HİCRETİ HAZIRLAYAN SEBEPLER VE PEYGAMBERİMİZİN HİCRETİ
Ramazan ÖZALPDEMİR 01 Ocak 1970
Hicret hadisesi İslâm tarihinde dinin tebliğ ve talimindeki önemi Müslümanların dinî hayatlarını idamede yeni bir dönemin açılması
bakımından bir dönüm noktası olma niteliği taşır.
İslâm dini hicret sayesinde hür bir ortamda gelişme yayılma; fert aile ve toplum hayatında uygulanma imkanına kavuştu.
Medine'de on yıllık bir süre zarfında tamamlanarak İslâm toplumunun inşasında başlangıç olması yönüyle de ayrı bir öneme
haizdir.
Genel anlamının dışında hicret Hz. Peygamber ve Mekkeli Müslümanların Medine'ye göçünü ifade ettiği gibi hicri takvimin de başlangıcı olmuştur. Hicret terimine yüklenen bu anlamların dışında "Allah'ın yasakladığı kötülük ve günahları terketme"
şeklinde tarif edildiği de olmuştur. Hicretin ahlâk ve zühdle olan yönüne işaret eden ayet ve hadisleri gözönüne alan bir kısım
mutasavvıflar ise hicrete "Nefsi terbiye etmek maksadıyla manevî yolculuğa çıkmak; kalben ve zihnen masivayı terk etmek"
demişlerdir (1)
Tarihte Hicret
Tarihin muhtelif devirlerinden Peygamberimize kadar farklı zaman dilimlerinde dinleri ve inançları sebebiyle hicrete mecbur
edile n peygamberler ve onlara bağlılıklarını samimiyetle gösteren ümmetlerinin olduğunu Kuran-ı Kerim bize sarih olarak haber
vermektedir. İbrahim (as) Allah (cc) tarafından Peygamberlikle görevlendirildiği zaman kendisine inzal buyrulan hakikati
"tevhid"i anlatmaya başlamıştı. Bunun üzerine etrafındaki kimselerden sert bir karşılık görmüş ve söylediklerinden derhal
vazgeçmesi istenmişti. Aksi takdirde ateşte yakılmak gibi bir sonuçla karşılaşacağı kendisine ihtar edilmişti. Ama herşeye
rağmen Hz. İbrahim tebliğini yapmış; ateşe atılmak gibi bir durumla karşılaşmıştı. Neticede Hz. İbrahim "Doğrusu ben
Rabbimin emrettiği yere hicret ediyorum." demek durumunda kalmıştı.(2) Büyük Peygamber şirkin karanlığından yolunu
kaybedenleri vahyin aydınlığına çağırmıştı. Akabinde önce Filistin'e oradan Mısır'a daha sonra da Kenan ülkesine
yerleşmeyi tercih etmişti.
İbrahim (as)'la aynı dönemde başka bir kavmi irşadla görevli Lut (as) da toplumunu düştükleri iğrenç ahlâksızlık batağından
çıkarmak istemiş; netice alamayınca da bir gece vakti yaşadığı topraklardan arkasına bakmadan ayrılıp gitmişti. Şuayp (as) ise
tebliğ buyurduğu ilahî mesajlar yüzünden kendine inananlarla beraber terki diyar ettirilenlerdendi. Kavminin elebaşları "Ey
Şuayb! Seni ve sana iman edenleri mutlaka memleketimizden çıkaracağız; yahut dininizden döneceksiniz." (3) diyerek
tehditlerini ortaya koymuşlardı. Hz. Musa (as) da diğer peygamberlere benzer kaderi paylaşmıştı. Firavunun zülmüne maruz kalmış olan İsrailoğullarını bir gece yola çıkaran Hz. Musa kavmiyle sahili selamete çıkarken Firavun ve askerleri suda boğulmuştu (4)
Peygamberimiz ve Hicret
Peygamber Efendimiz ve ashabı önceki peygamberler ve ümmetlerinin başına gelenlerin aynısıyla karşılaştı. Mekke müşrikleri Rasülü Ekrem Efendimize karşı İslâmiyeti tebliğ etmeye başladığı andan itibaren menfî bir tutum içine girdiler. Öyle ki bu tutum zaman zaman sertlik derecesinde kendini gösterdi. Müşrikler sadece İslâm'ı reddetmekle kalmadılar; Hz. Peygamber ve arkadaşlarını küçümseyip alaya aldılar. İslamiyet Mekke hududları dahilinde insanlar nezdinde kabul edilip yayılmaya başlayınca baskılar işkence ve kötü muamele olarak şekil değiştirdi. Hatta bu işkenceler o dereceye vardırıldı ki dayanamayıp hayatını kaybedenler bile oldu. İslam'ın ilk şehidleri Sümeyye ve kocası Yasir bu devrede dayanılmaz işkenceler altında şehid düşenlerdendi. Amcası Ebu Talib'in himayesinde bulunan Allah Rasülü cereyan eden bu olaylardan son derece müteessir olmaktaydı. Ancak Müslümanların bu yapılan mezalime karşı koyabilecek güçleri de henüz yoktu.
Hüzün Yılı
Rasülü Ekrem Efendimiz nübüvvetinin onuncu yılında (621) yardım ve desteklerini kendisinden hiç eksik etmeyen sâdık eşi Hz. Hatice (r.ah) ve amcası Ebû Talib'i kaybetmenin derin acısını yaşadı. O Hatice ki en zor zamanda Hz. Peygambere iman
ederek en büyük desteği vermiş eşini hiç bir zaman yalnız bırakmamıştır. Ebû Talipse en kritik durumlarda yeğeni Hz.
Muhammed'i (as) Kureyşin tüm baskı ve tazyiklerine kulak asmadan korumuştu. Eşi ve amcasının kaybından doğan acının
yaşandığı yıla "hüzün" yılı denir. (5)
Müşriklerin Dayanılmaz Saldırıları
Müşrikleri müminler üzerine insanlık dışı yöntemlerle saldırıya sevk eden sebeblerin başta geleni İslamiyetin putperestlerin
atalarından kendilerine geçen yanlış din telakkilerini reddetmesi ve Mekke'de uzun yıllar hüküm süren zulüm ve haksızlık
temeline dayalı yapıyı değiştirmek istemesiydi. Hz. Peygamberin getirdiği bu yeni din insanların kabul edilemez bir takım
kategorilere ayrılarak köle-efendi fakir zengin soylu soysuz kadın erkek gibi ayırımcı muamelelere tabi tutulmasını
onaylamıyor; temelde bütün insanların bir tarağın dişleri gibi eşit olduğunu ilan ediyor ve herkesin doğuştan gelen insan haklarının
olduğu ilkesini getiriyordu. Kendilerini imtiyazlı görmeye alışmış müşrik toplumun elebaşları eşit muamele görmeye rıza
göstermiyor; gayr-i âdil yollarla elegeçirdikleri makam ve mevkilerin mütemadiyen kendi ellerinde kalmasını ısrarla istiyorlardı.
Kısacası İslâmiyeti kabul etmemelerinin temelinde; dini sosyal iktisâdî idarî ve nefsânî sebepler vardı. (6)
Habeşistan'a Yapılan İlk Hicret
Ashab-ı Kiramın müşriklerden gördüğü takat getirilemez eziyet ve işkence karşısında Peygamber Efendimizin fazlasıyla üzüntü
duyduğunu belirtmiştik. İşte bu sebeple Hz. Peygamber risaletinin beşinci yılında (615) müslümanların dinlerini daha kolay uygulayabilmeleri rahat bir nefes alabilmeleri için Habeşistan'a gitmelerine (hicret) izin verdi. İçlerinde Hz. Osman ve Peygamberimizin kızı Hz. Rukiye'nin de bulunduğu bir grup müslüman adı geçen ülkeye hicret ettiler. Habeşistan hükümdarı
Necâşî'nin semavî bir dine inanması; adaletle hükmetmekte oluşu ve ayrıca da Arapça bilmesi hicret için Habeşistan'ın tercih
edilmesinde önemli bir sebep teşkil etmişti. Biri kadın altı kişiden müteşekkil bu kafilenin hicreti aynı zamanda Peygamberimizin
Afrikay'a temasa geçmesinde önemli rol üstlenmiş oldu. İslamiyet'in Mekke dışında duyulup yayılmasına dahi tahammülleri bulunmayan Küffar-ı Mekke Habeşistan'a giden müslümanların kendilerine iadesini temin maksadıyla bir heyeti bu ülkeye gönderdilerse de istediklerini elde edemeden heyet Mekke'ye geri döndü. Varoluşun hikmet ve anlamını kavramaktan uzak bulunan müşrikler "Rabbim Allah" dedi diye müslümanları akıl dışı yollarla ezmeye ve sindirmeye çalışıyorlardı.
Hüzünlü Yıllarda Taife Gidiş
Ebû Talib'in ölümünün ardından büyük bir destekcisini kaybeden ve kabilesinin de kendisine yardımcı olamayacağının
anlaşılması üzerine Peygamber Efendimiz tabii olarak yeni bir çevre arayışına girdi. İlk planda uygun bir mekan olarak Taif'i
düşünmüştü. Burasını seçerken Taif'in ileri gelen ailelerinden Abdi Yelil ailesinin Peygamberimizin anne tarafından akraba
olmasının önemli rolü vardı. (7)
Böylece davasını rahatlıkla duyurabileceği insanlarla karşılaşabileceğini düşünmüştü. Amcası Hz. Abbas da Taifliler nezdinde itibarlı sevilen sayılan biriydi. Taif'in yakın oluşu da yolculuk için tercih unsuru olmuştu. Ne yazık ki Kainatın Efendisi Hz. Muhammed (as) burada da kendisini dinleyecek anlatılanlara kulak verecek muhataplar bulamadı. Hatta o kadar çirkin bir durumla karşılaştı ki Taif'in ileri gelenleri sokak serserilerini geçeceği yolun iki kenarına dizmişler alemlerin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı bu kutlu insanı taşlatmışlar; yara-bere ve kanlar içinde bırakmışlardı. (8) O bütün bu yapılanlar karşısında dahi ümitsizliğe kapılmıyor sebat ve metanet içinde üzerine tevdi edilen vazifeyi ifaya gayret ediyordu.
Hicret Hazırlıkları ve Akabe Biatları
Taift'e karşılaşılanlar ve Mekkelilerin inkardaki inatçı tutumlarının anlaşılması üzerine Peygamber Efendimiz dini duyurmak
gayesiyle yeni seçenekler araştırmaya başladı. Peygamberliğinin onbirinci senesinde Hac gayesiyle Mekke'ye gelen Hazreç
kabilesinden bir grup insanla karşılaştı. Kendisinin son peygamber olduğunu getirdiği dinin esaslarını birer birer izah etti.
Toplantıya iştirak edenlerden altı tanesi İslamiyetle şereflendi. Bu buluşmanın bir yıl sonrasında Akabe mevkiinde yeniden bir
araya gelindi. Biri kadın toplam on iki müslüman Rasülü Ekreme bağlılıklarını göstererek biatta bulundu. Gerçekleşen bu biata
"Birinci Akabe Biatı" denir. (9) "Allah'a ortak koşmayacaklarına hırsızlık yapmayacaklarına zina etmeyeceklerine çocuklarını öldürmeyeceklerine yalana baş vurarak kimseye iftirada bulunmayacaklarına ve Rasülüllah'a hiç bir hayırlı işte karşı gelmeyeceklerine" (10) dair söz verdiler.
Sınırlı sayıdaki Medineli müslümanları eğitecek dinlerini öğretecek tebliğ görevini ifa edecek birine ihtiyaç vardı. Bu görev için Rasülü Ekrem Efendimiz Musab b. Umeyr'i görevlendirdi. Musab'ın gayretli çalışmaları neticesi bir yıllık bir zaman sürecinde Medine'de kabile başkanları da dahil pek çok kişi İslamiyetle tanışarak Müslüman oldu.
Rasülüllah'ın risaletinin onüçüncü yılında ise yetmiş üç kişilik büyük bir topluluk bulundu. Öyle anlaşılıyordu ki Musab'ın
samimi gayretleri artık meyvesini vermiş Medine'de yeni bir toplumun temelleri atılmaya başlanmıştı.
Ve Hicrete İzin Veriliyor...
Medine'de Müslümanlar için müsait bir zemin oluşunca Rasüllüllah Efendimiz Allah'dan gelen hicret emrini ashabına
duyurdu. Bu emri duyanlar Yesrib'e (Medine) hicret etmeye başladılar. Böylece tarihin en önemli hadiselerinden biri
gerçekleşmeye başladı. Ashab-ı Kiram ana ocağı - baba kucağı çok sevdikleri yurtlarını ev ve barklarını mal ve mülklerini
servet ve zenginliklerini geride bırakıp Medine'ye gidiyorlardı. Rızay-ı Bâri için maddi herşeylerini terk etmenin manevî hazzını
doyarak yaşıyorlardı. Her ne kadar Medine Habeşistan kadar uzakta olmasa da yine kendileri için yabancı bir memleketti.
Müslümanlar Mekke putperestlerinin tepkisini çekmemek için çıkışları gizli tutuyorlardı.
Medine'nin Sosyal Yapısı
Medine Evs ve Hazreç adındaki iki Arap kabilesinin yanında Yahudi topluluklarını (Kaynuka Kurayza ve Nadir) bünyesinde
barındırmakta idi. Bu iki Arap kabilesi çeşitli sebeplerle yüzyılı aşan bir süreyi kendi aralarında savaşarak geçirdi. Hicretten bir
kaç yıl önce Buas yakınında yaptıkları harpde de her iki taraf ağır insan kaybına uğramıştı. Savaşmaktan kan davası gütmekten artık bıkmış barışa susamışlardı. Aralarındaki kin ve düşmanlığı ortadan kaldıracak birşeye ihtiyaç duymaktaydılar. İslamiyet sayesinde aralarında uzun yıllar cereyan eden adavetin son bulacağını düşünerek bu yeni dine gönülden teslim oldular. Buas harbinin kabileler bünyesinde meydana getirdiği tahribatın Medinelilerin İslam'a girmelerinde önemli bir âmil olduğu özellikle
nakledilir. (11) Medine'nin coğrafî konum olarak Mekke'ye göre daha merkezi konumda yeralmış olması kervanların
kavşak noktasında bulunuyor oluşu Müslümanların buraya hicretini celbetmiştir.
Müslümanları Hicrete Götüren Sebepler Neydi?
Bu insanlar niçin hicret etme ihtiyacı duymuşlardı? Doğup büyüdükleri acısıyla tatlısıyla anılarının olduğu yurtlarını niçin terk edip gurbete çıkıyorlardı? Bütün bu soruların cevabı şu iki kelimede gizliydi: Din ve akide hürriyetinin olmaması...
İlk Muhacirler
Sahabe-i Kiramdan ilk hicret eden kişi Ebu Seleme bin Abdulesed'dir. Musab b. Umeyr ve Abdullah İbn-i Ummi Mektum da ilk muhacirlerden sayılır. İslamî terminolojide Mekke'den ayrılıp Medine'ye yerleşenlere Muhacir; Muhacirleri evlerinde barındırıp hertürlü ihtiyaçlarını temin eden Medineli Müslümanlara ise Ensar denir. Hicretin gizli yapılmasına genelde uyulurken Hz. Ömer açıktan ve alenen Mekke'den ayrılmıştı. Ömer (ra) Kabe'yi tavaf etmiş ardından müşriklerin içine korkusalan şu sözleri haykırmıştı: "Kim anasını ağlatmak çocuklarını yetim karısını dul bırakmak istiyorsa şu vadinin arkasında gelip bana yetişsin." (12) Bu sözleri işitenlerden hiç kimse onun peşine düşme cesaretini kendinde göremedi.
Ashabdan Talha b. Ubeydullah ve Suheyb bin Sinan er-Rumî birlikte hicret yolculuğuna çıkmışlardı. Suheyb sanatıyla zengin
olmuş biriydi. Müşrikler onun gidişini haber alınca bırakmak istemediler. O ise "Biliyorsunuz ki ben sizin en iyi ok atanınızım.
Allah'a yemin ederim ki bir çoğunuz ölmeden bana ilişemez. Beni kendi halime bırakın." diyerek hicret konusundaki
kararlılığını gösterince yolunu kesenler gerçek niyetlerini açıkladılar: "Malını ve servetini bize bırakmak kaydıyla gidebilirsin."
(13) Suheyb'in gönül âleminde dünyalık şeylere yer olmadığı için yanında taşıdığı para - mal ve ne varsa hepsini onlara bıraktı.
Hatta Mekke'de saklı bulunan servetinin yerini söyleyip müşrikleri hayretler içinde bırakıvermişti. Suheyb ve arkadaşı böylece serbest kalarak yollarına devam ettiler. "İnsanlardan öylesi de varki Allah'ın rızasını kazanmak için nefsini satın alır. Allah kullarına karşı çok merhametlidir." (14) mealindeki ayeti kerime Suheby ve benzerlerinin durumunu anlatmak üzere inzal
buyrulmuştu.
Kısa zaman sonra ashab-ı kiramın büyük çoğunluğu Medine'ye hicret etti. Geride ise Hz. Peygamber Hz. Ebû Bekir ve
aileleri; Hz. Ali ve annesi; ayrıca hicrete güç yetirememiş veya Mekke'den ayrılmalarına izin verilmemiş olan belli sayıda insan
kaldı.
Müşriklerin Hain Planı
Müslümanların ekseriyetinin Medine'ye yerleşip dinlerine uygun bir yaşayış sürmeleri Mekkelileri korkutmaya başladı. Hz.
Peygamberin bir gün Mekke'den ayrılıp ashabıyla yeni bir cemiyet hayatına başlayacak olma ihtimali müşriklerin önde
gelenlerini Mekke'nin karar mercii Darun - Nedve'de hain bir plan hazırlamaya itti. Onların bu korkunç planlarını hazırlamak
maksadıyla toplandıklarını Kuran-ı Kerim bize şöyle haber verir: "Ey Muhammed! Hatırla bir zamanlar kafirler seni yerinden
kımıldatmamak veya öldürmek yahut sürüp çıkarmak için tuzaklar hazırlıyorlardı. Onlar sana tuzak kurarlarken Allah da onların tuzağını boşa çıkarıyordu. Allah tuzakları bozanların en hayırlısıdır." (15) Ayette işaret buyurulduğu gibi müşriklerin önünde üç seçenek vardı. Hz. Peygamberi ya hapsedecekler yahut Mekke dışında uzak bir yere sürecekler veyahut da son bir çare öldüreceklerdi. Darun-Nedve'deki uzun tartışmaların ardından Ebû Cehilin teklifi dikkate alınarak Hz. Peygamberin
öldürülmesine karar verildi. Bu karar her kabileden oluşacak bir grup silahşör tarafından icra edilecek; böylece Abdimenafoğullarının kan davası gütmesinin önüne geçilmiş olacaktı.
tuzaklar boşa çıkıyor!...
İlmi ile kaniatı kuşatan her şeyden her an haberdar olan Allah (cc) yapılan bu suikast planını peygamberine Cebrail vasıtasıyla
bildirdi. Gelişmeler hakkında Hz. Ebû Bekir'i bilgilendiren Peygamberimiz ona hicret için hazırlıklı olmasını söyledi. Hicret
esnasında kılavuzluk edecek güvenilir birine ihtiyaçları olacaktı. Bu amaçla kendisi henüz Müslüman olmamış ama son derece
güvenilir biri olan Abdullah b. Uraykıd isimli birini seçtiler. Hz. Ebû Bekir'in hicret için önceden hazırladığı üç deve kılavuzluk
edecek kişiye verilerek üç gün sonra Sevr mağarasında buluşmak üzere sözleşildi. Tekrar evine dönen Peygamberimiz üzerinde emanet olarak bulunan para ve kıymetli eşyaları sahiplerine iade edilmek üzere Hz. Ali'ye teslim etti. Eve gelecek müşrikleri yanıltması için de Hz Ali'nin kendi yatağına yatması talimatını verdi.
Gece yarısına doğru evinden ayrılarak Hz. Ebû Bekir'in evine gitti. Bu sırada evi kuşatma altında olmasına rağmen
peygamberin ayrılışını kafirler fark edemediler. Nasıl göreceklerdi ki! Hakkı göremeyen gözler peygamberi de elbette
göremezlerdi.
Peygamberimiz ve Hz. Ebû Bekir Hicretin ilk adımı olan Sevr Mağarasında üçgün boyunca gizlendiler. Sabah olup da
peygamberi evinde bulamayan Mekke müşrikleri telaşa kapılıp çevreyi araştırmaya başladılar. Bir ara Peygamberimiz ve Hz.
Ebû Bekir'in gizlendiği mağaranın ağzına kadar geldiler. Müşriklerin ayak seslerini duyup endişelenen Ebû Bekir'i
Peygamberimiz Kur'an'ın da ifadesiyle "Üzülme elbette Allah bizimle" (16) diyerek teskin etti. Kâfirler mağaranın
girişinde örümcek ağları ve güvercin yuvasını görünce içerde kimselerin olamayacağı kanaatına vararak dönüp gittiler. Kılavuz
olarak sözleştikleri Uraykıd üç gün sonra Sevr Mağarasına geldi. Normal zamanlarda Medine istikametine doğru izlenen
güzergahın dışında bir yol takip edilerek yolculuğa başlandı.
Süraka'nın Atı Kumlara Gömülüyor Suikasd planında başarıya ulaşamayan Kureyşin önde gelenleri Hz. Peygamberin yakalanıp getirilmesi karşılığında yüz develik ödül verileceğini ilan etmişlerdi. Üdülün büyüklüğünü duyan kimseler her tarafta Peygamberimiz ve arkadaşlarının izini arıyorlardı. Süraka da bunlardan biriydi. Peygamberimiz ve arkadaşları Medine'ye doğru yol alırken bir ara kendilerini birinin atıyla takip etmekte olduğunu fark ettiler. Süraka bin Malik kafileye yaklaşmak isteyince atının ayağı kaymış kendisi de yere yuvarlanmıştı. Tekrar kendini toparlayıp ileri atılmak isteyince bu defa atı kumlara saplanmıştı. Durumun fevkaladeliğini fark
edip Peygamberimizden düştüğü acı durumdan kurtulması için dua talebinde bulunmuş sonra aman dileyerek geri dönmek
zorunda kalmıştı. (17)
Hicret yolculuğu sırasında Büreyde ibn-i Hasib ve beraberindeki bir grup da Peygamberimizin kafilesinin önünü kesmek istemiş;
ancak Hz. Peygamberdeki nübüvvetin nurunu fark ederek İslam'a girmişlerdi. (18)
Medine istikametinde yola devam edilirken kafiledekilerin açlık hissettikleri bir anda birine ait koyun sürüsünden arda kalmış
zayıf bir keçiyi Peygamber Efendimiz "Bismillah" deyip sağınca orada bulunan herkese yetecek miktarda süt elde edilmişti.
(19)
Medinelilerin Coşkulu Karşılaması
Medineli Müslümanlar Peygamberimizin Mekke'den ayrıldığını duymuş ancak gecikmesinden dolayı endişelenip
korkmuşlardı. Sabahları Medine'nin yüksek yerlerine çıkıyor sıcak etkisini hissettirinceye kadar Peygamberimizi bekliyor;
kimseleri göremeyince ümitsizliğe kapılıp evlerine geri dönüyorlardı. 8 Rebiulevvel (20 Eylül 622) Pazartesi günü de aynı şekilde beklemişler sonra yine evlerine dönmüşlerdi. Ancak kısa bir süre sonra bir Yahudî kızı yüksekçe bir yerden Medine'ye gelmekte olan bir kafileyi gördüğünü haykırınca; bütün Müslümanlar sevinç içinde Harre denilen yere Rasûlü Ekrem'i karşılamaya koştular.
Peygamber Efendimiz Kuba'da birkaç gün istirahat ettiler. Bu süre zarfında "Kuba Mescidini" inşa ettiler. Bir Cuma günü
buradan ayrılan Allah Rasülü ilk cuma namazını Ranuna vadisinde kıldırdı. Namazı müteakip kısa bir yürüyüşün ardından
Medine'ye geldiler. Rasûlüllahı karşılayan herkes büyük bir coşku ve sevinç içindeydi. Kadın erkek yaşlı genç bütün
insanların yüzlerinde büyük bir mutluluk okunuyordu. Genç kızların ağzından Peygamberimizi öven şiirler dökülüyordu:
Dolunay bizlere veda ediyor
Allah'a şükürle dua etmemiz
Ey Yüce peygamber! Safa oluyor;
Sünnetini her an eda etmemiz. (20)
Bu sırada bütün ashabın en içten dileği Rasülü Ekrem'in kendi evine misafir olmasıydı. Allah Rasülü kimsenin kırılmasına
meydan vermeyecek bir yol takip etti. Devesi Kusva'yı serbest bırakıp nereye çökerse oraya en yakın olan eve misafir
olacağını bildirdi. Devenin daha sonraları Mescid-i Nebevi'nin yapıldığı boş bir arsaya çökmesi üzerine yakınında bulunan
Ebû Eyyubi Ensari'nin evine misafir oldu. Rasülü Ekrem yedi ay misafir edildikten sonra mescidin bitişiğinde inşa edilen
hücre-i saadetine taşındı.
Hicretin İslam
Tarihindeki Önemi
Hicret'in İslâm tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı olması sebebiyle bir dönüm noktası olduğunu yazımızın başında
belirtmiştik. Gerçekleşen bu büyük hadise ile İslamiyet'in fert aile ve cemiyet hayatında daha müşahhas olarak tatbik
edildiğini yeni bir toplum modelinin ortaya çıktığını görüyoruz. Hicrete aktif olarak katılanlar ve onlara kucak açıp barındıranlar
Kuran'da Rızay-ı ilahiyi kazananlar arasında takdim edilir. "Öne ilk geçen muhacir ve ensarla onlara güzellikle tabi olanlar
işte Allah onlardan razı olmuş onlar da Allah'dan razı olmuşlardır. Allah onlara içinde ebedî kalacakları altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur." (21)
Medine'de başlayan bu yeni toplum hayatında bir asırdan fazla bir zamandır Evs ve Hazreç arasında devam edip gelen kavga
ve savaşların sona erdiğini bu iki kabile arasında tarihten gelen düşmanlıkların bittiğini din kardeşliği inanç ve akide birlikteliğine
dayalı yeni bir barış ve huzur döneminin başladığını görüyoruz. Ayrıca Ensar ve Muhacirin arasında yardımlaşma ve
dayanışmayı temel alan "muahat=kardeşlik" esasları dahilinde hayatın yeniden tesis ve tanzim edildiğine şahit oluyoruz.
Yardımlaşma bu iki kesim arasında o kadar ileri seviyelere vardırılmıştı ki kanbağına bağlı kardeşliğin dahi önüne geçmişti.
Varını yoğunu Mekke'de bırakıp gelen Muhacirlerin sıkıntıları böylece en aza indirilmiş olmaktaydı.
Hicretle beraber Müslümanlar Medine toplumunun idarî yapısında belirleyici konuma gelerek yönetimde inisiyatif sahibi
olmuşlardı. Toplum hayatını tanzim eden yeni prensipler belirlenmiş Müslümanlar ve Yahudilerin hak ve sorumluluklarını
belirleyen güvence altına alan meşhur "Medine sözleşmesi" imzalanmıştı. Buna göre kimsenin tabii insan hakları keyfî şekilde
ihlal edilemeyecek kişilerin inandıkları dinin esaslarına göre yaşama serbestlikleri olacak; mala-cana tecavüzde
bulunulmayacaktır.
Peygamber Efendimiz Medine'nin hicret öncesinden gelen "Yesrib" adını "hoş ve güzel" anlamına gelen "Taybe" veya
"Tâbe" sözcükleriyle değiştirdi. Çünkü "Yesrib" kelimesi iyi bir manaya işaret etmiyordu. Adının değişmesiyle birlikte
Medine yeni bir statüye kavuşmuş; Mekke'dekine benzer harem sınırları içine alınmıştır.
Mekke döneminde tevhid inancı nübüvvet ve ahirete iman esaslarını muhtevî ayetler nazil olurken Medine'de ise ferdî ailevî ve ictimaî hayatı düzenleyen ahkam ayetleri inmeye başlamış; on senelik bir zaman dilimi içinde dinin hayatın çeşitli safhalarıyla ilgili prensipleri tamamlanmıştır. Bu devrede din hızlı bir şekilde Medine'de ve Medine dışında yayılmış bir çok fetih hareketleri gerçekleşmiş "büyük fetih" olarak nitelenen Hudeybiye Musalahası imzalanmış; akabinde Mekke'nin fethi müyesser olmuştur. Dinin duyulmasına ve anlaşılmasına engel teşkil eden baskı ortadan kalkınca İslamiyet gerçek hüviyetiyle insanlarca tanınma imkanına kavuşmuştur. Böylece İslam'ın adalet huzur ve güven veren esasları iyice farketilmiş; büyük kitleler nezdinde hüsnü kabul görmüştür.
Hicretin bize verdiği pek çok dersler bulunmaktadır. Peygamberimizin de hayatında gördüğümüz gibi inançlı kimselerin hayatında ümitsizliğe ve karamsarlığa asla yer yoktur. En zor ve kritik anlarda dahi sabır azim ve metanetle meselelerin
üstesinden gelen Allah Rasülü kendinden sonraki asırlarda tebliğ görevini üstlenecek olanlara numune-i imtisal olmuştur.
Başarıya götüren maddi unsurlar yanında manevi faktörler de vardır. Müspet sonuca yalnızca maddi yollarla ulaşılacağını
düşünmek fevkalade yanlış bir husustur. Her meselede sebeblere sarılmanın ötesinde hükmü herşeye geçen heran herşeyi sevk
ve idare eden Yüce Yaratıcı'ya tam bir teslimiyet esas olmalıdır.
Hicretle ilgili bu yazımızı bitirirken bir konuya daha işaret etmemizin gereğine inanıyorum. Allah Rasülü Medine'ye gelişinin
hemen ardından mescidini inşa ederek bunun müslüman bir toplumun hayatında icra edeceği fonksiyonu özellikle göstermek
istemiştir.
1- İslam AnsiklopedisiTDV. Yay. Ank.
C. 17 S. 458.
2- Ankebut 26.
3- Araf 88.
4- Yunus 90; Taha 77; Şuara 52-67.
5- Peygamberimizin Hayatı İ. Yücel
Dib. Yay. 1998 S.71.
6- Peygamberimiz İslam Dini ve Aşe-
re-i Mübeşşere M. Zekâi Konrapa
Fatih Yay İst S. 148.
7- İslam Peygamberi M. Hamidullah İr-
fan Yay. İst. 1993 C. 1 S. 154.
8- Peygamberimizin Hayatı İ. Yücel
Dib. Yay. Ank. 1998 S. 73.
9- Hatemül Enbiya Hz. Muhammed'in
Hayatı A. H. Berki O. Keskioğlu
Dib. Yay. Ank. 1998 S. 174.
10- İslam Peygamberi M. Hamidullah
İrfan Yay. 1993. İst. C. 1 S. 154.
11- Peygamberimiz İslam Dini ve Aşe-
re-i Mübeşşere Fatih Yay. İst.
S.148.
12- Peygamber Efendimizin Hayatı İ.
Yücel Dib. Yay. Ank. 1998 S. 89.
13- Kur'an-ı Kerim ve Meali komisyon
TDV. Yay. Ank. 1991 Bakara
207. ayetin açıklaması.
14- Bakara 207.
15- Enfal 30.
16- Tevbe 40.
17- Hatemül Enbiya Hz. Muhammedin
Hayatı A.H.Berki O. Keskioğlu
Dib. Yay. Ank. 1998 S. 193.
18- İslam Ansiklopedisi TDV. yay. Ank.
C. 17 S. 460.
19- A. g. Ansiklopedi C. 17 S. 460.
20- Doğuştan Günümüze İslam Tarihi
Çağrı Yay. İst. C. 1 S. 255.