NECATİ CUMALI’NIN EDEBİ ŞAHSİYETİ VE SANATI
01 Ocak 1970
“Şair, öykücü, romancı, oyun yazarı, denemeci.
Ciddi hangi ansiklopediyi açsanız,Necati Cumalı’ya ayrılmış sütunun ilk satırında bu nitelemeleri göreceksiniz; ve sütunun altında da , uzun bir eser listesini. Edebi serüvenine şiirle başlayan sanatçımız, edebiyatın hemen her türünde kalem oynatmakla kalmamış, hepsinde de ayrı başarı düzeyini tutturmuştur; bir özelliği de verimliliği: 20. yüzyılın ikinci yarısında en bereketli birkaç yazarımızdan biri oldu Cumalı” diyen Server Tanilli Cumalı’nın edebiyatımızdaki yerini çok iyi açıklar.
Cumalı çeşitli türlerde eserler vermesinin nedenini 15 aralık 1974 yılında Kemal Özer’le yaptığı konuşmada şu şekilde dile getirir:
“Şiirin, romanın, tiyatronun öğeleri ayrı ayrı. Roman ve küçük hikayenin yapısı genel olarak düşünceye dayanır. Şiirse bir kelime sanatıdır daha çok. Şiirde duygu ve düşünce varsa ancak şiir olarak söylendiği ölçüde vardır. Devamlı şiir yazmanın bir şair için kaçınılmaz sonucu kendini tekrarlamaktır. Kendini tekrarlamaktan kaçmanın yolunu edebiyatın çeşitli türlerinde eser vermekte görüyorum.”
Cumalı II.Dünya Savaşı yıllarında şiirle yazın yaşamına girmiş, ilk şiirini Urla Halkevi dergisinde yayımlamıştır.
“1940 ortalarından girdim yazın dünyasına” diyen Cumalı için Server Tanilli şu değerlendirmeye yapmıştır: “O yılların ağır iki eğilimi, ‘Garip’ akımı ile 1940 kuşağının gerçekliğe daha da soldan bakan tavrıdır. Garipçilerin ölçüden uyaktan kaçan, şairâneliğe sırt çeviren yalın söyleyişi ve sıradan insanı esas alan anlayışını pek doğal bulur Cumalı. Ne var ki, şiirini, her iki eğilimin etkilerinden arındırarak kurtarmaya çalışan şair, gitgide kendi sesini bulur.”
Ayrıca Cumalı “İkinci Yeni” adıyla 1950’lerde başlayıp gelişen eğilimin hep uzağında durmuştur.
Cumalı şiirlerinde “bireysel” ve “toplumsal” temaları işler. Refik Durbaş Cumalı’nın ilk şiir kitabından başlayarak sırayla yayımladığı kimi kitaplarındaki tema ve konuları şöyle özetlemektedir:
“Kızılçullu Yolu’nda topladığı şiirlerde yalın bir duyarlık, değişik duygu ve izlenim güzellikleri göze çarpar. Hayata gülümseyerek bakmaktadır, yaşama sevincini yansıtan küçük şiirleriyle tanınır daha çok.
1945’te Harbe Gidenin şarkıları adı altında toplar şiirlerini. Bu kitapta ise II.Dünya Savaşı’nın genç bir insanda yarattığı tepki ve üzüntüleri dile getirirken, insana, doğaya, aşka ve savaşa yalın bir şaşkınlık içinde bakar.
Mayıs ayı Notları, Güzel Aydınlık(1951), İmbatla Gelen(1955), Güneş Çizgisi(1957) adlı kitaplarındaki şiirlerin ana teması tek bir sözcükle aşktır…Toplumsal konuların işlendiği şiirlere bir örnek ‘Karakol’ şiiri.”
“Necati Cumalı’nın son dönem kitaplarından Acı Güneş(1980) Akdeniz, Bozkırda Bir Atlı(1982) Anadolu duyarlığından kaynaklanan şiirlerden oluşur. Bu şiirlerde eski ile yeni, tarihsel bir kesitle birleşmiştir.”
Aşklar ve Yalnızlıklar(1985) adlı kitaptan yaşam ve doğa sevgisi, yaşama sevinci, aşk ve yalnızlık gibi temalar işlenirken; Kısmeti Kapalı Gençlik(1986) de toplumsal duyarlılığın depreştirdiği yaşama hakkıyla ilgili temalar işlenmiştir.
Şükran Kurdakul Cumalı’nın şiirleri için şu değerlendirmeyi yapar: Cumalı ilk gençlik şiirlerini birleştiren Kızılçullu Yolu’nda(1943) bir duyu, şairi olarak gözüktü. Doğayı ve yaşamı bir türlü hafifliği içinde yansıtan bu şiirlerinden sonra, içten söyleyişi, dil ve anlatım ustalığını yitirmeden toplumsal temalara yöneldi. Yaşar Kemal’in deyişiyle “yaşlanmaz şair çocuk” kalarak dünyaya ve insanlara hep iyimser gözlerle baktı. Yazıldığı yılların beğeni sınırları içinde kalmayan ince duygularla ve küçük insanların yaşamlarındaki bilinen gerçeklerden ayrılmayan aşk şiirleri yazdı. 1960’dan sonra toplumsal gerçekleri özümsemek isteyen şiirlerinden kimilerinde eski başarı çizgisini yitirmedi.
Cumalı’nın şiirlerine egemen olan unsurlar: Yalınlık, açık bir duyarlılık ve lirizmdir.
“Şairler her şeyden önce sözcüleridir bu toplumun” diyen Cumalı şairin ve şiirin gücüne inanmıştır.
Öncelikle şair olan Cumalı’nın şiirden orta kalan zamanlarda hikâye, roman, deneme ve oyun yazdığını daha önce belirtmiştim. Şimdi bu türler üzerinde duralım.
Cumalı’nın “hikaye konuları taşrada yaşayan bir aydının gözlemleri sevgileri, hatıraları ve kasaba insanlarının meseleleri etrafında” yoğunlaşır.
“Necati Cumalı şiirlerinde olduğu gibi kendi izlenim ve gözlemlerinden bolca yararlanır. Eserlerinde suça eğilimli insanların çok olması da yazarın avukatlık olan mesleğiyle yakından ilgilidir. Bu hikâyelerdeki önemli bir özellik de cinsellikle ilgili davranışların bolluğudur. Yazar güçlü tasvirleriyle okuyucusunu etkilemektedir. Bu hikâyeler okunduktan sonra kendilerini unutturmaz ve sık sık hatırlanır. Bunun sebebi yazarın sosyal ve psikolojik tenkitlerini ustalıkla hikâyelerine yerleştirmiş olmasıdır. Bir Rumeli muhaciri olan Necati Cumalı Makedonya 1900’deki hikayelerin konularını çocukluk hatıralarından almıştır.”
Cumalı romanlarında ise Ege çevresinin, özellikle tütün işçilerinin meselelerine değinmiştir. Köyün ve köylünün birbirleri ve diğer toplulukları ile mücadelesinden ziyade tabiatla olan çatışmasını işlemiştir. Dolayısıyla gerçekçilik çizgisi tasvircilikten ileri gitmemiştir.
“Romanların en güzellerinden olan Tütün Zamanı(1959) tütün ekimiyle uğraşanlar arasında geçen ve tatlıya bağlanan üçlü bir aşk ve kız kaçırma hikayesidir. Eserin ikinci baskısı Zeliş adıyla çıkar(1971). Zeliş eserin kahramanının adıdır. Acı Tütün’de yazar Urla bölgesinde 1952 yılında tütün fiyatını düşük bırakılması sonucun tütün yetiştiricisinin isyanlarını, politik göndermeler ve bir aşk hikayesiyle birlikte anlatır. Aşk da Gezer(1975)’de tiyatro sanatçılarından söz eder.”
Cumalı romanlarıyla ilgili düşüncesini şu şekilde aktarır:
“Beni yazarlığa iteni yaşadığım olayların baskısı ve söylenmemişliğidir. Tütün zamanı üçlüsünde, yani ilk üç romanımda bir çeşit borç ödedim. Babam beni ve kardeşlerimi küçük toprak sahibi bir tütün eskicisi olarak yetiştirdi. Zeliş’te, ekicilerin özel yaşayışlarını, güç yaşam koşullarını, Yağmurlar ve Topraklar’da gelir kaynağı tütün olan bir kasabanın toplumsal yapısını ve doğa ilişkilerini, Acı Tütün’de ise, emeğini değerlendirmede karşılaştığı güçlükleri ve sömürülüşünü yansıtmaya çalıştım. Bu üç romanda, zaman zaman kendimin de aralarına karıştığım, çok yakından tanıdığım kişilerin romanıydı.
Aşk da Gezer’de roman olarak ilk kez kente geçiyorum. Bu romanımda kişilerin tiyatro çevresinde yaşayanlar.(Tiyatroda) seyirci salonda, tiyatrocular perdenin gerisinde kalır. Ben bu romanımda bu perdeyi aralamaya açmaya çalıştım”
Tiyatroya ilgisi daha çocuk yaşta başlayan Cumalı, geleneksel tiyatromuzdan da etkilenmiştir. Cumalı: “Çok küçük yaşta, Urla’ya, gezici tiyatro cambaz kumpanyaları, arada bir karagözcüler gelirdi. Çocukluğumda onların gelişleri kadar beni sevindiren başka bir olay hatırlamam. Cambazların palyaçoları vardı. O palyaçoların küçük skeçlerine, tekerlemelerine bayılırdım. Bir iki, en çok üç gün sonra bu türlü kumpanyalar kasabadan ayrılırdı. Arkalarından günlerce, aylarca akranlarımızla aramızda o skeçlerden, karagözlerden, salaş tiyatrolarından hemen hemen kelimesi kelimesine aklımızda kalan tekerlemeleri, oyunları tekrarlardık.
Urla’daki evimizin bahçe tarafında bir samanlık vardı. İlkokulun üçüncü sınıfında bu samanlığı karagöz odası yapmıştım. Her akşam okul dönüşü toplayıp arkadaşlarıma bildiğim kadarıyla karagöz oynatırdım. Yıllarla tiyatro sevgim bilinçli bir şekil aldı. İlk doğru dürüst tiyatroyu, İstanbul Şehir tiyatrosunun İzmir’e gelişinde gördüm”
Cumalı, 1947 yılında yayınladığı ”Tiyatrocular” adlı hikayesinden sonra “Muhsin Ertuğrul’un teşvikiyle” oyun yazmaya başlamıştır.
Songül Taş Cumalı’nın oyunlarını ve oyun yazarlığını iki bölüme ayırmıştır: “Hazırlık dönemi”, “olgunluk dönemi”. Olgunluk dönemini de kendi içinde “birinci devre” ve “ikinci devre” olmak üzere ikiye ayırmıştır.
Hazırlık dönemi “Cumalı’nın oyun yazarlığında arayışlar içinde olduğu dönem, kişisel üslubunu oluşturmaya çalıştığı 1949-1960 yılları arasındaki eserleriyle şekillenir.”
Yazar bu dönemde trajik yönü ağır basan dram ve komediler kaleme almıştır.
İlk oyunu 1949 yılında kaleme aldığı “Boş Beşik”tir.
“Daha ilk oyunu ile halk kaynaklarına yönelen ve Anadolu insanını töreleri, baskıları ve sıkıntıları ile sahneye taşıyan Cumalı, bu eserinden sonra tek perdeli üç komedi kaleme alır. Komedi ile fars gülünçlemesi arasında bir yerde olan bu oyunlarını yazar, yazma zamanından yıllar sonra (on beş-yirmi iki yıl) ancak yayınlama imkanı bulur. Yazılma zamanına ait unsurları ile dikkati çeken, yazarın folklor tutkusu ve avukatlık yıllarının izlenimi taşıyan bu oyunlarda geleneksel tiyatrocumuzun tuluata dayalı söz ve davranış komiği dikkati çeker. Dramda olduğu gibi komedide de Cumalı, Anadolu gerçeklerini sahneye taşır. Kişisel zaaflardan toplumsal kusurlara uzanan sorunları, komedinin yumuşak zemininde düşündürmeye yönelik bir tarzda sergiler.”
Cumalı Paris’te olduğu sırada “Mine” adlı oyunu yazmıştır. Bu oyun Cumalı’nın geçiş devresinin son eseri, dramda kişisel üslubunun habercisidir. Ayrıca bu oyun Cumalı’nın oyunlarının temelini oluşturan üç unsuru beraberinde getirir: Kasaba veya küçük yerleşim merkezleri, kadın ve cinsellik.
“Mahallî renklerle örülmüş oyunlarında, Anadolu insanını temel olan Cumalı kasaba gibi dar yerleşim merkezlerini bilinçli olarak seçer. İnsanımızı daha iyi anlamanın ve anlatmanın mekânı olarak gördüğü ‘kasaba’ ile ilgili olarak şunları söyler: Kasaba, yani ne kent ne köy, ikisi karşımı bir yerleşim merkezi. Türkiye’yi en iyi yansıtan yerleşim örneğidir bence kasaba. Kasaba kültürü bütün yaşamımızı etkiler. Kasaba görgüsü egemendir bütün değer ölçülerimize. Politika, eğitim, sanat, hoşgörü ortamını kasaba saptar bizde.”
Cumalı’nın eserlerinde kullandığı kasaba çocukluk yıllarının geçtiği Urla’dır.
“Cumalı, kasaba çevresinin baskıcı zihniyeti içinde kadının sorunlarını gün yüzüne çıkartır. Kadını arzuları, ihtiyaç ve ihtirasları ile sahneye taşır. Ezilen horlanan ve zulme uğrayan kadının yanındadır.”
Cumalı kadını konu olarak seçtiği oyunlarında cinsellik konusunu da ele almıştır. Cumalı “kadını” ve “cinsellik konusunu” toplumsal yönden değerlendirir.
Cinsî sorunları gerçekçi bir yaklaşımla sergileyen Cumalı için “…birinci derecede önemli olan cinselliğin kendisi değil, insanı şu ya da bu davranışta bulunmaya itişi ya da davranışlarında ne dereceye kadar etken olduğudur.”
“Cumalı’nın bu konularına ‘aşk’ı da eklemek gerekir. O Sanat dünyasına taşıdığı insanların, aşklarını yaşamak isterken karşılaştıkları engelleri de somutlaştırır. Cumalı, derin bir aşk yorumcusudur. Aşk, bilmeyen, tanımayan insandan korkar, çünkü ona göre insanı, insan yapan duyguların ilkidir aşk.”
Cumalı olgunluk döneminin birinci devresinde(1960-1970) yine komedi ve dramlar kaleme almıştır. Bu dönemde oyunlarındaki kişiler ve olaylar tiyatroya canlılık kazandırmıştır.
“Olgunluk döneminin ilk yıllarında halk kültüründen hareketle yazdığı Nalınlar’ın sahnelenmesiyle şöhret kazanan Cumalı, halkın ifade zenginliğini bütün güzelliği ile sahneye taşır.”
“Gülünç ironi ile şekillenen komedilerde toplum düzeninden bürokrasiye, kişisel bunalımlar ve çatışmalardan, aşk arayışına uzanan bir çeşitliliği sergiler Cumalı. Kişilerin zaaflarını sivriltmiş, ironik durumlardan hareketle gülünç ironiye zemin hazırlama, yanlış anlamalardan kaynaklanan söz ve davranış komiğini sergileme, deyimlerle halk ifadelerinden yararlanarak benzetme amaçlı eğlenceli diyaloglar geliştirme, kafiye düşürme gibi yollarla güldürücü unsurunu yakalamayı başarır.”
Oyunlarında insanı ele alan yazar onu somutlaştırarak sosyal düzen içindeki yerini belirler. İnsanın kişisel sorunlarından yola çıkarak toplumsal sorunları ele alır.
Bu dönemde yazar köy ve kasaba insanın sorunlarından kişinin kendi kendisiyle
hesaplaşmasına kadar çok çeşitli konuları ele almıştır. “Tiyatronun ilgi alanının genişlemesine katkıda bulunan, tiyatro edebiyatını, kişileri, olayları ve çevresiyle zenginleştiren Cumalı, Ege insanını her yönüyle oyunlarına temel alır.”
İkinci devrede ki (1960-2001) oyunlarında yazar daha çok “zaman” üzerinde yoğunlaşmıştır. Yazar bu devrede de dram ve komedi tarzında eserler kaleme almıştır.
“Muhteva ve teknik bakımından dengenin esas olduğu bu dönemde daha ustaca bir sahneleme ve diyalog geliştirme dikkati çeker. Mesajı davranışlarla ve sözlerle hayatın tabii akışına uygun ve taşlayıcı yönde biraz abartarak, sivrilerek yanılsama esastır.”
Yazarın kaleme aldığı son eserleri hayatı ile paralellik gösterir.
“Dram alanında yazdığı eserlerde ortak bir ruh hâlinin yansıması sezinlenir: Geçmişe özlem, geçmiş yılları sorgulama kendi kendisiyle hesaplaşma, bir amaç uğruna harcama…
Yazarın hayatıyla paralellik gösteren bu hesaplaşmada yaşlılığın tesirlerini bulmak mümkündür. Yazar, hüzünlü lirik bir şarkı mırıldanır gibi, bir daha dönmeyecek olan yıllara karşı özlemlerini ifade eder, yaşadıklarının hesabını çıkarır gibi, hayat felsefesini, dünya görüşünü sergiler.”
Geleneksel Türk tiyatrosunun önceliklerinden yola çıkarak Batılı tiyatro yazarlarını ve Yunan tiyatrosunun kaynağını anlamaya çalışan Cumalı oyunlarında Aristotelesçi bir yaklaşım sergilemiştir.
“Aristotelesçi; benzetmeleri tiyatroda yer alan kapalı biçim ve dramatik yapılaştırmayı, mimesis’e (benzetme), ‘katharsis’ veya ‘katastatis’e bağlı sergilemeyi esas olan Cumalı, bu tiyatronun bütün kurallarına uymaz. Üç birlik kuralının esas olduğu benzetmesi tiyatronun bu unsurunu çoğunlukla ihmal eder. Daha çok tek perdeli oyunlarında söz konusu birliğe uymaya çalışır. Akımları ve teknikleri ‘sınırlayıcı’ ve ‘kısıtlayıcı’ bulan Cumalı, kurallara uymak için herhangi bir zorlamaya gitmez.”
Cumalı’nın eserlerinde realist, romantik ve ekspresyonist yaklaşımlar göze çarpmaktadır.
Songül Taş Cumalı’nın bütün oyunlarını esas alarak, oyunlarının özünü ortaya koyan bir değerlendirme yapmıştır:
“Fikrî temelde ‘ulus olma bilinci’yle Atatürkçü, çağdaş ve laik bir toplum anlayışına yer verilir. Bu anlayışla ve hümanist bir yaklaşımla madde ile mana arasında bocalayan Anadolu insanının sorunları ve toplumun aksayan yönleri sergilenir.
İnsanî temelde, çevre şartlarının insanı şekillendirmesi, içgüdü ile çevre şartları ve törelerin çatışması esastır.
Sosyolojik temelde, anlayışların, değerlerin, fikirlerin ve duyguların çatışması sergilenir. Bölgesel sorunlar, farklı düşünce ve adetler, toplum düzenindeki ve devlet çarkındaki aksamalar sahneye ulaştırılır.
sikolojik temelde ise kişilerin hem kendi ‘ben’i ile çatışması hem de ‘üst beni’ yani çevresi ve toplumla çatışması söz konusudur.
Türk tiyatro edebiyatına ve sahne hayatına yerli ve değişik konuları ve kişileri getiren Cumalı, karmaşık ilişkileriyle ve yapısıyla beliren ‘insan’ın, karanlıkta kalan taraflarına ışık tutar. Toplumun ve toplum içinde sıradan insanın sınırlarını aşan başarılarıyla Türk tiyatrosunun dünyaya açılmasına katkıda bulunan Necati Cumalı insan ve tabiat sevgisini aşk ve memleket sevgisiyle birleştirir.Hem insan hem de toplum adına özeleştiri sayılabilecek oyunlarıyla kendi gerçeklerimizi gün ışığına çıkarır.”
Necati Cumalı çok yönlü çalışmalarıyla, edebiyatımızın her türünde başarı örnekleri gösteren sayılı yazarlarımızdan biridir.