« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

27 Eyl

2010

NEDİM’İN BİR GAZELİNİN ŞERHİVE YAPISAL AÇIDAN İNCELENMESİ / Mehmet ULUCAN

01 Ocak 1970

18. yüzyılın önemli sairlerinden Nedim, Divan siirine büyük ölçüde yenilik ve güzellikler

getirmistir. Bu alanda yapılan çalısmalarla Nedim’in siirinin bu yeni ve güzel tarafları ortaya

konulmaya çalısılmıstır. Sairin siirleri sekil, anlam ve yapısal uyum itibariyle oldukça dikkat

çekicidir. Ancak yapılan çalısmalarda onun siirinin bu özellikleri bütünüyle belirlenebilmis

degildir. Bu nedenle, sairin yeni özellikler içerdigine inandıgımız “gönül” redifli gazelini

inceledik. Çalısmada gazel sekil, anlam ve yapısal uyum açısından incelenmistir.



Edebî ürünlerin her zaman yeni izah ve yorumlara ihtiyaç duydugu açıktır. En eski

siir örnekleri dahi, çagdas bir yaklasımla incelendiginde, okuyucu/arastırıcıda yeni duygu,

düsünce ve ufuklar açmaktadır.

Tarih boyunca yazılı-kutsal metinleri, yıldızları, gezegenleri, cinleri ve diger ruhanî

varlıkları kendilerine serh edip açıklayacak kimselere ihtiyaç duyan insanlar, bu amaçla

ister itibar ve itimat edilsin ister edilmesin bu ihtiyaçlarını bir sekilde gidermislerdir.

Toplumun bu tür merak ve ihtiyaçları istismar edilmis olsa da dogru rehberlik ve

yönlendirmeler de yapılmıstır. Hz. Yusuf’un bir rüya serh edicisi ve toplum mürebbiligi

yaptıgı unutulmamalıdır.

Ehl-i kitap ve özellikle Yahudi alimlerinin önce Tevrat’a hasiye ve serhler yaptıgı

bilinmektedir. Kötü niyetli ve menfaatçi sârihlerin, zengin ve yetkililerin isine gelmeyen

emirleri onların keyfine göre yorumladıkları da bilinmektedir. Hatta bu yanlıs ve kasıtlı

yorumların asılla karıstırılması gibi durumlar da söz konusu olmustur. Böylece ilk serh ve

hasiyeciligin Yahudi ve Hıristiyanlarca yapıldıgını ögrenmekteyiz.

slâm öncesi Arap toplumu, sözlü gelenek ve yazılı metinlere dayalı bir edebî

kültüre sahipti. Arap sair ve kâhinleri, edebî ürünleri, tabiî felaketleri, tarihî gerçekleri ve

sosyal gelismeleri bir bakıma serh etmek, yorumlamak ve toplumu aydınlatmak ve

yönlendirmek gibi bir görev üstlenmislerdi. Bu kisiler, herkesin hikmetini anlayamadıgı

ve gerçegini kavrayamadıgı eser, gelisme ve olayların perde arkasını gören ve sezen

seçkin hatta ilahî vasıfları olan kisiler olarak bilinirlerdi. Bu durum az çok farklılıklarla

slâm öncesi Türk toplumunda da böyleydi.

slâm diniyle birlikte Kur’ân-ı Kerim de te’vil ve tefsir edilmistir. Hatta Kur’ân-ı

Kerim’in bazı ayetleri bunun gerekliligini açıklamıstır: “Sana Kitab’ı (Kur’ân’ı) ayrılıga

düstükleri seyleri onlara açıklaman için, inanan kimselere de dogru yol rehberi ve rahmet

olarak indirdik (Nahl-64)”, “...Sana da, insanlara gönderileni açıklayasın diye(Kur’ân’ı)

indirdik (Nahl-44)”. Verilen ayetlerin anlamlarından da anlasıldıgı üzere Hz. Muhammed

bazı sure ve ayetleri zaman zaman te’vil ve tefsir etmistir. Bu yüzden ilk müslüman

müfessir ve sârih Hz. Muhammed sayılabilir. slâmiyetle birlikte bu durum devam etmis

ve günümüze kadar süregelmistir.



Özellikle slâmî Türk Edebiyatı döneminde; Arapça ve Farsça metinlerin

çözümünde kullanılan serh, daha sonra Tasavvufî metin çözümlemelerinde

görülmektedir. Türk edebiyatında serh edilen eserler arasında en çok dinî-tasavvufî

muhtevalı olanlar yer almaktadır (CEYLAN, 2000, s. 24). Eski Türk edebiyatı ürünleri

serh edilirken birçok bilim dalından da istifade etme söz konusudur. Maksat, farklı bilim

dallarına malzeme çıkarmak olmamakla birlikte sosyal bilimlerin birbiriyle olan ilgisinin

bu bilim dallarının anlasılmasında saglayacagı yararları göz ardı etmemektir (TARLAN,

1981, s.191). Bu nedenle yapılacak çalısmalarda farklı bilim dallarından

yararlanılmalıdır. Divan edebiyatı, beslendigi kaynakları itibariyle zengin bir alt yapı ve

arka plâna sahiptir. Bu yüzden hem millî hem de evrenseldir. Bu edebiyatın

temsilcilerinden bazıları dünya tarafından da bilinmektedir. Bu sairlerin eserleri “hem

insanın, hem kendi milletinin, hem de insanlıgın ebedî temleri, imajları, sembolleri ile

yüklüdür ve mesajlarla doludur” (EML, 1997, s. 97). Bu nedenle yapılan yeni

incelemelerde klâsik yöntemin yanında farklı yöntemlerin de kullanılması gerekmektedir.

Yapısalcı yöntem de bunlardan birisidir.

Anlamın ortaya çıkarılmasında pek çok yol vardır. Bunlardan biri de son

zamanlarda çok sık olmasa da kullanılan yapısal inceleme yöntemidir. Batıda 20. yüzyılın

basında “biçimci ruhbilim” ve Fransız dil bilimcisi Ferdinand de Saussure’in dilbilim

çalısmalarıyla ortaya çıkmıs yapısalcılık (HANÇERLOGLU,2000, s. 451) görüsü, bu

gün artık birçok bilim dalına yayılmıstır (TUNALI, 1998, s. 95-105). Bu görüs neredeyse

bütün bilimlerde etkisini gösterirken özellikle edebî ürünlerin incelenmesinde daha sık

kullanılmaya baslanmıstır. Türk edebiyatının her dönemine ait ürünler, klâsik yöntemle

ele alınırken yapısalcı yöntemle de ele alınmıs ve bu süreç bu gün de devam etmektedir.

Bu yöntemle ele alınan eserde: “eserin iç düzeni, her sanatçının özel dizgesi, belli bir

dönemin sanat duyarlıgı, gelenegi egilimleridir. Bu is yapılırken tekrarlar, paralellikler,

mısra uzunlukları, cümle unsurlarının sıralanmaları, birbirleriyle iliskileri, cümlelerin

yapıları, tek tek kelimeler, onların cinsleri, özellikleri, her türlü ses tekrarı göz önüne

alınır (KORTANTAMER 1994, s. 9).” Bu baglamda Nedim’in ‘gönül’ redifli gazelinin

anlam, ses, söz ve yapı bakımından birbirleriyle olan uyumunu ortaya koymaya; gazeli

hem klâsik hem de çagdas yöntemle incelemeye çalısacagız.



GAZEL

Mef‘ûlü fâ‘ilâtü mefâ‘îlü fâ‘ilün

1. Esdikce bâd-ı subh perîsânsın ey gönül

Benzer esîr-i turra-i cânânsın ey gönül

2. Gül mevsiminde tevbe-i meyden benim gibi

Zannım budur ki sen de pesîmânsın ey gönül

3. Eskimde böyle su’le nedendir meger ki sen

Çün sûz u tâb-ı giryede pinhânsın ey gönül

F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2006 16 (1)

92

4. Ben sana bâde içme güzel sevme mi dedim

Benden niçin bu gûne girîzânsın ey gönül

5. Bîgânedir muâmeleniz akl u hûs ile

Gûyâ derûn-ı sînede mihmânsın ey gönül

6. Âyîne oldu bir nigeh-i hayretinle âb

Bi’llâh ne saht âtes-i sûzânsın ey gönül

7. Hac yollarında mes’ale-i kârbân gibi

Erbâb-ı ask içinde nümâyânsın ey gönül

8. Feyz âsiyânı mihr-i hüner cilvegâhısın

Subh-ı bahâr-ı sevka girîbânsın ey gönül

9. Peymâne-i muhabbeti sundun Nedîme çün1

Lutf eyle alma câmı biraz kansın ey gönül



1. GAZELİN GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİNE ÇEVİRİSİVE ŞERHİ

Esdikce bâd-ı subh perîsânsın ey gönül

Benzer esîr-i turra-i cânânsın ey gönül

(Ey gönül! Sabah rüzgarı estikçe perisan oluyorsun. Belli ki sevgilinin saçının

esirisin.)

Sabah rüzgarı estiginde, gönül perisan olmaktadır. Belli ki sevgilinin saçının

esiridir. Sabah rüzgarı esince; gönlün perisan olması dogaldır. Çünkü sabah rüzgarı

sevgilinin saçının dagılmasına sebep olup, güzel kokuları asıga kadar getirir. Asıgı

etkileyen bu koku, onu kendinden geçirip perisan etmektedir. Çünkü gönül sevgi, arzu,

düsünce gibi ruh hallerinin dogdugu yer veya nefret, inanç, sevgi gibi insanın manevî

varlıgına ve bütün manevî duygularına verilen ortak isim olarak da görülür.2

Gönlün denize ve suya benzetilmesi, suyun akıcılıgı, görüntüleri aksettirmesi,

1 Halil Nihad’ın hazırladıgı Nedim Divanı, Hasibe Mazıoglu’nun Nedim, Sevket Kutkan’ın Nedim

Divanı’ndan Seçmeler adlı çalısmalarda mısra:

“Lutf eyle alma câmı biraz kansın ey gönül”

Biçiminde olmasına ragmen. Abdülbaki Gölpınarlı’nın hazırladıgı Nedim Divanı’nda:

“Lutfeyle câmı bâri biraz kansın ey gönül”

biçimindedir.

Ayrıca, üzerinde çalısılacak metnin saglamlıgıyla ilgili daha genis bilgi için bakınız. Mine Mengi, “Metin

Serhi, Tahlili ve Tenkidi Üzerine”, Divan Siiri Yazıları, Ankara, 2000, s.72-80.

2 Gönülle ilgili daha genis bilgi için bakınız: Erzurumlu brahim Hakkı Hazretleri(2003), Marifetnâme,II.

Cilt. S.84-135, Berikan Yay. Ank., Âmil Çelebioglu, “Erzurumlu brahim Hakkı Divanı’nda Gönül” Eski

Türk Edebiyatı Arastırmaları, s.585-598, MEB. Yay., st., 1998.

saflıgın simgesi ve görünürde sakin olmasından dolayıdır. Deniz ve su rüzgarla yakından

alakalıdır. Rüzgarın esmesiyle denizin dalgalanması, cosması anlatılır. Ayrıca gönlün

deniz/derya ile baglantısı her ikisinin de derinliklerinde gizledikleri sırlarla da ilgilidir.

Ayrıca gönül, yasanan askın ilahî olması sebebiyle daima coskun bir deniz olarak

düsünülür.

Gönlün sevgilinin saçının esiri olması, onun kusa benzetilmesindendir. Hür olan bu

kusun sonradan tuzaklarla esir edilmesi mümkündür. Eskiden tuzakların kıldan yapılıyor

olması, bu tuzakların sekil bakımından saçın büklümüne benzemesi, kusların bu kıldan

yapılmıs tuzaklara kapılması ve çabaladıkça daha da içinden çıkılmaz bir hale düstükleri

bilinmektedir. Bir sebep-sonuç iliskisinin somut örnegini gördügümüz bu beyitte, gönlün

benzetildigi kusun söylenmemesi kapalı istiare sanatının yapıldıgını göstermektedir.

Sadece Nedim’in bu gazelinde degil; neredeyse bütün Divan sairleri siirlerinde, gönül

gibi insana ait soyut kavramları somutlastırarak anlatma yoluna gitmislerdir. “Akıl,

gönül, hatır, ruh, nefis, kibir, gurur, gam, nese, ıstırap, naz, cilve, lütuf, ihsan, cömertlik

vs. insana has özellikler, sık sık bir takım somut nesnelere benzetilmislerdir. Örnegin

insanda varlıgı kabul edilen gönül, Divan siirinde daha çok âsıgın gönlü olarak karsımıza

çıkmaktadır. Bir takım benzetme ve ilgilerle gönül, kus, ülke, sehir, kösk, ev, hücre, tas,

sise, kadeh, ayna vs. gibi hayatın degisik alanlarından pek çok seye benzetilerek

somutlastırılmıstır” (YILDIRIM, 2002, s. 213). Gazelin bütün beyitlerinde; bu

somutlastırmayla ilgili olarak tesbih, teshis ve istiare sanatlarının yapıldıgını

görmekteyiz.

Gazelin redifi olan “-sın ey gönül” tekrir sanatına güzel bir örnektir. Bu tekrarlara,

anlamın etkisini artırdıgı için “hüsn-i tekrar” diyebiliriz. Ayrıca bu tekrarlar ünlemlerle

yapıldıgı için “nidâ” sanatının da güzel örneklerindendir.

Gül mevsiminde tevbe-i meyden benim gibi

Zannım budur ki sen de pesîmânsın ey gönül

(Ey gönül! Gül mevsiminde içki içmeye tövbe etmekten sanırım sen de benim gibi

pismansın.)

Gül mevsimi, sıkıntı ve zorluklarla dolu kıs mevsiminden sonra gelen ilkbahar

mevsimidir. Havaların ısınmasıyla, eglence ve sohbetlerin çogalması, içki meclislerinin

tertiplenmesi, gam ve kasavetin gönüllerden atılmaya çalısıldıgını gösterir. Bu mevsimde

gül ve bülbül en önemli sembollerdendir. Ayrıca meclisle birlikte içki de önemli bir

unsurdur. Bu sebeple ilkbahara “zaman-ı gül, gül vakti, eyyâm-ı gül ü mül” adları

verilmistir.

Bahar mevsiminde insanlarda meydana gelen degisiklikler, tabiattaki degismelerin

bir sonucudur. Sevgilinin davranısları ve güzelliginin etkileyiciligi bahar mevsimindeki

tabiatın güzelligi ve degisikligiyle yakından ilgilidir. Âsıgın, baharın etkisiyle sevgiliye

olan ilgi ve isteginin artması mevsimin özelligiyle dogrudan alakalıdır. Çünkü bahar

mevsimi sevgiliyi hatırlatır. Âsık, sevgiliyi hatırlayınca kederlenip içki içmek ister;

baharda sıcakların artmasıyla su ve içkinin önemi bir kat daha artar. Ancak âsık içki

içememektedir, zira tövbelidir. Sairin, sadece ramazan ayı için mi yoksa hiç içmeyecegi

için mi tövbe ettigi açık degildir. Gazelin yazıldıgı tarihi kesin olarak tespit etmek

mümkün olmadıgından kesin bir yargıya varmak güçtür. Ancak bu tarihe ramazan ayının

tesadüf etmesi büyük bir ihtimaldir. Bununla beraber Divan sairlerinin bahardan sonra

içkiye tövbe etmeleri, bu tövbelerini sonraki bahar mevsiminde tekrar bozmaları da

yaygın bir anlayıstır. Nedim’in de içkiye tövbesini bozmak üzere oldugunu

söyleyebilecegimiz bu beytin; sairin içinde bulundugu ruh halini göstermesi bakımından

önemlidir. Sairin içinde bulundugu durumdan memnun olmadıgını anladıgımız bu

beyitte; gönlün bir iç muhasebenin yapıldıgı yer oldugunu da çıkarmak mümkündür.

Sairin içkisiz ve güzelsiz geçirdigi zamandan sikayetini baska beyitlerinde de

görebiliyoruz.

“Neler çeker ramazan içre iyde dek göresin

Nedim terk-i mey-i hos-güvâr edinceye dek”

Mugbeçeye çatan sair, durumdan bir hayli muztariptir. Yine ramazanda çekilen

güçlükleri anlatan asagıdaki beytinde de benzer sikayetler söz konusudur.

“Bir taraftan dahi ey mugbeçe sen de görünüp

Bize dert olma mübarek ramazan ayında”

Gazelin bütün beyitlerinde görüldügü gibi duygu ve düsünceler samimî bir ifadeyle

dile getirilmistir. Dile olan hakimiyetinin verdigi rahatlıkla yazan sair, “Türkçeyi rahatça

ifade edisini, veznin imkanlarından, kelimelerin ahenginden ustalıkla faydalanarak

beyt[ler]i siirlestirdigini görmekteyiz” (MAZIOGLU, 1992, s. 130). Nedimâne söyleyisin

bir sonucu oldugunu bildigimiz bu sade ve külfetsiz ifadeler, Nedim’in Türkçeye olan

hakimiyetinden dogmaktadır. Baska sairlerde benzerine pek rastlanmayan bu ifade tarzı,

Nedimde “sahsî bir mahiyet almıstır” (MAZIOGLU, 1992, s. 129).

Eskimde böyle su’le nedendir meger ki sen

Çün sûz u tâb-ı giryede pinhânsın ey gönül

(Ey gönül! Göz yasımdaki alev nedendir? Yoksa sen aglayısın yakıcılıgında mı

saklısın?)

nsanın en çok dile getirdigi cismi kalbi(gönlü)dir. Sair(âsık)ler bunu en fazla

kullananlardır. Çünkü askın mekanı gönüldür. Hatta gönül, bu gazelde oldugu gibi daima

âsıgın yerine kullanılır. “Divan siirinde, âsıkların gönlü ask atesiyle doludur (HORATA,

2002, s. 371).

Aglayısın tabiatında var olan acı, gönüldeki ask atesiyle alakalıdır. Gönüldeki her

nese ve hüzün mutlaka göze yansır. Bu yüzden aglayan gözler kanayan bir gönle delalet

eder. “Bütün âsıkların yürekleri ve gönülleri yanıktır. Ateslerinin kıvılcımları ve dumanı

gökyüzüne kadar yükselir. Gözlerinden kanlı yaslar akar. Göz yasının kanlı olması siirde

iki türlü açıklanır: Çok aglamaktan gözler hastalanır, kanlanır. Kanlı gözden dökülen göz

yası kanlı olur. çlerinin atesinden âsıkların cigerleri erir ve gözlerinden kanlı göz yası

olarak dökülür” (PEKTEN, 1986, s. 265). Bu beyitte alısılmamıs bir bagdastırma da söz

konusudur. Eskiler bunu, hüsn-i talîl sanatıyla bikr-i mazmun kullanma ve benzetmelerle

izah ederlerdi. Göz yasının yakıcı olması onun ates dolu bir yerden geldigine isarettir. Bu

yer süphesiz âsıgın ask atesiyle yanmıs gönlüdür. Divan siirinde gönlün türlü

anlamlarıyla beraber ates anlamının da oldugu bilinir. Gaston Bachelard da “Ask,

gönülden gönüle aktarılacak atesten baska bir sey degildir.” der. “çin yanması”

deyiminden gönül ıstırabını anlarız. Yine “kanlı göz yası” ifadesinden de göz yasının

gözü yakmasını, gözün kızarıp kan rengini almasını anlarız. çi yanmayanın aglaması

mümkün degildir. Bunu en güzel sekilde “Gönül aglamayınca göz aglamaz” ata sözümüz

vermektedir. Bu yüzden aglama ve göz yasının kaynagının gönül oldugu anlasılmaktadır.

Âsıgın gönlü, sürekli ask atesiyle yanıp tutustugu için, gözünden kanlı göz yası eksik

olmamaktadır.

Aglayıstaki acı ve ıstırabın sebebi soruldugu için, “istifham” ve bu sorunun cevabı

bilindigi halde soruldugu için “tecâhül-i ârifâne” sanatı yapılmıstır. Ayrıca ask/girye,

sule/sûz/tâb ve gönül/pinhân kelimeleri arasında anlam iliskilerinden dolayı tenasüp

sanatı vardır.

Ben sana bâde içme güzel sevme mi dedim

Benden niçin bu gûne girîzânsın ey gönül

(Ey gönül! Ben sana bade içme güzel sevme mi dedim? Benden niçin böyle

kaçıyorsun?)

Gönül, güzel sevmesine ve içki içmesine engel oldugu düsüncesiyle âsıktan

kaçmaktadır. Bu engelleme âsık tarafından yapılmamıs olsa da gönül âsıga kırgındır.

Bunun gerçek sebebi ise gönlün alınganlıgıdır. Çünkü gönül, “deng ü hayran”dır. Çünkü

sevgiliden ayrı oldugu için saskın ve kendinden geçmistir. Sevgiliden ayrı olan gönül

daralır, hassas olur. Kimsenin kendisine bir sey yapmasına gerek kalmaksızın o herkese

kırgın ve kızgındır; çünkü sevgiliden ayrıdır. Baskasıyla ilgilenmez, devamlı sevgiliyi

düsünür. Sürekli ona ulasma endisesi içindedir. Onu bu kötü duruma düsüren de

sevgilidir. Gönül, derdin çaresinin, derde düsürende oldugunu bilmektedir, ancak arzu

edilen de, sevgiliden baskası degildir.

Gönül, içki içen ve güzel seven bir insana benzetilerek teshis edilmistir. Sair,

gönlüne “sen” diyerek ona bir kisilik verdigi için teshis sanatıyla birlikte; gönlünün

kendinden baska birisi olmadıgı için de “ben/sen” kelimelerinde, güzel/gönül/sevme ve

bade/içme arasında tenasüp sanatı yapılmıstır.

Bîgânedir muâmeleniz akl u hûs ile

Gûyâ derûn-ı sînede mihmânsın ey gönül

(Ey gönül! Akılla birbirinize yabancı gibisiniz. Sanki içimde misafir gibisin.)

“Gönül, ask duygusunun ve neticelerinin ortaya çıktıgı bir merkez olarak kabul

edilir. Âsıgın ayrılmaz bir parçası oldugu gibi, sevgilinin âsıga karsı takındıgı olumsuz

tavrın neticelerinin görüldügü bir mekan olarak da dikkati çeker” (SEFERCOGLU,

1990, s. 248). Çogu zaman akıl ve gönül birbirine zıttır. Basından beri bu isin sırrının

çözülemedigi bilinmektedir. Divan siirinde; akıl ve gönlün çatısması renkli hayaller

etrafında sıklıkla dile getirilmistir. Bu zıtlıgın temelinde süphesiz “ask” vardır. Gönlün

akılla uyusmaması, onun en önemli özelliklerinden biridir. Çünkü gönül, söz dinlemeyen

bir çocuk, özgürce uçmak isteyen bir kustur. Özgür olma istegine ragmen sevgilinin

saçının esiri olmaktan da kurtulamaz. Çile çekmekten usanmadıgı için bî-pervâdır.

Gönlün önemli bir vasfı da deli ve divane olusudur. Bu yüzden gönül, havaîligi,

serseriligi, hercaîligi ile âsıgı temsil etmektedir.

Burada asıl olarak su düsünceye yer verilmek istenmektedir: Gönül ile akıl

birbirine zıttır. Her birinin maksad(sevgili)a ulasmak için kendi yöntemleri vardır. Aklın

âsıgın bedenini terk etmek istememesine karsın gönlün sinede misafir gibi davranması

burayı terk etmek istemesinden dolayıdır. Çünkü akıl, âsıgın bedenini temsil etmektedir.

“Akıl dünya islerini düzene koymak içindir. Dünya nimetlerine baglılık akılla olur”

(DLÇN, 1991, s. 59). Gönül ise sevgili(mâ-sivâ’llah)den baska her seyi reddetmektedir.

‘Ask, sevgili dısındaki her seyi yakar’, “Âsık candan[beden] soyunmadıkça sevgiliye

vuslat edemez. Gerçek idrak merkezi olan gönülden canın istekleri çıkarılınca, âsık mâsivâdan

arınır” (KURNAZ, 2003, s. 11). Böylece ancak sevgiliye ulasılabilinir.

Gönül ve aklın uyustugu asla görülmemistir. Bu rint ile zahidin, tarikat ehli ile

seriat ehlinin çatısma ve mücadelesini hatırlattıgı için telmih, ayrıca derûn/sîne kelimeleri

arasındaki anlam iliskisinden dolayı tenasüp sanatı vardır.

Âyîne oldu bir nigeh-i hayretinle âb

Bi’llâh ne saht âtes-i sûzânsın ey gönül

(Ey gönül! Hayranlık dolu bir bakısınla ayna su gibi eridi. Vallahi ne kadar

kuvvetli bir atesmissin.)

Gönlün, hayranlık dolu bir bakısıyla aynayı su gibi eritmesi; onun bilinmeyen gizli

güçlerinin oldugunu ortaya koyar. Gönül, gerçek güzelligin tecelligâhı oldugu için

aynanın gönlü göstermesi mümkün degildir. Çünkü ayna, yapısı itibariyle gerçegin

kendisini degil, ancak yansımasını gösterebilir. Öte taraftan insanın Allah’ın aynası

baska bir görüse göre de Allah insanın aynasıdır. Gönül ve ayna birbirinin yerine de

geçebilir. “Allah’ın Zât’ının kendisini tanıttıgı insan Allah’ı görmez, sadece kendi

biçimini Allah’ın aynasında görür. Sadece onda kendi biçimini görebilse bile, bizzat

Allah’ı görebilmesi mümkün degildir. Bu bir aynaya bakmaya benzer, çünkü aynada

kendinize baktıgınızda, sadece ayna sayesinde kendi biçiminizi gördügünüzü bilseniz

bile, aynanın kendisini göremezsiniz” (BURCKHARDT, 1994, 131-2). Her iki görüse

göre ayna özü isaret etmektedir.

Gönül, slam inancında çok önemli bir yere sahiptir. Özellikle tasavvufî siirlerde

gönlün önemi üzerinde daha çok durulur. Bir hadis-i kudsî: “Ben yere göge sıgmam,

mü’min kulumun gönlüne sıgarım” demektedir. Bu nedenle gönül, Klâsik siirimizde

kutsal kabul edilmistir. Bu beyit aynı zamanda batı mitolojisinden Narkissos efsanesini de

hatırlatmaktadır.3

Bütün varlıklar gerçek varlık olan Allah’ın güzelliginin görüntüleridir. Ayna, ancak

bu yansıma görüntüleri aksettirebilir. Öte yandan gönül, asıl gerçegin bulundugu yer

oldugundan, aynanın gönlü göstermesi mümkün degildir. Çünkü aynanın ne bu güzelligi

görüp dayanmaya ne de göstermeye gücü yeter. Nitekim beyitte gönlün bu gücü yeminle

tasdik edilmektedir. Bu beytin en belirgin edebî sanatı mübalagadır. Narkissos efsanesine

telmih yapılmıstır. Ates ve su tezat sanatına güzel bir örnek olmustur.

Hac yollarında mes’ale-i kârbân gibi

Erbâb-ı ask içinde nümâyânsın ey gönül

3 Narkissos efsanesi, üç farklı sekilde anlatılır. Bunların en meshuru “Narkissos, tanrı Kephisos ile nympha

Liriope’nin ogludur. Dogdugu zaman, annesiyle babası kâhin Teiresias’a danıstılar. Teiresias, onlara,

çocugun “kendi yüzüne bakmazsa çok ileri yasa kadar yasayacagı” cevabını verdi. Erkeklik çagına

eristiginde, Narkissos’a birçok genç kız ve nympha âsık oldu. Ama o, bütün bunlara duyarsız kalıyordu.

Nihayet. Nympha Ekho ona gönül verdi, ama o da ötekilerden fazla bir sey elde edemedi. Çok üzülen

nympha Ekho inzivaya çekildi, zayıfladı zayıfladı ve sonunda yalnızca inleyen bir ses olarak kaldı.

Narkissos’un hor gördügü kızlar, tanrılardan , öçlerinin alınmasını istediler. Nemesis kızları duydu ve bir

düzen kurdu: havanın çok sıcak oldugu bir av sonrasında, Narkissos, susuzlugunu gidermek için bir

pınarın suyuna egildi ve suyun aynasında kendi yüzünü gördü. Bu yüz o kadar güzeldi ki, Narkissos bir

anda ona âsık oldu. Bundan böyle gözü dünyada hiçbir seyi görmez oldu ve suya egilmis olarak kendi

suretine bakakalıp, öylece öldü... Narkissos’un öldügü yerde bir çiçek bitti. Bu çiçege, onun adına

izafeten narkissos[nergis] dendi. Pıerre Grımal,(1997), Mitoloji Sözlügü, (çev. Sevgi Tamgüç), Sosyal

Yay., st.

(Ey gönül! Hac yollarındaki kervan mesalesi gibi, âsıkların arasında fark

ediliyorsun.)

Gönül, hac yollarındaki yolcuların arasında lider ve yol göstericidir. Gönül, hac

yoluna girmisse maksadı hacı olmaktır. Hacı olabilmek için Mekke’ye gidip Kabe’yi

tavaf etmek gerekir. Divan siirinde; Mekke’nin sevgilinin mahallesi, Kabe’nin de evi

oldugu bilinmektedir.

Hacca gitmenin belli bir zamanı vardır. Hac mevsiminde Müslümanlar topluca yola

çıkar ve Mekke’nin yolunu tutarlar. Tabi bu yolculuk yaya ya da hayvanlarla yapıldıgı

için aylarca sürer. Zamanın ve yolun tespiti için bir kılavuza ihtiyaç vardır. Kılavuzun

daha önce hacca gitmis olması gerekir. Âsıgın gönlü, daha önce hacca gitmistir. Çünkü

sevgilinin bulundugu yere gidip sevgilinin evinin etrafında dönüp dolasmıstır. Zaten

gönlün isi sevgilinin bulundugu yerin yollarında gidip gelmektir. Bu nedenle gönül,

içindeki ask atesinden dolayı kervan mesalesine tesbih ediliyor. lâhî askın mekanı da

gönüldür. Gönül, âsıkların arasında kervan mesalesi gibi yol göstermekte ve hemen fark

edilmektedir.

Sair, bütün beyitlerde oldugu gibi bu beyitte de gönlünü âsıga benzeterek aslında

kendini kastetmektedir. Çünkü, âsık olan gönül, sairin gönlüdür. Âsıklara yol gösterdigi

için de onların piri oldugunu söylemektedir. Çünkü “en büyük âsık kendisidir” (DLÇN,

1991, s. 58). Beyitte tesbih sanatı vardır. Bu benzetmede dört öge de kullanıldıgı için

“tesbih-i mufassal” ayrıntılı benzetme yapılmıstır.

Feyz âsiyânı mihr-i hüner cilvegâhısın

Subh-ı bahâr-ı sevka girîbânsın ey gönül

(Ey gönül! Sen ilim-irfan yuvası, hüner günesinin dogdugu yersin. Arzu baharının

sabahına yakasın.)

lim-irfan, bereket ve olgunlugun yuvası, hüner günesinin dogdugu yer ve kavusma

baharının sabahı gönüldedir. Bütün bu güzelliklere, yeniliklere ve mutluluklara gönülden

gidilecegi ve bunlara ancak gönülle ulasılabilecegi anlatılmaktadır.

Gönül zenginlikle doludur. nsanların mutlu ve huzurlu olabilmesi için gönülleri

kesfetmeleri gerekir. Hatta “gönül kazanmak, gönle girmek, gönülde yer etmek”

deyimleri bu manayı kuvvetlendiren delillerdir. “Gönüllerde yasamak” deyiminde ise

saltanatın gönüllerde oldugu; ölümsüzlük ve unutulmayısın yeri olarak gönül

belirtilmektedir. Gönlün kavusma sabahına yaka olması gerçek mutlulugun ilk buraya

dogacagının bir isaretidir. Ancak hüner günesinin dogmasıyla arzu baharının sabahı

olacagı anlatıldıgı için Mihr/subh, feyz/hüner kelimelerinde tenasüp sanatı vardır.

Peymâne-i muhabbeti sundun Nedim’e çün

Lutf eyle alma câmı biraz kansın ey gönül

(Ey gönül! Mademki Nedim’e sevgi kadehini sundun, lütfedip kadehi alma da biraz

kansın.)

Sair, bütün zorluklara ragmen en sonunda muhabbet kadehini gönülden almayı

basarmıstır. Divan siirinde, genellikle böyle bir durumla karsılasılmaz. Çünkü âsık ne

kadar isterse istesin maksadına ulasamaz. Fakat sair, bu beyitte sevgi kadehine ulasmayı

basarmıstır. Bu Nedim’e has bir söyleyis özelligidir. Ancak âsık olana yine rahat yoktur.

Âsık, ölünceye kadar dertli ve endiselidir. Beyitte âsık, sevgi kadehini ele geçirmesine

ragmen her an kaybetme kaygı ve endisesini tasımaktadır. Sair, içki ve kadehe o kadar

düskündür ki içkiden ve kadehten hiçbir zaman ayrılmak istemedigini ve onlara

doyamadıgını asagıdaki beytinden de anlıyoruz.

“Destide kadehde doyamam görmege bari

Ey gevher-i seffâf senin mahzenin olsam”

Gazelin tümünde istiare-i temsiliye sanatı görülmektedir. Benzetmelik, gönül;

benzetilen ise âsıktır. Çünkü sairin kendisidir.



2. GAZELİN YAPISAL İNCELEMESİ

(Biçim, Ölçü ve Kafiye İncelemesi)



2.1. Biçim

Gazel, divan siirinde beyitlerle kurulan ve tek kafiyeli biçimlerden biridir.

Baslangıçta kasidelerin içinde bir bölüm olarak yer alan gazel, daha sonra müstakil bir hal

almıstır. “Kadınlarla sevgi üzerine konusmak, söylesmek” anlamına gelen gazel, özellikle

ask, sevgi, güzellik ve içki konusunda yazılan siirlere denir.

Nedim, gazellerinin çogunu suhâne edâyla söylemistir. Ancak gazellerinin birçogu

âsıkâne, rindâne, suhâne, hikemî, ve Türkî-i Basit’in etkilerini de tasımaktadır.

nceledigimiz gazelin birinci ve ikinci beyitlerinde; “sabah rüzgarının esmesiyle gönlün

düstügü hal, yarin saçının kıvrımlarına esir olmanın vermis oldugu bedbinlik ve gül

mevsiminde içkiye tövbe edilemeyeceginin belirtilmesi hem âsıkâne hem rindâne

söyleyisin özelliklerini tasımaktadır. Bahar mevsimini her canlının cosku ve sevinçle

yasadıgını, bu mevsimde içki içmeye tövbe edilemeyecegini, güzel sevmekten ve içki

içmekten gönlünün de kendisinin de vazgeçemeyecegini belirten sair, durumu tam bir suh

edâ ile ifade etmektedir.

Sekizinci beyitte; ilim-irfan, olgunluk, kemal ve erdemin yuvası, hüner ve marifet

günesinin ilk ve gerçek dogus yerinin gönül oldugunun söylenmesi gerçekten hikmetli bir

söyleyistir. Yine göz yaslarının yakıcı, bir alev kadar kırmızı ve ısık kadar parlak olusu,

güzelligin ve günesin gönle dogması gibi ifadelerin de Sebk-i Hindî’nin etkisiyle

söylendigi izlenimini vermektedir.

yi bir ustanın elinde, malzemenin çogu yabancı olsa bile duygu, düsünce, zevk ve

estetik kaygıyla ele alındıgında bütünüyle yerli/mahallî hatta sahsî bir ürüne

dönüsebildigini biliyoruz. Nedim’in çogu siiri kendi döneminde ve daha sonraları bu

vasıflarla anılmıstır. Usta bir sairin siirini tek bir tarzın içine degerlendirmek oldukça

zordur. ncelenen bu gazel, Nedim’in siirleri arasında en begenilenlerden biridir.

Bu gazel, gösterdigi özelliklerden dolayı yek-âhenktir. Klâsik siirimizde beyitleri

“anlam iliskisi içinde olan gazellere yek-âhenk” denir. Gazelin beyit sayısının 9 olması

yek-âhenk olmasıyla alakalıdır. Nedim’in gazelleri genellikle 5-7 beyit arasındadır. Bu

gazelin 9 beyitten olusması islenen konunun öneminden dolayıdır. Konu gerektirdigi için

sair beyit sayısını artırmıstır. Gazelin her beyti aynı konuyu isledigi gibi aynı güzellikte

oldugunu da söyleyebiliriz. Bu gazel, aynı zamanda yek-âvâzdır.

Gazelin beyitleri arasında sıralanıs itibariyle zamanla bazı degisikliklerin oldugunu

zannediyoruz. Beyitlerin sıralanısı gazelin anlam ve kompozisyonu bakımından bir

uyumsuzlugu sezdirmektedir. Her ne kadar Divan siirinde beyitlerin yerlerinin

degistirilmesi, bölümlere ayrılması, belli bir plana göre islenmesi gelenegi yoksa da;

gazellerin birçogunun böylesi bir inceleme yöntemine uygun oldugunu biliyoruz. Bu

gazelde de anlam ve yapıyı göz önünde bulundurarak, beyitlerin zihinlerdeki yerini ve

sırasını tespite çalıstıgımızda karsımıza farklı ama daha dikkat çekici bir tablo

çıkmaktadır. Beyitlerin kendi aralarında: 1,2--4,5--6,3,7,8--9 biçiminde kümelendigini

gördük. Gazeli önce üç ana bölüme ayırdık. Çünkü beyitler bu sekilde sıralanınca kendi

aralarında da bir bölümlenmeye gittigini gördük.

Gazelin 1,2. beyitleri, sairin ve gönlünün durumunu tasvir ettigi için Giris

Bölümünü olusturmaktadır. 4,5. beyitler, sairin gönlünden ve mevcut durumdan sikayet

ettigini gösteren Gelisme bölümünün I. Ara bölümünü olusturmaktadır. 6,3,7 ve 8.

beyitler, -âsıgın ve gönlünün türlü ask hallerinin övgüyle anlatıldıgı için- Medh (övgü)

kısmını yani; Gelisme bölümünün II. Ara bölümünü olusturmaktadır. Gazelin 9. beyti ise

istek/niyaz/yalvarma (dua) kısmı olarak Sonuç bölümünü olusturmaktadır.





I. GRS 1____________________

2____________________

Tasvir (ortaklık)

Sikayet/yakınma

II. GELSME

4____________________

5____________________

6____________________

3____________________

7____________________

8____________________

Övgü (medh)

III. SONUÇ 9____________________ Niyaz/yalvarma (dua)

Tablo: 1



2.1.1. Ölçü

Araplar, aruz ilmini, siir bilimi(ilmü’s si’ir)nin iki parçasından biri olarak kabul

ederler. Siir biliminin diger parçası ise kafiye bilimi (ilmü’l- kafiye)dir. Siirin meydana

gelmesi için bu iki bilim sarttır. Divan siirinin aruz ölçüsüyle yazıldıgını biliyoruz. Aruz

ölçüsü, Arapçaya has bir ölçü oldugu için baslangıçta Türk sairlerince rahatlıkla

kullanılamamıstır. Türk sairleri, bu ölçüyle siir yazmakta biraz zorlanmıslardır. Bunu

zaman zaman siirlerinde de dile getirmislerdir. Ancak zamanla aruz ölçüsünü siirimize o

kadar sindirmisiz ki bazı usta sairlerimizin siirlerinde yabancı bir ölçü olmaktan çıkıp

adeta bizim öz malımız olmustur.

Aruz, siirde ritmin saglanmasıyla beraber redif ve kafiyedeki ses düzeninin

dolayısıyla söz varlıgının belirlenmesinde de etkili olmustur. Aruzda Bahr-i muzârinin

MefØûlü fâØilâtü mefâØîlü fâØilün kalıbı, farklı tefilelerin karısık bir sekilde

sıralanmasıyla olusturulmustur. “Karısık vezinler, gerek açık hecelerin fazlalıgı gerekse

ritimlerindeki degiskenlik sebebiyle dîvan siirinde, bilhassa son devirlerde tercih

edilmistir. Bunlardan özellikle üçü dîvan siirinde çok kullanılmıstır (MACT, 1996, s.

81). Nedim de çokça tercih edilen bu üç4 kalıptan birisini basarıyla kullanmıstır. Siirde

dört ayrı yerde imale yapılmıstır. Aruzda kusur olarak görülen imale, bir yerde soru

ekinde bir digerinde de mes’ale sözcügünün ikinci hecesine denk getirilmistir. Diger ikisi

de izafet kesrelerine denk getirilerek bu kusur hafifletilmeye çalısılmıstır. Ayrıca redifin

“sın” hecesindeki “n” sesi “ey” hecesine ulanarak kapalı hece “sı ney” seklinde açık hale

getirilmistir. Heceyle de siir yazdıgını bildigimiz Nedim, sanatı ve eserleriyle hem

4 Diger ikisi: Mef‘ûlü mefâ‘îlü mefâ‘îlü fe‘ûlün , Mefâ‘ilün fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün.

döneminin hem de Klâsik siirimizin önemli bir temsilcisidir. Onun siirlerinde

gördügümüz yenilik ve gelismeleri baskalarında aynı oranda görmek pek mümkün

degildir.



2.1.2. Kafiye ve Redif

Divan siirinde sekle ait bazı kurallar vardır ki asla degismez. Bundan dolayıdır ki

Divan siiri, sekilci olmakla suçlanmıstır. Degismeyen bu kurallardan biri de kafiye

unsurudur. “Kafiye Divan siirinde ses, redif ise söz tekrarlarının mısra sonlarında

simetrik olarak kullanılmasıdır” (MACT, 1996, s. 83). ncelenen gazelin kafiye düzeni

aa, xa, xa, xa, xa, xa, xa, xa, xa seklindedir. Bu, aynı zamanda bütün kaside ve gazellerin

de kafiye düzenidir. Gazelin kafiyesini “-ân” sesleri olusturmaktadır. Bu kafiyeye Divan

siirinde kafiye-i müreddefe “redifli kafiye” denilmektedir. Redifli kafiye sudur: Kafiyeyi

olusturan seslerden asıl ve son ses olan “revi” harfinden önce ()elif, ()vav, ( )ye

geldiginde -ki biz bu sesleri; â, û, î olarak gösteriyoruz- kafiye-i müreddefe olur. Kafiye-i

müreddefe bu gün tam kafiye olarak adlandırılmaktadır. Bazı kaynaklar buna zengin

kafiye de demektedirler. Bu gazelde gür ve bol sesli olan tam kafiyeyle birlikte redif de

kullanılmıstır. Redif, sözlük anlamı arkadan gelendir. “Kafiye sözcügünün revi sesinden

sonra gelen, ses, takı, ek ve sözcüklerdir” (DLÇN, 1995, s. 61-62). Gazelde kullanılan

“-sın ey gönül” rediftir. Burada kullanılan “-sın” eki bildirme ikinci sahıs ekidir. Oysa

son mısradaki “kansın” sözcügündeki “-sın” eki emir kipinin üçüncü tekil sahsına aittir.

Divan sairleri, kullandıkları redifleri genellikle Türkçe kelimelerden seçerler. Bu

gazelde de seçilen redifin Türkçe oldugunu görmekteyiz. Nedim, “-sın” ekiyle, bir uzun

ünlü ve bir ünsüz sesten olusan kafiye seslerinin bulundugu yabancı kelimeleri

Türkçelestirmistir. Böylece kafiye kelimelerinin yabancılıgı Türkçe bir ekle okuyucuya

hissettirilmemeye çalısılmıstır.

“Divan siirinde redifi belirleyen etkenlerden biri türdür. Özellikle kelime

seviyesindeki rediflerle metnin anlamı arasında bir iliski vardır. Konu, çok kere redifi

belirler” (MACT, 1996, s. 88). Bu gazelde de konu redifi belirlemistir. Redifin de

konuyu tamamıyla kapsadıgı görülmektedir. Redif, hem mısra sonlarında bir anlam

yogunlugu hem de çarpıcı bir nitelik ortaya çıkarmaktadır. Bu gazelde de anlam ve ses

kargasası yaratılmadan on iki ses basarıyla kafiye ve redif sesleri olarak kullanılmıstır.

“Redif siirde ses ve anlamın odak noktasıdır. Böyle bir odak noktası siirin kendi içinde

bütünlügünü saglar” (MACT 1996, s. 88). Kafiyenin kullanıldıgı bir siirde redifin de

kullanılmasının ses güzelligine zarar getirecegi düsünülür. Oysa bu siirde böyle bir

olumsuzluk söz konusu degildir. Redifin diger bir önemi de gazellere özellikle de

kasidelere ad olmalarıdır. Kasidelerin çogu redifleriyle bilinirler. Bu durum gazeller için

de geçerlidir. Çünkü Divan siirinde gazellere özel adlar ve baslıklar verilmez.



2.2. Ses İncelemesi

Gazelde vezinle beraber sesler de ahenkli bir sekilde kullanılarak bir iç uyum

saglanmıstır. Kullanılan ölçü dört tefileli ve on dört heceden olusmaktadır. Bu on dört

hecenin altısı açık, sekizi kapalıdır. Bütün kalıpların son hecesinin kapalı oldugunu

düsünürsek bu kalıbın açık hecesiyle kapalı hece sayısı arasında fark kalmamaktadır. Sair,

siirini zihninde olustururken bu ölçüyü de kullanacagını düsünmüs olmalıdır. Çünkü

anlam itibariyle bu siirde kullanılan bütün ögeler hemen hemen esit düzeydedir. Ask,

askın siddeti, içki, üzüntü, sikayet, pismanlık ve istek gibi temaların derecesi birbirine

yakındır.

Divan sairleri, siirlerinde ahengi saglamak için söz tekrarlarından yararlanırlar.

Ancak sadece söz tekrarları degil ses tekrarlarının da ahenk unsuru olarak kullanıldıgı

bilinmektedir. Nitekim Nedim de bu gazelinde; özellikle redifte kullandıgı söz

tekrarlarıyla beraber her beyitte tekrarlanan ortak seslerden de ahenk unsuru olarak

yararlanmıstır.

2.2.1. Ünlü-Ünsüz

Gazelde kullanılan seslere bakıldıgında bir heyecan, istek, pismanlık ve övgü siiri

oldugu ortaya çıkmaktadır. Heyecanın derecesini seslerden ve ünlemlerden de

anlayabiliyoruz. Gazelde kullanılan ünsüz seslerin sayısı 327dir. Buna karsılık ünlü

seslerin sayısı 246dır. “Ünsüzlerin hakim oldugu siirler hareketli, akıcı; ünlülerin

çogunlukta oldugu siirler ise daha duragan bir yapıya sahiptir. Bunların birbirlerine esit

sayıda oldugu siilerde ise bu nitelikler arasında bir denge ve birinden digerine bir geçis

vardır” (HORATA, 2002, s. 381).

Siirin bir ask ve heyecan siiri olma özelligini kullanılan seslerin özellikleriyle de

açıklayabiliriz. Gazelde sert ünsüzlerle kalın ünlülerin az oldugunu görmekteyiz. Sert

ünsüzler ve kalın ünlülerle gönül ve gönül iliskileri gibi hassas ve nazik bir konu

anlatılmaya çalısıldıgında son derece incitici olacagını düsünen sair, bunun yerine sedalı

ünsüzlerle ince ünlüleri daha fazla kullanmayı uygun görmüs olmalıdır. Sedalı ünsüzler

ve ince ünlülerin çoklugu siire anlam yogunlugu ve ince hayaller kazandırmıstır. Ayrıca

uzun ünlülerden -â sesinin sıfatlarda kullanılması gönlün ve hassasiyetlerinin derecesiyle

ilgilidir. Ünlü ve ünsüz seslerin beyitlere göre dagılımını asagıdaki tabloda toplu olarak

görmek mümkündür.



Beyitler 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Toplam

Sedasız Ünsüzler 11 7 11 5 6 11 7 11 8 77

Sedalı Ünsüzler 25 33 27 33 27 24 26 26 29 250

Kalın Ünlüler 10 6 7 6 10 9 12 14 13 87

nce Ünlüler 20 23 21 21 17 16 13 13 15 159

Tablo: 2

2.2.2. Alliterasyon ve Ses Göndermeleri

Gazeldeki ünlü ve ünsüz seslerin siirin anlamına uygun bir sekilde dagıldıgını

görüyoruz. Ayrıca sair, çesitli ünlü-ünsüz ses gruplarını kulakta güzel bir armoni

uyandıracak biçimde kullanmaktadır. Asagıdaki ikili ses grupları bunlardan bazılarıdır.

1. ân/ân/ân, es/es, ri/ir

2. ül/ül, im/im/ım, an/ân

3. ed/ed, ir/ir, n, l

4. an/ân, n-s/ns, iç/iç, gü/gû

5. in/in,ân/ân, lü/ül, le/el

6. ây/ay, ne/ne, âh/ha

7. la/âl, bâ/bâ, ân/ân, rb/rb, sa/as

9. mâ/âm, ey/ey/ey, lü/lü, ün/ün/ün

Kullanılan bu ikili ses grupları ve alliterasyonlar, ses-anlam iliskisini güçlendiren

unsurlardır. Ancak siirin ahengini saglamada da bu seslerin çok büyük öneme sahip

oldugunu söyleyebiliriz.

2.3. Anlam ncelemesi

Divan siirinde, gazellerin herhangi bir bölümleme veya bir kompozisyon planına

göre islenmedigi bilinir. Çünkü gazellerde, her seyden önce beyit bütünlügüne önem

verilir ve her beytin anlamı kendi içinde baslar yine kendi içinde biter. Ancak yapısal

açıdan bu gazele bakıldıgında üç ana bölümden olustugu görülmektedir.5 Üçüncü beytin

yerini degistirip altıncı beyitten sonraya aldıgımızda; ilk iki beyitte gönlün tasviriyle bir

giris yapılmaktadır. Birinci bölümü olusturan bu tasvir kısmında sair aslında kendini

anlatmaktadır. Yani sair ile gönlü arasında bir ortaklık söz konusudur:

1. Esdikce bâd-ı subh perîsânsın ey gönül

Benzer esîr-i turra-i cânânsın ey gönül

2. Gül mevsiminde tevbe-i meyden benim gibi

5 Bk. Tablo: 1.



Zannım budur ki sen de pesîmânsın ey gönül

kinci bölümde ise iki ara bölüm vardır. Gelisme bölümü olarak ele aldıgımız

ikinci bölümün birinci ara bölümünü olusturan 4.5. beyitlerde sair, gönlünden sikayet

ederek onun uygun olmayan davranıslarda bulundugunu ifade ederek gönülle basının

dertte oldugunu ve ona söz geçiremedigini anlatmaktadır.

4. Ben sana bâde içme güzel sevme mi dedim

Benden niçin bu gûne girîzânsın ey gönül

5. Bîgânedir muameleniz akl ü hûs ile

Gûyâ derûn-ı sînede mihmânsın ey gönül

Gelisme bölümünün ikinci ara bölümünde ise bir övgü vardır. Gazelin 6, 3, 7 ve 8.

beyitlerinde gönlün türlü meziyetleri sayılarak övülmektedir.

6. Âyîne oldu bir nigeh-i hayretinle âb

Billah ne saht ates-i sûzânsın ey gönül

3. Eskimde böyle sule nedendir meger ki sen

Çün sûz u tâb-ı giryede pinhânsın ey gönül

7. Hac yollarında mesale-i kârbân gibi

Erbâb-ı ask içinde nümâyânsın ey gönül

8. Feyz âsiyânı mihr-i hüner cilve-gâhısın

Subh-ı bahâr-ı sevka girîbânsın ey gönül

Gazelin üçüncü ana bölümünü olusturan Sonuç bölümünde ise sadece son beyit

olan makta yer almaktadır. Sair bu beyitte sevgi kadehini gönülden almayı basarıp

muhabbet içkisine kanmaya çalısmaktadır. çkiye kanabilmek için de gönle niyazda

bulunmayı ihmal etmemesi gerekir. Çünkü uzun süren bir mücadeleden sonra sairin

muhabbet içkisine doyacagı konusunda tereddüdü vardır. Böylece yalvarma ile karısık bir

rica da söz konusudur. Sonuç bölümünde, maksadına ulasmak isteyen sair, gönlünü

överek sonunda istedigini elde etmeye çalısmaktadır.

9. Peymâne-i muhabbeti sundun Nedim’e çün

Lutf eyle alma câmı biraz kansın ey gönül.

Sair, bu siirinde bütün anlam yogunlugunu “gönül” sözcügünde toplamıstır. Türk

insanının, kendi diliyle en hassas yanını, hissettigi en içten duygusunu, ve önemli yasam

organı(kalp)nı dile getirmistir. Kısacası özünü ifade ettigi “gönül”ü ele almıstır. Sair, eger

gönül gibi bir sözcügü tercih etmisse bunda sadece sanat kaygısı, kendini övme istegi,

sevgiliye özlem vb. konular degil; bütünüyle bir millî duyusu ve ferdî haykırısı görmek

mümkündür. Nedim, bu siiriyle bir “gönül adamı” oldugunu ortaya koymustur.



Sonuç

Son zamanlarda Divan siirine yeni bir tarzla yaklasan bilim adamlarımız vardır.

Divan siirini bütün yönleriyle ele alan incelemelerin yanında, siirin salt metin olarak ele

alınıp degerlendirildigi çalısmalar da yapılmaktadır. Bu çalısmalar, Divan siirinin

gelenegin dısında bir metotla incelendiginde de güzel ve yararlı sonuçların ortaya

çıkabilecegini göstermektedir. Nedim’in ‘gönül’ redifli gazelinde geleneksel incelemenin

sonucu ortaya çıkan güzelliklerin yanı sıra yapısal açıdan yaptıgımız incelemelerin de

dikkat çekici olduguna inanmaktayız. Klâsik siirimizin en çok ilgi gören türlerinden biri

olan Gazelin, sairini, okuyucusunu, serh edicisini ve bu serhi okuyanın/dinleyenin aldıgı

hazzın yanında sekil, ses, söz ve anlamın olusturdugu hem dıs yapısının hem de iç

yapısının bir kompozisyonunun bulundugunu gördük. Eski siirimizin sanıldıgı gibi

eskimedigini ona yeni bakıs açılarıyla bakıldıgında yeniligini ve güzelligini gösterdigini

gördük. Bu baglamda Divan siirinin farklı bir bakıs açısıyla degerlendirilmesinde büyük

yararlar saglanacagı kanaatindeyiz.



KAYNAKLAR

Bachelard, Gaston (1999), Atesin Tin Çözümlemesi, Öteki Yay. Ankara.

Burckhardt, Titus (1994), Aklın Aynası, nsan Yay., stanbul.

Ceylan, Ömür (2000), Tasavvufî Siir Serhleri, Kitabevi Yay., stanbul.

Çelebioglu, Âmil (1998), Eski Türk Edebiyatı Arastırmaları, MEB. Yay., stanbul.

Dilçin, Cem (1995), Türk Siir Bilgisi, TDK Yay., Ankara.

Dilçin, Cem (1991), “Fuzuli’nin Bir Gazelinin Serhi Ve Yapısal Yönden ncelenmesi”,

Türkoloji, D.S.IX.

Emil, Birol (1997), Türk Kültür ve Edebiyatından-1 Meseleler, Akçag Yay., Ankara.

Hançerlioglu, Orhan (2000), Felsefe Sözlügü, Remzi Kitabevi, stanbul.

pekten, Haluk (1986), “Gazel Serh

Ziyaret -> Toplam : 125,23 M - Bugn : 120024

ulkucudunya@ulkucudunya.com