Fethi Gemuhluoğlu / Rıdvan Çongur
01 Ocak 1970
Millî Mücadele’nin son bulduğu yıllarda, görevi icâbı İstanbul’da bulunan ve ata yurdu Arapkir olan bir aileye mensup Mustafa Neş’et Beyin, o günlerde bir oğlu dünyaya gelir. Adını İrfan Fethi koyarlar. Gerçek anlamda kemale ermiş, muhterem ve efendi mi efendi bir babayla Fatma Sâniye Hanım gibi bir mübarek ananın oğlu olarak gözlerini dünyaya ölüm-kalım savaşının verildiği o yıllarda açar bizim “Fethi Ağabey” imiz, Fethi Gemuhluoğlu .
Onun doğum yılının 1922 mi yoksa 1923 mü olduğu konusunda kesinlik bulunmadığını da bu arada hemen söyleyelim. Eski takvimle 1338 yılı; doğum günün yılbaşına veya sonuna rastlamış olması, yeni takvime göre, aradaki 13 günlük fark sebebiyle ikisinden biri olduğu doğrudur. Öyle veya böyle, doğum yılı bakımından Cumhuriyet ‘le yaşıt... İstanbul’da doğduğu ev, Göztepe istasyonuna açılan cadde üzerinde (Tütüncü Mehmet Efendi Caddesine bakan) tek katlı mütevâzı bir bina.
Bugüne kadar Remzi Oğuz’la başlayıp, Yahya Kemal Beyatlı, Orhan Şaik Gökyay, Zeki Ömer Defne, Ârif Nihat Asya, Ahmet Kutsi Tecer, İlhan geçer, Ahmet Tufan Şentürk, Mehmet Çınarlı olmak üzere sanat, düşünce, edebiyat dünyamızdan bazı seçkin insanlarımız hakkında biyografi ağırlıklı, bir kısmı da dil ve edebiyatımız ile ilgili bazı çalışmalarımız oldu. Bunların bir kaçı Ankara Üniversitesi, Kültür Bakanlığı, Millî Kütüphane, bir bölümü de Türk Dil Kurumu ve TRT radyo ve televizyon yayınları arasında yer aldı. 2003 yılında bu çalışmaya başlama kararı vermemize, hem onun dünyaya gelişinin 80. yıldönümünü idrak etmemiz, hem de bundan kırk elli yıl önce, gençlik günlerimizde tanış olduğumuz, ölünceye kadar bize ve bizim gibi pek çok gence ağabeylik eden, yolumuzu açan bu değerli vatan evlâdına olan vefa borcumuzu ödeme isteğimiz vesile oldu.
Düşüncemizden söz ettiğimiz ilk insanlar aile fertleri. bütün ömrünü birlikte geçirdiği Dr. Suzan Gemuhluoğlu’ na, bir telefon konuşmasında düşüncemizi aktardığımız zaman, çalışmamıza destek vermekten büyük mutluluk duyacağını söyledi. Oğulları Ali Gemuhluoğlu da, Veli Selman Gemuhluoğlu da... 5 Ekim 1977, onun Hak’ka yürüdüğü tarih. Onun hayatını kaleme alma tasavvurumuzla ilgili bu yazımız da düşüncemizi paylaşacaklara ulaştırmak istediğimiz bir mesaj olarak kabul edebilir. Hazırlamak istediğimiz kitabın yazılması ve basılmasına ömrümüz yeter, Allah izin verirse tabiî...
Öğrenim Hayatı
Fethi Gemuhluoğlu, Göztepe’de gözlerini dünyaya açıp, ilk ve orta öğrenimini İstanbul’da, doğduğu bu şehirde tamamlar, 1940 yılında Haydarpaşa Lisesi’nden mezun olur ve İstanbul Üniversitesi’ ne girer, Hukuk Fakültesi’ne kaydını yaptırır. Hukuk Fakültesi öğrencisiyken, Çanakkale Gelibolu’da adliye subayı olarak vatanî görevini yerine getirdikten sonra yine doğduğu şehre, İstanbul’a döner, 1950-1963 yılları arasında, edebiyata olan büyük ilgisi sebebiyle beş yıl kadar çeşitli okullarda Türkçe öğretmenliği yapar.
Gençlik yıllarında onu siyasî düşünce ve hareketlerin içinde, 1950’de faaliyete geçen “Kıbrıs’ı Koruma Cemiyeti” nin kurucu üyelerinden biri, aynı zamanda da genel sekreteri olarak görürüz. Bu yıllarda Fethi Ağabey, Kıbrıs için başlatılan mücadelede yer alır, Millî Türk Talebe Birliği’nin sözcülüğünü, genel sekreterliğini yaparken, biz üniversiteye henüz adımını atmış genç bir Türk milliyetçisi olarak bu mücadelenin içinde bulduk kendimizi, onunla aynı yolun yolcusu olduk.
Pakistan‘ın kuruluşundan sonra onun Keşmir meselesi üzerine Arapkir Postası’nda yazılar kaleme aldığı yıllarda, aynı düşünceleri paylaşan, onun gibi genç bir yazar olarak bizim de Eskişehir’de çıkan “İstikbal”, daha sonra “Kudret” ve “Millet” gazetelerinde, yayınlanmasına katıldığımız dergilerde aynı konuyu ele almamız tesadüf değildir. Pakistan Basın Ataşesi Arşuduzzaman ‘ın teşekkür mektuplarını da aynı tarihlerde almışız. Pakistan, halkının tamamı Müslüman olan ve bizim bayrağımız gibi ay-yıldızlı bir bayrağa sahip ülkeydi; sevgimiz, ilgimiz biraz da bunun içindi. İlerleyen yıllarda Millî Mücadele boyunca bizi maddî ve manevî her bakımdan destekleyen milletlerin başında geldiklerini öğrendik.
Keşmir üstüne o tarihlerde otuz kadar yazımız yayınlandı ve Pakistan’ ın ilk büyükelçisi Mian Beşir Ahmed Bey bir teşekkür mektubu ile Pakistan Anayasası’nı bize gönderdiğinde de, Fethi Ağabeyle aynı görüşte buluştuğumuzu onun hayatını araştırırken öğrendik.
Dünya Evi’ ne girişi
Geçen yıllar içinde görevlerinden biri İstanbul Belediyesi Spor ve Sergi Sarayı’nın müdürlüğü olmuştur. Bu göreve başlayışının dördüncü yılında (1959) evliliğ e adım atan Gemuhluoğlu, hayatını Dr. Emine Suzan Hanım’la birleştirir. Birbirleriyle uyumlu ve pek çok insana örnek olabilecek evlilik hayatlarında Ali ve Selman adlı iki oğula sahip olurlar.
1963-1965 Yıllarında Almanya’da kalan, dönüşünde MEB Özel Kalem Müdürlüğüne atanan Gemuhluoğlu, 1966-1970 yılları arasında TOBB Basın Müşaviri olarak hizmet verdikten sonra İstanbul’a yerleşir, Aydın Bolak Beyle birlikte kuruluşunu gerçekleştirdiği Türk Petrol Vakfı’ nın Genel Sekreterliğini üstlenir. Bu, onun severek, başarıyla yürüttüğü, yetenekli pek çok gencin yetişmesinde yardımcı olduğu son görevidir. Vakıf’taki görevinden önce de yine o gençlerin elinden tutan bir insandı.
Hakka Yürüyüşü
Fethi Gemuhluoğlu, genç sayılabilecek bir yaşta, henüz elli beş yaşında iken 5 Ekim 1977 de, doğduğu şehir İstanbul’da Hak’ka yürüdü ve “Kadın anam” diye sevgi ve saygısını daima gönlünde taşıdığı annesinin kabrinde, ayrıca mezar taşı istemeyerek, vasiyet ettiği şekilde Göztepe’deki Sahra-yı Cedit kabristanı’ nda toprağa verildi.
İstanbul’da bulunduğumuz zamanlar, pek çoğuna bizim de katıldığımız Üsküdar’daki buluşmalarda, sevenlerince ziyaret edilmektedir.Hayatta iken onun da aralarında bulunduğu gönül dostları, her Cuma sabahı Fatih Camii’nde birlikte oluyor, cumartesi öğle yemeklerini beraber yiyorlar, Pazar günleri de Sahra-yı Cedit ziyaretini gerçekleştiriyor, bir sohbet meclisinde buluşuyorlar... Yıllar boyu, bu toplantılar ve ziyaretlerde güzel sesiyle yer alan Kâni Karaca ise artık aramızda yok. O da Hak’ka yürüdü ve arkasında kolay kolay yeri doldurulamayacak bir boşluk bıraktı.
Rastlantı mıdır, nedir bilemezsiniz, Fethi Ağabey’ in değer verdiği insanların arasında başlarda yer alan Remzi Oğuz Arık da, onun gibi ömrünü 55 yaşında, vatana, millete hizmet yolunda tamamladı. Bir seçim gezisine çıkarken, uçak kazasında şehit düşerek ! Yarım asrı biraz aşan bu süre, insan ömrü olarak hiç de uzun değil ve ikisinin de yapacakları pek çok şey, söyleyecek bir o kadar sözleri varken hele... Remzi Oğuz da, Kâni Karaca da Adana’lıydı. Üçü de Anadolu çocuğu...Nûr içinde yatsınlar, her üçünün de mekânları Cennet olsun.
“Fethi Ağabey” kimdir ?
Fethi Gemuhluoğlu kimdir, nedir gönüllerde taht kurmasının ve kolay kolay unutulmayacak bir insan olmasının sebebi ? Yazar veya şair olarak yazıp çizdikleri, ardında bıraktığı kitaplar mı ? Adıyla yaşayan büyük sanat eserleri veya bulunduğu yüksek makamlar, üstlendiği önemli görevler ve yaptığı işler mi, nedir ? O, bu saydığımız türden hiç birine cevap verecek bir iş yapmadı, makam ve mevki sahibi de olmadı. Ardında ciltlerle kitap, öyle büyük edebî değeri olan bir külliyat, yankılar uyandıracak her hangi bir sanat eseri falan da bırakmadı. Öldükten sonra ardında bıraktığı, adı geçtiğinde her mecliste yürekten söylenen, tekrarlanan iki kelimecik oldu Evet, sadece iki kelime :
Fethi Ağabey !
Şimdi, adını rahmetle anan pek çok insanın gönlünü nasıl fethettiğini ; neden unutulmadığını anlıyor musunuz ? Sebebi bu, uzun sayılmayacak ömründe gönüller fâtihi olması.
Türkiye’nin Muhtarı
Belki onun, yarım asrı biraz aşan ömründe, görüp yaşadıkları, işi gücüyle ilgili olarak geldiği makam ve mevkilerden, bıraktığı eserlerden bahsetmeyi gereksiz görür, bunlardan söz etmeyebiliriz. Yazar olmayı gâye edinseydi, şiir, hikâye, deneme veya başka edebî türlere ait örnekler vererek belki pek çok eser de kaleme alabilir, hatta büyük bir üne de kavuşabilirdi. Onun gayesi ne yazar olarak üne kavuşmak, ne de yüksek makamlara yükselmek veya çok kazanan bir iş adamı olmayı düşünmekti.
O, seven ve yakından tanıyan dostlarının ifadesiyle kendini “Türkiye’nin muhtarı” görüyordu, dünyadaki, gözlerini açtığı bu ülkedeki görevinin bundan ibaret olduğuna inanıyor ; inandığı yolda gitmenin de tadını çıkarıyordu.
Dostluk üstüne konuşması
Gençliğinin ilerleyen yıllarında, 1945-1949 arasında, beş yıl içinde yazdığı beş şiirin sadece biri “Şimallim I” yayınlanmış, diğer dördü ise şiir defterinde ve kitap sayfaları arasında müsvette halinde bulunmuştur. Onun, dostlarına hitaben kaleme alınmış mektupları Arapkir Postası’nda, biri Türk Yurdu, ikincisi de Tarla dergilerinde yer alan yazıları olarak gün ışığına çıkarılmış. Bunların dışında sadece 23 Kasım 1975’de İstanbul Aydınlar Ocağı’nda irticâlen yaptığı (ölümünden sonra birkaç defa kitap haline getirilen) “Dostluk” üzerine uzunca bir konuşması bulunmaktadır.
Şimdi soruyu tekrar edelim : Nedir Fethi Gemuhluoğlu’ nu kültür hayatımızda, genç – yaşlı demeden, yakın çevremizde ve gönül dünyamızda yaşatan, daha açık söyleyelim bize öldüğünü unutturan sebep nedir ? Neden o, pek çok insanın gönül yoldaşı, kendinden sonra doğanların adını ve suretini bir türlü unutamadıkları ve adı sık sık sevgiyle, saygıyla tekrarlanan, rahmetle anılan, hatırlanan ve yaşatılan Fethi Ağabey’ idir?
İşte bu gönül adamının hayat serüveni anlatılırken az önce sıralanan bu sorulara öncelik verilmeli, diye düşünürüz. Bu da yetmez, yaşadığı yılların, nasıl ve neler bırakarak geçtiği hikâye edilmelidir. Ona, yaşayışları bakımından biraz da olsa benzeyen insanlar yok mudur ? Vardır elbet. Bazılarımız buna tanık da olmuşuzdur. Ama onun yeri başka. Fethi Ağabey, benzeri var mı, yok mu, tahmin etmekte âciz kaldığımız benzersiz bir Anadolu insanı...
Onun, ölmeden iki yıl kadar önce “Dostluk” üzerine yaptığı bir konuşmadan söz etmiştik. Birkaç defa kitap halinde basıldığını söylemiştik. Bu konuşması, ayrıca hakkında yayınlanan kitaplarda da yer aldı. O gönül çeşmesini sonuna kadar açarak, vecd içinde yaptığı bu konuşmasının her cümlesi, bir coşku çağlayanıydı. Gözlerden boşanan yaşla yıkanan, arınan coşkulu bir çağlayan...
O gün söylediği bir âyet-i kerîmenin anlamı şuydu : Allah’a inanan korkmaz, hüzne kapılmaz, çünkü Allah’ın sevgili kuludur.
Biz, üniversitede ilâhiyat okuduk. İslâm, korkudan çok Allah sevgisi üstünde yükselen bir dindir. İslâm’a inanan Yaradan’a korkuyla değil, sevgiyle yaklaşır ve ona sevgiyle, aşkla ulaşır. Onun Kur’an-ı Kerîm’ den naklettiği o âyet-i kerîme de bunu söylüyor:
İman eden insan, hüzne kapılmaz ve hiçbir zaman umutsuz olmaz ; çünkü o sadece ona kulluk eder, her iki halden onu koruyan da bu inancıdır, imânıdır.
Fethi Ağabey, etrafına topladığı gençlere – ve bizlere - işte bu iman tohumlarını saçtı. Daima ve her vesileyle İslâm’la, İslâm’ın gerçek yüzüyle tanış etti bizi ve onları.
“Dostluk” üzerine konuşması neyse, onun bütün sohbetlerine katılan, onu dinleyenlerin, ona “ağabey” diyenlerin duyduğu, işittiği her sözünde aynı ruh ve düşünce hali hâkimdi. O, bazen bir Kur’an âyetiyle, bazen mısra demetiyle cümlesini öyle içten kurar, öyle sözler söylerdi ki, bize bir yol çizip, ufkumuza bir yeni pencere aralar, ruhumuzu yıkardı.
Anadolu’lu bir “İstanbul Efendisi”
Onu anlatabilmek ( ve tabiî anlayabilmek için ) önce, yetiştiği aileden aldıkları, İstanbul’ da büyüdüğü çevre ve insanlarla birlikte yaşayışın ona kazandırdıkları, onun yaradılış özellikleri iyi bilinmeli, araştırılmalıdır. O, İstanbul doğumlu, çocukluğunu ve gençliğinin büyük bir bölümünü İstanbul’da yaşamış ve geçirmiş, tam bir “İstanbul Efendisi” dir, ama Arapgir’e uzanan aile kökeni bakımından da tam anlamı ile bir “Anadolu uşağı” dır ; hayır hayır, tam bir Alp-erendir. Anadolu onun etine kemiğine, ruhuna sinmiştir.
Kişiliğini yoğuran, baba yurdundan esintiler olduğu kadar, 1940’lı yıllarda, delikanlılığa adım attığı dönemde Ahmet Tahir Efendi’ye bağlanması, onu tanımış olması, Mesnevihan Tevfik Dede’ nin kahvehanesinde pek çok ârif kişi, şair ve devlet adamıyla tanış biliş olması da unutulmamalı... O günlerden başlayıp tuttuğu yol onun gönül gözünü açmıştır, dersek doğruyu söylemiş oluruz ve o bu yoldan hiç ama hiç şaşmamış, hiç ayrılmamıştır. Onun dost bildiği, dostluğunu kazandığı insanlar arasında bir Neyzen Tevfik vardır; hayatı daha geniş ele alındığı zaman bu dostluğun ne anlam ifade ettiği pek güzel anlaşılacaktır, demekle yetiniyoruz.
“Bin yaşında kadar varım” diyor Fethi Ağabey, yayınlanan mektuplarından, yazdıklarından ve zaman zaman söylediklerinden anlaşılacağı, hatırlanacağı gibi, daha kırk yaşın merdivenlerinde iken, artık yaşlandığını söylüyor, sanki ölümün yaklaştığını görüyor, daha doğrusu hissediyordu. 1967 Yılı Şubat’ında yazdığı bir mektupta bir cümle var: “Çok ihtiyar bir âdem oldum. Bin yaşımda kadar varım galiba.” (Vahit Çelebioğlu’na yazdığı mektubundan. 22. o2. 1967, Ankara.)
Çok sık yazdığı Bahaettin Karakoç’ a birkaç yıl sonra gönderdiği mektupta da “Ben yıkık çeşmeler gibi, göçük duvarlar gibiyim” diyordu. Aramızdan ayrılışından birkaç hafta önce büyük oğluna (Ali’ye) yazdığı mektubu ise tam bir vedâlaşma duygusu ve düşüncesi içindedir. O uzunca sayılabilecek mektubunun başında “bir bayrak koşusu içindeyiz” der ve sonra sözlerini “ imânımı, inancımı, fikirlerimi sen ve o can kardeşin Selman ebediyete dek devam ettireceksiniz” sözleriyle bağlar. Bu, artık kendini çok yaşlı hissettiğinin belirtisi, aynı zamanda da bir vasiyettir.
Birkaç cümleye sıkıştırılan bu sözler, onun sadece oğullarına (Ali’ye ve Selman’a) ait değil, onu ağabey kabul eden hepimize yapılan bir duyuru, sahiplenmemiz gereken bir tebliğdir. Fethi Ağabey, gerçekten bayrak koşusuna benzer bir ömür sürdü ve yorgun düştü. Türk ve İslâm dünyasının geleceğini görür gibiydi ve “yeni bir dünya” nın kurulacağına, onun için iyi hazırlanmak gerektiğine yürekten inanıyordu. Ama bayrak koşusunu sürdürecek gençlerdeydi bütün ümidi:
”Ben, diyordu, yaşlandım ve zamanından önce cesedim göçtü. Bu da normaldir. Çok kahırlı yaşadığım için, çok yokuş yukarı tırmandığım oldu. Şikâyet etmiyorum, hikâyet ediyorum.” Son bir cümle daha : “geleceğin cümle aydınlık günleri üzerine, üzerinize doğsun.”
Anadolu, Türklük, İslâm Sözcüsü
Fethi Gemuhluoğlu, yarım asırlık ömrünü, bir milletin gençliğine ve geleceğine bağlayarak yaşadı ve sürdürdü. Ardında kalan bizler de her birimize düşen görevi yerine getirmenin yükümlülüğünü taşıyoruz. Doğumunun 80. yıldönümü üzerinden birkaç yıl geçse de, bu büyük insanı, Anadolu,Türklük, İslâm sözcüsü ve imân sevdâlısını, ona lâyık olacak bir şekilde anmalı, yaşatmalıyız. Onun için yazılar kaleme almak, anma toplantıları tertip etmek yetmez ; onun ermiş kişiliğinin hikâyesi, sözgelişi bir yazı dizisinin, televizyon belgeselinin konusu olabilir. Bu kahırlı, ama ışık saçan hayatı yaşayan insan, onu tanımayan gençlere, insanlara ve yeni nesillere tanıtılmalı, belletilmelidir. Bizim kaleme alacağımız çalışma, TRT çalışanlarına bir belgesel hazırlama isteği yaratır, kararı aldırırsa, kendimizi bahtiyar sayarız. Sağlığında onu tanıyan veya seven insanlardan beklediğimiz bu.
* * *
Onunla aramızda on yaş var. Ömrü boyunca feyiz aldığı ve tanış olduğu pek çok kişinin, ona bağlanan ve seven insanların çoğunun bizim hayatımızda da yer alması tesadüf değildir. Remzi Oğuz Arık, Mümtaz Turhan, Cahit Okurer, Rıfkı Melûl Meriç, Necip Fazıl, Atsız, Serdengeçti, Ârif Nihat Asya, Ahmet Kabaklı, Yılanlıoğlu, Zeki Sofuoğlu, Hikmet Tanyu, Nurettin Özdemir, Sait Bilgiç vb.Bunlar, Fethi Ağabey’ le birlikte bizim gençlik yıllarından itibaren tanıdığımız, bizim yolumuzu açan, aydınlatan insanlar... Bizim gibi, aynı düşünceler etrafında birleşen, buluşan daha pek çok insan tanıyoruz : Ali Naili Erdem, Galip Erdem, Gökhan Evliyaoğlu, Altan Deliorman, İsmail Dayı, Yücel Hacaloğlu, Muhan Bali, Bahattin Karakoç, Abdürrahim Karakoç, Erdem Bayazıt, Nuri Pakdil, Eşref Dirlik, Âkif İnan, Yavuz Bülent, Nabi Avcı, Cahit Zarifoğlu, Özdenören kardeşler, sayacağımız isimlerden bazıları. Fethi Ağabeyimizin de yarım asrı biraz aşan ömründe tanış olduğu insanlardan sadece bir bölümü... Aklımıza ilk gelen isimler bunlar; birkaç katını daha eklemek mümkün. Her birinin, değişik dergi ve gazetelerde Gemuhluoğlu üzerine kaleme aldıkları yazılarının yayınlandığını söyleyebiliriz.
“Gönüller Sultanı”
Altan Deliorman, Türk Edebiyatı dergisinin Kasım 1990 sayısından itibaren üç bölüm halinde “Gönüller Sultanı ” başlığı altında onunla ilgili hâtıralarını yayınladı.
İstanbul’da birlikte geçen günleri unutması mümkün mü Deliorman’ın ?
Değil elbet. O da onu tanıdığında gencecik bir delikanlıydı. “Gönüller Sultanı” nın bir yerinde “Sonra yıllar akıp geçti, diyor, yaşlarımız büyüdü. Çoluk çocuk, meslek sahibi birer genç adam olduk. Geçen yıllarla beraber, Fethi Ağabey de gönlümüzde büyüdü.”
Şimdi söyleyin bakalım : gönlümüzde büyüttüğümüz kaç insan girmiştir ömrümüze ?
Altan Deliorman, onu anlatırken “yüzünde, gözünde, dilinde mânalar uçuşan gönül adamı” diyor, ona yakışan bir anlatımla...
Mekânı Cennet olsun..
Biz, üniversiteye başladığımız yıllarda, 1950 ‘lilerin başında onun kuruluşuna öncülük edenler arasında yer aldığı Türk Milliyetçiler Derneği üyesi olarak, daha kendisini görmeden, tanımadan onun duygu ve düşünce dünyasının çatısı olan bir ortamda ona doğru ilk adımı atmışız. Sonra tanışır bilişir olduk. Ecel onu bizden alana kadar... Üstünde, onunla ilgili bir anma kitabını kaleme alma görevi olanlardan biri de biziz. Zaman zaman onun için anma günleri düzenlendi, emeği geçenlerden Allah râzı olsun. O, bu milletin yetiştirdiği büyük oğullarından biriydi. Pek çoğumuzun ona ödenecek borcu var; gençliğimizde her birimizin elinden tutan, zor gününde yanında olan, yol gösterip önüne düşen bu vatan evlâdına lâyık olan her şeyi yapmalıyız. Ona olan borcumuzu ancak böyle ödeyebiliriz.
Ömrünü adadığı son ve güzel bir görevi daha yıllarca sürdürmesi düşünülürken aramızdan ayrılan Fethi Gemuhluoğlu, Türkün büyük oğullarından biriydi. Tekrar tekrar “mekânı cennet olsun” diyoruz.