« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

17 Oca

2011

MUSTAFA SEKİP TUNÇ'UN İNSAN ANLAYIŞI

Levent Bayraktar 01 Ocak 1970

Mustafa Sekip Tunç (1886-1958), Cumhuriyet dönemi Türk düşüncesinde, insanı
merkeze alan ve onu sosyal ortamın determinasyonlarında kaybetmeden, fert ve şahsiyet
varlığı olarak değerlendiren düşünürlerimizden biridir. Düşünce tarihinde, insan varlığını
bu şekilde ele alan düşünürlerin yanı sıra, bir de onu, toplumsal bütünün bir parçası
olarak ve toplum açısından taşıdığı değer bakımından ele alan düşünürler vardır. Sosyolojizm
denilen bu tarz ele alış biçimini Türkiye'de Gökalp temsil ediyordu. Mustafa Şekip'ten
önce Türk düşünce hayatında önemli bir yeri olan Gökalp bu düşüncelerini «fert
yok, cemiyet var; hak yok, vazife var» sözleriyle ifade ediyordu. Mustafa Şekip'e göre
Gökalp'in bu fert anlayışı insanın yaratıcılığını, bireysel varlığına özgü hür fiillerini ihmal
etmekte idi.1 İşte bu ihmal edilmiş olan kısmıyla insanı ele alması, Mustafa Sekip
Tunç'un tefekkürünün ayırd edici yönlerinden biridir. O'na göre; "insanın esas ihtiyacı
ruh ve beden vahdetini korumaktır; hayvanlar gibi yalnız, halde yaşamayıp mazisini bilen,
istikbâli düşünen ve bu hususta projeler yapan insan, vahdetini bozacak baskılara
karşı tedbirlerle korunacak bir iktidara -anormal değilse- daima sahip olmuş, ruhu dağıtacak,
çatışmalara uğratacak, bedeni yıpratacak baskılar nereden gelirse gelsin bunları er
geç def etmiştir."2 Bu ifadeleri ile ferdin değerini vurgulayan Mustafa Sekip Tunç'a göre,
ferdin cemiyet içinde yaşaması "başlı başına bir vahdet gibi yaşamasını bozmuyor,
sadece maskeliyor."3

Mustafa Sekip Tunç, ferdi bir şahsiyet olarak ele almakla Türk tefekkür hayatına
yeni bir boyut getirmiş oluyordu. Bu bakış açıst, insan varlığını, tabiatta herhangi bir
varlık olmaktan çıkartıp, aşkın bir pozisyona yerleştirdi. Böylelikle insan, fizyolojik,
toplumsal ve coğrafi çevrenin bir sonucu olmaktan çıkıp, her şeyi kendisi açısından, yani
insan açısından değerlendirebilen ve anlamlandırabilen bir varlık olarak değerlendirilmeye
başlandı. Mustafa Şekip'e göre her insan ferdi, bir şahsiyet olarak algıladığında
ancak insana hak ettiği sevgi, saygı, hürmet ve değer verilebilir. İnsanın şahsiyet olarak
taranması, onun herhangi bir eşya olmadığının tasdikidir. Mustafa Şekip'e göre; "Ahlâk

1 Tunç, M.Ş., "Kişinin Değeri", Türk Düşüncesi^ cilt 2, sayı 9, 1954, s. 162
2 A. g. e., s. 165
3 A. g. e., s. 165

ve karakter, «şahsiyet» idrakine bağlıdır. Şahsiyet denince, büyük bir şahsiyet anlaşılmamalı.
Şahsiyet saygısı, insanlık şeref ve haysiyetinin tanınması, eşya gibi muamele görmemesini
iktiza ettirir. Bu saygı yoksa, kimse kimseye kıymet vermez, verirse de, ancak
kuvvet ve menfaate göre verir görünür. Her vatandaş hür ve şerefli tanındığı içindir ki
demokrasi; birçok kusurlarına rağmen, bir rejim olarak yaşamakta devam ediyor."4 Görülüyor
ki başkasını da kendisi gibi bir şahsiyet olarak algılayan fert, davranışlarım da
bu gerçeğe göre ayarlayacak ve kendisi için kabul edemeyeceği davranışları, başkalarına
karşı da sergilemeyecektir. Başlangıçta basit bir ayrım olarak görülen fert-şahıs ayırımı,
ahlâkî tazammunlan düşünüldüğünde, insana farklı anlamların ve değerlerin yüklenebileceği
sonucunu meydana çıkarmaktadır.

Mustafa Sekip Tunç, ferdi bir şahsiyet olarak ele almakla, onu tabiatta herhangi bir
varlık olmaktan çıkartmakta, insanı sosyal ve tabii çevrenin bir sonucu olarak görmekten
uzaklaşmaktadır. Ancak o, insanın bu çevreden tamamen bağımsız olduğunu ve bu
çevreden etkilenmeksizin yaşadığım da söylemez. Mustafa Sekip, insanı yalnızca kendisinin
dışındaki şartlarla açıklayamayacağımızı vurgular. Çünkü, ona göre, insan varlığı
bütün dış determinasyonlara karşı mesafe alabilen bir irade, şuur ve şahsiyet varlığıdır.
Mustafa Şekip'e göre; böyle bir varlığı, sosyolojist bir izahla anlayamayacağımız gibi,
onu, tabiatın bir uzantısı olarak görüp, onu anlamayı ve kavramayı sadece biyoloji ve
fizyolojiden de bekleyemeyiz. Zira, "fizyolojik tahlil bize hiçbir zaman ruhî tahlil temin
edecek değildir. Bunun içindir ki fizyolojik vakıa ve halleri tanımak, psikolojik vakıa ve
halleri tanımak olmayacaktır."5 Tıpkı sosyolojik vakıa ve halleri tanımanın, psikolojik
vakıa ve halleri tanımak olmayacağı gibi. Çünkü Mustafa Şekip'e göre: "cemiyetin yaratmaya
muktedir olmadığı ve sırf beşer'e has, cemiyete maya olan bir «insan ruhu» var
ise, o halde içtimaî vicdan ve içtimaî hadiselere irca olunamayacak bir «insanlık ruhu»
da olacaktır."6 Ona göre cemiyet ruhuna irca edilemez bu insan ruhunu da sadece içtimaiyat
ile anlayamayız. Fakat, "ferdi yaratan tamamiyle cemiyet ise -ki Durkheim ve
merhum Ziya Gökalp gibi içtimaiyatçılar bu kanaattedirler- fert, cemiyetsiz olarak bir
hayvandan başka bir şey değildir. İnsanlık denen şey dahi cemiyetlerin maşerî vicdanlarından
ibarettir."7 Mustafa Sekip, işte böyle bir insan telakkisine karşı çıkar. Zira böyle
bir telakki, insanı anlamak için yalnızca fizyoloji ve sosyolojiyi kullanacaktır. Oysa ona
göre bu yeterli değildir. Mustafa Sekip, "ruhiyatın bir tabiat ilmi çerçevesinde telakki
edilmesine muarızdır. Hele insan ruhunu makine zanneden ve muhakemelerimizi mekanik
hareketlere irca eyleyen mekanist görüşü pek zorlama bulur."8 Çünkü ona göre, bi-

4 Tunç, M.Ş., "Türkiye'de Ahlâk Meselesi", Bilgi, sayı 50, 1951, s.3
5 Tunç, M.Ş., Ruhiyat, Dördüncü Basım, İstanbul. 1933, s. 4
6 A. g. e., s. 8
7 A.g. e., s. 8
8 Gürkan, İsmail Kâzım, "Sekip Tunç'un Türk Felsefesindeki Rolü", Mustafa Sekip Tunç Jübilesi, İstanbul
1944, s. 38

yolojik ve fizyolojik yapısı insanın yalnızca bir yönüdür. İnsan, biyolojik varlığına eklediği
kültürle ve değerlerle insan olur. Zira ona göre, "Canlı varlıklar arasına hususî bir
bünye ve yüksek kabiliyetleriyle katılan insan, etrafını kuşatan ham dünyayı oiduğu gibi
bırakmamış, zaman ve mekânı kendi ihtiyaçlarına, seviye ve zevkine göre düzenleyerek,
«Tarih» denilen beşerî bir realite ve beşerî coğrafya yaratmış ve bu suretle ham dünyadan
koparak kendi dünyası ona sadece ham malzeme vermiş, kendisini de dünyaya
ham olarak yollamış, bu ham insanı insan yapan yine kendisi olmuştur."9

Mustafa Sekip, insanı insan basanlarından ayn ve ilişkisiz olarak ele almanın hep
karşısındadır. Ama aynı zamanda, insan başarılarını birer epifenomen (gölge olay) veya
bir üst yapı olarak görmenin de karşısındadır. O insanı, bir bütün olarak ele almaktan yanadır.
Evreni mekanik dev bir makina ve insanı da bu makinamn bir parçası, bir dişlisi
gibi gören, insanın başarılarını da bunun bir uzantısı gibi değerlendiren mekanik dünya
görüşü, insanı anlamamıza engeldir. Ona göre; "Bir çalışma faraziyesinden ibaret olan
mekanik dünya görüşünü aşarak, yaşanan ve yaşatan beşerî kıymetlerin insan bütünlüğü
çapında haklarını tanıyan müşahhas bir insan dünyası görüşünü birinci plana alarak yaşanan
dünyayı bu görüşle bezendirmek ihtiyacı karşısındayız."10 Çünkü Mustafa Sekip'e
göre insan, bir şahsiyet ve şuur sahibidir. İnsan, şuuru sayesinde kendi şahsiyetini
oluşturur. "O şuur ki, hayvan, ağaç veya taş makulesinden bir tabiat varlığı olmayıp,
kendisiyle bir dünya var olan, dünyayı benim ve bizim için var eden bir iktidardır." ] !

Oysa "materyalist telakki, görüşlerini ruh âlemine kadar yayarken, şuuru da uzviyet yahut
bedene tâbi bir fonksiyon olarak gösterir."12 Mustafa Sekip, şuurun böyle değerlendirilmesini
doğru bulmaz. İnsan, şuuru sayesinde dış dünyadan, toplumdan bazı unsurları
seçerek, kendisine mâleder. Her seçim, bir şeyleri kabul etmek, benimsemek olduğu
gibi, bazı şeyleri ihmal etmek, onlarla aramıza mesafe koymak demektir. İşte insanın
şahsiyeti, iradî olarak gerçekleştirdiği bu seçimlerinin ve mesafelerinin bir bütünüdür.
Bu nedenle de, her insanın kendi manevî hayatı kendine aittir.

Dış dünya ve biyolojik varlığı, insanın manevî yönünü etkiler ama asla onu determine
etmez. Bu nedenle de hiçbir insan ferdi, diğerinin aynısı değildir. Çünkü ona göre,
her insan ferdi kendi kendisini, irade ve şuuru ile şekillendirip, kurabilir. Dolayısıyla insan,
doğuştan belirlenimler değil, imkânlar getirmektedir. Ne olduğu ve olacağı, kendi
seçimlerine, yönelim ve eğilimlerine bağlı olacaktır. İnsanı belirleyen kendi seçimleri ve
iradî fiilleridir. "Bütün medeniyet hadiseleri de dahil olmak üzere içtimaîleşen hadiseler,
türlü imkân ve ihtimaller arasında bir intihabı tazammun eden manevî bir iradenin eseri,
bir mânâ ve kıymet idrakinin mahsulüdürler. Böyle olmayıp da veraset ve onun getirdiği
bünye ve mizacın benimseyeceği bir terbiyede kalmak mutlak bir zaruret olsaydı,

9 Tunç, M.Ş., "Yalnız İnsan", Bilgiç sayı 59, 1952, s. 3
1 0 A. g. e., s. 3
1 1 Tunç, M.Ş., "Dünya ve Bizim Dünyamız", Bilgiç sayı 58, 1952, s. 1
1 2 Tunç, M.Ş., "Tabiat Alemi ve însan Dünyası", Bilgi sayı 75, 1953, s. 6

hiçbir zaman insan olmayacak, içgüdülerimizin hükmü altında kalacaktık."13 Oysa insan,
manevî iradesi ve sahip olduğu mânâ ve kıymet idraki ile kendini kurabilme imkânına
sahip olan bir canlıdır. İşte Mustafa Şekip'e göre bu mânâda insan, diğer canlılardan
farklıdır. Sosyal ve tabiî ortam aynı olsa bile, her bir fert, ondan farklı bir biçimde
etki alır. İnsan da diğer camlar gibi bir çevre içinde yaşar, ama insanın çevreye karşı olan
tutumu diğer canlılardan farklıdır. Meselâ hayvan, çevresiyle kayıtlıdır, ve çevre onun
hayatta kalabilmesinde, şekillenmesinde, birinci derecede belirleyicidir. İnsan ise, hayvandan
farklı ve fazla olarak içinde bulunduğu çevreyi değişim ve dönüşüme tâbi tutabilir,
kendi anlam ve değer dünyasından yansıtacağı anlam ve değerlerle, psikolojik bir
âlem yaratabilir. Yani çevreye ilaveler yapabilir. Mustafa Sekip bu düşüncelerini şöyle
ifade eder; "İnsan da hayvan gibi evvelâ ham bir varlıkla çevrilidir. Yalnız etrafını saran
bu ham varlık içinde kapanıp kalmaz; mevcudiyetini gösterecek ham varlıkları kendi
dünyası hâline getirdikten başka, mânâlandırmak suretiyle psikolojik bir âlem yaratarak
bunun içinde yaşar."14

Mustafa Şekip'e göre, dünyanın ve hayatın mânâsı ve değeri, bizim ona yüklediğimizden
ibarettir. Dünyaya yönelişimiz sonucunda, kendimiz için kurduğumuz dünya, artık
bizim için ve bizim dünyamızdır. Yani bizim, dünyamızı kurabilme gücümüz vardır.
Bu konuda Mustafa Sekip şöyle söyler; "Realite haddi zatında (kendinde) ne ise o dur,
ona bir şey yapamayız. Fakat realiteye verilecek mânâ ve şekillerde tamamiyle serbestiz.
Nitekim dünyaya mitolojik, mistik, aklî, hayalî, mevhum yahut ilmî bir mânâ verebildiğimiz
gibi, eşyaya da istediğimiz şekilleri veriyoruz. (...) Dünyanın dili yoktur. Onu
biz söyletir, biz dillendiririz ve böylelikle bizim dünyamız vücut bulur. Onu nasıl söyletirsek
söyletelim, ses çıkaracak değildir. O halde dünyaya ve hayata, doğru veya yanlış
mânâ vererek bu mânâlar içinde yaşamak da bize bağlı kalıyor."15

Görülüyor ki Mustafa Sekip, insana içinde yaşadığı dünyasını kurabilmek gibi çok
önemli bir anlam yüklüyor. İnsanı önceden şekillenmiş bir planı gerçekleştirmeye mahkûm
bir canlı olarak görmüyor, ona irade, seçme ve hürriyet atfediyor. Mustafa Şekip'e
göre; hürriyet, insanın dünyayı kendisine göre anlamlandırabilmesi, kendi dünyasını kurabilmesinin yanısıra, yine kendi iradesi ile kendisine bir ahlâkî ilke seçip, bir ilkeye
bağlanıp, o ilke doğrultusunda yaşamasıdır. Tabiatta sadece insan varlığı, kendisine bir
davranış ilkesi belirleyerek, ona bağlı olarak yaşar. Bu anlamda insan, ahlâkî bir varlık
olur. İnsanın ahlâkî bir varlık olması, onun manevî varlığının bir parçasıdır. Manevî varlığı
insanın, biyolojik ve fizyolojik varlığının dışındadır. " Yalnız bir melekesi ile yaşamayan
İnsan, bütün şahsiyetinin, bütün melekelerinin ihtiyaçlarıyla yaşamak zorundadır."
16 İnsanda "bilim" ihtiyacının yanında "takdir etme", "kıymet verme" ihtiyacı da

1 3 Tunç. M.Ş., "Veraset ve Terbiye", Bilgi sayı 60, 1952, s. 1
1 4 Tunç, M.Ş., "Dünya ve Bizim Dünyamız", Bilgi sayı 58, 1952, s. 2
1 5 A. g. e., s. 2
1 6 Tunç, M.Ş., "Tabiat Alemi ve tnsan Dünyası" , Bilgi, sayı 75, 1953, s. 12

vardır. Mustafa Şekip'e göre, takdir etme, güzelliğe kıymet verme ihtiyacından sanat,
doğruluk ve adalete verdiğimiz kıymetlerden de hukuk ve ahlak doğar. İnsan'da, tarif ve
ispat edilememekle beraber, yok edilemez istek ve dilekler vardır. Bunları ideal kıymetlere
yöneltmek ise ahlak ve dinin emirleridir. Bu emirlere dıştan uyma şekline hukuk,
vicdanla uyma şekline ahlak, imanla uyma şekline de din diyoruz.17 İnsan, varlıklar için
olduğu gibi kıymetler için de değişmez, mutlak bir ölçü arar. Mustafa Şekip'e göre, kıymetlerin en değişmez, şaşmaz ve sarsılmaz ölçüsü bütün büyük dinlerde Tanrı'dır. Tanrı,
en büyük yaratıcıdır ve yarattığı bu dünyada da aynı vasıf devam etmektedir.18 Mustafa
Şekip'e göre; "şuurlu bir varlık için mevcut olmak değişmeye, değişmek kemale ermeye,
kemale ermek kendini hudutsuz bir surette yaratmaya bağlıdır."" İşte Mustafa
Şekip'e göre kendini bu şekilde ilerleyerek oluşturan insan, biyolojik varlığının üstüne
çıkarak manevî varlık statüsüne yükselmiş insandır. Ona göre insan, manevî varlık statüsüne
yaklaştığı ölçüde de, insanlık ürünlerinde zenginliğe, çeşitliliğe ve estetik inceliğe,
zerafete, iyiye ve güzele yaklaşır.20 Çünkü insan, mânâ ve kıymet idrakine sahiptir.
İşte bu yönüyle insan, hem tabiattaki diğer varlıklardan ayrılır, hem de insanlık basanlarının
gerçekleştirilmesine yönelir.

İnsanlık başarılarını gerçekleştiren, gerçek anlamda insan olarak gördüğü bu insan
varlığına Mustafa Sekip Tunç, «müşahhas insan» diyor. Ona göre müşahhas insan, kendi
gücü ölçüsünde insanlık ürünlerinin yaratılmasında rol oynayan insandır. Çünkü insan
varlığının hikmeti ve en büyük mutluluğu da iktidarı nisbetinde yaratmaktır.21 Dünyadaki
sürekli oluş hâli böylece insanda devam eder. Mustafa Şekip'e göre insan, kendi
dünyasını kurabilme, ahlâkî değerlere bağlanabilme ve bu değerlere uygun yaşayabilme
ve yaratıcılığını kullanarak insanlık ürünlerini yaratabilme ve böylece zamanın yaratıcılığına
katılabilme özellikleri ile insan oluyor. Bunun yanısıra insan, kendi varoluşunun
anlamını sorgulayan ve kendisinin tabiattaki yerini düşünen bir varlıktır, Yani insan, dış
dünyaya mesafe alarak, onu anlamlandıran bir varlık olduğu kadar, kendisini de anlamlandıran bir varlıktır. İnsan bu anlamlandırma faaliyetini şuuru sayesinde gerçekleştiriyor.

İnsan, şuuru aracılığı ile, kendisi hakkında bir fikre sahip oluyor. Mustafa Şekip'e
göre; insanın bu noktada fark ettiği şey, kendisinin sadece tabiatın bir uzantısı olmadığıdır.
İnsan, kendisine baktığında, kendisinin tabiattaki diğer varlıklardan farklı olduğunu,
tabiattaki herhangi bir varlık olmadığını görür. Zira kendisi hakkında bir anlamlandırma
faaliyetinde bulunan yalnızca odur. Mustafa Şekip'e göre; "büyük dinlerin «eşref-i mahlûkat
» olarak vasıflandırdıkları insan, tekâmül zincirinin son halkası olmakla beraber,
sübjektif varlığının aşkın ve taşkın olan istidat, temayül ve iştiyâkleriyle hayvanlardan
esaslı bir surette ayrılır. Fizik, moral, estetik ve entellektüel ihtiyaçlarının çokluğu, ha-

1 7 Tunç, M.Ş., Bir Din Felsefesine Doğru, İstanbul 1959, s.12
1 8 Tunç, M.Ş., "Müşahhas İnsan ve Onun Dünyası", Bilgi, sayı 77, 1953, s.8
1 9 Tunç, M.Ş., "İş ve Düşünce", İs, yıl 1, sayı 2, 1934, s. 84
2 0 Tunç, M.Ş., "Veraset ve Terbiye", Bilgi, sayı 60, 1952, s.l

yale düşkünlüğü ve ihtiyaç karakterleriyle de bir üstünlük gösterir."22 Yani insan, tabiattaki
diğer varlıklardan farklı olarak, manevî ihtiyaçları olan23 ve bu ihtiyaçları doğrultusunda
manevî bir dünya kurabilen şuurlu bir varlıktır. Tabiattaki diğer varlıklar neyi
gerçekleştirmek için var iseler, onu gerçekleştirirler. Yani türsel özellikleri ile kayıtlıdırlar.
İnsan ise, biyolojik yönü bakımından olmasa bile, manevî yönü ile, böyle bir kayıtlıhğa
tâbi değildir. O, iradesi ve seçimleri ile kendini belirler. Kendi şahsiyetini kurar.
Meselâ bir çam fidanının büyüyüp bir çam ağacı olacağı şüphesizdir. Bir insan varlığının
ise, insan formunda olacağı kesin olmakla birlikte, nasıl bir insan olacağı, yani şahsiyetinin
nasıl olacağı önceden belirlenmiş değildir. Sonuçta her insan farklı bir şahsiyet
olarak karşımıza çıkar. Mustafa Şekip'e göre; "tabiatta umumî olan ile hususî olan arasında
fark yoktur. Tek bir hayvan ne kadar mükemmel olsa, kendi cinsinin bir ferdidir.
İnsan için de aynı şey söylenebilir mi? Bir koyunu diğer bir koyunla değiştirebiliriz.
Fakat bir insanı diğer bir insanla değiştirebilir miyiz? Değiştiremiyoruz. Çünkü her
insan kendi cinsinin sadece bir ferdi değil, aynı zamanda bir şahsiyetidir, ve şahsiyet olarak
tek ve emsalsizdir. Kimse ile mukayese edilemez."24 İşte bu nedenle de, Mustafa Şekip'e
göre; bir insan hakkında bilgi edinmek de ondaki bu «şahsî» olanı kavramak demektir
ve kültür ilimleri ile tabiat ilimleri arasındaki fark da buradadır.25 Yani, şuuru ve
şahsiyeti ile hem tabiattan, hem de toplumdaki diğer insanlardan ayrılan insanı, tabiattaki
diğer varlıkları tanımamızı sağlayan yöntem ve yetilerle tanıyamayız. Yani sadece
akılla insanı kavrayamayız. Mustafa Şekip'e göre, insanın aklının dışında, bir duygu ve
düşünce dünyası, bir değerler dünyası vardır. Arzulan ve idealleri vardır, İşte insanı bu
yönleri ile de kavramamızı, kendimizde bulunan bu yön, yani manevî yön sağlayacaktır.
Bu nedenle Mustafa Şekip'e göre, insanın biyolojik olmayan yönünü açıklayamayız fakat
anlarız.26

Görülüyor ki Mustafa Sekip Tunç, insanı herhangi bir obje gibi görmüyor- Onu,
kendisine mahsus bir dünyası olan, dünyayı kendisine göre kurabilen, yaratılan olan,
duygulan, düşünceleri, değerleri, inançları ve idealleri olan bir varlık olarak ele alıyor.
İnsanın bu farklılığını gözardı ederek, onu herhangi bir obje gibi değerlendiren görüşlere
de karşı olduğunu belirtiyor. Ona göre; "kayıtsız ve şuursuz maddeden yapılmış bir
makine olduğumuz telakkisi, ilmî, müsbet bir hakikatmiş gibi devam ettikçe, insanlığı
da petrol, kömür gibi alabildiğine harcamakta ciddî hiçbir endişemiz olamaz. Nasıl ki
geçirdiğimiz iki büyük cihan harbi insanlık kaygusuna karşı ne kadar sağır kaldığımızı
olanca fecaat ve acilığıyla göstermiştir." 2 7

2 1 Tunç, M.Ş., "Müşahhas tnsan ve Onun Dünyası", Bilgi sayı 77, 1953, s. 6
2 2 Tunç, M.Ş., "Müşahhas İnsan ve Bünyesi", Bilgi sayı 76,1953, s. 7
2 3 Tunç, M.Ş., "Din İhtiyacı ve Terbiyesi", Bilgi sayı 71, 1953, s. 1
2 4 Tunç, M.Ş., "Tabiat Âlemi ve İnsan Dünyası", Bilgi sayı 75, 1953, s. 10
2 5 A. g. e., s. 10
2 6 Tunç, M.Ş., "Kişinin Değeri", Türk Düşüncesi cilt 2, sayı 9, 1954, s. 165
2 7 Tunç, M.Ş., "Yalnız İnsan", Bilgi,, sayı 59, 1952, s. 3

Mustafa Şekip'e göre, insan kendini tabiattaki herhangi bir obje gibi görmemelidir
çünkü öyle değildir. İnsan, kendisine mesafe alarak, kendisi hakkında bir anlamlandırma
yapabilme imkânına sahiptir. Bu imkânı kullanarak kendisinin farkına varmalı ve
kendisini bir şahsiyet olarak gerçekleştirebilmelidir. İşte o zaman gerçek mânâda müşahhas
bir insan olacaktır. Mustafa Şekip'e göre insan bunu yapabilmek için, bu şuurunu geliştirecek
bir eğitime ihtiyaç duyar. Çünkü ona göre, insan anlayışımız belirli bir eğitim
modelini öngördüğü gibi, her eğitim modeli de, bir insan anlayışını gerçekleştirmeyi hedeflemektedir.

Yani, yetiştirmek istediğimiz insana göre bir eğitim modeli geliştiririz.
Burada Mustafa Sekip Tunç, belli ve standart bir tip insan yetiştirmek için bir eğitim modeli
teklif etmiyor. Onun burada, eğitim yoluyla oluşturulmasını teklif ettiği insan tipi;
kendisini kurabilen, kendisini gerçekleştirebilen, kendisinin yalnızca biyolojik bir varlık
olmadığının farkına vararak, kendisindeki manevî yönü de anlayabilen, kendisindeki irade
ile kendisine ve dış dünyaya şekil verebilen bir insan tipidir. Yani, ruh-beden bütünlüğünü
sağlamış, kendisiyle barışık, şuurlu, şahsiyetli, müşahhas bir insan.
Mustafa Şekip'e göre her insan ferdi bir şahsiyet olarak algılandığında ancak insana
hak ettiği değer verilebilir. Başkasını da kendisi gibi bir şahıs olarak algılayan kişi
davranışlarını da bu gerçeğe göre ayarlayacak ve kendisi için kabul etmediği ve edemeyeceği
davranışları başkalarına karşı sergilemeyecek ve onlar için de kabul etmeyecektir.

Kısacası, kendi şahsiyetini kazanmış bir insan diğer insan fertlerini de birer şahsiyet
olarak görür, böylece de onlara bir şeref, haysiyet ve insanlık değeri atfeder ve kendi
asıl değerini de başkalarına yüklediği bu değer yoluyla kazanır.

2 8 Tunç, M.Ş., Psikoloji Dersleri, Istanbul 1950, s. 14
29 Tunç, M.Ş., "Türkiye'de Ahlâk Meselesi", Bilgi, Sayı 50, 1951, s. 2-4

Ziyaret -> Toplam : 125,30 M - Bugn : 58355

ulkucudunya@ulkucudunya.com