Cem Sultan Olayı Ve Kaplıcalar Savaşı
01 Ocak 1970
İkinci Bâyezit tahta çıktığı zaman, Konya'da vali olarak bulunan kardeşi Gıyaseddin Cem Çelebi'nin muhalefeti ile karsılaşır. Zira Cem, "mülk-i mevrûs"da hakki bulunduğunu iddia ediyordu. O, bu iddiasını da bazı delillerle isnat etmeye çalışıyordu. Gerçekten, Cem Sultan'ın, saltanat makamını elde etmek için giriştiği teşebbüs, tetkik edilmesi lazım gelen sebeplere dayanıyordu. Daha Fâtih'in sağlığında devlet erkanı arasında her iki şehzâdenin taraftarları bulunduğu ve basta Karamanî Mehmed Pasa oldugu halde, bunlardan bir kısminin, Bâyezid'den daha meziyetli, daha cesur ve faal bir zat olan Cem'i saltanata layık gördüğü anlaşılmaktadır. Karaman eyaletinde beraber bulundukları zamandan beri, Cem'i takdir eden Gedik Ahmed Paşa'nın, hiç sevmediği Bâyezid'i padişah olarak görmek istememesi gibi, şehzade Mustafa'nın ölümünden sonra, Fatih Sultan Mehmed'in de Cem'i Bâyezid'e tercih ettiğini gösteren delillere tesadüf edilmektedir. Nitekim Kanunnâme-i Âl-i Osman (İstanbul l330, s. 32 )'da şehzâdelere yazılacak hükümlerin elkabi bahsinde yalnız Cem isminin zikredilmesi ve yazılarda ona "...vâris-i mülk-i Süleymanî... oğlum Cem edâmellahu bekahu" diye hitab edilerek örnek gösterilmiş olması, herhalde bir tesadüf eseri olmasa gerekir. Gerçi buna dayanarak Fatih tarafindan Cem'in veliahda ilan edildiğini iddia etmek mümkün değilse de, ibareyi büsbütün manasız saymak da doğru değildir. Böyle bir ibarenin işaret olarak kabul edilmesi herhalde daha doğru bir kanaat olacaktır. Bütün bunlara ilaveten, Cem Sultan'ın bizzat kendisi de babasının erine geçme hakkına sahip olduguna kani idi. Zira kendisine göre o, babasının padişahlığı zamanında doğmuş ve bu yüzden Uzun Hasan seferi esnasında babasına vekâlet etmişti. Bu da tahtın asil vârisinin kendisi oldugunu gösteriyordu. Buna dayanarak o, kendisinin tahta geçmesi icaba ettiğini söylüyordu. Bu amillerin tesirinde kalan Cem, maiyetindeki müşavirlerin, özellikle Karamanoğlu Kasım Bey'in telkinleri ile harekete geçmeye karar verir. Gedik Nasuh Bey'i, maiyetinde Karaman, Varsak ve Turgutlu boylarına mensuba kuvvetler oldugu halde İnegöl üzerinden Bursa'ya gönderir. Gedik Nasuh Bey, 28 Mayıs'ta, İkinci Bâyezit tarafindan Ayaz Pasa komutası altında gönderilen iki bin yeniçeriyi maglub etmeye muvaffak olur. Bu başarıda Bursa halkının da büyük bir payı oldugu belirtilmektedir. Zira halk, yeniçerilerin daha önce yaptıklarını unutmamıştı.
Kaplıca savasından üç gün sonra ordugâha gelip, Haziran'ın basında Bursa'ya giren Cem, saltanat alameti olarak namına hutbe okutmuş ve ismine sikke bastırmıştır. l8 gün kadar da hükümdarlık eden Cem, civardaki şehir ve kasabalara saltanatını kabul ettirip, etrafına kalabalık sayıda insan toplamak suretiyle kendisini Anadolu hâkimi saymış ve bu son durumu ağabeyine kabul ettirmek üzere ona halaları ve Çelebi Sultan Mehmed'in kızı Selçuk Hatun ile devrin ulemasından Mevlânâ Ayaş ve Şükrüllahoğlu Ahmed Çelebi'den meydana gelen bir elçilik heyeti göndermişti. Ancak, Selçuk Hatun'un iki kardeş arasında kan dökülmesine mani olmak üzere giriştiği teşebbüsler, başarısızlıkla sonuçlanır. Zira kendisine Rumeli ile yetinip Anadolu'yu Cem'e bırakması, böylece daha önceki hükümdarların birleştirmeye çalıştıkları Osmanlı Devleti 'nin yeniden ikiye bölünmesi teklif edilen Bâyezit, bunu kabul etmez. Bu durum, Osmanlılardaki "Tek Ülke Tek Sultan" ilkesinin ne kadar kökleştiğini göstermektedir.
Bâyezid'in, teklifini reddetmesi üzerine kuvvetlerini ikiye ayırıp, Gedik Nasuh Bey emrindekileri İznik'e gönderen Cem, kendisi de Bâyezit ile karsılaşmak üzere Yenişehir'e hareket eder. Ancak, Anadolu Beylerbeyi Sinan Paşa'nın faaliyeti, Otranto seferinden dönen Gedik Ahmed Paşa'nın Bâyezit kuvvetlerine iltihakı, nihayet yakin dostu Afşinoğlu Yakub Bey'in ihaneti sonucu Cem, Yenişehir'de yapılan savaşta maglub olur. Şehzade Cem'in mağlubiyetini hazırlayan sebeplerin basında, onun dostu ve lalası bulunan Yakub Bey'in ihanetinin geldiği anlaşılmaktadır. Gerçekten Bâyezit, Bursa üzerine yürürken Cem'in lalası Yakub Bey'e bir mektup yazarak, şehzadenin Karaman'a kaçmasını önlemesini, kendisine iltihak etmesini, bu takdirde Anadolu Beylerbeyliği'ni uhdesine tevcih edeceğini ve boşuna Müslüman kanının dökülmemesini bildirecektir.
Maglub olan şehzade önce Eskişehir'e, sonra da Konya'ya çekilmek zorunda kalır. Kendisini burada da güvende hissetmeyen Cem, annesi Çiçek Hatun ile ailesini alıp Tarsus'a gider. Onun, Konya'dan ayrılısı esnasında halkın göz yasları ile kendisini uğurlamasına bakılacak olursa, Konyalıların Cem Sultan'ı çok sevdiklerini söyleyebiliriz. Öyle anlaşılıyor ki, Cem, vali olarak bulunduğu bu bölgede böyle bir sevgiye layık olacak isler yapmıştı. Gerçekten o, Larende ( Karaman )'de saray, bedesten ve çarsı yaptırmak suretiyle imar faaliyetlerinde bulunmuş ve "zulmü raf' edip adalet" gösterdiğinden halk da yurtlarına dönmüştü. Şehzade Cem, daha sonra Memlûk Sultani Kayıtbay'ın müsaadesini alınca Antakya yolu ile l0 Temmuz'da Halep'e, oradan da Sam (Dimaşk)'a gider. Merasimle karşılandığı bu şehirde yedi haftalık bir istirahatı müteakip l5 Ağustos'ta Gamze yolu ile Mısır'a gidip hükümdarlara mahsus bir törenle Kahire'ye giren Cem, Kostantiniyye Fatihi'nin oğlu olarak halk tarafindan büyük bir tezahüratla karşılanır. Onu karşılamaya hazırlanan Kahire sokakları, baştanbaşa donanmıştı. Memlûk Sultani Kayıtbay dahi kendisini sarayında karşılayıp kucaklar ve "Sen oğlumsun, kederlenme" diyerek onu teselli eder. Divitdâr Sarayı, Cem'in emir ve istirahatına verilir.
Bu istirahat günlerinden istifade eden Cem, Mekke'ye giderek hac farizasını ifa eder. Bilindiği kadarı ile Osmanlı hanedanından fiilen hacca giden tek şehzadenin Cem Sultan oldugu rivayet edilir. Burada "fiilen" ifadesini kullandık, çünkü hanedanın ve sultanların büyük bir ekseriyeti "Hacc-i bedel" yolu ile hacı ifa etmişlerdir.
Bu sırada Cem'i elinden kaçıran Sultan Bâyezit, Konya'ya kadar gelip, oğlu Abdullah'ı Karaman valiliğine tayin eder. Bu arada İtalya'dan (Otranto) dönen ve Yenişehir Ovası'nda kendisine iltihak eden Gedik Ahmet Paşa'yı takibe yollar. Kendisi de Bursa yolu ile İstanbul'a döner. Bursa'dan geçildiği esnada yeniçeriler, Cem'in tarafını tuttuğu için bu şehri yağmalamak isterler. Ancak padişahîn bunlara izin vermemesi üzerine şehir yağmalanmaktan kurtulmuş olur.
Cem Sultan'ın Kahire'de bulunduğu sıralarda, Karamanoğlu Kasım Bey bos durmuyor, Ankara (Engürüs) Beyi Trabzonlu Mehmed Bey ile birlikte şehzadeyi Anadolu'da yeni bir maceraya sürüklemek üzere teşvik ediyorlardı. Hatta rivayete göre Karamanoğlu, Larende (Karaman)'de bulunan Gedik Ahmed Paşa'nın ağzından mektup yazmak suretiyle Cem'i ikna etmeye çalışıyordu. Mısır'da bos durmak (atıl) suretiyle yasamayı nefsine yediremeyen ve böyle bir hayata tahammül edemeyen Cem, Anadolu'daki taraftarlarının yardımı ile saltanatı ele geçirmeye muvaffak olacağı zannına kapılmıştı. Bu sebeple vatanına dönmek için Sultan Kayıtbay'dan müsaade istediği zaman Mısır hükümdarı, devletin ileri gelenlerini toplayarak Cem'in de hazır bulunduğu bir meclis akdeder. Uzun münakasalar esnasında, şehzadenin Anadolu'ya gönderilmesini doğru bulmayan Emir Özbek ile Cem arasında sert tartışmalar olur. Meclis dağıldıktan sonra Sultan Kayıtbay, şehzadeye vatanına dönme müsaadesi verir. Cem, ailesini Mısır'da bırakarak 27 Mart l482 Salı günü Kahire'den hareketle, 6 Mayıs günü Halef'e girer. Bu şehirde, yanında ulemadan ve subaşılarından meydana gelen bir topluluk ile Gedik Ahmed Paşa'dan kaçan Ankara Beyi, Trabzon'du Mehmed Bey, şehzadenin yanına gelir. Bunlar, Anadolu hakkında Cem Sultan'a bilgi verirler. Cem Sultan, Adana'da Karamanoğlu Kasım Bey ile buluşarak, ikisi arasında muvafakat hâsıl olunca, Karaman ülkesinin Kasım Bey'e bırakılacağı ve onun da ömrü oldukça Cem Sultan'a itaat üzre bulunacağı esasına göre bir anlaşma yapılmıştı.
Sultan Bâyezit, Cem'in Anadolu'ya geçmesini, öteden beri şüphelendiği Gedik Ahmed Paşa'ya atf ederek onu yanına çağırmış, kendisi de Bursa taraflarına geçerek hazırlıklara başlamıştı. Yapılan mücadeleler sonucunda birlikleri dağılmış olan Sultan Cem, dağlara sığınmak zorunda kalmıştı. Bu arada Sultan Bâyezit ile Cem arasında barısı sağlamak ve Cem'i bu davadan vazgeçirmek için haberciler gönderilmişse de bir netice alınamamıştı. Bâyezit, Cem'e ailesi ile birlikte Kudüs'te oturmasını ve senelik varidatını (l milyon akça) almakta devam etmesini buna karşılık taht ve taç dan dan feragatini yeminle teyit ve ilan etmesini teklif etmişti. Feridun Bey'in Münşeatı'nda bu konuda söyle denilmektedir: " Sen ki, akrabaların en yakinisin. Seni başka kapılara muhtaç edip onlardan yârdim istemen padişahlık mürüvvetine yakışmaz. Şayet huzur ve tahttan feragati seçersen, sana nakden l0 kerre yüz bin ( l milyon) akça salyâne tayin ettim. Ber vech-i takaud mutasarrıf olup iki nimetin şükrünü eda edesin". Bu teklife karşılık "Kadimî resmdir, şehzâdeler davay-i taht eyler"diyen Cem Sultan, Bâyezid'in bu arzusunu reddeder. Çünkü onlar için kader, ya saltanata geçmek veya ölmekti. Cem Sultan bu anlayışını ağabeyine su şiirle bildirmişti:
"Sen, bister-i gülde yatasun sevk ile handân
Ben, kül döşenem külhan-i mihnette sebep ne?" diyen Cem, "mülk-i mevrustan hisse talebinde musirr" olarak Anadolu'da kendisine istiklâl ve bağımsızlık üzere hâkim olacağı bir yer ayrılmasını istemek suretiyle, eski iddialarına nazaran daha mütevazı bir saltanata rıza gösteriyordu. Küçükte olsa bir saltanat hissesi koparamayan ve bütün muvaffakiyetsizliklerine rağmen, hala bir köseye çekilmeyi nefsine yediremeyen Cem, güneye çekilmek istediyse de Karamanoğlu Kasım Bey, Yıldırım Bâyezid'in oğlunu örnek göstererek Rumeli'ye geçerse orada muvaffak olabileceğini söyler. Cem, Rodos şövalyelerinin kendisine yardim edebileceklerini düşünerek, önce reisleri Pierre d'Aubusson (Grand Maître)'a bir elçi gönderir. Bundan bir cevap alamayınca Frenk Süleyman ile Doğan'ı gönderdikten sonra kendisi de Kasım Bey'in delâleti ile sahile Korycos (Kerküs) limanına iner. Bir müddet sonra Cem, 30 kadar adamı ile Kerküs limanından bir gemiye binerek (l5 Temmuz l482), Anamur'a gider. Bu sırada şövalyeler de, onun Rodos'a serbestçe girip çıkmak üzere, istediği ruhsatnameyi hazırlamış ve Don Alvaro de Zuniga komutasında üç gemiden meydana gelen bir filoyu, Anadolu sahiline göndermişlerdi. Cem, Süleyman Bey'in Rodos'a iltica etmemesi tavsiyesine karşılık, Frenklerin "ahidlerinde müstakim" (sözlerinde doğru, ahidlerine bağlı) olduklarını söyleyerek l8 Temmuz'da bir Rodos gemisine biner. Fâtih'in oğlunun Rodos'a gelişi esnasında çok parlak bir tören yapılır. Geçeceği yollar çiçekler ve bayraklarla donatılır. Gemiden ati ile inmesi için tertibat alınır. O, sokaklara dökülen halkın arasından, d'Aubusson ile yan yana at üzerinde geçerek şatoya girer. Cem Sultan, gördüğü bütün bu hürmet ve saygıya rağmen, artik St. Jean şövalyelerinin menfaatine alet olarak kullanılacak kıymetli bir esirdi. D'Aubusson, verdiği ruhsatnâmeye önem vermiyor ve Cem'i ele geçirdiğini Papa Sixte IV ile Avrupa hükümdarlarına bildiriyordu. Papa, açıktan açığa memnuniyetini ilan ederken, Macar Kralı Corvin Matyas, d'Aubbusson'a her türlü yardim vaadinde bulunarak bütün Hıristiyan devletlerinin Osmanlılar aleyhine bir sefer açmasını istiyordu. Zaten Şövalyelerin reisi de papaya yazdığı mektupta, Cem'den istifade edilerek Hıristiyan devletlerinin tamamının birlikte İslâmiyet aleyhine harekete geçirilebileceğini ve Türklerin Avrupa'dan atılma zamaninin geldiğini belirtiyordu. Cem Sultan, d'Aubusson ile konuşmasında, Osmanlı saltanatının varisi sıfatı ile yardim istemiş ve onlardan alınan adalar ile diğer toprakları iade edeceği vâdinde bulunmuştu.
Cem'in nerede ve hangi memlekette muhafaza edileceği hususunda tereddüde düsen şövalyeler, kendi aralarında uzun müzakerelerden sonra nihayet onu, Fransa'ya nakl etmeye karar verirler. Bu gelişmeler karsisinda şehzâde, uğradığı felaketin vahametini anlamış bir kimse olarak, Bâyezid'e yazdığı mektupta kendisinin küffâr elinde esir oldugunu, bunun da ( ) diyen bir Müslüman için çok büyük bir haksizlik oldugunu, binaenaleyh kendisini "küffar elinde" bırakmamasını rica etmişti.
Gerçi Cem, Fransa Kralı XI. Louis ve kendisine taraftar oldugu bilinen Macar Kralı Matyas Corvin'in yardımlarını temin etmek suretiyle Rumeli'ye geçeceğini ümid ediyordu. Maiyetinde 50 kişi oldugu halde Fransa'ya doğru yola çıkarılan Cem Sultan, önce Istan köy'e, oradan da Siracuza (Sicilya)'ya ve sonunda Mesina'ya uğrayarak yoluna devam eder. O, l6 Ekimde Fransa'nın güney sahilindeki Villefrache'a varır. Ancak bu şehirde veba hastalığının bulunmasından dolayı Savoie Dukalığına ait Nice'e götürülerek burada uzun müddet alıkonur.
Bâyezit, Cem'in, Rodos'a gitmesinden son derece endişelendiğinden, Gedik Ahmed Paşa'yı şövalyelerle anlaşmak üzere oraya gönderir. Pierre d'Aubbusson, Gedik Ahmed Paşa'nın talebi ve Papa'nın müsaadesiyle Bâyezid'e iki elçi göndererek onunla bir anlaşma yapmıştı. Anlaşma gereğince Bâyezit, şövalyelere Cem'i muhafaza etmeleri şartıyla her sene Ağustos basında 45.000 duka vermeyi kabul ediyordu. Bununla beraber Bâyezit, Venedik'e de müracaat etmiş, Cem şövalyelerden alınarak muhafaza edildiği takdirde onlara Mora'yı vereceğini vaade etmişti. Fakat tecrübeli ve ihtiyatkar Venedik siyaseti, olayların gelişmesini beklemeyi menfaatine daha uygun bulmuştu.
Sultan Bâyezit, memleket dâhilinde de Cem taraftarlığını ortadan kaldırmaya aza etmişti. Kardeşine olan sevgi ve bağlılığını bildiği Gedik Ahmet Paşa'yı siyaset (öldürme) ettikten sonra, İskender Paşa'ya gönderdiği mahrem emirde, Cem'in oğlu olan Oğuz Han'ı öldürmesini emretmişti.
Osmanlı Devleti 'ne karsı bir tehdide vâsıtası olarak kullanılan Cem Sultan, hemen hemen bütün Avrupa devletlerinin ele geçirmek istedikleri bir rehine idi. Papa Innocent VIII, Napoli Kralı Ferrand, Macar Kralı Corvin Matyas onu d'Aubusson'dan isterlerken, şövalyelerin reisi Bâyezid'sen aldığı paradan başka, Cem'in ağzından sahte mektuplar yazdırarak, annesinden de para çekmenin yolunu bulmuş ve Rodos'un emniyeti bakımından şehzâdeyi elde tutmayı faydalı ve vazgeçilmez bir fırsat olarak görmüştü. Şayet Bâyezit, Rodos'a karsı teşebbüse geçecek olursa, basta Papa olmak üzere diğer Hıristiyan devletlere müracaat edecek, Cem'i bahane ederek onlari, Osmanlıların aleyhine teşvik edip hücum etmelerini teklif edecekti. Bu arada Bâyezit, Cem'in, Mısır'daki annesi ve zevcesi ile mektuplaşmasından şüphelenerek, Kayitbay'dan, Cem'in ailesini ister. Fakat red cevabini alır. Bunun üzerine, esasen çeşitli sebeplerden dolayı ihtilaf halinde bulunduğu Mısır Devleti'ne savaş açar.
Bu arada Venedik, bir taraftan Papa'ya Cem'i şövalyelerden almasını tavsiye ederken, bir taraftan da, Avrupa'da meydana gelen hadiseleri günü gününe Bâyezid'e bildiriyordu. Bir müddet sonra bizzat VIII. Charles de bu meseleye karıştığından, Paris büyük bir siyasî faaliyete sahne olur. Bu diplomatik pazarlıklar esnasında, Macar elçisinin Cem'i elde etmek üzere teşebbüse geçtiği bir sırada, Venedik elçisi bu teşebbüsü sonuçsuz bırakmak maksadıyla Floransa'yı da ise karıştırır. Cem'e gelince o, muhafızlarını aldatmak için her çareye bas vuruyordu. Nitekim Sofu Hüseyin Bey'e Frenk kıyafeti giydirmek (kâfir kispetine koyup) suretiyle onu Anne de Beaujeu'nun aleyhtarı olmasından dolayı şatosu muhaliflerin toplanma yerine dönen Duc de Bourbon'un nezdinde gönderdiği gibi, Bourg - Neuf şatosunda kalan Celal Bey'in dönüsünde de onunla birlikte firar hazırlığına baslar. Ancak şövalyeler bunu sezerek, Cem'i adi geçen şatoda yeniden inşa etmiş oldukları Tour de Zizim (Cem Kulesi) denilen, yedi katli bir kuleye nakl ederler. Bu arada, bizzat Cem'in adamlarından Ayaş, Celal, Sinan ve Sofu Sadi Bey'lerin, sabah gezintisi esnasında muhafızlarını öldürüp, onu kaçırmak teşebbüsleri de başarısızlıkla sonuçlanır. Bunun üzerine Cem, sıkı bir sekilde göz hapsine alınır.
Bütün bu gelişmelerden sonra Papa'nın, Cem'i Macarlara bırakmasından endişe eden VIII. Charles, verilen talimat üzerine, Cem'in İtalya'ya gitmesine razı olur. Şövalyeler de bunu kabul ettiklerinden bu hususta 5 Ekim l488'de bir anlaşma yapılır. Bu anlaşma gereğince l1 Ekim l488'de Bourg - Neuf'ten hareket edip Toulon'a varan Cem, Bâyezid'in, Fransa Kralı nezdinde gönderdiği elçinin vaatleri üzerine durdurulmak istenir. Zira tam salahiyetle Fransa'ya gelen Osmanlı elçisi, Cem Fransa'da kaldığı takdirde, Kameme Kilisesinin Hıristiyanlara bırakılacağını, ayrıca mukaddes eşyaların krala gönderileceğini bildirmişti. Kralın durdurma emrine rağmen, acele ile Toulon'san gemiye bindirilen Cem, adeta Fransa'dan kaçırılır. Bu suretle l3 Mart'ta sahili takib ederek önce Ostinya'ya, Tiber nehri yolu ile de Roma'ya ulasan Cem, Vatikan'da kendisine tahsis edilen yere gelir. l4 Mart'ta VIII. Innocent tarafindan resmen kabul edilir. Papa ile görüşmelerinde Avrupa'ya hangi maksatla geldiğini anlatarak artik Mısır'a gidip ailesine kavuşmaktan başka bir düşünce ve arzusunun kalmadığını açıklar. Bu konuda onun yardım ve aracılığını ister. Ancak, Cem'in teessürüne iştirak edip onunla birlikte göz yası döken Papa, gerçekte onu alet ederek, Osmanlı üzerine bir Haçlı seferi açmak emelinde oldugundan, kendisine Macaristan'a gitme tavsiyesinde bulunur. Onun bu teklifine karsı Cem, böyle bir hareketin bütün İslâm âleminde büyük bir nefretle karsılaşacağını belirterek cevap vermiş olur.
Görüldüğü gibi, şehzadenin bir bakıma esaret hayati diyebileceğimiz Batı'daki serüveni, gerçek bir felâketzedenin hayatidir. Vatandan uzak kalmış ve onun hasretiyle yanıp tutuşan Cem, çektiği elemleri şiirlerinde dile getirir. bulunduğu çevrede, şahsiyeti ile ilgili olarak büyük menfaat temini ve siyasî spekülasyonlar icra ediliyordu. Böyle kıymetli bir esire sahip olmakla politik kozlar elde edileceğine inanılıyordu. Şehzadeye sahip olmak için hükümdarlar birbirleri ile yarışıyor ve bunun için çeşitli teşebbüslerde bulunuyorlardı. Bahtsız şehzâde, Rodos şövalyelerinin dolandırıcılık aleti haline gelmiş bulunuyordu. Nihayet, yedi sene kadar devam edecek bir esâret döneminden sonra Papalık makamının sıkıştırması sonucunda, şövalyeler tarafindan Katolik dünyasının reisine satılır. Daha önce de görüldüğü gibi bu müddet zarfında kuleden kuleye ve kaleden kaleye nakl edilerek, şehir şehir dolaştırıldı. Buralarda "devlet bana yar olmadı ah" mısraları ile elem ve ızdırabını dile getirdiği gibi, hac farizasını ifa edip dinî vecibelerini yerine getirdiği için de
"Olsan sehinsah-i Rum, olmazdı hac nasibin
Bin şükür oldu rûzi bu devlet-i muazzam"
Mısralarıyla da kendini teselli ediyordu. Cenab u Allah'a ve Resûlüne olan iman ve muhabbeti o kadar büyük idi ki:
"Ka'betullah'a varup bir kez tavaf eylediğin
Bin Karaman, bin Acem, bin memleket-i Osman'dur"
Mısraları ile de bunu dile getiriyordu. Böylece o, İslâm'a olan bağlılığı ile kendisini teselli ediyordu.
İslâm'a olan bağlılığı ile tanınan Sultan Cem, Papaya satılıp İtalya'ya getirildikten sonra Vatikan'a yerleştirilir. Teşrifat memurunun bütün ısrarlarına rağmen Papanın huzurunda diz çöküp ondan bağışlama dilememişti. Hatta o: "Onlar, Papa'dan mağfiret umarlarmış, ben mağfireti Allah u Teâla'den umarım. Bu hususta Papa'ya ihtiyacım yok. Ölümüme razı olurum, dinime zarar olacak is islememem" diyerek basındaki Osmanlı sarigini da çıkarmadan Papa ile konuşur. İçinde bulunduğu durumu, vakarlı bir sekilde Papa'ya anlatarak Mısır'da bulunan ailesinin yanına gitmek istediğini ve bu konuda kendisine yardımcı olmasını istemişti. Papa ise, tahtı ele geçirebilmesi için, Rumeli sınırında bulunması gerektiğini, Macar Kralı'nın kendisini orada bekledigini ve Hıristiyan fakirlere sadaka vermesinden dolayı da Hıristiyanlığa olan sevgisini anladığını, şayet Hıristiyan olursa, büyük bir Haçlı ordusu toplayarak emrine verebileceğini söylemişti. Cem Sultan böyle bir teklif karsisinda hüngür hüngür ağlayarak " öyle günlere kaldık ki bizi dine davet ediyorsunuz. Ben sizden Mısır yolunu istedim, siz bana bâtıl yol mu gösterirsiz. İtikadımca Muhammed dini hak iken siz hiç dininizden dönüp Muhammed dinine girebilirmişiz? Herkese kendi dininden başkası bâtıldır." diye bu teklifi şiddetle reddederek" Ben dinimi, kardinallik ve papalık değil, Osmanlı Sultanlığı değil, bütün bir dünya padişahlığına değişmem. Böyle sözler bize ezadır" cevabini vermişti. Bundan sonra o, sözlerine söyle devam eder: " Eğer bu sû-i zan, bizim Nasara (Hıristiyan) fukarasına merhametimizden vaki olduysa, bizim dinimizde sadakat-i fukara vardır. Gerek Müslüman, gerek kâfir olsun" der. Bütün bu sözler, talihsiz Cem Sultan'ın İslâm'a ne kadar bağlı oldugunu göstermektedir.
Cem, üç sene kadar Papa'nın yanında kaldı. Bu arada Fransa Kralı VIII. Charles, l494 senesi Eylül ayında büyük bir ordu ile İtalya'ya yürüyüp Napoli Krallığı'nı elde etme ve yanına Cem Sultan'ı aldıktan sonra Kudüs'e doğru bir Haçlı seferi yapma arzusunda idi. Cem'in, kralın eline geçeğini anlayan Papa, tesiri zamanla görülecek sekilde onu zehirledikten sonra Napoli'ye gönderir. Şehzâde, kendisinin bütün varlığı ile inandığı İslâmiyet aleyhinde kullanıldığı ihtimali ile titreyerek böyle bir durumda İslâm ve Müslümanlara zarar vermemek için Allah'ın, onu "Dergah-i izzetine alması için" dua ediyordu. Etrafındaki adamlarına da son vasiyetini yaparak "Benim mevtim haberini intişar ediniz (yayınız) ki, kâfirlerin Müslümanlar üzerindeki oyunları dursun. Bundan sonra karındaşım Hüdâvendigâr Sultan Bâyezit Hazretlerine veresiz. Diyeniz ki beni reddetmesin. Ne vechle olursa olsun benim tabutumu kâfir memleketinde komasın. İslâm memleketine çıkarsın ve cemi-i borçlarımı eda eylesin. Ve benim anamı ve kızımı vesaik taallukatımı ve üstümde hizmette sabıkası olan (bana hizmeti geçen) hüddamımı unutmayıp hallü haline göre riayet eylesin" dedi. Nihayet l3 senelik acı ve elemlerle dolu bir esâret hayatından sonra 36 yasında iken 25 Şubat l495 (25 Cemaziyülevvel 900) Çarşamba günü sabaha karsı vefat eder.
Sultan Bâyezit, Cem'in vefatını duyunca bütün memlekette üç gün yas ilan ettirdiği gibi onun irâdesiyle de bütün câmilerde gıyabî cenaze namazı kıldırılmıştı. Cem Sultan'ın cenazesi, daha sonra Sultan Bâyezit tarafindan memlekete getirtilerek, Bursa'da, Fâtih Sultan Mehmed'in oğlu ve Cem'in ağabeyi olan Sultan Mustafa'nın türbesine defnedilir. Sultan Bâyezit, kardeşi için yüz bin akça sadaka dağıtmış, onun anne ve kızlarına her türlü riayeti göstermişti. Bâyezit, onun hizmetinde bulunanları da takdir ve iltifatlarla karşılayarak onlari çeşitli memuriyetlere tayin eder. Böylece o, anane gereğince hareket ediyor ve kardeşi ile aralarındaki çekişmenin, memleket adına siyasî sebeplerle oldugunu anlatmaya çalışıyordu.
Türkçe ve Farsça şiirleri bulunan Sultan Cem, iyi yetişmişti. Saltanat hırsı yüzünden hem kendisini felakete sürüklemiş, hem de şövalyeler ile Papa'nın elinde Osmanlı Devleti aleyhine bir alet olarak kullanılmıştı. O, uzun süre, gerek devletine, gerekse hânedanına karsı, Hıristiyanların elinde bir alet oldugunun farkına varamamıştı.