ZİYA GÖKALP VE ÇOCUK EDEBİYATI
Murat ATEŞ 01 Ocak 1970
ÖZET
Türk ilim, fikir, edebiyat ve siyaset hayatında derin izler bırakan Ziya Gökalp, yakın
tarihimizin çok yönlü ve çok etkili bir simasıdır. Sosyolojiden eğitime, edebiyattan tarihe pek çok
konuda fikirleri ve eserleri vardır. Bu çalışma onun çocuk edebiyatı alanındaki görüşlerini ortaya
koymaya ve bu alanda yazdığı eserleri incelemeye yöneliktir.
"Ziya Gökalp Ve Çocuk Edebiyatı" adlı bu makalede, Gökalp'ın çocuk, çocuk eğitimi, çocuk
ve edebiyat konularındaki görüşleri özetlenmiştir. Ayrıca çocuk edebiyatı alanına giren eserleri
şekil, muhteva, dil ve üslup bakımından değerlendirilmiştir. Araştırma Gökalp'ın bütün eserleri ve
Gökalp hakkında yazılmış incelemelerle sınırlıdır.
Türk, ilim, fikir, edebiyat ve siyaset hayatında derin izler bırakan Ziya
Gökalp, yakın tarihimizin en önemli simalarındandır. Büyük Atatürk, "Etimin
ve kemiğimin babası Ali Rıza Efendi ise, fikrimin babası da Ziya Gökalp'tır."
demektedir. Sözden de anlaşılacağı üzere Gökalp, fikirleriyle Atatürk ilke ve
inkılâplarına; dolayısıyla Cumhuriyet dönemine damgasını vuran insandır.
Toplumsal ve ferdî pek çok konuda fikirleri ve önerileri vardır. Söz konusu fikir
ve önerilerden yola çıkarak bu çalışmamızda, Gökalp'ın çocuk edebiyatı
hakkındaki düşünce ve faaliyetlerine değineceğiz.
Ziya Gökalp'ın düşünce sisteminin merkezini millet kavramı oluşturur.
Gökalp, aileyi milletin en temel ve çekirdek yapı taşı olarak görür. Sosyolog,
düşünür ve edebiyatçı kimliği ile aile kavramına çok önem veren Gökalp, bir
fert ve bir baba olarak da aile ocağını fazlasıyla önemser. Malta'dan kızı
Seniha'ya yazdığı bir mektupta: "insanı mesut edecek yegâne hayat, aile
hayatıdır. Yeryüzünün cenneti aile ocağıdır." (Tansel, 1989b, s.562) der.
Aile ocağını böylesine önemseyen Gökalp, çocuğu ailenin süsü kabul eder.
Kendi çocuklarına ve onların şahsında bütün çocuklara derin bir sevgisi vardır.
Onun "İnsan ruhunun çocuklarla beraber saf bir hayat yaşamaya ihtiyacı vardır.
* Arş. Gör., Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Göz çiçeklere muhtaç olduğu gibi, ruh da çocuklara muhtaçtır." (Tansel, 1989b,
s. 184) cümleleri bu sevginin ispatı gibidir. Aynı doğrultuda; " Çocuksuz bir
hayat, çiçeksiz bir tarla gibi pek sevimsiz." (Tansel, 1989b, s. 571) ifadesini de
kullanır.
Ziya Gökalp çocuklara olan sevgisini ve onları iyi anlamasını kendi
çocukluğundan kopamamasına bağlar. Ailesine yazdığı bir mektubunda bu
durumu şöyle ifade etmektedir:
" Çocukluk başka bir âlemdir. İnsanlar büyüyünce o zamanın duygularını
unuturlar. Ben, yazdığım çocuk şiirleri de gösterir ki, o hayattan hiçbir zaman
çıkamıyorum." (Tansel, 1989b, s. 571)
Gerçekte de Gökalp, çocukluğundan hiç kopamamış, sürekli kendi
çocukluğunun izlerini taşımıştır. Şahsiyetinin ve fikirlerinin olgunlaşmasında
çocukluğunda yaşadığı olayların tesirli olduğunu söyler. İnsanın çocukluğunda
aldığı eğitimin ve çocuğun kendi yönelimlerinin kişinin hayat görüşünün
belirlenmesinde büyük rol oynadığını düşünür. Bu nedenle çocuğun seçimlerine
saygı duymak gerektiğini belirtir. Çocuğun istediği kitapları okuması ve istediğini
yapması gerektiğini savunur. O, kendi çocukluğunda istediklerini yapmış ve
bundan fayda görmüştür. Bunu şöyle ifade eder:
"Misal olarak ben kendi çocukluğumu anlatacağım. Ben çocukken bazılarına
göre çok tembel, bazılarına nazaran da çok çalışkandım. Okulun derslerine hiç
çalışmazdım. Fakat geceli gündüzlü meşgul olduğum bir şey varsa o da kitap
okumaktı.
Yedi yaşındayken Âşık Garip, Kerem, Şah İsmail gibi kitaplardan bir
koleksiyonum vardı. Bir iki sene sonra tiyatro kitaplarına, daha sonra romanlara,
şiir ve edebiyat kitaplarına sarıldım." (Tansel, 1989b, s. 159-160)
Bu yönelişler Ziya Gökalp'ın düşünce dünyasını oluştur. Nitekim Gökalp
çocuk ruhunu gayet hassas bir aynaya benzetir. (Tansel, 1989b, s. 115)
Gökalp'a göre "hayatın en tatlı çağı çocukluktur." (Tansel, 1989b, s. 205)
Malta'dan eşi Vecihe Hanım'a yazdığı bir mektupta şunları söyler:
"Zaten ben bir türlü çocukluktan, gençlikten dışarı çıkamıyorum. Çocukluk
şetaret, gençlik metanettir. Hayat bunlarsız nasıl yaşanır? Benim nasıl yaşadığımı
soruyorsun: Türkan gibi desem bilmem inanır mısın? İnsanların yalancı
hakikatlerinden uzak, hakikatten daha doğru olan hayaller, masallar, rüyalar
içinde yaşıyorum." (Tansel, 1989b, s. 407)
Çocukları çok seven, onlarla ilgilenen, onlar için yazan bir insanın içindeki
çocuk her an dışarı çıkabilir. Ziya Gökalp her vesileyle içindeki çocuk ruhunu
eserlerinde sık sık açığa vurmuştur. "Yaşımın kaç olduğunu bilmem; fakat ben
biraz çocuk, biraz da gencim. Çocuk olmasaydım çocuk masalları, şiirleri yazar
mı idim?" (Tansel, 1989b, s. 489) demesi anlamlıdır.
Ziya Gökalp'ın çocukluk ve çocuklarla ilgili en samimi görüşleri sürgün
yıllarında eşine ve kızları Seniha'ya, Hürriyet'e ve Türkan'a yazdığı mektuplarda
yer bulur. Çocuklarına hasret duyan bir babanın kaleminden çıkan bu samimi
görüşler bir mütefekkirin hayata ve çocuklara bakışının en saf hâlidir. 4 Ekim
1920 tarihli mektubunda kızı Seniha'ya şunları yazar:
"Türkan gibi Hürriyet gibi ben de hülyalar kuruyorum; ben de onlar gibi
çocuk oldum. Hayatın en tatlı zamanı çocukluk çağıdır. Ben bir türlü çocukluk
zamanını unutamam. Şiirle, felsefeyle uğraştığım da bundan dolayı değil mi?
İnsaniyetin çocukluk devrinde bu günkü ilim, fen ve medeniyet yoktu. Yalnız
şiir, felsefe ve ahlak vardı. Şimdi de şairlik, filozofluk ve ahlaklılık ancak çocuk
gibi saf kalabilmiş insanlarda görülebilir. Çocukluk ve gençlik? Bu devirler
geçtikten sonra, insanlar şe'niyyete, yani hariçteki hakikatlere daha çok yaklaşır;
fakat mefkûreden de o kadar ziyade uzaklaşırlar; fakat, bu çocukluk ve gençlik
yaşa tabi' değildir. Nice ihtiyarlar vardır ki, ruhen genç kalmışlardır. Nice gençler
de vardır ki, ruhen ihtiyarlardan ziyade mefkûreye yani gençliğe uzak
düşmüşlerdir. Beni bu felaket günlerinde mukavemetli yapan kalbimin
çocukluğu, ruhumun gençliğidir. Kalbimin çocukluğuna tabi' olduğum zaman,
hayata bir şair gözüyle bakarım. Ruhumun gençliğine uyduğum zamanlarda ise,
dünyayı bir filozof gözüyle görürüm. Hayata bir sarraf gözüyle bakmak, dünyayı
bir tüccar gözüyle görmek, insanı yüksek saadetten uzaklaştırır. Onlar, belki
maddeten daha rahat yaşarlar; fakat manen bedbahttırlar; çünki insanlığın hakiki
zevklerini tatmaktan mahrumdurlar. Sözün doğrusu, insanda bu iki ruhiyyet
beraber bulunmalıdır. İnsan hem mefkûreli hem şe'niyetli olmalıdır. Tam
mükemmel bir insan böyle olur." (Tansel, 1989b, s. 453)
Ziya Gökalp'ın düşünce dünyasında çocuk yüce ve kutsal bir varlık,
çocukluk da insanın en mutlu olduğu dönemidir. Hayatın en temiz, en tatlı ve
en güzel anları çocukluk çağında yaşanır.
"Çocuk Allah'ın nurunu hisseder. O, daima Allah'la beraberdir. Bundan
dolayıdır ki, çocukluk hayatı en mesut bir zamandır. Bu çağda bütün duygular
şiirdir, bütün sesler musîkidir, bütün hareketler rakstır, bütün sözler masaldır,
romandır, edebiyattır. Hayat, meraklı bir tiyatro sahnesidir... onlar hayatın
acılarını henüz bilmiyorlar. Hasılı çocukluk tatlı bir hayat, masum bir
ömürdür."(Tansel, 1989b, s. 518)
Ziya Gökalp, çocukluğu sadece duygusal bir pencereden görerek çocuğa
karşı sevgi ve ilgi duymaz. Aynı zamanda bilim adamı kimliği ile çocukla ilgili
yaklaşımları vardır. Çocuk ve toplum, çocuk ve edebiyat, çocuk ve din gibi
konularla ilgili tespitleri vardır. Örneğin, çocuk ve toplum ilişkisine yönelik
olarak, bireyin değerlerinin, özelliklerinin ve alışkanlıklarının çocukluk
döneminde kazanıldığı hususunu şöyle dile getirir:
" İnsan en samimi, en derunî duygularını ilk terbiye zamanlarında alır. Tâ
beşikte iken işittiği ninnilerle ana dilinin tesiri altında kalır. Bundan dolayıdır ki,
en çok sevdiğimiz dil ana dilimizdir. Ruhumuza vücut veren bütün din, ahlâk ve
güzellik durgularımızı bu dil vasıtasıyla almışız zaten ruhumuzun sosyal
duyguları, bu din, ahlâk ve güzellik duygularından ibaret değil midir? Bunları
çocukluğumuzda hangi cemiyetten almışsak, o cemiyette yaşamak isteriz. Başka
bir cemiyetin içinde daha büyük bir refahla yaşamamız mümkün iken,
cemiyetimiz içinde fakirliği buna tercih ederiz. Çünki dostlar içindeki bu fakirlik,
yabancılar arasındaki o refahtan ziyade bizi mesut kılar. Zevkimiz, vicdanımız,
özleyişlerimiz hep içinde yaşadığımız, terbiyesini aldığımız cemiyetindir.
Bunların yankısını ancak bu cemiyet içinde işitebiliriz.
Ondan ayrılıp da başka bir cemiyete intisap edebilmemiz için, büyük bir
engel vardır. Bu engel, çocukluğumuzda o cemiyetten almış olduğumuz
terbiyeyi ruhumuzdan çıkarıp atmanın mümkün olmamasıdır." (Ziya Gökalp,
1970, s. 21-22)
Gökalp, çocukların ruh dünyaları, çocuğun toplumdaki yeri, onların eğitimi
gibi meselelerde fikirler beyan etmiş bir düşünürdür. Bunlardan birkaç örnek
verecek olursak:
"Çocuk dünyaya geldiği zaman lâ-millî bir ferttir. Çünki ana rahminden
beraberinde millî harsa, millî kıymet hükümlerine dair hiçbir duygu getirmez.
Çocuklar mektebe gittikten sonra oralarda, yalnız eski yahut yeni bir
medeniyetin cansız ananelerini öğrenir ve millî harstan büsbütün mahrum
kalırsa gayr-ı millî fertler sırasına geçerler. (...)
Terbiyenin gayesi millî fertler yetiştirmektir. Millî fertler yetiştirmek ise,
doğrudan doğruya millet yapmak demektir. Hakiki ferdiyetler de ancak bu millî
fertlerdir; çünki fert, ancak millî harsın temsilcisi olduğu zaman bir şahsiyete
maliktir. Gayr-ı millî fertler ise, dejenere dediğimiz şahsiyetsiz insanlardır.
Şahsiyet önce millette meydana gelir ki, buna hars adını veriyoruz. Millî
terbiyenin gayesi, şahsiyet sahibi gençler, fertler yetiştirmektir." (Ziya Gökalp,
1972, s. 18-21)
Bütün bu düşünceler, Gökalp'ın çocuklara çok yakın ilgi duyduğunu, onları
toplumda önemli bir yerde gördüğünü ortaya koyar. Çocukları eğitmek
gayesindedir, topluma çocuklar yoluyla ulaşmayı bilmiştir. Çocuk Ziya
Gökalp'ın dünyasında büyük bir yer kaplar. Kızı, Hürriyet Hanım bir
hatırasında şunları yazar:
"Diyarbekir'de çıkardığı Küçük Mecmua'da ilmî ve fikrî yazılarıyla beraber
çocuk masalları da yazıyordu. O zaman bir gün dedim ki:
_ Baba, bu masalları benim için mi yazıyorsun?
_Hayır, yalnız senin için yazmıyorum.
_Biliyorum yalnız benim için değil, benimle kardeşlerim için yazıyorsunuz.
_Hayır, Hayır, bilemedin! Bu masalları yalnız senin ve kardeşlerin için
yazmıyorum; Türk çocukları için yazıyorum. Ben yalnız senin ve kardeşlerinin
babası değilim. Bu dünyadaki bütün Türk çocuklarının babasıyım. Sizleri ne
kadar düşünür ve seversem onları da o kadar düşünür ve severim."
(Beysanoğlu, 1964, s. 326.)
Ziya Gökalp sürgündeyken düşman çocuklarına bile sevgiyle bakabilen
onlara bakarken duygulanabilecek kadar çocuk sevgisiyle dolu ve çocuk ruhlu
bir insandır. Kızı Seniha'ya Malta'dan yazdığı 19 Şubat 1920 tarihli mektubunda
çocuklara duyduğu hasretini ve sevgisini ortaya koyarak şu satırları yazar:
"Sürü sürü koyunlar, öbek öbek çocuklar görüyoruz. Çocuklar umumiyetle
bize selam verirler. Acaba bizi kendileri gibi mektep talebesi mi sanıyorlar?
Yahut başımızdaki fesler ve kalpaklar, onlara sevimli mi görünüyor? Hasılı
küçük çocuklar bize dost nazarlarla bakıyorlar. İngilizce kitaplarda da çocuk
şiirlerini severek okuyorum. Hayatın en tatlı yanı çocukluktur. Bu devirde
dinlenen peri masalları, en güzel romanlardan daha vecdlidir. Bilmem
çocuklarıma olan iştiyakımdan, tahassürümden dolayı mı her nedense bu gün
ruhumun içi bir çocuk bahçesi gibi olmuştur." (Tansel, 1989b, s. 205)
Yukarıdaki bilgiler ışığında Ziya Gökalp'ın çocuk hakkındaki görüşlerini,
yaklaşımlarını topluca ifade etmek gerekirse; o, çocuğa, düşünür, sosyolog,
edebiyatçı, baba Ziya Gökalp olarak bakar. İnci Enginün, bu durumu şu şekilde
özetlemektedir.
"Türk cemiyeti için önemli bütün meseleleri içine alan bir sistemin kurucusu
olan Ziya Gökalp bu sistemde en küçük birim ve geleceğin unsuru olan çocuğa
da büyük yer vermiştir. Çocuk sosyal kurumların en önemli ve en ufak birimi
olan ailenin temelidir. Gökalp aile ve çocuk üzerinde çok durmuş, çocuğu hem
aile birimini kuvvetlendiren varlık hem de cemiyetin geleceğinin gücü olarak
görmüş ve çocuğun bir şahsiyet olarak yetiştirilmesini hedef edinmiştir.
Gökalp'ın eserlerini ele aldığımız zaman, çocuklarla ilgili görüşlerini dört grupta
toplayabiliriz.
1. Terbiye ve sosyal meselelerle ilgili olarak çocukların yetiştirilmesine dair
görüşleri.
2. Çocukları yetiştirmek için yazdığı şiirler ve masallar.
3. Kendi çocukluğuna dair intibaları.
4. Kendi çocuklarının yetiştirilmesiyle ilgili görüşleri ve telkinleri."
(Enginün, 1991, s. 426)
Ziya Gökalp Türk milletinin her türlü meselesiyle ilgilenmiş bir düşünürdür.
Yukarıda söylediğimiz gibi o, sosyolog, edebiyatçı, şair, filozof aynı zamanda da
eğitimcidir. Fiilî olarak eğitim camiasında yer alması ve eğitimle ilgili ortaya
koyduğu fikirleriyle Türk eğitim tarihinde önemli bir yeri vardır.
Gökalp eğitimi terbiye sözcüğü ile ifade ederek şöyle tanımlar:
"Terbiye bir cemiyette, yetişmiş neslin henüz yeni yetişmeğe başlayan nesle,
fikirlerini ve hislerini vermesi demektir." (Ziya Gökalp, 1973, s. 321)
Başka bir makalesinde, "eğitim toplumun bireylerini kendisine benzetmesi,
yani temsil etmesi" şeklinde eğitimin fonksiyonunu anlatır. (Ziya Gökalp, 1992,
s. 170)
İçtimaiyat Mecmuası, Millî Tetebbular Mecmuası, Yeni Mecmua dergilerinin
yayınlanmasına öncülük ederek, Türkçülüğün Esasları, Türk Medeniyet Tarihi,
Türkleşmek- İslâmlaşmak- Muasırlaşmak kitaplarını yazıp yayınlayarak
döneminde eğitimle ilgili görüş ve politikaların ortaya çıkıp tartışılmasını
sağlamıştır. Millî eğitim meselelerini ilk kez sistemli olarak ortaya atıp işleyen
odur. Cumhuriyetin eğitim ilkelerinin belirlenmesinde Ziya Gökalp'ın önemli
bir rolü vardır. Öğretmen sorunları, meslek eğitimi sorunları gibi konulara yıllar
önce çözüm aramıştır. Temmuz 1917 Muallimler Kongresi, Terbiye Kongresi,
Ahlâk Kongresi, Lisan Kongresi gibi toplantıların önce ulusal sonra da
uluslararası düzeyde toplanmasını önerir. Zaten Halkçılık, Millîyetçilik, Laiklik,
Garpçılık, millî tarih, dilin sadeleşmesi, kadın hakları konularında olduğu gibi
millî eğitim konusunda da Ziya Gökalp'ın fikirleri Atatürk'e ilham olmuştur.
(Akyüz, 1994, s. 270-272)
Bugünkü eğitim anlayışındaki "yaygın ve örgün eğitim sınıflandırmasını ilk
olarak ortaya koyan ve savunan odur." (Aksu, 1989, s. 30) Eğitimi şu şekilde
sınıflandırmıştır:
" Birinci tarz, yetişmiş neslin, kendisinin hiç haberi olmadan, samimi
hayattaki konuşmaları, fiil ve hareketleriyle canlı misaller teşkil ederek yeni nesle
tesirler icra etmesidir. İkinci tarz, yetişmiş neslin velî, vasî, öğretmen, mürebbî
adlarıyla resmî vazifeler alarak, usûl ve irade altında yeni nesle bir takım
muayyen fikirleri ve hisleri telkine çalışmasıdır. Ben, terbiyenin bu iki tarzdan
birincisine yaygın terbiye, ikincisine organize terbiye adlarını veriyorum." (Ziya
Gökalp, 1973, s. 321)
Bütün bunlardan sonra, yaşadığı dönemden bu yana eğitim tarihimizde çok
önemli bir yeri olan Ziya Gökalp, Cumhuriyet dönemi eğitim anlayışının miladı
kabul edilebilir.
Gökalp eğitimin gayesini millî fertler yetiştirmek olarak tayin etmiştir:
"Millî fertler yetiştirmek millet yapmak demektir. O halde millî terbiyenin
gayesi, millet yapmaktır denilebildiği gibi, hakiki fertleri yetiştirmek de
denilebilir." (Ziya Gökalp, 1973, s. 50-51)
Terbiyenin tanımını ve gayesini yukarıdaki şekilde tespit eden Ziya Gökalp'ın
eğitim hedefinde çocuklar vardır. Eğitimle ilgili görüşlerinin toplumun tamamını
ilgilendirdiği ve toplumun tamamına hitap ettiği söylenebilir ancak genel
anlamda eğitim, -özellikle örgün eğitim- çocukları hedef aldığı için Gökalp'ın
eğitim görüşleri çocuk eğitimi ile ilgilidir. Gökalp'a göre eğitim millet yapmak
gayesi taşır. Bu gayeye ulaşmanın en güzel yolu ise terbiyenin tanımında yeni
nesil olarak belirttiği çocukları millî kültür bünyesinde eğitmek ve
sosyalleştirmektir.
Ziya Gökalp bir ideologdur. Bu sebeple fikirlerini emanet edebileceği ve bu
fikirleri uygulamaya geçirecek yeni bir nesle ihtiyaç duyar. Bu nesil, çağının
çocukları ve gençleridir. Fikirlerinin özeti olarak kabul edilebilecek olan
Türkçülüğün Esasları adlı eserinin son cümlesinde: "Ey, bugünün Türk genci!
Bütün bu işlerin yapılması, yüzyıllardan beri seni bekliyor." (Ziya Gökalp, 1970,
s. 188) diyerek gençliğe seslenmekte onları göreve çağırmaktadır. Aynı şekilde
çocukları da ideolojisinin geleceği olarak görür. Bundan dolayı Gökalp, çocuk
eğitimine özel bir değer vermiştir. Çocukları devletin ve milletin devamı,
geleceğin teminatı olarak görmektedir. Gelecekte sağlıklı bir millet hayatı
oluşturabilmek için, çocukların millî değerler, millî duygular ve modern ilimler
çerçevesinde eğitilmesi gerektiğini düşünür. Onun bu yaklaşımlarını çocuklar
için yazdığı eserlerin hemen hemen tamamında görmek mümkündür.
Diğer görüşlerinde olduğu gibi çocuk eğitimi konusunda da Ziya Gökalp'ın
düşünce merkezi millîliktir. O, modern bir eğitim anlayışını savunur ve bunun
temelini millî eğitimde görür. Konuyla ilgili olarak Millî Terbiye isimli
makalesinde şu görüşlere yer verir:
"Hulâsa, modern cemiyetlerde, çocuklara millî terbiye verilmesiyle, aynı
zamanda, modern terbiye de verilmiş olur. Halbuki, modern olmayan
cemiyetlerde çocuklara modern terbiye vermeye çalışmakla ne modern terbiye
ne de millî terbiye verilebilir. Tam tersine, çocukların karaktersiz, muvazenesiz,
gayr-ı millî bir surette yetişmesine sebebiyet verilmiş olur.
Hususiyle, biz modern bir cemiyet olduğumuz için, terbiyemizin yalnız millî
olmasını temine çalışmak kâfidir. Terbiyemiz millî olduğu gün, ister istemez
modern de olacaktır. Bizim için millî terbiyenin gayesi, aynı zamanda modern
terbiye gayesinin de içinde vardır." (Ziya Gökalp, 1973, s. 62-63)
Ziya Gökalp eğitim hakkındaki görüşlerini üç ana prensip üzerine kurar.
Bunlar; Türk Eğitimi, İslam Eğitimi ve Çağdaş Eğitimdir. Bu üç eğitimin
birbirine yardımcı, birbirini tamamlayıcı ve yol gösterici olması gerektiğini
savunur. Bu yardımlaşma ve irtibat olmazsa eğitimin birbiriyle çelişen ve
faydasız bir iş olacağını söyler. "Oysa yetkilerinin çemberi ve bu çemberin
sınırları akla uygun ve dosdoğru belirlenmezse birbirine karşı ve düşman
olabilirler." (Ziya Gökalp, 1992, s. 49)
Ortaya koyduğu fikirleri ve eserleriyle çocuk eğitiminde yeni ve modern bir
yaklaşım sergileyen Ziya Gökalp milletin geleceğinin çocuklar olduğunu
görmektedir. Bu sebeple onların eğitimine büyük önem verir. Gökalp çocuklara
verilecek eğitimin usulleri üzerine de fikirler beyan eder. Mesela çocuk
eğitiminde gayet hassas ve nazik olunması gerektiğini vurgular ve şunları söyler:
"Çocuk her gördüğünü taklit ettiği gibi, korkaklığa ve cesarete de ufakken
alışır." (Tansel, 1989b, s. 171-72)
Aynı konuda, çocuklarla ilgilenirken söz konusu dengenin iyi ayarlanmasının
önemine istinaden eşine yazdığı bir mektupta şunları yazar:
"Çocuğu şımartmak iyi değildir, fakat, korkutmak hiç caiz değildir. Türkan
gibi çocuklar tatlı dille yola gelir." (Tansel, 1989b, s. 180)
Ziya Gökalp'ın çocuklar ve çocuk eğitimi konularındaki görüşlerini ortaya
koyan belgeler arasında özel mektuplarının da bulunması, bu konularda çok
aydınlatıcı olmuştur. Gökalp sürgün yıllarında çocuklarından ayrı kaldığı için
çok müteessirdir. O, çocuklarıyla birlikte olmak onlarla oynamak, eğlenmek,
onlara dersler vermek ister çünkü Gökalp, çocukların eğitiminde ailenin büyük
rol oynadığını bilir. Çocuk ilk eğitimini ailesinden alır. Özellikle anne çocuğun
eğitiminde büyük sorumluluk taşır. Çocuk eğitiminde annenin üstüne düşen bu
büyük görevin farkında olan Gökalp bu durumu değişik bir benzetme ile anlatır:
"Bir anne çocuklarını söyletmeli ve onlara ihtiyaçlarına göre terbiye edici
sözler söylemelidir. Çocuklar, aile tarikatının müridleridir. Anneleri onların şeyhi
gibidir. Şeyh nasıl müridlerinin ruhlarıyla meşgul olur ve daima bu ruhları tedavi
ederse, anne de çocukları hakkında onun gibi yapmalıdır." (Tansel, 1989b, s.
384)
Yine ailenin çocuk eğitimine katkısını dile getirirken:
"Çocuk için en iyi mektep, ana kucağıdır; en iyi bahçe baba ocağıdır. Aile
içinde alınan terbiye, her terbiyenin fevkindedir." (Tansel, 1989b, s. 447) der.
Aileyi eğitim yuvası olarak görmektedir. Kızı Hürriyet'e yazdığı bir mektupta,
küçük kızı Türkan'ın güzel konuşmayı öğrenmesi için ona yardımcı olmasını
ister ve şu bilgileri verir:
"Türkan'a güzel masallar söyle; konuşmayı kendisine doğru öğret! Çocuk
diliyle eğri büğrü konuşmasın" (Tansel, 1989b, s. 174)
Ziya Gökalp'ın çocuk eğitimi ile ilgili olarak çocuklara doğrudan telkinleri
azdır. Onun, çocuk eğitimi ile ilgili görüşlerini daha ziyade, yetişkinlere bu
konudaki telkinlerinde görmek mümkündür. Buna örnek olabilecek bir
değerlendirmesini eşine yazdığı bir mektubunda dile getirir. Küçük çocukların
meraklı olabileceğini bu durumun normal olduğunu ve anne babaların,
büyüklerin meraklı çocuklara nasıl tavırlar göstermeleri gerektiğini anlatarak:
"Çocuklar her şeyi anlamak isterler, sorarlar; fakat bizde ekseriya ana ve
babalar, çocuğun bu suallerine kıymet vermezler. Ona baştan savma bir cevap
verirler. Bu iyi değildir. Bilakis çocuğun bu sorularından istifade ederek, ona
sorduğu şeye dair doğru bilgiler öğretmelidir. Bir çocuk daima suallerine baştan
savma cevaplar alınca, yavaş yavaş artık hiçbir şeyi merak etmez ve sormaz olur;
çünki evvelki suallerine aldığı cevaplar ruhunu doyurmadı. Avrupa'da ise
çocuğun bir şey sormasını dört gözle beklerler; çünki bir çocuk sorduğu bir şeyi
anlamağa hazırlanmış demektir. Bu fırsatı kaçırmayarak çocuğa sorduğu şey
hakkında onun anlayacağı derecede malûmat verirler. Bundan başka babalar ve
analar kendileri de, çocuklardan birçok şeylerin ne olduğunu sorarlar. Çocuk
cevap vermek için düşünmeğe mecbûr olur. Doğru cevaplar verirse kendi
aklına, zekasına i'timad etmeğe, kendi kendine meseleler halletmeğe alışır. Bu
usul eğlenceli bir çocuk terbiyesi yoludur." (Tansel, 1989b, s. 513-514) yargısını
ortaya koyar.
Gökalp yukarıdakilere benzer yaklaşımlarını sıklıkla dile getirir. Onun bu
yaklaşımını Önder Göçgün bir pedagog tavrı olarak nitelendirir ve Ziya
Gökalp'ın 2 Aralık 1920 tarihli mektubundan alıntılar yaparak şunları yazar:
"Ziya Bey bir pedagog tavrıyla çocuğun biraz yaramaz ve zeki olmasını
sever.
'...çocuklar dövülmekle uslanmaz. Zaten bir çocuğun çok uslu olması da iyi
değildir. Zeki çocuklar, yaramaz olurlar. Uslu çocuklar hımbıl olanlardır.'
Onun için de; 'küçük çocuklara bağırma(nın), dövme(nin), ekşi yüz
gösterme(nin) iyi olmadığı' inancındadır. Zira:
'Sinirlilik bundan doğar. Sinirli insanlar, çocukken yahut büyüdükten sonra
sert muamele gören insanlardır." (Göçgün, 1992, s. 74)
Gökalp aynı tavrını sık sık sergiler. Gökalp'ın bu pedagog tavrını Önder
Göçgün aynı yazısının devamında mektuplarından alıntılar yaparak şöyle dile
getirir:
"Onun nazarında çocuk, 'kendisine kıymet verildiğini gördükçe, kendi
kendine itimat eden bir varlıktır' ve:
Bir çocuğa yaramaz, haylaz gibi sözlerle hitap edilirse, gerçekten yaramaz ve
haylaz olur. Bununla beraber çocuğu şımartmak da iyi değildir." (Göçgün, 1992,
s. 75)
Çocukların da yetişkinler gibi maddî, manevî bir takım ihtiyaçlarının olduğu
bilinen bir gerçektir. Güzel sanatların bir şubesi olan edebiyatın çocukların
manevî ihtiyaçlarının karşılanmasında çok önemli bir rol üstlendiği
görülmektedir. Söz konusu rol, edebiyatta, çocuk edebiyatı alanının ortaya
çıkmasına sebep olmuştur. Ziya Gökalp fikirleri ve bu sahadaki eserleriyle
çocuk edebiyatının öncülerindendir.
Ziya Gökalp'ın döneminde (1876-1924) bugünkü anlamda, sınırları tespit
edilmiş bir çocuk edebiyatı yoktu. Ancak o, bugünkü çocuk edebiyatına temel
olabilecek nitelikte fikirler ve eserler ortaya koymuştur.
Edebiyatın; çocukların eğitimi, olgunlaşması, sosyalleşmesi ve diğer ruhî
ihtiyaçlarını karşılaması gibi konularda en büyük yardımcı olarak gören Ziya
Gökalp edebiyat-çocuk ilişkisini çok önemli bulur. Çocukların müspet özellikler
kazanabilmesi için edebiyat önemli bir araçtır. Onun bu konudaki fikirlerine
örnek olması bakımından, kızlarına yazdığı bir mektubunda söylediği şu
<SPAN style="FONT-SIZE: 11pt; FONT-FAMILY: 'Garamond','serif'; mso-bidi-font-f