hûs ile
Gûyâ derûn-ı sînede mihmânsın ey gönül
6. Âyîne oldu bir nigeh-i hayretinle âb
Bi’llâh ne saht âtes-i sûzânsın ey gönül
7. Hac yollarında mes’ale-i kârbân gibi
Erbâb-ı ask içinde nümâyânsın ey gönül
8. Feyz âsiyânı mihr-i hüner cilvegâhısın
Subh-ı bahâr-ı sevka girîbânsın ey gönül
9. Peymâne-i muhabbeti sundun Nedîme çün1
Lutf eyle alma câmı biraz kansın ey gönül
1. GAZELİN GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİNE ÇEVİRİSİVE ŞERHİ
Esdikce bâd-ı subh perîsânsın ey gönül
Benzer esîr-i turra-i cânânsın ey gönül
(Ey gönül! Sabah rüzgarı estikçe perisan oluyorsun. Belli ki sevgilinin saçının
esirisin.)
Sabah rüzgarı estiginde, gönül perisan olmaktadır. Belli ki sevgilinin saçının
esiridir. Sabah rüzgarı esince; gönlün perisan olması dogaldır. Çünkü sabah rüzgarı
sevgilinin saçının dagılmasına sebep olup, güzel kokuları asıga kadar getirir. Asıgı
etkileyen bu koku, onu kendinden geçirip perisan etmektedir. Çünkü gönül sevgi, arzu,
düsünce gibi ruh hallerinin dogdugu yer veya nefret, inanç, sevgi gibi insanın manevî
varlıgına ve bütün manevî duygularına verilen ortak isim olarak da görülür.2
Gönlün denize ve suya benzetilmesi, suyun akıcılıgı, görüntüleri aksettirmesi,
1 Halil Nihad’ın hazırladıgı Nedim Divanı, Hasibe Mazıoglu’nun Nedim, Sevket Kutkan’ın Nedim
Divanı’ndan Seçmeler adlı çalısmalarda mısra:
“Lutf eyle alma câmı biraz kansın ey gönül”
Biçiminde olmasına ragmen. Abdülbaki Gölpınarlı’nın hazırladıgı Nedim Divanı’nda:
“Lutfeyle câmı bâri biraz kansın ey gönül”
biçimindedir.
Ayrıca, üzerinde çalısılacak metnin saglamlıgıyla ilgili daha genis bilgi için bakınız. Mine Mengi, “Metin
Serhi, Tahlili ve Tenkidi Üzerine”, Divan Siiri Yazıları, Ankara, 2000, s.72-80.
2 Gönülle ilgili daha genis bilgi için bakınız: Erzurumlu brahim Hakkı Hazretleri(2003), Marifetnâme,II.
Cilt. S.84-135, Berikan Yay. Ank., Âmil Çelebioglu, “Erzurumlu brahim Hakkı Divanı’nda Gönül” Eski
Türk Edebiyatı Arastırmaları, s.585-598, MEB. Yay., st., 1998.
saflıgın simgesi ve görünürde sakin olmasından dolayıdır. Deniz ve su rüzgarla yakından
alakalıdır. Rüzgarın esmesiyle denizin dalgalanması, cosması anlatılır. Ayrıca gönlün
deniz/derya ile baglantısı her ikisinin de derinliklerinde gizledikleri sırlarla da ilgilidir.
Ayrıca gönül, yasanan askın ilahî olması sebebiyle daima coskun bir deniz olarak
düsünülür.
Gönlün sevgilinin saçının esiri olması, onun kusa benzetilmesindendir. Hür olan bu
kusun sonradan tuzaklarla esir edilmesi mümkündür. Eskiden tuzakların kıldan yapılıyor
olması, bu tuzakların sekil bakımından saçın büklümüne benzemesi, kusların bu kıldan
yapılmıs tuzaklara kapılması ve çabaladıkça daha da içinden çıkılmaz bir hale düstükleri
bilinmektedir. Bir sebep-sonuç iliskisinin somut örnegini gördügümüz bu beyitte, gönlün
benzetildigi kusun söylenmemesi kapalı istiare sanatının yapıldıgını göstermektedir.
Sadece Nedim’in bu gazelinde degil; neredeyse bütün Divan sairleri siirlerinde, gönül
gibi insana ait soyut kavramları somutlastırarak anlatma yoluna gitmislerdir. “Akıl,
gönül, hatır, ruh, nefis, kibir, gurur, gam, nese, ıstırap, naz, cilve, lütuf, ihsan, cömertlik
vs. insana has özellikler, sık sık bir takım somut nesnelere benzetilmislerdir. Örnegin
insanda varlıgı kabul edilen gönül, Divan siirinde daha çok âsıgın gönlü olarak karsımıza
çıkmaktadır. Bir takım benzetme ve ilgilerle gönül, kus, ülke, sehir, kösk, ev, hücre, tas,
sise, kadeh, ayna vs. gibi hayatın degisik alanlarından pek çok seye benzetilerek
somutlastırılmıstır” (YILDIRIM, 2002, s. 213). Gazelin bütün beyitlerinde; bu
somutlastırmayla ilgili olarak tesbih, teshis ve istiare sanatlarının yapıldıgını
görmekteyiz.
Gazelin redifi olan “-sın ey gönül” tekrir sanatına güzel bir örnektir. Bu tekrarlara,
anlamın etkisini artırdıgı için “hüsn-i tekrar” diyebiliriz. Ayrıca bu tekrarlar ünlemlerle
yapıldıgı için “nidâ” sanatının da güzel örneklerindendir.
Gül mevsiminde tevbe-i meyden benim gibi
Zannım budur ki sen de pesîmânsın ey gönül
(Ey gönül! Gül mevsiminde içki içmeye tövbe etmekten sanırım sen de benim gibi
pismansın.)
Gül mevsimi, sıkıntı ve zorluklarla dolu kıs mevsiminden sonra gelen ilkbahar
mevsimidir. Havaların ısınmasıyla, eglence ve sohbetlerin çogalması, içki meclislerinin
tertiplenmesi, gam ve kasavetin gönüllerden atılmaya çalısıldıgını gösterir. Bu mevsimde
gül ve bülbül en önemli sembollerdendir. Ayrıca meclisle birlikte içki de önemli bir
unsurdur. Bu sebeple ilkbahara “zaman-ı gül, gül vakti, eyyâm-ı gül ü mül” adları
verilmistir.
Bahar mevsiminde insanlarda meydana gelen degisiklikler, tabiattaki degismelerin
bir sonucudur. Sevgilinin davranısları ve güzelliginin etkileyiciligi bahar mevsimindeki
tabiatın güzelligi ve degisikligiyle yakından ilgilidir. Âsıgın, baharın etkisiyle sevgiliye
olan ilgi ve isteginin artması mevsimin özelligiyle dogrudan alakalıdır. Çünkü bahar
mevsimi sevgiliyi hatırlatır. Âsık, sevgiliyi hatırlayınca kederlenip içki içmek ister;
baharda sıcakların artmasıyla su ve içkinin önemi bir kat daha artar. Ancak âsık içki
içememektedir, zira tövbelidir. Sairin, sadece ramazan ayı için mi yoksa hiç içmeyecegi
için mi tövbe ettigi açık degildir. Gazelin yazıldıgı tarihi kesin olarak tespit etmek
mümkün olmadıgından kesin bir yargıya varmak güçtür. Ancak bu tarihe ramazan ayının
tesadüf etmesi büyük bir ihtimaldir. Bununla beraber Divan sairlerinin bahardan sonra
içkiye tövbe etmeleri, bu tövbelerini sonraki bahar mevsiminde tekrar bozmaları da
yaygın bir anlayıstır. Nedim’in de içkiye tövbesini bozmak üzere oldugunu
söyleyebilecegimiz bu beytin; sairin içinde bulundugu ruh halini göstermesi bakımından
önemlidir. Sairin içinde bulundugu durumdan memnun olmadıgını anladıgımız bu
beyitte; gönlün bir iç muhasebenin yapıldıgı yer oldugunu da çıkarmak mümkündür.
Sairin içkisiz ve güzelsiz geçirdigi zamandan sikayetini baska beyitlerinde de
görebiliyoruz.
“Neler çeker ramazan içre iyde dek göresin
Nedim terk-i mey-i hos-güvâr edinceye dek”
Mugbeçeye çatan sair, durumdan bir hayli muztariptir. Yine ramazanda çekilen
güçlükleri anlatan asagıdaki beytinde de benzer sikayetler söz konusudur.
“Bir taraftan dahi ey mugbeçe sen de görünüp
Bize dert olma mübarek ramazan ayında”
Gazelin bütün beyitlerinde görüldügü gibi duygu ve düsünceler samimî bir ifadeyle
dile getirilmistir. Dile olan hakimiyetinin verdigi rahatlıkla yazan sair, “Türkçeyi rahatça
ifade edisini, veznin imkanlarından, kelimelerin ahenginden ustalıkla faydalanarak
beyt[ler]i siirlestirdigini görmekteyiz” (MAZIOGLU, 1992, s. 130). Nedimâne söyleyisin
bir sonucu oldugunu bildigimiz bu sade ve külfetsiz ifadeler, Nedim’in Türkçeye olan
hakimiyetinden dogmaktadır. Baska sairlerde benzerine pek rastlanmayan bu ifade tarzı,
Nedimde “sahsî bir mahiyet almıstır” (MAZIOGLU, 1992, s. 129).
Eskimde böyle su’le nedendir meger ki sen
Çün sûz u tâb-ı giryede pinhânsın ey gönül
(Ey gönül! Göz yasımdaki alev nedendir? Yoksa sen aglayısın yakıcılıgında mı
saklısın?)
nsanın en çok dile getirdigi cismi kalbi(gönlü)dir. Sair(âsık)ler bunu en fazla
kullananlardır. Çünkü askın mekanı gönüldür. Hatta gönül, bu gazelde oldugu gibi daima
âsıgın yerine kullanılır. “Divan siirinde, âsıkların gönlü ask atesiyle doludur (HORATA,
2002, s. 371).
Aglayısın tabiatında var olan acı, gönüldeki ask atesiyle alakalıdır. Gönüldeki her
nese ve hüzün mutlaka göze yansır. Bu yüzden aglayan gözler kanayan bir gönle delalet
eder. “Bütün âsıkların yürekleri ve gönülleri yanıktır. Ateslerinin kıvılcımları ve dumanı
gökyüzüne kadar yükselir. Gözlerinden kanlı yaslar akar. Göz yasının kanlı olması siirde
iki türlü açıklanır: Çok aglamaktan gözler hastalanır, kanlanır. Kanlı gözden dökülen göz
yası kanlı olur. çlerinin atesinden âsıkların cigerleri erir ve gözlerinden kanlı göz yası
olarak dökülür” (PEKTEN, 1986, s. 265). Bu beyitte alısılmamıs bir bagdastırma da söz
konusudur. Eskiler bunu, hüsn-i talîl sanatıyla bikr-i mazmun kullanma ve benzetmelerle
izah ederlerdi. Göz yasının yakıcı olması onun ates dolu bir yerden geldigine isarettir. Bu
yer süphesiz âsıgın ask atesiyle yanmıs gönlüdür. Divan siirinde gönlün türlü
anlamlarıyla beraber ates anlamının da oldugu bilinir. Gaston Bachelard da “Ask,
gönülden gönüle aktarılacak atesten baska bir sey degildir.” der. “çin yanması”
deyiminden gönül ıstırabını anlarız. Yine “kanlı göz yası” ifadesinden de göz yasının
gözü yakmasını, gözün kızarıp kan rengini almasını anlarız. çi yanmayanın aglaması
mümkün degildir. Bunu en güzel sekilde “Gönül aglamayınca göz aglamaz” ata sözümüz
vermektedir. Bu yüzden aglama ve göz yasının kaynagının gönül oldugu anlasılmaktadır.
Âsıgın gönlü, sürekli ask atesiyle yanıp tutustugu için, gözünden kanlı göz yası eksik
olmamaktadır.
Aglayıstaki acı ve ıstırabın sebebi soruldugu için, “istifham” ve bu sorunun cevabı
bilindigi halde soruldugu için “tecâhül-i ârifâne” sanatı yapılmıstır. Ayrıca ask/girye,
sule/sûz/tâb ve gönül/pinhân kelimeleri arasında anlam iliskilerinden dolayı tenasüp
sanatı vardır.
Ben sana bâde içme güzel sevme mi dedim
Benden niçin bu gûne girîzânsın ey gönül
(Ey gönül! Ben sana bade içme güzel sevme mi dedim? Benden niçin böyle
kaçıyorsun?)
Gönül, güzel sevmesine ve içki içmesine engel oldugu düsüncesiyle âsıktan
kaçmaktadır. Bu engelleme âsık tarafından yapılmamıs olsa da gönül âsıga kırgındır.
Bunun gerçek sebebi ise gönlün alınganlıgıdır. Çünkü gönül, “deng ü hayran”dır. Çünkü
sevgiliden ayrı oldugu için saskın ve kendinden geçmistir. Sevgiliden ayrı olan gönül
daralır, hassas olur. Kimsenin kendisine bir sey yapmasına gerek kalmaksızın o herkese
kırgın ve kızgındır; çünkü sevgiliden ayrıdır. Baskasıyla ilgilenmez, devamlı sevgiliyi
düsünür. Sürekli ona ulasma endisesi içindedir. Onu bu kötü duruma düsüren de
sevgilidir. Gönül, derdin çaresinin, derde düsürende oldugunu bilmektedir, ancak arzu
edilen de, sevgiliden baskası degildir.
Gönül, içki içen ve güzel seven bir insana benzetilerek teshis edilmistir. Sair,
gönlüne “sen” diyerek ona bir kisilik verdigi için teshis sanatıyla birlikte; gönlünün
kendinden baska birisi olmadıgı için de “ben/sen” kelimelerinde, güzel/gönül/sevme ve
bade/içme arasında tenasüp sanatı yapılmıstır.
Bîgânedir muâmeleniz akl u hûs ile
Gûyâ derûn-ı sînede mihmânsın ey gönül
(Ey gönül! Akılla birbirinize yabancı gibisiniz. Sanki içimde misafir gibisin.)
“Gönül, ask duygusunun ve neticelerinin ortaya çıktıgı bir merkez olarak kabul
edilir. Âsıgın ayrılmaz bir parçası oldugu gibi, sevgilinin âsıga karsı takındıgı olumsuz
tavrın neticelerinin görüldügü bir mekan olarak da dikkati çeker” (SEFERCOGLU,
1990, s. 248). Çogu zaman akıl ve gönül birbirine zıttır. Basından beri bu isin sırrının
çözülemedigi bilinmektedir. Divan siirinde; akıl ve gönlün çatısması renkli hayaller
etrafında sıklıkla dile getirilmistir. Bu zıtlıgın temelinde süphesiz “ask” vardır. Gönlün
akılla uyusmaması, onun en önemli özelliklerinden biridir. Çünkü gönül, söz dinlemeyen
bir çocuk, özgürce uçmak isteyen bir kustur. Özgür olma istegine ragmen sevgilinin
saçının esiri olmaktan da kurtulamaz. Çile çekmekten usanmadıgı için bî-pervâdır.
Gönlün önemli bir vasfı da deli ve divane olusudur. Bu yüzden gönül, havaîligi,
serseriligi, hercaîligi ile âsıgı temsil etmektedir.
Burada asıl olarak su düsünceye yer verilmek istenmektedir: Gönül ile akıl
birbirine zıttır. Her birinin maksad(sevgili)a ulasmak için kendi yöntemleri vardır. Aklın
âsıgın bedenini terk etmek istememesine karsın gönlün sinede misafir gibi davranması
burayı terk etmek istemesinden dolayıdır. Çünkü akıl, âsıgın bedenini temsil etmektedir.
“Akıl dünya islerini düzene koymak içindir. Dünya nimetlerine baglılık akılla olur”
(DLÇN, 1991, s. 59). Gönül ise sevgili(mâ-sivâ’llah)den baska her seyi reddetmektedir.
‘Ask, sevgili dısındaki her seyi yakar’, “Âsık candan[beden] soyunmadıkça sevgiliye
vuslat edemez. Gerçek idrak merkezi olan gönülden canın istekleri çıkarılınca, âsık mâsivâdan
arınır” (KURNAZ, 2003, s. 11). Böylece ancak sevgiliye ulasılabilinir.
Gönül ve aklın uyustugu asla görülmemistir. Bu rint ile zahidin, tarikat ehli ile
seriat ehlinin çatısma ve mücadelesini hatırlattıgı için telmih, ayrıca derûn/sîne kelimeleri
arasındaki anlam iliskisinden dolayı tenasüp sanatı vardır.
Âyîne oldu bir nigeh-i hayretinle âb
Bi’llâh ne saht âtes-i sûzânsın ey gönül
(Ey gönül! Hayranlık dolu bir bakısınla ayna su gibi eridi. Vallahi ne kadar
kuvvetli bir atesmissin.)
Gönlün, hayranlık dolu bir bakısıyla aynayı su gibi eritmesi; onun bilinmeyen gizli
güçlerinin oldugunu ortaya koyar. Gönül, gerçek güzelligin tecelligâhı oldugu için
aynanın gönlü göstermesi mümkün degildir. Çünkü ayna, yapısı itibariyle gerçegin
kendisini degil, ancak yansımasını gösterebilir. Öte taraftan insanın Allah’ın aynası
baska bir görüse göre de Allah insanın aynasıdır. Gönül ve ayna birbirinin yerine de
geçebilir. “Allah’ın Zât’ının kendisini tanıttıgı insan Allah’ı görmez, sadece kendi
biçimini Allah’ın aynasında görür. Sadece onda kendi biçimini görebilse bile, bizzat
Allah’ı görebilmesi mümkün degildir. Bu bir aynaya bakmaya benzer, çünkü aynada
kendinize baktıgınızda, sadece ayna sayesinde kendi biçiminizi gördügünüzü bilseniz
bile, aynanın kendisini göremezsiniz” (BURCKHARDT, 1994, 131-2). Her iki görüse
göre ayna özü isaret etmektedir.
Gönül, slam inancında çok önemli bir yere sahiptir. Özellikle tasavvufî siirlerde
gönlün önemi üzerinde daha çok durulur. Bir hadis-i kudsî: “Ben yere göge sıgmam,
mü’min kulumun gönlüne sıgarım” demektedir. Bu nedenle gönül, Klâsik siirimizde
kutsal kabul edilmistir. Bu beyit aynı zamanda batı mitolojisinden Narkissos efsanesini de
hatırlatmaktadır.3
Bütün varlıklar gerçek varlık olan Allah’ın güzelliginin görüntüleridir. Ayna, ancak
bu yansıma görüntüleri aksettirebilir. Öte yandan gönül, asıl gerçegin bulundugu yer
oldugundan, aynanın gönlü göstermesi mümkün degildir. Çünkü aynanın ne bu güzelligi
görüp dayanmaya ne de göstermeye gücü yeter. Nitekim beyitte gönlün bu gücü yeminle
tasdik edilmektedir. Bu beytin en belirgin edebî sanatı mübalagadır. Narkissos efsanesine
telmih yapılmıstır. Ates ve su tezat sanatına güzel bir örnek olmustur.
Hac yollarında mes’ale-i kârbân gibi
Erbâb-ı ask içinde nümâyânsın ey gönül
3 Narkissos efsanesi, üç farklı sekilde anlatılır. Bunların en meshuru “Narkissos, tanrı Kephisos ile nympha
Liriope’nin ogludur. Dogdugu zaman, annesiyle babası kâhin Teiresias’a danıstılar. Teiresias, onlara,
çocugun “kendi yüzüne bakmazsa çok ileri yasa kadar yasayacagı” cevabını verdi. Erkeklik çagına
eristiginde, Narkissos’a birçok genç kız ve nympha âsık oldu. Ama o, bütün bunlara duyarsız kalıyordu.
Nihayet. Nympha Ekho ona gönül verdi, ama o da ötekilerden fazla bir sey elde edemedi. Çok üzülen
nympha Ekho inzivaya çekildi, zayıfladı zayıfladı ve sonunda yalnızca inleyen bir ses olarak kaldı.
Narkissos’un hor gördügü kızlar, tanrılardan , öçlerinin alınmasını istediler. Nemesis kızları duydu ve bir
düzen kurdu: havanın çok sıcak oldugu bir av sonrasında, Narkissos, susuzlugunu gidermek için bir
pınarın suyuna egildi ve suyun aynasında kendi yüzünü gördü. Bu yüz o kadar güzeldi ki, Narkissos bir
anda ona âsık oldu. Bundan böyle gözü dünyada hiçbir seyi görmez oldu ve suya egilmis olarak kendi
suretine bakakalıp, öylece öldü... Narkissos’un öldügü yerde bir çiçek bitti. Bu çiçege, onun adına
izafeten narkissos[nergis] dendi. Pıerre Grımal,(1997), Mitoloji Sözlügü, (çev. Sevgi Tamgüç), Sosyal
Yay., st.
(Ey gönül! Hac yollarındaki kervan mesalesi gibi, âsıkların arasında fark
ediliyorsun.)
Gönül, hac yollarındaki yolcuların arasında lider ve yol göstericidir. Gönül, hac
yoluna girmisse maksadı hacı olmaktır. Hacı olabilmek için Mekke’ye gidip Kabe’yi
tavaf etmek gerekir. Divan siirinde; Mekke’nin sevgilinin mahallesi, Kabe’nin de evi
oldugu bilinmektedir.
Hacca gitmenin belli bir zamanı vardır. Hac mevsiminde Müslümanlar topluca yola
çıkar ve Mekke’nin yolunu tutarlar. Tabi bu yolculuk yaya ya da hayvanlarla yapıldıgı
için aylarca sürer. Zamanın ve yolun tespiti için bir kılavuza ihtiyaç vardır. Kılavuzun
daha önce hacca gitmis olması gerekir. Âsıgın gönlü, daha önce hacca gitmistir. Çünkü
sevgilinin bulundugu yere gidip sevgilinin evinin etrafında dönüp dolasmıstır. Zaten
gönlün isi sevgilinin bulundugu yerin yollarında gidip gelmektir. Bu nedenle gönül,
içindeki ask atesinden dolayı kervan mesalesine tesbih ediliyor. lâhî askın mekanı da
gönüldür. Gönül, âsıkların arasında kervan mesalesi gibi yol göstermekte ve hemen fark
edilmektedir.
Sair, bütün beyitlerde oldugu gibi bu beyitte de gönlünü âsıga benzeterek aslında
kendini kastetmektedir. Çünkü, âsık olan gönül, sairin gönlüdür. Âsıklara yol gösterdigi
için de onların piri oldugunu söylemektedir. Çünkü “en büyük âsık kendisidir” (DLÇN,
1991, s. 58). Beyitte tesbih sanatı vardır. Bu benzetmede dört öge de kullanıldıgı için
“tesbih-i mufassal” ayrıntılı benzetme yapılmıstır.
Feyz âsiyânı mihr-i hüner cilvegâhısın
Subh-ı bahâr-ı sevka girîbânsın ey gönül
(Ey gönül! Sen ilim-irfan yuvası, hüner günesinin dogdugu yersin. Arzu baharının
sabahına yakasın.)
lim-irfan, bereket ve olgunlugun yuvası, hüner günesinin dogdugu yer ve kavusma
baharının sabahı gönüldedir. Bütün bu güzelliklere, yeniliklere ve mutluluklara gönülden
gidilecegi ve bunlara ancak gönülle ulasılabilecegi anlatılmaktadır.
Gönül zenginlikle doludur. nsanların mutlu ve huzurlu olabilmesi için gönülleri
kesfetmeleri gerekir. Hatta “gönül kazanmak, gönle girmek, gönülde yer etmek”
deyimleri bu manayı kuvvetlendiren delillerdir. “Gönüllerde yasamak” deyiminde ise
saltanatın gönüllerde oldugu; ölümsüzlük ve unutulmayısın yeri olarak gönül
belirtilmektedir. Gönlün kavusma sabahına yaka olması gerçek mutlulugun ilk buraya
dogacagının bir isaretidir. Ancak hüner günesinin dogmasıyla arzu baharının sabahı
olacagı anlatıldıgı için Mihr/subh, feyz/hüner kelimelerinde tenasüp sanatı vardır.
Peymâne-i muhabbeti sundun Nedim’e çün
Lutf eyle alma câmı biraz kansın ey gönül
(Ey gönül! Mademki Nedim’e sevgi kadehini sundun, lütfedip kadehi alma da biraz
kansın.)
Sair, bütün zorluklara ragmen en sonunda muhabbet kadehini gönülden almayı
basarmıstır. Divan siirinde, genellikle böyle bir durumla karsılasılmaz. Çünkü âsık ne
kadar isterse istesin maksadına ulasamaz. Fakat sair, bu beyitte sevgi kadehine ulasmayı
basarmıstır. Bu Nedim’e has bir söyleyis özelligidir. Ancak âsık olana yine rahat yoktur.
Âsık, ölünceye kadar dertli ve endiselidir. Beyitte âsık, sevgi kadehini ele geçirmesine
ragmen her an kaybetme kaygı ve endisesini tasımaktadır. Sair, içki ve kadehe o kadar
düskündür ki içkiden ve kadehten hiçbir zaman ayrılmak istemedigini ve onlara
doyamadıgını asagıdaki beytinden de anlıyoruz.
“Destide kadehde doyamam görmege bari
Ey gevher-i seffâf senin mahzenin olsam”
Gazelin tümünde istiare-i temsiliye sanatı görülmektedir. Benzetmelik, gönül;
benzetilen ise âsıktır. Çünkü sairin kendisidir.
2. GAZELİN YAPISAL İNCELEMESİ
(Biçim, Ölçü ve Kafiye İncelemesi)
2.1. Biçim
Gazel, divan siirinde beyitlerle kurulan ve tek kafiyeli biçimlerden biridir.
Baslangıçta kasidelerin içinde bir bölüm olarak yer alan gazel, daha sonra müstakil bir hal
almıstır. “Kadınlarla sevgi üzerine konusmak, söylesmek” anlamına gelen gazel, özellikle
ask, sevgi, güzellik ve içki konusunda yazılan siirlere denir.
Nedim, gazellerinin çogunu suhâne edâyla söylemistir. Ancak gazellerinin birçogu
âsıkâne, rindâne, suhâne, hikemî, ve Türkî-i Basit’in etkilerini de tasımaktadır.
nceledigimiz gazelin birinci ve ikinci beyitlerinde; “sabah rüzgarının esmesiyle gönlün
düstügü hal, yarin saçının kıvrımlarına esir olmanın vermis oldugu bedbinlik ve gül
mevsiminde içkiye tövbe edilemeyeceginin belirtilmesi hem âsıkâne hem rindâne
söyleyisin özelliklerini tasımaktadır. Bahar mevsimini her canlının cosku ve sevinçle
yasadıgını, bu mevsimde içki içmeye tövbe edilemeyecegini, güzel sevmekten ve içki
içmekten gönlünün de kendisinin de vazgeçemeyecegini belirten sair, durumu tam bir suh
edâ ile ifade etmektedir.
Sekizinci beyitte; ilim-irfan, olgunluk, kemal ve erdemin yuvası, hüner ve marifet
günesinin ilk ve gerçek dogus yerinin gönül oldugunun söylenmesi gerçekten hikmetli bir
söyleyistir. Yine göz yaslarının yakıcı, bir alev kadar kırmızı ve ısık kadar parlak olusu,
güzelligin ve günesin gönle dogması gibi ifadelerin de Sebk-i Hindî’nin etkisiyle
söylendigi izlenimini vermektedir.
yi bir ustanın elinde, malzemenin çogu yabancı olsa bile duygu, düsünce, zevk ve
estetik kaygıyla ele alındıgında bütünüyle yerli/mahallî hatta sahsî bir ürüne
dönüsebildigini biliyoruz. Nedim’in çogu siiri kendi döneminde ve daha sonraları bu
vasıflarla anılmıstır. Usta bir sairin siirini tek bir tarzın içine degerlendirmek oldukça
zordur. ncelenen bu gazel, Nedim’in siirleri arasında en begenilenlerden biridir.
Bu gazel, gösterdigi özelliklerden dolayı yek-âhenktir. Klâsik siirimizde beyitleri
“anlam iliskisi içinde olan gazellere yek-âhenk” denir. Gazelin beyit sayısının 9 olması
yek-âhenk olmasıyla alakalıdır. Nedim’in gazelleri genellikle 5-7 beyit arasındadır. Bu
gazelin 9 beyitten olusması islenen konunun öneminden dolayıdır. Konu gerektirdigi için
sair beyit sayısını artırmıstır. Gazelin her beyti aynı konuyu isledigi gibi aynı güzellikte
oldugunu da söyleyebiliriz. Bu gazel, aynı zamanda yek-âvâzdır.
Gazelin beyitleri arasında sıralanıs itibariyle zamanla bazı degisikliklerin oldugunu
zannediyoruz. Beyitlerin sıralanısı gazelin anlam ve kompozisyonu bakımından bir
uyumsuzlugu sezdirmektedir. Her ne kadar Divan siirinde beyitlerin yerlerinin
degistirilmesi, bölümlere ayrılması, belli bir plana göre islenmesi gelenegi yoksa da;
gazellerin birçogunun böylesi bir inceleme yöntemine uygun oldugunu biliyoruz. Bu
gazelde de anlam ve yapıyı göz önünde bulundurarak, beyitlerin zihinlerdeki yerini ve
sırasını tespite çalıstıgımızda karsımıza farklı ama daha dikkat çekici bir tablo
çıkmaktadır. Beyitlerin kendi aralarında: 1,2--4,5--6,3,7,8--9 biçiminde kümelendigini
gördük. Gazeli önce üç ana bölüme ayırdık. Çünkü beyitler bu sekilde sıralanınca kendi
aralarında da bir bölümlenmeye gittigini gördük.
Gazelin 1,2. beyitleri, sairin ve gönlünün durumunu tasvir ettigi için Giris
Bölümünü olusturmaktadır. 4,5. beyitler, sairin gönlünden ve mevcut durumdan sikayet
ettigini gösteren Gelisme bölümünün I. Ara bölümünü olusturmaktadır. 6,3,7 ve 8.
beyitler, -âsıgın ve gönlünün türlü ask hallerinin övgüyle anlatıldıgı için- Medh (övgü)
kısmını yani; Gelisme bölümünün II. Ara bölümünü olusturmaktadır. Gazelin 9. beyti ise
istek/niyaz/yalvarma (dua) kısmı olarak Sonuç bölümünü olusturmaktadır.
I. GRS 1____________________
2____________________
Tasvir (ortaklık)
Sikayet/yakınma
II. GELSME
4____________________
5____________________
6____________________
3____________________
7____________________
8____________________
Övgü (medh)
III. SONUÇ 9____________________ Niyaz/yalvarma (dua)
Tablo: 1
2.1.1. Ölçü
Araplar, aruz ilmini, siir bilimi(ilmü’s si’ir)nin iki parçasından biri olarak kabul
ederler. Siir biliminin diger parçası ise kafiye bilimi (ilmü’l- kafiye)dir. Siirin meydana
gelmesi için bu iki bilim sarttır. Divan siirinin aruz ölçüsüyle yazıldıgını biliyoruz. Aruz
ölçüsü, Arapçaya has bir ölçü oldugu için baslangıçta Türk sairlerince rahatlıkla
kullanılamamıstır. Türk sairleri, bu ölçüyle siir yazmakta biraz zorlanmıslardır. Bunu
zaman zaman siirlerinde de dile getirmislerdir. Ancak zamanla aruz ölçüsünü siirimize o
kadar sindirmisiz ki bazı usta sairlerimizin siirlerinde yabancı bir ölçü olmaktan çıkıp
adeta bizim öz malımız olmustur.
Aruz, siirde ritmin saglanmasıyla beraber redif ve kafiyedeki ses düzeninin
dolayısıyla söz varlıgının belirlenmesinde de etkili olmustur. Aruzda Bahr-i muzârinin
MefØûlü fâØilâtü mefâØîlü fâØilün kalıbı, farklı tefilelerin karısık bir sekilde
sıralanmasıyla olusturulmustur. “Karısık vezinler, gerek açık hecelerin fazlalıgı gerekse
ritimlerindeki degiskenlik sebebiyle dîvan siirinde, bilhassa son devirlerde tercih
edilmistir. Bunlardan özellikle üçü dîvan siirinde çok kullanılmıstır (MACT, 1996, s.
81). Nedim de çokça tercih edilen bu üç4 kalıptan birisini basarıyla kullanmıstır. Siirde
dört ayrı yerde imale yapılmıstır. Aruzda kusur olarak görülen imale, bir yerde soru
ekinde bir digerinde de mes’ale sözcügünün ikinci hecesine denk getirilmistir. Diger ikisi
de izafet kesrelerine denk getirilerek bu kusur hafifletilmeye çalısılmıstır. Ayrıca redifin
“sın” hecesindeki “n” sesi “ey” hecesine ulanarak kapalı hece “sı ney” seklinde açık hale
getirilmistir. Heceyle de siir yazdıgını bildigimiz Nedim, sanatı ve eserleriyle hem
4 Diger ikisi: Mef‘ûlü mefâ‘îlü mefâ‘îlü fe‘ûlün , Mefâ‘ilün fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün.
döneminin hem de Klâsik siirimizin önemli bir temsilcisidir. Onun siirlerinde
gördügümüz yenilik ve gelismeleri baskalarında aynı oranda görmek pek mümkün
degildir.
2.1.2. Kafiye ve Redif
Divan siirinde sekle ait bazı kurallar vardır ki asla degismez. Bundan dolayıdır ki
Divan siiri, sekilci olmakla suçlanmıstır. Degismeyen bu kurallardan biri de kafiye
unsurudur. “Kafiye Divan siirinde ses, redif ise söz tekrarlarının mısra sonlarında
simetrik olarak kullanılmasıdır” (MACT, 1996, s. 83). ncelenen gazelin kafiye düzeni
aa, xa, xa, xa, xa, xa, xa, xa, xa seklindedir. Bu, aynı zamanda bütün kaside ve gazellerin
de kafiye düzenidir. Gazelin kafiyesini “-ân” sesleri olusturmaktadır. Bu kafiyeye Divan
siirinde kafiye-i müreddefe “redifli kafiye” denilmektedir. Redifli kafiye sudur: Kafiyeyi
olusturan seslerden asıl ve son ses olan “revi” harfinden önce ()elif, ()vav, ( )ye
geldiginde -ki biz bu sesleri; â, û, î olarak gösteriyoruz- kafiye-i müreddefe olur. Kafiye-i
müreddefe bu gün tam kafiye olarak adlandırılmaktadır. Bazı kaynaklar buna zengin
kafiye de demektedirler. Bu gazelde gür ve bol sesli olan tam kafiyeyle birlikte redif de
kullanılmıstır. Redif, sözlük anlamı arkadan gelendir. “Kafiye sözcügünün revi sesinden
sonra gelen, ses, takı, ek ve sözcüklerdir” (DLÇN, 1995, s. 61-62). Gazelde kullanılan
“-sın ey gönül” rediftir. Burada kullanılan “-sın” eki bildirme ikinci sahıs ekidir. Oysa
son mısradaki “kansın” sözcügündeki “-sın” eki emir kipinin üçüncü tekil sahsına aittir.
Divan sairleri, kullandıkları redifleri genellikle Türkçe kelimelerden seçerler. Bu
gazelde de seçilen redifin Türkçe oldugunu görmekteyiz. Nedim, “-sın” ekiyle, bir uzun
ünlü ve bir ünsüz sesten olusan kafiye seslerinin bulundugu yabancı kelimeleri
Türkçelestirmistir. Böylece kafiye kelimelerinin yabancılıgı Türkçe bir ekle okuyucuya
hissettirilmemeye çalısılmıstır.
“Divan siirinde redifi belirleyen etkenlerden biri türdür. Özellikle kelime
seviyesindeki rediflerle metnin anlamı arasında bir iliski vardır. Konu, çok kere redifi
belirler” (MACT, 1996, s. 88). Bu gazelde de konu redifi belirlemistir. Redifin de
konuyu tamamıyla kapsadıgı görülmektedir. Redif, hem mısra sonlarında bir anlam
yogunlugu hem de çarpıcı bir nitelik ortaya çıkarmaktadır. Bu gazelde de anlam ve ses
kargasası yaratılmadan on iki ses basarıyla kafiye ve redif sesleri olarak kullanılmıstır.
“Redif siirde ses ve anlamın odak noktasıdır. Böyle bir odak noktası siirin kendi içinde
bütünlügünü saglar” (MACT 1996, s. 88). Kafiyenin kullanıldıgı bir siirde redifin de
kullanılmasının ses güzelligine zarar getirecegi düsünülür. Oysa bu siirde böyle bir
olumsuzluk söz konusu degildir. Redifin diger bir önemi de gazellere özellikle de
kasidelere ad olmalarıdır. Kasidelerin çogu redifleriyle bilinirler. Bu durum gazeller için
de geçerlidir. Çünkü Divan siirinde gazellere özel adlar ve baslıklar verilmez.
2.2. Ses İncelemesi
Gazelde vezinle beraber sesler de ahenkli bir sekilde kullanılarak bir iç uyum
saglanmıstır. Kullanılan ölçü dört tefileli ve on dört heceden olusmaktadır. Bu on dört
hecenin altısı açık, sekizi kapalıdır. Bütün kalıpların son hecesinin kapalı oldugunu
düsünürsek bu kalıbın açık hecesiyle kapalı hece sayısı arasında fark kalmamaktadır. Sair,
siirini zihninde olustururken bu ölçüyü de kullanacagını düsünmüs olmalıdır. Çünkü
anlam itibariyle bu siirde kullanılan bütün ögeler hemen hemen esit düzeydedir. Ask,
askın siddeti, içki, üzüntü, sikayet, pismanlık ve istek gibi temaların derecesi birbirine
yakındır.
Divan sairleri, siirlerinde ahengi saglamak için söz tekrarlarından yararlanırlar.
Ancak sadece söz tekrarları degil ses tekrarlarının da ahenk unsuru olarak kullanıldıgı
bilinmektedir. Nitekim Nedim de bu gazelinde; özellikle redifte kullandıgı söz
tekrarlarıyla beraber her beyitte tekrarlanan ortak seslerden de ahenk unsuru olarak
yararlanmıstır.
2.2.1. Ünlü-Ünsüz
Gazelde kullanılan seslere bakıldıgında bir heyecan, istek, pismanlık ve övgü siiri
oldugu ortaya çıkmaktadır. Heyecanın derecesini seslerden ve ünlemlerden de
anlayabiliyoruz. Gazelde kullanılan ünsüz seslerin sayısı 327dir. Buna karsılık ünlü
seslerin sayısı 246dır. “Ünsüzlerin hakim oldugu siirler hareketli, akıcı; ünlülerin
çogunlukta oldugu siirler ise daha duragan bir yapıya sahiptir. Bunların birbirlerine esit
sayıda oldugu siilerde ise bu nitelikler arasında bir denge ve birinden digerine bir geçis
vardır” (HORATA, 2002, s. 381).
Siirin bir ask ve heyecan siiri olma özelligini kullanılan seslerin özellikleriyle de
açıklayabiliriz. Gazelde sert ünsüzlerle kalın ünlülerin az oldugunu görmekteyiz. Sert
ünsüzler ve kalın ünlülerle gönül ve gönül iliskileri gibi hassas ve nazik bir konu
anlatılmaya çalısıldıgında son derece incitici olacagını düsünen sair, bunun yerine sedalı
ünsüzlerle ince ünlüleri daha fazla kullanmayı uygun görmüs olmalıdır. Sedalı ünsüzler
ve ince ünlülerin çoklugu siire anlam yogunlugu ve ince hayaller kazandırmıstır. Ayrıca
uzun ünlülerden -â sesinin sıfatlarda kullanılması gönlün ve hassasiyetlerinin derecesiyle
ilgilidir. Ünlü ve ünsüz seslerin beyitlere göre dagılımını asagıdaki tabloda toplu olarak
görmek mümkündür.
Beyitler 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Toplam
Sedasız Ünsüzler 11 7 11 5 6 11 7 11 8 77
Sedalı Ünsüzler 25 33 27 33 27 24 26 26 29 250
Kalın Ünlüler 10 6 7 6 10 9 12 14 13 87
nce Ünlüler 20 23 21 21 17 16 13 13 15 159
Tablo: 2
2.2.2. Alliterasyon ve Ses Göndermeleri
Gazeldeki ünlü ve ünsüz seslerin siirin anlamına uygun bir sekilde dagıldıgını
görüyoruz. Ayrıca sair, çesitli ünlü-ünsüz ses gruplarını kulakta güzel bir armoni
uyandıracak biçimde kullanmaktadır. Asagıdaki ikili ses grupları bunlardan bazılarıdır.
1. ân/ân/ân, es/es, ri/ir
2. ül/ül, im/im/ım, an/ân
3. ed/ed, ir/ir, n, l
4. an/ân, n-s/ns, iç/iç, gü/gû
5. in/in,ân/ân, lü/ül, le/el
6. ây/ay, ne/ne, âh/ha
7. la/âl, bâ/bâ, ân/ân, rb/rb, sa/as
9. mâ/âm, ey/ey/ey, lü/lü, ün/ün/ün
Kullanılan bu ikili ses grupları ve alliterasyonlar, ses-anlam iliskisini güçlendiren
unsurlardır. Ancak siirin ahengini saglamada da bu seslerin çok büyük öneme sahip
oldugunu söyleyebiliriz.
2.3. Anlam ncelemesi
Divan siirinde, gazellerin herhangi bir bölümleme veya bir kompozisyon planına
göre islenmedigi bilinir. Çünkü gazellerde, her seyden önce beyit bütünlügüne önem
verilir ve her beytin anlamı kendi içinde baslar yine kendi içinde biter. Ancak yapısal
açıdan bu gazele bakıldıgında üç ana bölümden olustugu görülmektedir.5 Üçüncü beytin
yerini degistirip altıncı beyitten sonraya aldıgımızda; ilk iki beyitte gönlün tasviriyle bir
giris yapılmaktadır. Birinci bölümü olusturan bu tasvir kısmında sair aslında kendini
anlatmaktadır. Yani sair ile gönlü arasında bir ortaklık söz konusudur:
1. Esdikce bâd-ı subh perîsânsın ey gönül
Benzer esîr-i turra-i cânânsın ey gönül
2. Gül mevsiminde tevbe-i meyden benim gibi
5 Bk. Tablo: 1.
Zannım budur ki sen de pesîmânsın ey gönül
kinci bölümde ise iki ara bölüm vardır. Gelisme bölümü olarak ele aldıgımız
ikinci bölümün birinci ara bölümünü olusturan 4.5. beyitlerde sair, gönlünden sikayet
ederek onun uygun olmayan davranıslarda bulundugunu ifade ederek gönülle basının
dertte oldugunu ve ona söz geçiremedigini anlatmaktadır.
4. Ben sana bâde içme güzel sevme mi dedim
Benden niçin bu gûne girîzânsın ey gönül
5. Bîgânedir muameleniz akl ü hûs ile
Gûyâ derûn-ı sînede mihmânsın ey gönül
Gelisme bölümünün ikinci ara bölümünde ise bir övgü vardır. Gazelin 6, 3, 7 ve 8.
beyitlerinde gönlün türlü meziyetleri sayılarak övülmektedir.
6. Âyîne oldu bir nigeh-i hayretinle âb
Billah ne saht ates-i sûzânsın ey gönül
3. Eskimde böyle sule nedendir meger ki sen
Çün sûz u tâb-ı giryede pinhânsın ey gönül
7. Hac yollarında mesale-i kârbân gibi
Erbâb-ı ask içinde nümâyânsın ey gönül
8. Feyz âsiyânı mihr-i hüner cilve-gâhısın
Subh-ı bahâr-ı sevka girîbânsın ey gönül
Gazelin üçüncü ana bölümünü olusturan Sonuç bölümünde ise sadece son beyit
olan makta yer almaktadır. Sair bu beyitte sevgi kadehini gönülden almayı basarıp
muhabbet içkisine kanmaya çalısmaktadır. çkiye kanabilmek için de gönle niyazda
bulunmayı ihmal etmemesi gerekir. Çünkü uzun süren bir mücadeleden sonra sairin
muhabbet içkisine doyacagı konusunda tereddüdü vardır. Böylece yalvarma ile karısık bir
rica da söz konusudur. Sonuç bölümünde, maksadına ulasmak isteyen sair, gönlünü
överek sonunda istedigini elde etmeye çalısmaktadır.
9. Peymâne-i muhabbeti sundun Nedim’e çün
Lutf eyle alma câmı biraz kansın ey gönül.
Sair, bu siirinde bütün anlam yogunlugunu “gönül” sözcügünde toplamıstır. Türk
insanının, kendi diliyle en hassas yanını, hissettigi en içten duygusunu, ve önemli yasam
organı(kalp)nı dile getirmistir. Kısacası özünü ifade ettigi “gönül”ü ele almıstır. Sair, eger
gönül gibi bir sözcügü tercih etmisse bunda sadece sanat kaygısı, kendini övme istegi,
sevgiliye özlem vb. konular degil; bütünüyle bir millî duyusu ve ferdî haykırısı görmek
mümkündür. Nedim, bu siiriyle bir “gönül adamı” oldugunu ortaya koymustur.
Sonuç
Son zamanlarda Divan siirine yeni bir tarzla yaklasan bilim adamlarımız vardır.
Divan siirini bütün yönleriyle ele alan incelemelerin yanında, siirin salt metin olarak ele
alınıp degerlendirildigi çalısmalar da yapılmaktadır. Bu çalısmalar, Divan siirinin
gelenegin dısında bir metotla incelendiginde de güzel ve yararlı sonuçların ortaya
çıkabilecegini göstermektedir. Nedim’in ‘gönül’ redifli gazelinde geleneksel incelemenin
sonucu ortaya çıkan güzelliklerin yanı sıra yapısal açıdan yaptıgımız incelemelerin de
dikkat çekici olduguna inanmaktayız. Klâsik siirimizin en çok ilgi gören türlerinden biri
olan Gazelin, sairini, okuyucusunu, serh edicisini ve bu serhi okuyanın/dinleyenin aldıgı
hazzın yanında sekil, ses, söz ve anlamın olusturdugu hem dıs yapısının hem de iç
yapısının bir kompozisyonunun bulundugunu gördük. Eski siirimizin sanıldıgı gibi
eskimedigini ona yeni bakıs açılarıyla bakıldıgında yeniligini ve güzelligini gösterdigini
gördük. Bu baglamda Divan siirinin farklı bir bakıs açısıyla degerlendirilmesinde büyük
yararlar saglanacagı kanaatindeyiz.
KAYNAKLAR
Bachelard, Gaston (1999), Atesin Tin Çözümlemesi, Öteki Yay. Ankara.
Burckhardt, Titus (1994), Aklın Aynası, nsan Yay., stanbul.
Ceylan, Ömür (2000), Tasavvufî Siir Serhleri, Kitabevi Yay., stanbul.
Çelebioglu, Âmil (1998), Eski Türk Edebiyatı Arastırmaları, MEB. Yay., stanbul.
Dilçin, Cem (1995), Türk Siir Bilgisi, TDK Yay., Ankara.
Dilçin, Cem (1991), “Fuzuli’nin Bir Gazelinin Serhi Ve Yapısal Yönden ncelenmesi”,
Türkoloji, D.S.IX.
Emil, Birol (1997), Türk Kültür ve Edebiyatından-1 Meseleler, Akçag Yay., Ankara.
Hançerlioglu, Orhan (2000), Felsefe Sözlügü, Remzi Kitabevi, stanbul.
pekten, Haluk (1986), “Gazel Serh