Hakkari ve Şırnak Üzerinden ‘Fatsa’ Denemesi
Adnan Faruk 01 Ocak 1970
Fatsa’yı bilirsiniz… Doğu Karadeniz bölgesinin geçiş güzergahında bulunan bu ilçeyi, Türk siyasetinde akılda kalır hale getiren ise 14 Ekim 1979 tarihinde yapılan yerel seçimdi. Bu seçimde, 1970’lı yıllarda yapılan “fındık eylemlerinde” ön plana çıkan isimlerden birisi olan Terzi Fikri (Fikri Sönmez) belediye başkanlığını kazanmıştı. Seçimin kazanılması, dönemin siyasal koşulları ve örgütlü yapıların ilçe üzerinde yoğunlaştırdıkları faaliyetlerin etkisiyle Fatsa, kısa bir sürede ‘kurtarılmış bölge’ olarak adlandırılmaya başlandı…
Kurtarılmış bölge yapılarına ilişkin tartışmalara girmeden, genel anlamıyla kurtarılmış bölge yapısı analiz edildiğinde; “örgüt için para toplanacak, topla”, “şu gerekçe ile veya gerekçesiz boykot yapılacak, yap”, “miting veya protesto var, haydi alana” gibi emirlerin, baskının ve sindirmenin karşılık bulduğu bir yapı olduğu görülür. Kurtarıldığı iddia edilen bölgedeki tüm süreçler, örgütlü yapı tarafından kontrol edilir… İnsanların tercihleri ve farklılıklar görmezden gelinir, yok sayılır, hatta tehdit altında tutulur… Her türlü talep, baskıcı ve ceberut devlet gibi tehdit olarak değerlendirilir ve bastırılır. İşte tamda bu noktada, bölgeyi kimin ‘kurtardığı’ önemini kaybeder! Çünkü halk ve birey açısından ortaya çıkan sonuç aynıdır… Tehdit, baskı, korku, hak ihlali ve haraç…
İşte bugünlerde, 12 Eylül öncesi terör ortamında sıklıkla duyulan “kurtarılmış bölge” kavramının Fatsa örneği, PKK tarafından hayata geçirilmeye çalışılıyor. Referandum sürecinde ortaya çıkan sonuçlardan da destek alan örgüt, Hakkari ve Şırnak’ın bazı bölgelerini kapsayan bir alanda, yeni ‘Fatsa’ girişimini deniyor…
Bu sürecin, Öcalan tarafından tasarlandığı ve PKK kontrolünde yaşama geçirilmeye çalışıldığı açık. Bunun göstergeleri ise (1) Öcalan’ın, son zamanlarda avukatlarıyla yaptığı görüşmelerde Hakkari ve Şırnak üzerinden yaptığı analizler, (2) ‘Barzanici’ kimliklerine rağmen bu bölgelerin referandum sürecine verdiği desteğin Öcalan tarafından yüceltilmesi ve (3) Öcalan’ın önerileri doğrultusunda hazırlanan “özerk Kürdistan inşası projesi” taslağında öngörülen kent, belde, köy ve mahalle komitelerinin kurulmasına ilişkin çalışmaların bu bölgede aktif hale getirilmesidir.
Örgüt kontrolünde yürütülen bu çalışmaları, eski tanımlama ile ‘kurtarılmış bölge’, yeni tanımlama ile ‘özerk bölge’ oluşturma çabasının, Hakkari ve Şırnak hattında hayata geçirilmesi olarak adlandırmak mümkündür…
Yaklaşan seçim sürecine doğru; yapılanma, katılım ve örgütlenme biçimi konusunda en ufak bir değerlendirmeye dahi izin verilmeyen DTK’nın, çalıştay ile kamuoyunun gündemine getirdiği “özerk Kürdistan inşası projesi” taslağında yer bulan; “özerk Kürdistan”, “öz savunma güçleri” ve “iki bayrak” gibi önerilerin, oluşturulmaya çalışılan ‘kurtarılmış bölgelerde’ uygulama sürecine geçirileceği ve sürekli bir biçimde tartışma zemininde tutulacağı açık. Oluşturulacak düşük yoğunluklu gösteriler ile bu sürecin ulusal ve uluslararası kamuoyunda farklı bir boyut kazanması da amaçlanıyor… Bu ise taslaktaki önerilerin olabildiğince tartışılması, kabul görmesi için kamuoyu oluşturulması ve kurtarılmış bölgelerin Gazze ile örtüştürülmeye çalışılmasıdır.
Hakkari-Şırnak hattında oluşturulmaya çalışılan durumu, Gazze ile örtüştürme ve benzeştirme çabalarının tutarlı bir benzetme olmadığı açık… Çünkü (1) Gazze, kuşatma altında olsa da, bağımsız bir devletin parçasıdır ve (2) Hamas, seçimle ortaya çıkmış iktidarı temsil etmektedir. Bu nedenle de; düşünsel çerçevesi Öcalan tarafından çizilen, uygulama sürecini PKK’nın yönettiği ve DTK’nın da gündeme tutarak ulusal ve uluslararası destek oluşturmaya çalıştığı “kurtarılmış bölge” girişimini tanımlayan en iyi örnek, ‘Fatsa’ benzetmesidir…
Kurtarılmış Bölge ve Demokrasi;
DTK sözcüleri, “var olan sorunları konuşmak lazım” ve “Kürt meselesinde kalp gözüm açıldı” diyerek önerilen taslaktan ve dolayısıyla da ‘Fatsa oluşturma’ girişiminden yana taraf olanların görmediği, görmek istemediği ve tartışmadan kaçındıkları konu, “özerk Kürdistan ve öz savunma güçleri” gibi başlıklardır. Bu nedenle de, olan biteni tüm çıplaklığıyla ortaya koymak yerine, devlet eliti dışında kalan herkesin çözülmesi konusunda ittifak ettiği, anadilin toplumsal yaşamda kullanımı ve anadilde eğitim sorunu üzerinde yoğunlaştıkları görülmektedir!
Var olan sorunları konuşmak, tartışmak, çözüm arayışları için kafa yormak, yapılan yanlışlar, hatalar üzerinden özeleştiride bulunmak ve ‘özür dilemek’ kuşkusuz çok önemli. Ancak örgütün bu süreçteki tutumunu ve pozisyonunu görmemek ve gözden kaçırmaya çalışmak ta doğru değil. Çatışmadan bahsediliyorsa, iki tarafın varlığını ortaya koymak lazım. Çünkü çatışma tek taraflı olmaz. Devletin ve güvenlik güçlerinin taraf olduğu tüm hak ihlallerini mahkum etmek önemli olduğu kadar, örgüt tarafından gerçekleştirilen saldırıları, hak ihlallerini ve antidemokratik uygulamaları da mahkum etmek gerekir. Dolayısıyla da, tek taraflı suçlama, karalama ve özeleştiri, çözüm sürecine katkı sunmaz…
Örgüt politikalarına eleştiri getiren veya alınan kararlara uymayan insanlar, taslakta var olan öneriler doğrultusunda, örgüt tarafından kurulan ‘mahkemelerce’ yargılanıp infaz ediliyorsa, DTK tarafından gündeme getirilen taslağı, salt bir öneri olarak değerlendirmek zorlaşır. Kürt meselesi konusunda farklı bir dil kullananlar, bunu ifade edenler ve yazanlar ölümle tehdit ediliyorsa ve olup bitene DTK ve BDP seyirci kalıyorsa, bu örgütleri ‘sivil ve PKK dışı oluşumlar’ olarak tanımlamak imkansızlaşır. İlgilenenler, somut birkaç örnek üzerinden bu gerçeğe görebilirler. BDP ve DTK’nın; Hakkari ve Şırnak’ta infaz edilen imamlar ve Orhan Miroğlu’na yönelik ‘ölüm tehdidi’ konusunda ortaya koyduğu tutumu bilen ve bunu sorgulayan veya eleştiren var mı? “Kürt meselesi konusunda kalp gözüm açıldı” diyenler, örgüt tarafından infaz ve tehdit edilen bu kişilerin uğradığı hak ihlallerini, bu örgütsel yapılarla birlikte, tartışmaya açabiliyor ve örgütlerin tutumlarını sorgulayabiliyor mu?
Özetlemek gerekirse; toplumsal ve bireysel özgürlükleri sınırlayan her türlü dayatma, yasak, engelleme ve ‘kurtarma’ girişimlerine karşı çıkmak oldukça önemlidir. Bu tutuma özen gösterenlerin, örgütün taraf olduğu hak ve özgürlük ihlallerine karşı çıkmanın da büyük bir öneme sahip olduğunu bilmeleri gerekir! Çünkü iyi, doğru, özgürlükçü ve demokrat insan olmak, halklar ve haklar arasında ayrımcılık yapmamayı gerektirir!