İMAM-I MUHAMMED B. İDRİS EŞ-ŞAFİİ (H.150-204/ M. 767-819) / M. Ali KAYA
01 Ocak 1970
Hicri 150 yılında Filistin’in Gazze vilayetinde dünyaya geldi. İmam-ı Azam’ın vefat ettiği sene dünyaya gelmiş olmasından dolayı insanlar onun İmam-ı Azam’ın vefat ettiği gece dünyaya geldiğini söylerler. Şafii Kuryeş’e mensup olup nesebi peygamberimizin (sav) dedesi Haşim’in kardeşi Muttalip’e dayanır. Mutaalipoğulları gerek cahiliyede gerekse İslamiyetten sonra daima Haşimoğullarını desteklemişlerdir. Bu nedenle peygamberimiz (sav) ganimet taksiminde Haşimoğullarına hisse ayırdığı gibi Muttalipoğullarına da ayırırdı. Gerekçe olarak da onların İslama yaptığı desteği nazara verirdi.
Şafii’nin babası İdris, onun babası Abbas, onun babası Osman, onun babası Şafii, onun babası da Kureyşî ve Muttalibî olan Sâib’dir. Böylece Şafii’nin soyu peygamberimiz (sav) ile Abd-i Menâf’da birleşmektedir. Şafii’nin annesi Yemen’li olup Ezd kabilesine mensuptur. Babası henüz beş yaşında iken vefat etmesinden solayı Şafii’nin eğitimini annesi onu alarak Mekke-i Mükerreme’ye akrabalarının yanına götürmüş ve bulüğ yaşına kadar orada eğitim görmüştür.
İmam-ı Şafii dokuz yaşında Kur’ân-ı Kerimi hıfzetmiş, on beş yaşına kadar Mekke müftüsü Müslim b. Hâlid’den temel ilimleri öğrendi. Arap dili ve edebiyatının inceliklerini öğrenmek için bâdiyeye, bozulmamış Arap kabilelerine ve bilhassa en fasih Arapçayı konuşan Huzeyl Kabilesine giderek saf Arap dilini ve şiirini öğrenmiştir. Peygamberimizin Hadislerini Mekke’de hıfzetmiştir. Bu nedenle Arap dili ve edebiyatı uzmanı şair El-Asmâî Arap şiirini Muhamed b. İdris eş-Şafii sayesinde sıhhatli bir şekilde öğrendiğini itiraf etmiştir. Kısa sürede Mekke’de parmakla gösterilen bir şair ve ilim adamı oldu.
Bir gün Lebid’in bir şiirini okurken Araplardan biri onu azarlayarak “Lebid gibilerle meşgul olursan onların seviyesine inersin. Kendini ilme ver ki âlimler seviyesine çıkasın” diyince bu sözden etkilenerek kendisini din ilmine verdi. Çok fakir olduğu için kullanılmış kağıtları alır ve bunlar üzerine ilme ve hadise ait meseleleri yazardı. İmam-ı Mâlik’in “Muvatta” isimli hadis mecmuasını ezberledi. Henüz on beş yaşına gelmeden Mekke uleması tarafından kendisine fetva yetkisi verildi.
Kendisini yeterli görmeyen İmam-ı Şafii Medine ulemasının ilmini almak için Medine-i Münevvere’ye gitti. Mekke valisinin mektubunu alarak zamanın alimi olan İmam-ı Mâlik’in yanına gitti. İmam-ı Mâlik kendisine Muvatta’dan hadis okutmak isteyince “Efendim ben onu ezberlemiş bulunuyorum. Dilerseniz ben okuyayım siz takip buyurunuz” dedi. Bu söze hayret eden İmam-ı Malik “Şayet kurtulacak birisi varsa oda bu çocuktur” dedi ve Şafii’yi kendi hizmetine aldı. Şafii bu sırada henüz 18 yaşlarında bulunuyordu. Bir müddet yanında kalarak Medine ulemasının ilmini ve Medine halkının peygamberimizin (sav) öğretisine dayanan amelini aldı ve öğrendi. İmam-ı Şafii ayrıca Süfyan b. Uyeyne, Fudayl b. İyaz’dan hadis rivayet etti. Daha sonra Mekke-i Mükerreme’ye geri döndü.
Fakir olduğu için tahsil hayatında akrabalarının yardımları ile geçiniyordu. Dünyevi ihtiyaçlarını karşılamak için paraya ihtiyacı vardı. Bu nedenle Mekke’ye Hac vazifesini ifa için gelen devrin hükümdarı Harun Reşid’in yemen valisine müracaat etti. Onunla beraber Yemen’e giderek Necran bölgesinde idarecilik ve kadılık görevini yapmaya başladı. İlmi, zekâsı ve adaleti ile ün saldı. Namı her yere yayılmaya başladı. Menfaatlerini hükümetin kesesinden takip eden dalkavuklara fırsat vermeyince İmam-ı Şafi’yi Bağdat’ta bulunan Halife Harun Reşid’e “Şii propagandası yapıyor, devlete isyan edebilir” diye şikâyet ettiler.
Zamanın Abbasi halifesi Harun Reşit her en kadar âlim ve fazıl birisi ise de zamanın siyasi nezaketi gereği Ali oğularına karşı bir tutum izlemek zorundaydı. Bu nedenle H. 184 yılında henüz 34 yaşında olan İmam-ı Şafii’yi elleri kelepçeli olarak Bağdat’a getirtti. Necran bölgesinde zaman zaman baş gösteren ayaklanmaların perde arkasında lideri olarak suçlanarak Harun Reşid’in karşısına çıkarılan İmam-ı Şafi’ye “Sen de mi Alevîsin?” şeklinde yöneltilen soruya İmam-ı Şafi “Alevîlik ‘Ehl-i Beyti’ sevmek ise tüm insanlar ve cinler şahit olsunlar ki ben Alevîyim” diye çekinmeden cevap verdi. İmam-ı Şafi’yi sorgulayanlar arasında İmam-ı Azam’ın talebesi ve Bağdat kadısı olan İmam-ı Muhammed’de vardı. Bağdat kadısı İmam-ı Muhammed Şafi’yi iyi tanıyordu. Serbest bıraktı ve Harun Reşid’e onun ilimini, itikadını ve faziletini anlattı ve büyük bir itibar görmesini sağladı.
İmam-ı Şafi Bağdat’ta bir taraftan İmam-ı Muhammed’den Hanefî fıkhını öğrenirken diğer taraftan ilim öğretmeye başladı. Etrafına toplanan talebelerin içinde İmam-ı Ahmed b. Hanbel de bulunuyordu. İmam-ı Şafii kendisini ilmî çalışmalardan uzaklaştıran idarecilik ve kadılık görevinden böylece ayrılmış ve yeniden ilmî çalışmalara dönmüştü. İki sene içinde Bağdat ulemasının ilmini aldı ve “Mezheb-i Kadim” dediği içtihatlarını oluşturdu. Bazen bir gecede kırk meseleyi çözüme kavuşturuyor ve bu meselelerle ilgili içtihatlarını yazıyordu.
İmam-ı Muhammed’in himayesinde onun ile beraber çalışan Şafii böylece Hanefi Fıkhını tamamen öğrenmişti. İbn-i Hacer el-Askalânî, Şafii ile ilgili olarak “Medine Fıkhını İmam-ı Malik’in bizzat kendisinden, Hanefî fıkhını da bu fıkhın yazılmasını ve yerleşmesini sağlayan İmam-ı Muhammed b. Hassan’dan bizzat alan, hem akıl ve rey, hem de hadis ve Medine halkının amelini tam olarak öğrenen İmam-ı Şafi bütün bunları kendi potasında eritmiş ve mezhebini oluşturmuştur” demektedir. İmam-ı Şafii bizzat kendisi “Irak ehlinin ilmini bir deve yükü kadar aldığını” ifade etmektedir.
İmam-ı Şafi ilmin artması ve hakikatlerin ortaya çıkması, Kur’an ve Hadisin anlaşılması için herkesle “mücadele” ve “münakaşa” etmekten asla çekinmiyordu. İmam-ı Muhammed de bu ilmî tartışmaları teşvik ediyordu. Zira ilim belli kişi ve kurumlara has değildi ve ilmî münazara ve münakaşalar ilmî çalışmaları teşvik ederek ilmin gelişmesine imkân sağlıyordu. Tabii ki onların ilmî münakaşaları hak namına ve hakikatin ortaya çıkmasına hizmet etmek içindi.
İmam-ı Şafi Bağdat’ta kaldığı iki seneyi çok iyi değerlendirerek “Mezheb-i Kadimini” oluşturmuştur. Mekke, Medine, Yemen, Bağdat ve Irak’ın ilimlerini ve fıkhını toplamış, mukayesesini yapmış ve “Usullerini” öğrenmiştir. Bütün bunları değerlendirdikten sonra “Kur’an ve Hadis” kaynaklarından hüküm çıkarmak için “Usul İlmine” ağırlık vermiş ve “İlm-i Usul / Metot” kaidelerini oluşturmuştur. Oluşturduğu Metot dâhilinde İmam-ı Malike ve Irak Ehline muhalefet ettiği konuları kitaplaştırmıştır. “Usul-i Fıkhın” kurallarını sağlam bir şekilde oluşturmuştur.
İmam-ı Şafi daha sonra Mekke’ye tekrar dönmüştür. Mekke’de ilmini yaymaya başlamıştır. Uzun bir süre Mekke’de kaldıktan sonra hükümetin merkezi olan Bağdat’ta ulemanın toplanmış olmasından dolayı H. 195 yılında tekrar Bağdat’a gitti. Herkes İmamın derslerine devam ediyordu, imam da ilmin burada yayıyordu. Bu arada Harın Reşit vefat etmiş onun yerine halife Emin gelmiş, o da vefat ettiği için Me’mun idareye geçmiş bulunuyordu. Me’mun Mutezilî olduğu için İmam-ı Şafi rahat edemedi. Halife Me’munun kadılık teklifini de geri çeviren Şafii Ancak İmam mezhebinin burada kabul edilmeyeceğini anlayınca ilmin yeni yayılmaya başladığı Mısır’a Kâhire’ye gitmeye karar verdi. Mısır’da kadılık yapan Abdillah b. Abbas el-Kureyşî de kendisini Mısıra davet etmesi üzerine H. 200 tarihinde Mısır’a giderek Kâhire’ye yerleşti ve “Mezheb-i Cedid” adını verdiği “Şafi Mezhebini” burada oluşturdu. Bütün birikimlerini değerlendirdi ve burada “El-Ümm” isimli sekiz ciltlik eserini yazdı.
İmam-ı Şafii Mısırda bulunduğu dört sene içinde mezhebini oluşturdu ve Mısırlılar İmam-ı Şafinin mezhebini kabul ederek onunla amel etmeye başladılar. Henüz genç bir yaş olan H. 204 yılında 54 yaşında “Basur” hastalığından vefat etmiştir.
Şahsiyeti:
İmam-ı Şafi’nin yaşadığı dönem ilmî çalışmaların ve münakaşaların zirvede olduğu devirdir. Müslümanlar arasında itikadî ve siyasi münakaşalar yaşanıyordu. Mezheplerin ve farklı düşünce ekollerinin oluşmaya başladığı dönemdir. Ancak toplumda Kur’ân ve Sünnete bağlı takva sahibi insanlar çoğunluğu teşkil ediyordu. İlme oldukça değer veriliyordu. İlim adamları ve medreseler Yunan Felsefesi ile tanışmaya başlamıştı. Tabiînin ileri gelenleri hayattayadı ve Sünneti korumaya çalışıyorlardı. İmam-ı Malik ve İmam-ı Azam’ın mezhebi/ekolü teşekkül etmiş, Şafii’nin görüşleri ve Metodu İslam’ın anlaşılması ve yorumlanmasında yeni ve metotlu bir sistemin başlangıcını teşkil ediyordu.
İmam-ı Şafi böyle bir ortamda üstün zekası, aklı ve anlayışı ile ilimde rüsuh peyda etmesi ile öne çıktı. Zamanın pek çok ilin adamı Şafii’nin bu özelliğini itiraf etmektedirler. Şafiinin en büyük tecdidi “Metotlu düşünmeyi” “İlmî bir disiplin içinde hareket etmeyi” ve “Kur’an ve Sünnet”ten metot dâhilinde hüküm çıkarmayı öğretmesi ve bunun ilke ve kurallarını oluşturmasıdır. İlim adamları Şafii’den önce metot bilmediklerini itiraf etmişlerdir.
İlim adamları “Şafii olmasaydı bir kimseyi nasıl reddedeceğimizi bilemezdik. Bildiklerimizi onun sayesinde metotlu hale getirerek ilmi bir disiplin kazandırmaya başladık” demişlerdir. Ahmed b. Hanbel (ra) onun hakkında “Şafii, Allah’ın kitabı ve Resulullah’ın sünneti konusunda insanların en bilginiydi” demiştir. İmam-ı Şafii (ra) “Benim mezhebim Resulullah’ın sahih hadisidir. Görüşüme uymayan sahih bir hadis görürseniz görüşümü yere çalın ve hadisi alın” demiştir.
İmam-ı Şafii Kur’ana ve Sünnete büyük önem vermiştir. Kur’âna dayanan bütün ilimlere de değer vermiştir. Kur’an ve Hadis ilmini tabiinin büyüklerinden alarak Kur’an Metodu ile Sünneti ihya etmeye çalışıyordu. Şafii’nin yaşadığı bu dönemde Tefsir, Hadis, Fıkıh, Edebiyat, Felsefe ve Kelam’a ait pek çok eserler yazılmış ve pek çok münakaşalar yaşanmıştır. Münazara ve Cedel ilmi oldukça yaygındı. İslami ilimler içine pek çok felsefi meseleler girmişti. İmam-ı Şafi bütün bunlara mukabil doğrudan Kur’ân-ı Kerim ve Hadis kaynaklı prensiplerle mücadele etmiştir. Kur’ân ve Sahih Hadise istinat etmeyen hiçbir meseleyi kabul etmeyen İmam-ı Şafi insanların ihtiyacı olan her şeyin Kur’an ve Hadiste bulunacağını ispat etmiştir. Üstün konuşma kabiliyeti, belağatı ve fesahati ile meselelerini izah ve ederek herkese aklına göre hitap edip ikna etmesini bilmiştir.
Muhaddislerden Ebu Nuaym ve pek çok zatlara göre peygamberimizin (sav) Kureyşin âlimi yeryüzünü ilimle dolduracaktır” hadisinin muhatabı İmam-ı Şafiidir. (ra) Çünkü İmam-ı Şafii’den daha etkili ve alim bir Kureyşli yoktur. Şafii’den sonra gelen ulemanın hemen hemen hepsi onun izinden ve mezhebinden giderek insanları irşat etmiş ve hakka yöneltmişlerdir.
İmam-ı Malik hazretleri genç yaşında yanına gelen Şafii’ye “Allah senin kalbine ilim nuru bırakmıştır. Artık o nuru masiyetle söndürme!” demiş ve Şafii hayatı boyunca bu tavsiyeye uymuştur.
Ahmed b. Hambel’in oğlu Abdullah babasından Şafii hakkında sorduğu zaman “Şafii, dünya için güneş gibi, beden için afiyet gibidir. Bu iki şeyin yerini tutacak bir şey var mıdır?” demiştir. Ebu Sevr de “Kim ilimde, fesahatte, marifette, hüccette, temekkünde Muhammed b. İdris eş-Şafii’den daha iyisini gördüğünü iddia ederse yalan söylemiştir” der. Bu nedenle imam-ı Şafii hangi meselede münazaraya girmişse galip gelmiştir. Kendisi de “Münazara ettiğim kimselerde hakkı aradım ve daima hakkın karşımdakinde olmasını arzu ettim” demiştir.
Mezhebi:
Şafi mezhebini ortaya koyarken Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas’ı esas almıştır. Şafii ayrıca Sahabe Kavlini ve Medine halkının amelini de esas almıştır. Kur’ândan bir Nass ve Sünnetten bir delil olmadıkça o meselenin dinen bir değeri olmadığını ifade etmiştir.
İmam-ı Şafii’ye göre “Nasslar üzerinde icma” ve “Ulema arasında icma” olmak üzere iki nevi “İcma” vardır. Sahabe sözüne de Resulullah’tan (sav) duyduklarını ifade etmelerinden dolayı büyük bir önem atfetmiştir. Bununla beraber Şafii (ra) “Usul-i Fıkhın prensiplerini oluşturarak daha önceki müçtehitlerde görülmeyen yeni bir ilim ortaya çıkarmıştır.
İmam Şafiî ictihadlarını dayandırdığı delilleri "el-Ümm"de şöyle belirlemiştir: "İlim çeşitli derecelere ayrılır. Birincisi, Kitap ve sabit olan Sünnettir. İkincisi, Kitap ve Sünnet'te hüküm bulunmayan meselelerde İcmâ'dır. Üçüncüsü bazı sahabîlerin sözleridir. Ancak bu sahabe sözleri arasında çelişki bulunmamalıdır. Dördüncüsü, Ashab-ı Kiram arasında ihtilaflı kalan sözlerdir. Beşincisi, Kıyas'tır. Bu da temelde Kitap ve Sünnet'e dayanır. İşte ilim bu derecelerden en üst olanından elde edilir.”
Şafii’ye göre Şeriat İlmi ikiye ayrılır. Birincisi, “Delile” yani kesin olan nasslarla sabit olan kesin ilimdir. İkincisi ise “Zann-ı Galibe” dayanan ilimdir. Yani “Ahad” habere dayanan ilimdir. “Kıyas” bu nevi ilimdir. “Müctehit nasslardan kesin hüküm çıkaramazsa zann-ı galiple yetinir” demiştir.
Şafii’nin mezhebi Mısır, Arabistan, Kafkasya, Azerbeycan, Horosan, Hindistan, Filipinler, Seylan, Malezya, Endonezya, Suriye, İran ve mücavir ülkelerde yayılmıştır.
Eserleri:
1. Ahkâmu’l-Kur’ân
2. Es-Sünen
3. İhtilafu’l-Hadis
4. Er-Risale Fi’l-Usul
5. Müsnedü’ş-Şafiî
6. Edebu’l-Kâdi
7. El-Eşribe
8. Fedâil-u Kureyş
9. Es-Sebk ve’r-Remy
10. Kitabu’l-Ümm fi Usuli’l-Fıkh