Cumhuriyetin Manevi Babası: Ziya GÖKALP
Can Bayram 01 Ocak 1970
Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyetimizin 86'ncı yılını kutladık… Milli temelde kurulan cumhuriyetimizin, bugünkü bölücü unsurlara verilen tavizler başta olmak üzere AB-D uydusu "muz cumhuriyeti" görüntüsü vermesi her vatan evladının üzerinde düşünmesi gereken önemli bir meseledir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin bânisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün 10'ncu yıl nutkunda "Temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyetidir" diyerek ifade ettiği Cumhuriyetin temelinde Türk Kültürünün yerine "Mozaik Kültürün" yerleştirilmeye çalışılması her Türk için utanç kaynağıdır. Bu açıdan Gençliğe hitabeyi tekrar okumalı, okutmalı, uyuyanları uyandırmalıyız!
Türkiye Cumhuriyetini milli bir temel üzerine inşa eden Atatürk'ün elbette kendisine rehber edindiği önderler vardır. Bu gerçeği Mustafa Kemal şöyle ifade etmektedir: "Etimin ve kemiğimin babası Ali Rıza efendi ise, fikrimin babası da Ziya Gökalp'tir"
Ziya Gökalp hem bu açıdan, hem samimi bir vatanperver olması hasebiyle hem de ilk sosyologumuz olması itibariyle üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir tarihi şahsiyettir. Zira onun fikirleri yalnızca birkaç kişiyi yahut topluluğu değil bir milleti ve o milletin ilişki içerisinde bulunduğu dini ve siyasi milletleri de etkilemiştir.
Ziya Gökalp maalesef şöhreti fikirlerinin önüne geçmiş, adı çok duyulan fakat fikirleri iyi tetkik edilmeyen bir fikir adamıdır. Ziya Gökalp'i duyan çok, eserlerini okuyan pek yok gibidir… Hal böyle olunca bir takım asılsız yaftalamalardan, karalamalardan Ziya Gökalp'ta nasibini almıştır.
Türkleşmek-İslamlaşmak-Muhasırlaşmak ve Türkçülüğün Esasları isimli eserleri Gökalp'in siyasi, dini, milli sahalar başta olmak üzere birçok konudaki fikrilerini içerir. Ziya Gökalp'in, bu eserlerine "Türkiye Cumhuriyeti'nin Kuruluş Kitabı" yahut "Cumhuriyetin Kara Kutusu" dersek yanılmış olmayız. Hatta Ziya Gökalp için, Cumhuriyetimizin manevi babası dememiz de abartı sayılmaz. Cumhuriyetin takip ettiği iki ana unsur Gökalp'in ki ile örtüşmektedir: Türkleşmek (Millileşmek) ve Muasırlaşmaktır (Batılılaşmak değil) Ayrıca dini sahada da aynı fikre yakın bir yol takip etmiştir.
Ziya Gökalp'in eserlerinin yeterince okunmadığını ve fikirlerinin anlaşılmadığını belirtmiştik. Gökalp anlaşılamadığı içindir ki, ırkçı, şovenist, kafatasçı gibi bir takım yanlış iftiralara maruz kalmıştır. En büyük eserlerindeki başlıktaki Türkçülük ifadesi bir takım kimselerce yanlış yorumlanmış ve yersiz eleştirilerin odağı olmuştur. Bu eleştiriyi yapanları iki sınıfta toplamak mümkündür: Art niyetli fikir yobazları ve okumadan kanaat sahibi olanlar… Kavram kargaşasının yaşandığı, ulvi kavramların içinin boşaltıldığı, siyasi çıkarların kurbanı olduğu günümüzde Türkçülük kavramı da maksatlı olarak çarpıtılmıştır. Ziya Gökalp'e göre nedir Türkçülük? Yahut Gökalp'in Türkçülüğü'nde şovenist bir taraf var mıdır? Bu soruya Gökalp şöyle yanıt verir:
"Türkçülük, Türk milletini yükseltmek demektir... (Türkçülüğün Esasları S: 16)"
Görüldüğü üzere Gökalp'in Türkçülükten anladığı, Türk Milletini her alanda yükseltmektir ve şovenistlik dedeğimiz yafta ile bir ilgisi yoktur. Yine aynı şekilde Cumhuriyetimizin banisi Atatürk'ün fikir babası olan Gökalp'e göre millet tarifi de sanılanın aksidir. Gökalp'e göre millet: "Millet, ne ırki, ne kavmi, ne coğrafi, ne siyasi, ne de iradi bir zümre değildir. Millet, dilce, dince, ahlakça ve güzellik duygusu bakımından müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bulunan bir topluluktur." Burada açıkça görüldüğü üzere millet dediğimiz sosyolojik varlığın temeli ırk değildir. Aslında Gökalp'in bu sözleri, okullara, kitaplara, hastanelere, caddelere kısaca her yere yazılması ve öğretilmesi gereken önemli bir tanımdır.Milleti ırk esasına dayandırmayan Gökalp, yeryüzünde saf bir ırk yoktur diyerek tezini güçlendirmektedir. Biz bu görüşe katılmakla birlikte bu cümleye kısa bir ilave yapabiliriz: Yeryüzünde saf ırk yoktur fakat saf ırka mensup kimseler elbette vardır!
Gökalp'in, Turancılık mefkûresinin 3 merhalesi vardır ve şöyledir.
1.Türkiyecilik
2. Oğuzculuk yahut Türkmencilik
3. Turancılık (Türkçülüğün Esasları S: 28)
Gökalp'in Türkçülük mefkuresini bu şekilde 3'e ayırması onun ne kadar mantıklı ve ileri görüşlü olduğunun açık bir ispatıdır. Gökalp'in harikulade tespitlerinden biri de Türkçe ile ilgili yaptığı tespitlerdir. Türkçülüğün Esasları isimli eserinde Dilde Türkçülüğün Prensipleri başlığıyla verdiği prensipler dilde sadeleşme meselesindeki fikirlerini açıkça ifade eder. Gökalp özetle Türkçenin sadeleşmesi meselesindeki tavrı son derece açıktır: "Türkçülere göre, Türk halkının bildiği ve tanıdığı her kelime millidir. Bir kelimenin, milli olması için Türkçe kökten gelmesi kafi değildir. Çünkü; Türk kökünden gelmiş olan "gözgü, sayru, baskıç, ağu" gibi birçok kelimeler canlı dilden çıkarak fosil olmuşlar, onların yenire canlı olarak "ayna, hasta, merdiven, zehir" kelimeleri girmiştir. Nasıl zooloji ve botanik ilimlerde fosillerin yeniden dirilmesine imkan yoksa, dil fosillerinin de tekrar hayata dönmelerine imkan yoktur. Hülasa, Türkçülere göre, halkın alıştığı, suni olmayan bütün kelimeler millidir." Gökalp bu düşüncesine ilaveten "Türkçenin sadeleşmesi, yalnız bu esaslara dayanmalı, arı dilcilerin aşırı iddialarına doğru gitmemelidir" diyerek önemli bir ayrıntının altını çizmiştir. Gökalp'in Türkçe ile ilgili düşüncelerini şu şiirinde de net bir şekilde görmekteyiz:
Uydurma söz yapmayız
Yapma söze sapmayız
Türkçeleşmiş Türkçedir,
Eski köke tapmayız
Ziya Gökalp'in yukarda söylediğimiz gibi hayatın her alanına dair fikirleri vardır ve bu fikirler yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesi olmuştur. Elbette her konuda Gökalp'e katılmak mümkün değildir. Gökalp'in kimi konudaki yanlışlarını ifade eden Erol Güngör, Gökalp'i şöyle değerlendirmiştir: "Gökalp'i Türk kültürünü yanlış anlayanların en kaliteli örneği olarak bahis konusu yapıyoruz."
Bazı kimseler, Gökalp gibi tarihe mal olmuş şahsiyetleri ya putlaştırma derecesinde bir sevgi ile yahut cehennemin 7 kat dibine sokan bir kin ile değerlendiriyor. Hâlbuki bu şahsiyetlerin birer insan olduğunu, mutlak doğrunun yalnızca yüce yaratıcı da olduğu gerçeğini unutuyoruz. Mutlak doğru ve mutlak iyi O'dur, Onun katındadır. İtidal dediğimiz makul bir bakış açısıyla değerlendiremiyoruz. Bu da bizi fikri kıyımlara, düşünce iflasına sürüklüyor.
Ziya Gökalp'i anlatmak için elbette birkaç yazı yeterli değildir. Dilerseniz bu son kısımda O'nun Türkiye Cumhuriyeti'nin banisi Gazi Mutsa Kemal Atatürk ile olan ilişkisini irdeleyelim…
21 Ekim 1924'te Gazi Mustafa Kemal, İstanbul'da Fransız Hastanesi'nde tedavi görmekte olan Ziya Gökalp'e bir telgraf yollar. Atatürk'ün Gökalp'e yolladığı telgraf şu satırları taşımaktadır: "Rahatsızlığınızdan çok üzüntü ile haberdar oldum. İyileştiğiniz haberi bütün memleketçe beklenmektedir. Süratle iyileşmeniz için Avrupa'da tedavinize ihtiyaç varsa gereken her şeyin yapılmasını üzerime alıyorum."
22 Ekim 1924'te ise Ziya Gökalp'ın yakın dostlarından Profesör Halim Sabit ve Doktor M. Zekeriya Beyler, müşterek imza ile, Mustafa Kemal'e telgraf yolladı: "Ölüm yatağında bulunan Ziya Gökalp Bey'e yüksek telgraflarınızı okuduk. Çok duygulandı. İçinde minnet okunan ve günlerden beri gülmeyen gözlerinde bir minnet şulesi parıldadı. Bize aynen şu cümleleri yazdırdı: "Teşekkürlerimi yazınız. Ölürken, beni hatırladığı için minnettarım. Gazi Paşa ve Lâtife Hanım'a ithaf ederek yazdığım "Türk Medeniyeti Tarihi" eserimi bastıramadan ölüyorum. Çocuklarıma babalık vazifemi yapamadım. Onları milletime ve Halâskârımıza bırakıyorum" dedi ve sözünü bitiremedi. O dakikadan beri muntazam söz söylemediği için son vasiyeti hükmünde olan bu ifadesini, hakkında gösterilen samimî alâkadan cesaret alarak Halâskârımıza arz-ı vicdan borcu bildik."
Büyük Türk düşünürü, sosyologu, şairi, yazarı Ziya Gökalp'in vefatından hemen sonra, 26 Ekim 1924 tarihinde Mustafa Kemal, Gökalp'in eşi Vecihe Hanım'a bir telgraf göndererek başsağlığı diler:
"Muhterem eşiniz Ziya Gökalp Bey'in bütün Türk âlemi için pek elîm bir kayıp teşkil eden ölümü sebebiyle başsağlığı dileklerimi ve Türk milletinin samimî kalbî teessürlerini sunar ve Türk milleti ve hükûmetinin, büyük düşünürün ailesi hakkında müşfik hislerini temin ederim efendim"
Lâtife Hanım da Ziya Gökalp'ın vefatı üzerine, Lâtife Gazi M. Kemal imzasıyla, eşi Vecihe Hanım'a başsağlığı telgrafı gönderdi: "Türkiye'nin ilim âlemi için çok kıymetli bir uzuv olan muhterem eşiniz Ziya Gökalp Bey'in kaybı nedeniyle üzüntü ve başsağlığı dileklerimi arz ederim, efendim."
Büyük Türk düşünürü Ziya Gökalp'in vefatından sonra büyük bir cenaze merasimi tertip edilir ve gözyaşları içerisinde Çemberlitaş'taki bulunan Türk Ocağı bahçesine gömülür.
Yukarıda da arz ettiğimiz gibi büyük Türk düşünürü Ziya Gökal bir yahut birkaç makaleye sığdğrılamayacak kadar geniş ufuklu birisidir. Bu yüzden yazıımıza burada nihayet vermek istiyoruz...