Müessif bir yitim: Ali Kutlay öldü
Rasim Özdeneren 01 Ocak 1970
İnsanın kaderinin belirlenmesinde kuşkusuz kendi kararlarının etkisi başat bir işlev görüyor. Ama acaba insan kendi geleceğini belirleyecek olan bu kararlara nasıl, hangi yoldan, hangi saikla varıyor?
İyi öykü yazdığı bilinen bir delikanlı, günün birinde durup dururken öykü yazmaktan vazgeçtiğini söylese bunu neye yormak gerekir?
Sorulduğunda size şöyle bir şey söylediğini düşünün: "Ben bir hukuk kitabındaki kadar tumturaklı cümle kurmasını beceremediğim sürece elime kalem almayı kendime yasaklıyorum!" Bunu söyleyen delikanlı o sırada hukuk eğitimi görmektedir.
O andan sonra, dediğini yapmaktan onu kimsenin vazgeçirmeye güç yetirebileceğini düşünemiyorum.
Çünkü o, aslında sıradan biri değildir. Önüne belli bir hedefi bilinçli biçimde koyduğu bellidir.
Belki karşı gerekçe olarak bazı defiler ileri sürmek mümkündür ve mesela: "Arkadaşım, senin kendine hedef seçtiğin hukuk metni aslında hukuk dili için geçerlidir, fakat sen öykü metni kurmayı kendine hedef seçtin; dolayısıyla hukuk diliyle öykü yazmaya hangi zihinsel süreçlerden geçerek geldin? Bu bir saçmalıktır, bir an önce bu yanlış sevdadan vazgeçmelisin!"
Böyle şeyler söylenebilirdi. Söylendi de. Ancak onu kararından döndürmenin mümkün olamayacağı bilinir. Çünkü o, belki de kafasında başka bir fikri saklıyordur da, düşüncesini ifade ederken farklı cümleler kurmayı tercih ediyordur. Sözgelimi Stendhal örneğini anımsayalım: yazısının başına geçmeden önce bir süre yasa metni okurmuş. Yasa metninin özelliği belli: eksiksiz ve fazlasız kelimelerden kurulu cümleler... Oysa bir öykü veya şiir metninin bir hukuk metni ölçüsünde eksiksiz ve fazlasız olmasını beklemek yerinde midir?
Edebî metinde eksikli veya fazlalı yazım bilinçli olabileceği gibi acemilikten kaynaklanmış da olabilir. Bu iki farklı durumu okur da yazar da bilir. Hangi yazım acemilikten, hangisi bilinçli olarak yapılmıştır, belli olur.
Ona dedim ki: "Ali, yanlış karar veriyorsun; sen bir idare hukuku kitabı yazmaya teşebbüs etseydin Sıddık Sami Onar'ın kurduğu cümleler gibi cümle kurmaya özenebilirdin. Oysa sen öykü yazmak istiyorsun..." (Buradaki özel isim Ali'nin örneği...)
Ali: "Hayır, ben o sağlamlıkta cümle kurmayı başaracağıma aklım kesmedikçe elime bir daha öykü yazmak için kalem almayacağım." Dedi.
Dediği gibi de yaptı ve bir daha öykü yazmak için eline kalemi almadı.
Bu kişi Ali Kutlay'dır. (İlk öykülerinde soyadını hep Kutluay olarak yazdı).
Ali Kutlay, benim öykü yazmama vesile olan arkadaşımdı. Cahit Zarifoğlu, onun kardeşi Sait Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, bizden bir sınıf aşağıda Alaeddin Özdenören, onun sınıf arkadaşı ve Ali'nin kardeşi Ahmet Kutlay ve eli kalem tutan daha başka arkadaşlar o dönemde Allah'ın bir lütfu olarak bir arada bulunuyorduk. Ali'nin bir öykü yazdığını bana Erdem haber vermişti. Ben de ondan öyküsünü müsaade ederse okumak istediğimi söylemiştim. O da bana: "Sen de bir öykü yazmaya söz verirsen, öykümü okuturum" şartını öne sürerek öyküsünü okumak üzere bana vermişti. Söz verdiğim için ertesi gün ona bir öykü yazıp verdim, ancak verirken ben de aynı şartı ileri sürdüm: Ali yeni bir öykü yazmaya söz verirse kendi öykümü ona okutacaktım. Böylece Ali ile aramızda, aylarca devam eden bir öykü yazma teatisi başladı.
Sağlam cümle kurardı. Öykü yazmaya 16 yaşında başladı 18'inde bıraktı. O yaşta yazdığı öyküler bile kaliteliydi. Sanıyorum hep kusursuz olmanın ardına düşmüştü. Bu yüzden zor beğenirdi. Örneğin benim yazdığım öykülerde kusurlar bulurdu. Bense onun yazdığını beğenirdim. Halen de aynı beğenimi muhafaza ediyorum. Onunsa, öykü yazmayı bıraktıktan sonra benim yazdıklarıma ilgi duymadığını biliyorum.
Ali geçtiğimiz Cuma günü (7 Kasım) öldü ve cenazesi dün İstanbul'da kaldırıldı.
Kadere kahretmenin anlamı yok. Ancak inanıyorum ki, eğer yazmaya devam etseydi bu gün Türk edebiyatı kayda değer bir kalemden mahrum bulunmamış olacaktı. Kendine yazık etti.