« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

14 Şub

2007

19 Şubat 779 İBRAHİM EDHEM HAZRETLERİ VEFAT ETTİ

01 Ocak 1970

Ey gâfil! Sen Allah Teâlâ'yı ipek ve atlas döşekler içinde,

inci ve altın tahtlar üzerinde arıyorsun ya?!

Bunun damda deve aramaktan ne farkı var?

Veli İbrahim Ethem

Mana denizinin yüzücüsü

İbrahim Edhem Hazretleri, tâbiînin meşhûr âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden olup, müttakî–i zaman ve sıddîk–ı devran idi. Kendisi birinci tabaka velilerdendir.

Adı İbrahim, babasının adı Edhem'dir. Künyesi ise Ebû İshak'dır. Pâk nesebi Hz. Ömer'e dayanır. Doğum tarihi kesin olarak belli olmayıp, ihtilaflıdır. Bir rivayete göre; hicrî 95 yılında dünyaya gelmiş olup, vefatı ise hicrî 161 (m. 778) yılında vuku bulmuştur.

Horasanın Belh şehrinde dünyaya geldi. Bir diğer rivayete göre de anne ve babası hac için Mekke'de olduğu sırada orada doğdu.

İbrahim Edhem, İmam Azam Ebû Hanîfe ile görüşüp sohbet etmiş ve aralarında bir dostluk meydana gelmişti. Evliyâullahtan pek çok zat ile müşerref oldu. Verâda çok yüksek makam ve şan sahibi idi. Sonraları Mekke–i Mükerreme'ye giderek orada mücavir olarak kaldı. Mekke'de Süfyân–ı Sevrî, Fudayl b. Iyad ile tanışıp kendileriyle dost oldu. Ebû Osman el–Esved, Süleyman el–Havvas, Ebû Abdullah el–Kalânisî ve Şakik–i Belhî gibi zatlar İbrahim b. Edhem'in en yakın arkadaşlarındandı.

Cüneyd–i Bağdâdî Hazretleri Onun için "İbrahim miftahu'l–ulûmdur." diyerek, bu yolun bilgilerinin anahtarının İbrahim b. Edhem'in elinde olduğunu ifade etmiştir.

İbrahim b. Edhem devamlı oruçlu bulunurdu, yediği zaman da yiyeceği çoğu defa tuzsuz pişen sebzeler olurdu. Yalın ayak gezer, yamalı elbise giyer ve az uyurdu. Helâl yemek konusunda da son derece hassastı. Öğütlerinde, helâl kazancın önemini vurgulardı. "Bizim yanımızda yiğit; çok ibadet eden değil, yediğine dikkat eden, midesine haram lokma sokmayandır." derdi. Bir gün İbrahim b. Edhem Hazretleri'ne duaların kabul edilmesi için ne yapmaları gerektiğini sordular, cevaben dedi ki:

"Helâl ye ve dilediğin gibi dua et!" Ve yine buyurdu ki:

"Yediğin helâl olsun da, istersen sabaha kadar nafile namaz kılma ve istersen gündüzleri nafile oruç tutma."

Mürşidi Fudayl b. Iyad Hazretleri idi. Fakr ve tecerrüd hırkasını onun elinden giydi. Ayrıca İmrân bin Mûsâ bin Zeyd ve Şeyh Mansûr Selmî Hazretleri'nin kendilerinden, Üveysü'l–Karânî Hazretleri'nin de rûhâniyetinden istifade etmiştir.

Mevlânâ Celâleddin–i Rûmî Kuddise Sırruhu ise, onu, "mâna denizinin yüzücüleri" olarak vasıflandırdığı Bâyezîd–i Bestâmî, Cüneyd–i Bağdâdî gibi mutasavvıflarla birlikte zikreder ve Ebû Hanîfe'ye uyanların din yolunu kesen eşkıyanın şerrinden kurtulduğunu, bu mutasavvıflara uyanların ise hilekâr nefsin tuzaklarından sâlim olduğunu söyler.

İbrahim b. Edhem Hazretleri'nin hakkında kaynaklarda pek çok muhtelif rivayetler vardır. Tevbe edip zühd yoluna girmeden evvel, Belh padişahı olduğu rivayeti meşhurdur. Önceleri tahtta oturur ve pahalı elbiseler giyerdi. Ata biner, avlanmayı sever ve maiyetiyle beraber tantana ile gezerdi. Daha sonra o bütün bunları terk etmiş ve Allah Teâlâ'ya gönül vermiştir. Mübârek sözleri ve kerâmetleri dilden dile dolaşmış, muhabbeti hep gönüllerde yaşamıştır.

İbrahim b. Edhem'in âdeta destanlaştırılan hayatı ve menkıbeleri anlatılırken, sahip olduğu bütün bu servetten, mülk ve saltanattan, elindeki her türlü maddî imkândan vazgeçip zühd yolunu seçmesi şöyle anlatılmıştır:

Bir gece sarayında tahtı üzerinde uyuya kalmıştı. Gece bir gürültü ile uyandı. Tavandan tıkırtılar, gürültüler geliyordu. O gürültü yapana seslendi

–Kim o?!

Damdaki cevap verdi:

–Yabancı değilim, devemi kaybettim de onu arıyorum!

İbrahim Edhem bu cevaba çok

kızdı, sert bir sesle:

–Be hey şaşkın adam, damda hiç deve aranır mı?! deyince, o damdaki zat şu karşılığı verdi:

–Ey gâfil! Sen Allah Teâlâ'yı ipek ve atlas döşekler içinde, inci ve altın tahtlar üzerinde arıyorsun ya?! Bunun damda deve aramaktan ne farkı var?

İbrahim b. Edhem hemen yerinden fırladı ve adamlarını çağırıp her tarafı arattı; fakat ne sarayın damında, ne de bahçesinde hiç kimseyi bulamadı. Tabiî içine bir ateş düştü ve bu olayı düşünmekten sabaha kadar uyuyamadı.

Ertesi gün saray erkânı toplanmış ve divan kurulmuştu. İbahim b. Edhem de geldi ve geçip tahtına oturdu; ama hâlâ bu olayı düşünüyor, olayın mahiyetini kavramaya çalışıyordu. Divanda birtakım devlet meseleleri istişare edilirken aniden heybetli bir adam hızla içeri girdi. Ona ne nöbetçiler, ne de muhafızlar engel olamamışlardı. İbrahim Edhem, gelip karşısında duran bu adama kim olduğunu, burada ne işi olduğunu ve ne istediğini sordu. Adam:

–Bir yolcuyum. Bu handa birkaç gün kalmak istiyorum. dedi. Tabiî İbrahim Edhem bu

söze kızarak:

–Be adam, burası han mıdır ki kalacaksın?! Burası bana ait olan bir saraydır, diye cevap verdi. O zat:

–Peki, bu saray senden evvel kimindi?

–Babamındı.

–Ondan önce kimindi?

–Dedemin, ondan önce de atalarımın.

–Peki, onlar şimdi neredeler?

–Öldüler.

–Bu saray nasıl senindir ki, biri gidiyor biri geliyor. Böyle bir yer han değil de nedir? diyerek geldiği gibi çıktı gitti. Tabiî o zaman İbrahim Edhem'in aklı başına geldi. Belli ki, akşam damda "deve arıyorum" diyen adam, bu adamdı. Hemen o zatın peşine düştü. Bir müddet sonra nihayet ona ulaşıp: "Sen kimsin?" diye sorunca, o zat: "Ben Hızır'ım." dedi. Böylece mesele anlaşılmıştı. Ve bir müddet konuştular. Bu konuşmadan sonra İbrahim Edhem'in kalbi Allah Teâlâ'nın aşkı ile yandı ve şimdiye kadar yaptığı bütün günahlara, hata ve kusurlara tevbe etti. O andan itibaren tacını, tahtını bırakıp zühd yolunu seçti ve evliyânın reislerinden oldu. Öyle bir mâneviyat sultanı oldu ki, dünya sultanları unutuldu; fakat o unutulmadı.

Tacını, tahtını bırakıp dervişliğe soyunmasına sebep olan bir başka hâdiseden daha bahsedilmektedir ki, şöyle anlatılır:

İbrahim b. Edhem avlanmayı çok sever, sık sık maiyetiyle beraber ava çıkardı. Yine bir gün ava çıkmak için gerekli hazırlıkların yapılmasını ve atların hazırlanmasını istedi. Uşaklar, hizmetçiler gerekli hazırlıkları yaptılar ve beraberce sahraya çıktılar, bir hayli at sürdüler. İbrahim b. Edhem, atını ileri sürerek diğerlerinden ayrılmıştı ki, bir ara "İntebih!" yani "Uyan!" diye bir ses işitti. İbrahim b. Edhem bu sese aldırmadı ve yoluna devam etti. O esnada yine "İntebih!" denildi. Yine duymazdan gelince bu sefer "İntebih kable en tüntebeh!" "ölmeden önce kendin uyan!" sözünü duyunca irkildi ve etkilendi. O sırada karşısına bir ceylan çıktı. İçinden o ceylanı avlamak geçti. Okunu çıkardı, yayını gerdi, tam oku atıp ceylanı avlayacak iken ceylan dile geldi: "Ey İbrahim! Allah seni avlanasın diye mi yarattı? Senin bundan başka işin yok mu?" dedi. İbrahim b. Edhem bu sözleri düşünürken: "Yâ İbrahim! Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emrolunmadın!" diye bir nidâ daha işitti. Bu nidâ onu titretti. Aniden rûhî bir değişime uğradı, şevki arttı ve keşfi açıldı. Birden ağlamaya başladı, o kadar ağladı ki, gözünün yaşından elbiseleri dahi ıslandı. "Âlemlerin Rabbinden bana bir ikaz geldi. Allah Teâlâ'ya yemin ederim ki, bu günden sonra Allah'a isyân etmeyeceğim. Rabbim, sâlih insan olmamı istiyor!" dedi. Canı gönülden tövbe istiğfar etti. Böylece bu hâl içinde giderken yolda kendi tebaasından bir çobana rastladı. Üzerindeki bütün kıymetli eşyalarını, işlemeli kıymetli elbiselerini çobana verdi. Onun eski elbisesini, keçe takkesini ve kepeneğini alıp giydi. Böylece her şeyi bırakıp Allah Teâlâ'nın yoluna girdi. İbrahim b. Edhem'in bu hâline melekler nazar ediyorlardı. Onun için: "Padişah libasını çıkarıp cennet ve cemalullah âşıkı oldu, âhiret elbisesini giydi." dediler.

Kelâbâzî Kuddise Sırruhu, gaipten gelen bir sesle Allah tarafından uyarıldığı için İbrahim b. Edhem'i "Murad" vasfına sahip olan sûfîlerden, Hakk'ın cezbe kuvvetiyle kendine çektiği ve içindeki hâlleri müşahede ettirdiği zatlardan saymakta ve bu tür bir cezbeye tutulanlara önce kendi hâllerinin gösterildiğini, ardından nefis ve maldan uzaklaştırıldıklarını ifade etmektedir.

İbrahim b. Edhem tacı, tahtı bırakıp tevbekâr olunca Belh şehrinden ayrılıp Merv şehrine doğru yola koyuldu. Bu yolculuk esnasında bir yerde baktı ki, gözleri görmeyen bir adam bir köprüden geçmeye çalışıyor. Fakat adam gözleri görmediğinden köprüden nehre düştü. İşte tam o sırada İbrahim bin Edhem bunu görünce: "Allahümmahfezhu" "Allah'ım, onu muhâfaza et!" diye dua etti. Bu duayı edince köprüden nehre düşmekte olan âmâ havada öylece asılı kaldı. Köprü ile nehir arasında boşlukta, muallakta kalıp düşmedi. Halk bunu görünce bu keramete hayran kaldılar. Etrafta bulunanlar, âmâyı tutup yukarı çektiler ve İbrahim bin Edhem'in büyüklüğünü tasdik ettiler.


KORKMAYIN! Bu gemide MEVLA'nın dostu var!

Falan gün falan yerde Basra'da hurma satın almıştın. İşte bu sırada yere bir hurma tanesi düştü. Sen o hurmayı kendi hakkın zannederek aldığın hurmaların içine koydun. Halbuki o hurma senin değildi.



İbrahim b. Edhem Hazretleri anlatıyor: "Bir gece Mescid–i Aksâ'da kalmak istedim. Câmide görevli hâdimlerin beni görmemeleri için içeride bulunan hasırların arasına gizlenip hasırlardan birine sarındım. Çünkü içeride kimsenin kalmasına izin verilmiyordu. Hâdimler benim orada olduğumun farkına varamadılar.
Gece geç vakit olunca mescidin kapısı açıldı ve içeriye tanımadığım pir–i fâni bir zat girdi. Mihraba geçip iki rekât namaz kıldı. Bu arada kırk kişi daha geldi ve onun arkasında yuvarlak bir halka oluşturacak şekilde oturdular. O zat da namazını bitirdikten sonra arkasını mihraba vererek, diğerlerine dönüp oturdu. İçlerinden birisi:
–"Bu gece burada bizden olmayan yabancı biri var," dedi. Mihrabda bulunan zat tebessüm ederek:
–"Evet, o kimse İbrahim b. Edhem'dir. Kırk gündür kıldığı namazın tadını bulamıyor ve kalp huzuru ile ibadet yapamıyor," dedi.
Ben bunları duyunca daha fazla sabredemedim ve sarındığım hasırdan çıkarak mihrabda bulunan pirin huzuruna vardım. Selâm verip bunun doğru olduğunu ifade ettim. Kendisinden, içinde bulunduğum bu hâlin sebebinin ne olduğunu söylemesini Allah rızası için rica ettim. O zat içinde bulunduğum bu hâlin hikmetini şöyle anlattı:
–Falan gün falan yerde Basra'da hurma satın almıştın. İşte bu sırada yere bir hurma tanesi düştü. Sen o hurmayı kendi hakkın zannederek aldığın hurmaların içine koydun. Halbuki o hurma senin değildi. Onu yediğin için kırk gündür ibadetlerinden tat alamıyorsun," dedi.
Ben o mübarek zattan bu sözleri işitince, ertesi gün hurmayı satın aldığım zatın yanına koştum. Olanları anlatıp kendisinden helâllik istedim. Dükkân sahibi benim bu sözlerimi duyunca hayretle feryad–ü fîgan etti ve dedi ki:
–"Mademki bu iş bu kadar hassas, benim burada ne işim var? O hâlde ben şimdiden sonra hurma satmayı bırakıp kendimi Allah'a adıyorum," dedi. Dükkânını kapattı ve o da dervişlerden oldu.
Rüfayka anlatıyor: İbrahim b. Edhem'le Beyt–i Makdis'ten yola koyulduk. Azığımız bitince meşe palamudu ve ağaç kabuğu yemeye başladık, boğazımız yandı. Dedim ki:
–"Şu köye gidelim; belki bir iş buluruz da, kazandığımızla yiyecek bir şeyler alır, karnımızı doyururuz."
Böylece köye doğru yöneldik. Köye yaklaştığımızda önümüzde bir nehir akıyordu. İbrahim hemen nehirden abdest aldı ve namaza durdu. Ben de bir iş bulmak ümidiyle köye girdim. Çalışabileceğimiz bir iş olup olmadığını soruşturdum. Sonunda yıkılmak üzere olan bir duvarı tamir etmek için dört dirheme anlaştım. O esnada İbrahim bin Edhem geldi. İşlerin en ağırını ve zorunu o yaptı. Bana da küçük ve kolay bir iş düştü, ben de onu yaptım. Daha sonra iş sahipleri bize yemek getirdiler. Ben yemeği görünce hemen işi bırakıp ellerimi yıka–dım ve yemeğin başına oturdum. İbrahim b. Edhem bana:
–"Bu yemek anlaşmada var mıydı?" diye sordu.
–"Hayır," dedim.
–"O zaman sabret! Önce şu elimizdeki işimizi bitirelim." İş bitince ücretini tahsil eder, sonra onunla yiyecek bir şeyler alırsın, dedi. Tekrar işe koyulduk ve işi bitirinceye ka–dar sabrettik. İş bitince dirhemleri aldık ve yiyecek tedarik edip karnımızı doyurduk.
İbrahim b. Beşşâr anlatıyor: İbrahim b. Edhem, Ebû Yusuf el–Gasulî ve Ebû Abdullah es–Sehavî ile beraberce İskenderiye yolunu tutmuştuk. Bir zaman sonra Ürdün nehrine geldik. Oturup orada dinlendik. Ebû Yusuf el–Gasulî kuru ekmek parçalarını çıkarttı. Onları afiyetle yedik ve Allah'a hamdettik. İçimizden biri İbrahim b. Edhem'e su vermek için kalkınca, İbrahim b. Edhem ondan önce nehre girip nehirden su içti ve Allaha hamdetti. Sonra geldi dinlenmek için oturup ayaklarını uzattı ve şöyle dedi:
–"Krallar ve melikler şayet bizdeki huzuru ve rahatlığı görseler, bizden bunu kapmak için kılıçlarını çıkarır, bizimle savaşa girişirlerdi. Bizim tattığımız lezzeti tatmak ve bizim hayatımıza sahip olmak için kavga ederlerdi. Herkes rahatı ve nimetleri istiyor; ama maalesef doğru yolun nerede olduğunu bilemeyip, yanlış yerlerde arıyorlar."
İbrahim b. Edhem, kışın altına hiç gömlek almadan üzerine sadece post giyerdi. Ya–zınsa dört dirheme aldığı iki parça elbiseyle idare ederdi. Birisini giyer, kirlenince de ötekini giyerdi. Seferde ve hazarda hep oruç tutardı. Geceleyin uyumaz, devamlı tefekkür ederdi.
Bir iş yaptıklarında ücreti almaya kendisi gitmez, bazı arkadaşlarını işin sahibine gönderir ve hesabı onlara gördürürdü. Kendi payı olan dirhemlere dahi elini dokunmaz, "Alın şu paraları gidin yemek için bir şeyler alın." derdi. Kazancının kalanını da ihtiyaç sahiplerine dağıtırdı.
İbrahim b. Edhem, zühdü; farz, nâfile ve selâmet olmak üzere üç kısma ayırmıştır. Haramdan kaçınmak şeklindeki zühd farz, helâlinden olsa bile, az ile yetinme şeklindeki zühd nâfiledir. Selâmet olan zühd ise şüpheli şeylerden uzak durmaktır.
Bir gün İbrahim b. Edhem'e: "Falanca yerde bir genç var, gece gündüz ibadet ediyor ve birtakım hâllere girip kendinden geçiyor." dediler. İbrahim b. Edhem bu hâlin şeytanî mi yoksa rahmânî mi olduğunu anlamak için, o gencin yanına gidip üç gün misafir kaldı. Onun hâllerine dikkat etti. Halkın söylediklerinden daha çok şeyler gördü. Bu normal değildi. O gencin hâlinde "ifrat–tefrit" durumu söz konusuydu. O delikanlıyı "şeytan mı aldatmış yoksa gerçekten hâlis ve doğru mu olduğunu anlamak için onun yediklerine dikkat etti. Lokması helâlden değildi. Demek bu hâlleri hep şeytandandı. Oysa o delikanlı bunu rahmânî zannediyordu. Bunun üzerine İbrahim b. Edhem Hazretleri:
"Ben sende misafir kaldım, şimdi sıra sende" diyerek o genci evine davet etti. Kendi lokmalarından ona yedirince, gencin eski hâli değişti. O aşkı, o arzu ve iştiyakı kalmadı. Genç, İbrahim b. Edhem'e:
"Bana ne yaptın?" diye sorunca:
"Evlâdım yediğin helâlden değildi. Sen yemek yerken şeytan da midene giriyor ve o hâller şeytandan oluyordu. Neuzübillah, seni böylece helâk edecekti. Helâl yiyince şeytan giremedi ve asıl hâlin meydana çıktı Hadi şimdi tekrar ibadete ve zikre gayret et, eski arzu ve iştiyakını yakala!"
Recâ b. Hayve şöyle anlatıyor:
"İbrahim b. Edhem'le beraber bir gemiye binmiştik. Denizde yol alırken birden bire hava karardı ve gökyüzünü bulutlar kapladı. Ardından çok şiddetli bir fırtına başladı. Kendi kendime:
"Galiba bu fırtına gemiyi batıracak!" diye endişe ettim. O sırada "Korkma! İbrahim b. Edhem de sizinle beraber gemidedir, size bir şey olmaz." diye hâtiften bir ses duydum. Bu sesi duyduktan sonra korkum yatıştı, endişem kayboldu. Ondan sonra fırtınanın şiddeti kesildi ve selâmetle yolumuza devam ettik."
Yine bir defasında İbrahim b. Edhem gemiye binmişti. O kendisine kenarda bir yer buldu, abasını da üzerine sarınıp, istirahata çekildi. Gemi denizde epeyce yol almıştı ki birden bire rüzgâr çıktı. Rüzgâr gittikçe şiddetlendi ve fırtınaya dönüştü. Öyle bir fırtına oldu ki, dalgalar kabarıyor, gemi âdeta ceviz kabuğu gibi sallanıyordu. Herkes korkup gemi batacak endişesi ile telâşlandı. İnsanlar panik içinde şaşkın şaşkın bir oraya bir buraya koşuşup çığlıklar atarken, İbrahim b. Edhem gayet sakin bir şekilde abasının altında istirahatına devam ediyordu. Gemidekiler onu bu hâlde görünce hayretle sordular:
–"Sen ne kadar gamsız bir adamsın! Herkes can derdinde korkuyla titreşiyor, sen ise sanki hiçbir şey olmamışçasına rahat rahat yatıyorsun. Bu ne hâldir?" dediler. İbrahim b. Edhem gayet sâkin bir şekilde başını kaldırdı, gökyüzüne baktı ve:
–"Yâ Rabbi! Hepimiz senin kudretine şahit olduk. Gücün karşısında korktuk ve titredik. Bizleri affet ve rahmetini göster," diye dua etti. Bundan sonra fırtına dindi, deniz sâkinleşti ve gemide bulunanlar rahatladılar.
Bir gün İbrahim b. Edhem Hazretlerine sordular:
–"Ey İbrahim! Dua ediyoruz, fakat dualarımız nedense kabul olmuyor. Bunun sebebi nedir?" Cevaben buyurdular ki:
–"On şeyden sebep, kalbiniz ölüdür. Onun için dualarınız kabul olmaz," dedi ve on şeyi şöyle sıraladı:
Hakkı bilir; lâkin emirlerini tutmazsınız.
Şeytan düşmanımızdır dersiniz; fakat ona uymaktan geri kalmazsınız.
Kur'an okursunuz; fakat onunla amel etmezsiniz.
Başkalarının ayıplarıyla meşgul olur; fakat kendi ayıplarınızı görmezsiniz.
Resûlullah'ın şefaatini ümit eder; fakat sünnetini icra etmezsiniz.
Ölümün hak olduğunu bilir; fakat hazırlık yapmazsınız.
Cennetin nimetlerini bilirsiniz; fakat bildiğiniz hâlde talep etmezsiniz.
Cehennemden korkarsınız; fakat günahlardan sakınmazsınız.
Cenâb–ı Hakk'ın nimetlerinden faydalanırsınız; fakat O'na şükretmezsiniz.
Ana ve babalarınızın ölülerini kendi ellerinizle mezara koyduğunuz hâlde ondan ibret almazsınız. Hâl böyle olunca dualarınız nasıl kabul olsun?

Altı şeyi kabul edip yaparsan

Hiçbir işin sana zarar vermez!

İbrahim b. Edhem daha hayatta iken şöhreti çok geniş bir çevreye yayılmıştır. Kurduğu sohbet meclislerinde dostlarına nasihat etmiş, uzakta bulunanların sorularına cevaplar yazmıştır. Onun çok fasih konuştuğu ve zaman zaman şiir söylediği belirtilir.
Ibrahim b. Edhem'in bazen dağa çekilerek Allah ile ünsiyet kurmaya çalıştığı görülmekle birlikte, onun zühd hayatında kendini halktan tecrit etmek gibi bir anlayışı yoktur. Nitekim vaktinin çoğunu halkın içinde, onların dertleriyle ilgilenerek geçirmeye çalışmıştır. Insanlara, "ulemâ meclislerine devam etmelerini, namazı cemaatle kılmalarını, hacca gitmelerini, cihada katılmalarını; fakat nefsin hevasına karşı koymayı da ihmal etmemelerini" tavsiye etmiştir.
Evzâî, özellikle halkın arasına katılması ve cömertliği sebebiyle Ibrahim b. Edhem'i akranından üstün saymıştır. Ebû Hanîfe, Süfyân–ı Sevrî ve Şakîk–i Belhî de onun faziletleri üzerinde durmuşlardır.
Yusuf b. Saîd b. Müslim anlatıyor:
Ali b. Bukar'a sordum:
–Ibrahim b. Edhem çok namaz kılar mıydı?
Bana şöyle cevap verdi:
–Onun tefekkürü namazından çoktu. Geceleyin bir müddet namaz kılar, sonra oturur tefekkür ederek sabahlardı.
Zatın birisi kendisi ile uzun süre yol arkadaşlığı etti. Ayrılık zamanı geldiğinde Ibrahim b. Edhem'e şöyle dedi:
–Uzun zaman arkadaşlık ettik. Bu arkadaşlık esnasında sana saygısızlık etmiş olabilirim. Belki bana kırılmış olabilirsin. Onun için lütfen özrümü kabul buyur, deyince Ibrahim b. Edhem, o kişiye şöyle dedi:
–Ey Kardeşim! Aramızdaki dostluk, o hâlleri o kadar kapadı ki, ben kendimi dahi görmedim. Senin ettiğin işlerin iyi veya kötü olduğunu nasıl görebilirim. Ayıp arıyorsan başkalarına sor.
Ebû Yahya anlatıyor:
Bir evde Ibrahim b. Edhem'le beraber kalmıştık. Bir müddet sonra ona "Evin tavanı taş mı yoksa tahta mıydı?" diye sordum.
–Bilmiyorum, dedi.
–Peki, bize hizmet eden kimse siyahî miydi, beyaz mıydı?" diye sordum.
–Onu da bilmiyorum, diye cevap verdi.
Muhammed b. Ishak babasından aktarıyor:
Bişr b. Hâris'e sordum:
–Ibrahim b. Edhem'in yolunda yürümek istiyorum, bu mümkün mü?
Şöyle cevap verdi:
–Hayır, buna dayanamazsın.
–Niçin? dedim.
–Çünkü Ibrahim b. Edhem amel eder, konuşmazdı. Sen ise konuşuyorsun; gayret etmiyorsun, cevabını verdi.
Hasan b. Abdülfirazî anlatıyor:
Çocuktum. Maraş'taydık. Ibrahim b. Edhem'in bize geldiği o günü çok iyi hatırlıyorum. Kapı çalınmıştı. Babam:
–Oğlum kapıya bak bakalım, kim gelmiş? Dedi. Kapıyı açtım; abası yırtık, heybetli bir zat ile karşılaştım. Birden ürktüm ve koşarak içeri gittim ve babama:
–Babacığım kapıda hiç görmediğim biri var! dedim. Babam kapıya gidince onu gördü. Birden sevinçle kollarını kaldırdı. Hasretle kucaklaştılar. Sonra beraberce içeriye girdiler. Sohbet etmeye başladılar. Babam ona dönerek:
"Ey Ebû Ishak! Şu oğulcağızım var ya, çabuk öğrenemiyor. Ne olur, ona dua et de zekâsı açılsın, ilme karşı isteği artsın ve helâl rızık yesin, dedi. Ibrahim b. Edhem beni yanına oturttu, başımı okşadı ve şöyle dua etti:
"Allah'ım! Sen bu yavrucuğa Kitabını öğret, ona helâl rızık ver.
Ben daha sonra Kitabullah'ı öğrendim. Rızık meselesine gelince; evimin bacasına yakın bir yere arılar petek kurdular. Bal öylesine çoğaldı ki, neredeyse dolabın rafları bile balı almaya yetmiyordu.
Bir kimse kendisinden nasihat isteyince:
–Bağlı olanı aç, açık olanı kapa. buyurdu. O kimse:
–Bunu anlamadım, deyince:
–Kesenin ağzını aç, cömert ol. Açık olan dilini de tut konuşma, diyerek izah etti.
Ibrahim b. Edhem Hazretleri yaya olarak hacca gitmek üzere yola çıkmıştı. Dağ, tepe, çöl demeden ilerliyordu. Onu böyle bineksiz, azıksız görenler sordular:
–Yanında bineğin olmadan bu kadar yolu nasıl kat edeceksin? Onlara şöyle cevap verdi:
–Benim hiç bineğim yok zannediyorsunuz. Oysa benim dört tane bineğim var.
Bu binekler "şükür", "ihlâs", "sabır" ve "tevbe" binekleridir. Bir nimet zâhir olunca "şükür" bineğine biner, yoluma devam ederim. Taat nasip olunca "ihlâs" bineğine biner, onunla ilerlerim. Belâ gelince "sabır" atına biner, yoluma devam ederim. Günah vaki olunca da "tevbe" bineğine binerek istiğfarda bulunurum. Bunlardan daha iyi binek olur mu? Soruyu soranlar anladılar ki, asıl yaya o değil; meğer kendileriymiş…
Ibrahim b. Edhem'in hizmetinde bulunan Huzeyfe el–Mer'aşî anlatıyor:
Mekke'ye giderken çok acıkmıştık. Kûfe'ye gelince açlıktan yürüyemez oldum.
Ibrahim b. Edhem bana:
–Açlıktan kuvvetsiz mi kaldın? dedi.
–Evet! dedim.
Hokka, kalem ve kâğıt istedi. Bulup getirdim. Kâğıda
"Bismillahirrahmanirrahim. Ey Rabbim! Her şeyi veren sensin, her şeyde ve her hâlde sana güvenirim. Sana her an hamd ve şükür eder, seni bir an olsun unutmam. Yalnızca sana ibadet eder, yalnızca senden isterim. Yardımına her an muhtaç olan bu kulun aciz, aç, susuz ve çıplak kaldı. Ilk üçü, benim vazifemdir, elbette yaparım. Son üçünü ise sen söz verdin; senden bekliyorum." diye yazıp bana verdi ve:
Dışarı çık. Allahu Teâlâ'dan başka kimseden bir şey umma ve ilk karşılaştığın adama bu kâğıdı ver, dedi. Dışarı çıktım. Ilk olarak, deve üstünde biri ile karşılaştım. Kâğıdı ona verdim. Okudu, ağlamaya başladı.
–Bunu kim yazdı? dedi.
–Şu an camide olan biri, dedim. Bana bir kese dinar verdi. Içinde altmış dinar vardı.
Bu kişinin kim olduğunu sonradan, etraftakilere sordum. "Nasrânîdir" dediler. Geri dönüp Ibrahim b. Edhem'e bunları anlattım, bana:
–Keseye elini sürme. Sahibi şimdi gelir, buyurdu. Az zaman sonra nasrânî, Ibrahim b. Edhem'in huzuruna geldi.
–Bu yazıyı yazan siz misiniz? dedi.
–Evet, cevabını alınca:
–Çok düşündüm: Böyle bir yazıyı yazanın Allah'a olan tevekkülü, ancak hak olan bir dinde olur. Bu parayı verdiğim kimseyi takip ederek huzurunuza geldim. Bana Islâmiyet'i anlatır mısınız? diyerek kelime–i şehadet getirdi ve Müslüman oldu.
Yine Huzeyfe el–Mer'aşî anlatıyor:
Mekke–i Mükerreme'ye Ibrahim b. Edhem'le beraber girmiştik. Şakîk–i Belhî de hac yapmak için oradaydı. Onunla karşılaşıp sohbet ettik. Ibrahim b. Edhem, Şakîk–i Belhî'ye sordu:
–Geçim hususunda ne yapıyorsunuz?
–Bulunca şükrederiz, bulamazsak sabrederiz.
–Belh'in köpekleri de böyle yaparlar.
–Peki, siz ne yapıyorsunuz?
–Biz bulursak, kardeşlerimize dağıtır, bulamazsak hamd ederiz.
Bunun üzerine Şakîk–i Belhî ayağa kalkıp: "Bu konuda bizim üstadımız sensin." dedi.
(Ibrahim b. Edhem'le, Şakîk–i Belhî arasında geçen bu olay, bazı rivayetlerde bu anlatılanın tam tersi şeklinde hikâye edilmektedir.)
Isa b. Hâzim anlatıyor:
Ibrahim b. Edhem'le Mekke'deydik. Yolda bir gruba rastladık.
–Ey Ibrahim! Başın sağolsun baban öldü, dediler. Ibrahim b. Edhem:
"Innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn." diye istirca etti. Oradakiler:
–Baban sana vasiyetlerde bulundu. Görevli memur da geriye kalanları ve tüm varisleri sıkıntıya sokuyor, dediler. Bunu duyan Ibrahim b. Edhem çarçabuk memleketine döndü. Memurun yanına geldi.
–Ben ölenin oğluyum, dedi. Memur pek oralı olmadan
–Seni kim tanıyor? dedi. Bunun üzerine Ibrahim b. Edhem selâm verip oradan ayrıldı.
Etrafındakiler hemen memuru uyardılar.
–Bu Ibrahim b. Edhem'dir. Git, yetiş ona; sonra sana beddua ederse, iki yakan bir araya gelmez. Sakın onun gazabına uğrama.
Bunun üzerine adam telâşa kapıldı ve apar topar koşarak yetişti. Tanıyamadığını söyledi, özür diledi. Bunun üzerine Ibrahim b. Edhem tekrar döndü, babasının vasiyetlerini yerine getirdi. Kendi payını da diğer varislerine dağıttı ve tekrar Mekke'ye doğru yöneldi.
Kendisinden bir kimse nasihat istedi. Ona şöyle buyurdu:
"Altı şeyi kabul edip yaparsan, hiçbir işin sana zarar vermez. Dünyada ve âhirette rahat edersin. O altı şey şunlardır:
1–Günah yapacağın zaman Allahu Teâlâ'nın sana verdiği rızkı yeme. Çünkü O'nun verdiği rızkı yiyip sonra O'na isyan etmek, birbiriyle bağdaşmaz.
2–O'na âsi olmak istersen, O'nun mülkünden çık; zira O'nun mülkünde olup da O'na isyân etmek doğru değildir.
3–O'na isyân etmek istersen, O'nun gördüğü yerde günah işleme. Işleyeceğin günahı O'nun görmediği bir yerde yap. Hem O'nun mülkünde olup, verdiği rızkı yemek, hem de gördüğü yerde günah işlemek uygun değildir.
4–Azrail ruhunu almaya geldiği zaman tevbe edinceye kadar izin iste.
O kimse cevaben:
–Bu mümkün değil. Azrail gelince aman dinlemez, canımı alır, dedi. Ibrahim Edhem:
–Şayet bu mümkün değilse, işte şimdi vaktin de var, kudretin de… Hemen tevbe et; zira ölüm çok ani gelir.
5–Mezarda Münker ve Nekir ismindeki iki melek, sual için geldiklerinde onları kov, seni imtihan edemesinler. Soran kimse:
–Buna imkân yoktur, dedi. Ibrahim b. Edhem şöyle buyurdu:
–Öyle ise şimdiden onlara cevap hazırla.
6–Kıyamet günü Allahu Teâlâ: "Günahı olanlar cehenneme gitsin." diye emir buyurunca: "Ben gitmem" de. Soran kimse dedi ki:
–Bu da mümkün değil. Orada benim sözümü dinlemezler.
Bunun üzerine Ibrahim b. Edhem şöyle buyurdu:
–O zaman âsi olma, günah işleme ve dosdoğru ol!

Ya Rabbim!

İmdadıma yetiş...

Nakledildiğine göre; İbrahim b. Edhem memleketi Belh'ten ayrıldığında geride süt emen bir oğlu kalmıştı. Aradan yıllar geçmiş ve o çocuk büyümüştü. Validesine, babasının nerede olduğunu sordu. O da:
"Baban gideli yıllar oldu. Nerede olduğunu bilen yok; fakat Mekke'de bulunduğuna dair bazı haberler var." dedi. Oğlu:
"Anneciğim, madem böyle haberler var, öyleyse ben Mekke'ye gidip babamı bulmaya çalışacağım ve onun hizmetinde bulunacağım." dedi.
Her tarafa haberler gönderip, "Bu sene hacca gitmek isteyenlerin kendisine müracaat etmelerini, hacca gidecek olanların tüm masraflarını kendisinin karşılayacağını" ilan ettirdi. Bunun üzerine kendisine dört bin kişi müracaata bulundu. O da hepsinin masraflarını üstlenerek hem haccetmek, hem de babasını bir ümit orada bulmak arzusuyla yola çıktı.
Nihayet uzun bir yolculuktan sonra Kâbe–i Muazzama'ya varınca, orada hırka giymiş, yamalı elbiseli bazı âbidler gördü ve onlara babasını sordu. Onlar hürmetle:
"O bizim üstadımızdır. Mekke dışından, sırtında odun getirip satar, kazandığı parayla da ekmek alıp bize verir." dediler.
Bunun üzerine babasını bulma ümidi iyice artan genç, sahraya çıktı. Karşıdan bir ihtiyarın odun yüklenmiş olarak geldiğini gördü. Onu, sezdirmeden takip etti. O ihtiyar pazara gidip odunları sattı. Parası ile ekmek alıp o âbidlere ikram etti. Onlar ekmek yeyip karınlarını doyururken, o namaz kılıyordu. Onun babası olduğunu anlamıştı; fakat "Babam benden kaçar." endişesiyle kendisini belli etmiyor; ama her gün gelip babasını seyrediyordu
İbrahim b. Edhem dostlarıyla birlikte tavaf yaparlarken, güzel yüzlü bir genç karşısına gelip durdu. İbrahim b. Edhem ona bakıyordu. Tavafı bitirdikten sonra dostları ona:
"O gence bu kadar dikkatle bakmanızın hikmetini anlayamadık." dediler. Dedi ki:
"Ben Belh'ten ayrılırken, süt emme çağında bir çocuğum kalmıştı. Bu genç odur."
İbrahim b. Edhem bir gün dostlarından birini alıp, Belh'ten gelen hacı kafilesinin bulunduğu yere gitti. Atlastan bir çadır ortasında bir kürsü kurulmuş olduğunu ve oğlunun o kürsüde oturup Kur'an–ı Kerîm okuduğunu gördü. Genç o esnada:
"Mallarınız ve evlatlarınız ancak bir fitnedir (imtihandır), büyük ecir Allah'ın katındadır." (Teğâbün sûresi:15) meâlindeki âyet–i kerîmeyi okuyordu. İbrahim b. Edhem bunu duyunca geri dönüp gitti. Fakat yanındaki dostu orada kalıp gencin yanına gitti. Kur'an–ı Kerîm okuması bittikten sonra gence:
"Nerelisin?" dedi. O da:
"Belhliyim." deyince, tekrar sordu:
"Kimin oğlusun?"
"İbrahim b. Edhem'in oğluyum. Onu ilk defa dün gördüm. Ama o muydu, değil miydi, kesin olarak bilemiyorum. Fakat benden uzaklaşır korkusuyla bunu kendisine de soramadım." dedi. İbrahim b. Edhem'in arkadaşı olan zat:
"Gelin, sizi onun yanına götüreyim." dedi. Bundan sonra beraberce İbrahim b. Edhem'in yanına geldiler. Genç yıllar sonra babasıyla karşılaşınca kendinden geçecek şekilde ağladı. Kendine geldiğinde babasına selâm verdi. Babası oğlunun selâmını alıp, onu hasretle bağrına bastı ve:
"Elhamdülillah! Kur'an–ı Kerîmi de biliyorsun. Peki, ilim de tahsil ettin mi?" diye sordu, Oğlu:
"Evet!" deyince, o yine hamdetti. Oğlunun sevgisi kalbini kaplayınca, ellerini semâya çevirdi.
"Yâ Rabbî! İmdadıma yetiş!" diye yalvarmaya başladı. Bunu gören arkadaşları:
"Yâ İbrahim! Ne oldu, niçin böyle yalvarıyorsun?" diye sordular. Onlara;
"Oğlumu bağrıma basınca şefkati ve sevgisi kalbimde kaynadı." dedi Bunun üzerine bir nidâ geldi:
"Yâ İbrâhim! Beni sevdiğini iddia ediyorsun; fakat benimle beraber başkalarını da seviyorsun. Dostluğumuza ortak katıyorsun. Bir kalpte iki sevgi olur mu? Bu dostluğa sığar mı?"
İbrahim b. Edhem bu nidayı işitince Mevlâ'ya niyaz edip;
"İzzet, ikram sahibi olan yüce Allah'ım! İmdadıma yetiş! Eğer oğlumun muhabbeti beni, senin sevginden alıkoyacaksa, ya benim ya da onun canını al." diye dua etti. Onun bu içten ve samimi duası hemen kabul olundu ve oğlu kucağında can verdi.
İbrahim b. Edhem, bir gün yine sahraya çıkmış, namaz için abdest alacaktı. Bir kuyudan su çekmek için kovayı sarkıttı. Kovayı geri çektiğinde onun gümüşle dolu olduğunu gördü. Kovayı hemen geri boşalttı ve tekrar sarkıttı. Tekrar çektiğinde onun altınla dolu olduğunu gördü. Bunu da geri boşaltıp, kovayı tekrar daldırdı. Çıkardığında, kovanın bu seferde mücevherle dolu olduğunu gördü. Bunun üzerine şöyle niyazda bulundu.
"Yâ Rabbî! Bana hazinelerini bildirmek istiyor, onları gösteriyorsun. Biliyorum, senin hazinelerin tükenmez. Lâkin benim arzum bunlar değildir. Ben abdest almak için su istiyorum. İhsan et!" diye yalvardı. Kovayı tekrar kuyuya daldırıp çıkardığında su ile dolu olduğunu gördü.
İbrahim b. Beşşar der ki:
"İbrahim b. Edhem gibi dünyadan uzak duran, onun kadar zâhidâne bir hayat yaşayan bir âlim ve mutasavvıf görmedim. Bir gün birisi İbrahim b. Edhem'e bir kese içinde bin altın uzattı. "Bu hediyeyi lütfen kabul edin." dedi. İbrahim b. Edhem onun uzattığı bin altını kabul etmedi ve ona:
"En hakir ve değersiz bir nesne ile adımızı dervişlik kütüğünden kazımak mı istiyorsun?" diye cevap verdi. İbrahim b. Edhem der ki:
"Biz dervişliği arzuladıkça, önümüzü mal keser. Başkaları malı istedikçe dervişlik bulur."
İbrahim b. Edhem bir gün bir sarhoşun yanından geçiyordu. Onu ağzı bulaşmış vaziyette yerde yatar gördü. Buna gönlü razı olmadı, su getirip ağzını yıkadı ve:
"Allahu Teâlâ'nın isminin anıldığı bir ağzı böyle bulaşmış berbat hâlde bırakmak hürmetsizlik olur." buyurdu. Sarhoş daha sonra kendine gelince İbrahim b. Edhem Hazretleri'nin yaptığını ve söylediği sözü bildirdiler. O kimse bunu duyunca çok mahcup oldu ve hemen tevbe edip sâlihlerden oldu. Daha sonra İbrahim b. Edhem Hazretleri'ne rüyasında;
"Sen bizim için onun ağzını yıkayıp temizledin, biz de senin kalbini yıkayıp temizledik!" buyurdular.
İbrahim b. Edhem bir gün deniz kenarında oturmuş elbisesini dikiyordu. O şehrin valisi maiyetiyle birlikte ihtişamla oradan geçerken İbrahim b. Edhem'i gördü. Ardında durup onu seyretmeye başladı. Onu seyrederken bir yandan da şöyle düşünüyordu:
"Dün hükümdardı, bugün ise ne hâlde. Böyle yapmakla eline ne geçti ki?"
Allahu Teâlâ, valinin aklından geçenleri İbrahim b. Edhem'in gönlüne ilham etti. Bunun üzerine elbisesini diktiği iğnesini kaldırıp denize fırlattı. Sonra da denize doğru:
"Ey balıklar çabuk iğnemi getirin!" diye seslendi. İbrahim b. Edhem'in bu sözü üzerine bütün balıklar oraya toplandılar. Ve bir balık, ağzında İbrahim b. Edhem'in denize attığı iğneyi getirdi. İbrahim b. Edhem iğneyi balığın ağzından aldıktan sonra hafifçe geriye dönüp valiye dedi ki:
"Demek, elime ne geçtiğini merak ediyorsun? İşte elime bu geçti. Dün hükümdarken sözüm sadece maiyetimdekilere geçiyordu. Şimdi ise sözüm bütün mahlûkata geçiyor."
İbrahim b. Edhem, Tabiîn ve tebeu't–tabiînden hadis rivayet etmiştir. İbrahim b. Edhem'in bazı hadisleri mürsel olmakla birlikte kendisinin sika olduğu belirtilmektedir. Ebû İshak es–Sebiî, Ebû Hâzım, Malik b. Dinar, A'meş, Ebû Hanife, Evzaî, gibi zatlardan hadis almış, kendisinden de İbrahim b. Beşşar, Süfyan es–Sevrî, Şakîk–i Belhî, Ebû İshak el–Fezârî gibi zatlar rivayette bulunmuştur. Hadis toplama yolunu seçmediği için az hadis rivayet etmiştir. Onun bu işe fazla rağbet göstermemesinin sebeplerinden biri de amel etmeyi ihmal etme endişesidir. Nitekim kendisine, "Dinini korumak için ibadetin yanı sıra ilmi de ihmal etme!" diyen Ebû Hanife'ye, "Sen de ilminle amel etmeyi ve ibadetle meşgul olmayı ihmal etme." diye cevap verdiği rivayet edilmiştir.
Ebû Yusuf diyor ki:
"İbrahim b. Edhem'e ilimden bahsedildiğinde hâline çeki düzen verir, ilme büyük saygı gösterirdi."
İbrahim b. Edhem Hazretleri arkadaşları ile bir yolculuğa çıkmıştı. Yolda giderken bazıları geldiler ve:
"Yolumuza bir aslan çıktı. Ne yapacağız?" diye ona gelip, kendisinden yardım istediler. İbrahim b. Edhem doğruca aslanın yanına yaklaştı ve şöyle dedi:
"Ey Ebü'l–Haris! Eğer bizim ecelimiz hakkında bir emir alıp da buraya gelmişsen, haydi yerine getir görevini! Eğer emir almamışsan, çek git geldiğin yere!"
Aslan önce durdu, sonra da arkasını dönüp oradan uzaklaştı.
İbrahim b. Edhem bir gün Ebû Kubeys dağında bazı kimselerle birlikte oturmuş, onlara Allah dostlarının hâllerinden bahsediyordu. Bira ara onlara, "Allah'ın indinde, öyle makbul kulları var ki, şayet onlar dağa "Yürü!" diyecek olsalar dağ yürümeye başlar." der demez, o anda dağın hareket ettiği görüldü. Bunun üzerine İbrahim b. Edhem hemen dağa hitaben:
"Dur, mübarek, ben bunu misâl olarak söyledim."deyince hareket hâlindeki dağ sakinleşti.
İbrahim b. Edhem hicrî 161 (milâdî 778) yılında Şam'da vefat etmiştir. Şu üç günlük dünya hayatında Belh sultanlığını terk etmiş; ama asırlar boyunca gönüllerin sultanı olarak yaşamış ve yaşamaya da devam etmektedir.

Ziyaret -> Toplam : 125,30 M - Bugn : 55495

ulkucudunya@ulkucudunya.com