ÇARŞAF VE PEÇEYE DAİR
Yakup Kadri Karaosmanoğlu 01 Ocak 1970
Bu çirkin asrın ve çirkin muhitin yegâne süsü, yegâne güzelliği sizin çarşafınız, sizin peçenizdir. Yalnız bunlardır ki, gözlere hâlâ bakmak tahammülünü, bakmak arzusunu veriyor. Niçin ondan müşteki gibisiniz? O mazrufa bu zarftan muvafık ne olabilir? Sizi böyle gördükçe bû kadının başka türlü nasıl giyinebileceğim düşünüyorum ve çarşafsız. Peçesiz bir kadın tahayyül edemiyorum. Siz bizim aşkumızın, hürmetimizin, siz bizim kıskançlığımızın mutî mahbubeleri değil misiniz? Vücudunuzun şeklini alan bu dilfirib (gönül alan, çekici) mahpesi sizin etrafınıza, sizin yüzünüz üstüne biz ördük; bizim ihtimamımız, bizim muhabbetimiz ördü. Sizi güneşten, havadan, sizi kem nazardan sakındık da böyle yaptık.
Yazık değil mi ki o saçlara güneş vursun, o yüzü havalar, tozlar hırpalasın. Yazık değil mi ki -mazallah- o gözlerin harimine kolayca, laubali bir yabancı gözün kıvılcımı sıçrasın. Düşündük ki belki bilmeyerek, belki farkına varmayarak birine gülüverirsiniz.
Nazarlarınız belki bilâihtiyar birinin üstünde fazlaca tevakkuf ediverir.
Onun için yüzünüzü örttük. Zira tebessümlerinizin, bakışlarınızın kıymetini biz anlıyor, biz biliyorduk. Gönlümüz onların öyle lüzumsuz yere heder olmasına acıdı da, bir ipek mahfaza içinde muhafazalarına lüzum gördük. Cemiyetlerin, medeniyetlerin esasını bir erkeğin kıskançlığı kurdu. Memleketlerden, vatanlardan evvel ilk müdafaa edilen, kadındı. Bana inanınız; bütün bu evler, bu mabedler ve bu şehirler sizin için yapıldı ve sizin açıldığınız ve sizin kıskançlık mahpesini yıktığınız yerlerde derhal evler yıkıldı, mabedler harap oldu, şehirler çöktü. Çünkü sizin mahpesleriniz o yerlerin surları idi, kaleleri idi.
Niçin başka cinsten kadınlara bakıp da başınızda garip mütalâalara meydan açıyorsunuz? Onlardan size ne? Siz -başlı başınıza bir âlemsiniz. Ben o âleme girdiğim dakikadan itibaren hariçte başka mevcudiyet var mı, yok mu unuttum bile. Siz niçin kendinizde herkesi unutmuyorsunuz?
Söze başlarken demiştim ki, bu çirkin asrın, bu çirkin muhitin yegâne güzelliği sizin çarşafınız, sizin peçenizdir. Memnun ve müsterih yaşamak için bu kanaat size kifayet etmez mi? Halbuki benim ruhumu sadece bu kanaat dolduruyor. Peçeniz ve çarşafınız. Bunlardır ki insana muhabbet öğretiyor; hayata muhabbeti, aşka muhabbeti, memlekete muhabbeti öğretiyor; bahusus memlekete muhabbeti. Zira sizin örtüleriniz, bu süsleriniz değil midir ki, minarelerden ve o al râyetten (bayraktan) sonra bu serseri ruha biraz âşinâ melce ve bir emin mersa (liman) saadeti veriyor. Peçenizin kudsiyetini şuradan anlayınız ki, bir yabancı elin ona uzanması ihtimali bile gayz nedir, kin nedir hiç bilmeyen bu tembel ve yorgun ruhta beldeler yıkacak, burç ve barular (kaleler) devirtecek bir ateş alevliyor.
Gördünüz mü? Peçenizden bahsederken haşin adımlarla surlar etrafinda dolaşan eski bir kahraman gibi söz söylemeye başladım. Belki bunların hiçbirini yapmayacağım; fakat emin olunuz ki, şu dakikada çok samimiyim. Size, sizin örtülerinize ve süslerinize doğru teveccüh edince kendimi her şeye kadir hissediyorum. Tarih, menakıb-ı beşeriyeyi dolduran en büyük kahramanlık bana birer çocuk oyunu gibi geliyor. Sakın onları çıkarmayınız, sakın onları atmayınız. Bu çirkin muhitin ortasında asalet ve zarafete yegâne dâl (işaret) olarak bunlar, sade bunlar kaldı. İnsanlar senelerden beri, insanlığı terzil için ve cemiyetlere manzaralann en fenasını vermek için sevimsiz bir cinnetle her şeyi devirdiler. Bu güruha peyrev olmak (peşinden gitmek) size yakışır mı? Ben sizi zamanların ve insanların fevkinde, onların haricinde biliyorum. Siz mestur ruhlardan değil misiniz? Dünya yüzünde tek başına kalan ulvî bir dinin İlâhı, sizi bu sıfatla sair mahlûkat arasında mümtaz kılmamış mıydı? Siz onun halk ettiği cennetâsa âlemin meleklerisiniz. O, Kitabında sizin isminizi zikretti. O vakitten beri siz mukaddesat meyanma girdiniz; artık ne hale, ne maziye, ne atiye mensupsunuz. Yalnız unutmayınız ki, sizi bu mertebeye bizim aşkımız, bizim hürmetimiz, bizim kıskançlığımız is’ad etti (yükseltti).”