« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

24 Oca

2011

RECAİZADE MAHMUT EKREM’İN NAÇİZ ADLI ESERİNDE ÖZLÜ SÖZLER

Hüseyin DOGRAMACIOGLU 01 Ocak 1970

Özet

Recaizade Mahmut Ekrem, çeviri – telif türünde kaleme aldıgı Naçiz adlı eserinin son

bölümünde özlü sözler söylemistir. Eser bu güne kadar yayımlanmadıgı için Ekrem’in özlü sözleri de

ortaya çıkarılmamıstır. Ayrıca Naçiz’in sadece çeviri bir eser olarak tanıtılması, telif kısmının göz

ardı edilmesi Ekrem’in eserdeki özlü sözlerinin bilinmesini engellemistir. Ekrem bu eserinde dostluk,

para, musibet, öfke, ask ve diger farklı konular üzerine konusmaktadır. Yazarın kurdugu kısa

cümleler, bütün bir manzarayı bir anda aydınlatan siddetli bir ısık gibi etkili ve özlü sözlerdir.

Ekrem’in özlü sözleri günümüzdeki benzer sosyal sorunlara çözüm önerileri olacak özelliktedir.



Giris

Recaizade Mahmut Ekrem’in 1886’da çeviri – telif türünde kaleme aldıgı Naçiz’in bir bölümü,

Batı edebiyatının tanınmıs yazar ve sairlerinden yaptıgı çevirileri ihtiva etmektedir. Ancak eserin önemli

bir bölümü Ekrem’in kendi cümleleriyle söyledigi özlü sözlerden olusmaktadır. Eserin günümüze kadar

Latin harflerine çevrilmemis olması Ekrem’in Batı’dan mülhem söyledigi özlü sözlerin bilinmemesine

yol açmıstır. Ekrem, günlük hayatta herkesin isine yarayabilecek ve yasantımıza yön verecek mahiyette

özlü sözler söylemistir. Özellikle dostluk, para, musibet, öfke ve ask gibi konularda söyledigi sözler

günümüzdeki benzer sorunları aydınlatacak niteliktedir. Ekrem, Naçiz adlı eseriyle halkı egitmeyi ve

hayat tecrübelerinden okuyucuların yararlanmasını gaye edinmistir. Ancak eserde yer alan özlü sözlerin

birçogunun Arapça ve Farsça terkiplerle olusturulmus olması eserin halk tarafından anlasılmasına engel

olmustur.



Yanlıs Bilinen Bir Eser: Naçiz

Naçiz, bugüne kadar Ekrem’in Batı edebiyatından yaptıgı çevirilerden olusan bir kitap olarak

tanıtılmıs ve bölümleri de yanlıs verilmistir. Ayrıca eser hakkında yapılan degerlendirilmeler birkaç

cümleyle geçistirilmis, böylece Naçiz’deki özlü sözler gölgede kalmıstır. Eser hakkında simdiye kadar

yapılan degerlendirmelerden bazıları asagıda sıralanmıstır. Öncelikle Tanpınar tarafından yapılan

degerlendirme söyledir:



“Ekrem Bey’in ayrıca Naçiz adı ile garp edebiyatlarından yaptıgı tercümelerden bir külliyatı

vardır. Bas tarafını da devrin tanıdıgı Fransız sair ve muharrirlerinden mensur tercümeler teskil eden bu

kitabın ikinci kısmında La Fontaine’den tercüme ettigi masallar bulunur. Bunlar, Sinasi’nin de himmetini

kaydeden ve yazılıs itibari ile Ziya Pasa’nın Harabat üslûbunu andıran manzum bir mukaddime ile baslar.

Daha evvel Chateaubriand’ın Atala’sını tercüme etmisti.” (Tanpınar 2000: 254).

Naçiz adlı eser iki bölümden degil üç bölümden olusmaktadır. Tanpınar’ın ilk iki bölüm

hakkında söyledikleri dogrudur; ancak La Fontaine tercümelerinden sonra baslayan üçüncü bölüm

Mülâhazât-ı Mütenevvie adını tasımaktadır. Bu bölümde Ekrem, özlü sözlerini söylemektedir. Üstelik bu

kısım, eserin 99. sayfasında baslayıp 155. sayfasında biten 56 sayfalık hacimli bir bölümü teskil

etmektedir. Bu bölüm üzerine simdiye kadar hiçbir yorum yapılmaması eserin yanlıs bilinmesinden

kaynaklanmaktadır.

Eser hakkında yapılan bir diger yanlıs degerlendirme ise Naçiz’in yine iki kısımdan meydana

geldigi hakkındadır:

“Bunların basında Naçiz’i zikretmek lazımdır. 1886’da intisar eden bu kitap, Ziya Pasa’nın

Harabat Mukaddimesi üslûbunda bir mukaddime ile iki kısımdan meydana gelmektedir. Sairin ne kadar

çok eser okudugunu gösteren birinci kısımda onun muhtelif Fransız sairlerinden terceme ettigi

manzumeleri yer almıstır. _kinci kısım da, La Fontaine’den terceme ettigi masallara tahsis edilmistir.”

(Bilgegil 1997: 487).

Yukarıdaki yazıda yine eserin üçüncü kısmı ile ilgili bir bilgi verilmemektedir. Naçiz üzerine

yapılan bir baska degerlendirme de eserin basarılı tercüme eserlerden biri oldugu hakkındadır: “Batı

siirinden çevirilerini Naçiz’de (1886) toplamıstır. Siirin çeviride yarı yarıya güzelligini kaybettigini

belirten Recaizade’nin bu kitapta toplanan siirleri öncekilere nispetle daha basarılı görülmektedir.”

(Enginün 2006: 498). Bu degerlendirmede ise eser ve bölümleri hakkında ayrıntılı bilgi verilmemektedir.

Eser için yapılan tek yorum onun basarılı oldugu seklindedir.

Naçiz’in günümüze kadar Latin harflerine çevrilmemesi eserin dogru bilinmesine engel

olmustur. Ekrem bu eserinde ögüt verici ve özlü sözlerini belirli baslıklar ve konular altında toplamamıs;

yalnızca art arda sıralamakla yetinmistir. Bu sözlerin hepsini bir makalede vermek mümkün degildir.

Bunlardan bazıları konularına göre gruplandırılarak asagıda incelenecektir:



Dostluk Üzerine

Ekrem, dostluk ve arkadaslık iliskileri hakkında insanlara yol gösterici sözler söylemistir. Yazar,

dostluk hakkında konusmadan evvel dost seçimi üzerine ipuçları verir:

“Ahbabını bulundugun derecenin ne pek fevkinde ne de pek dûnundaki meratib ashabından

intihab etme.” (Ekrem 1302: 107). Ekrem, herkesin kendi seviyesine uygun dostlar edinmesi gerektigini

söyledikten sonra dost seçimindeki kriterleri sıralar: “Dost-ı hakikî nazarıyla bakacagın zat, akval ve

ef‘alini alkıslayan degil kusur ve ayıbını yüzüne urandır.” (Ekrem 1302: 108). Gerçek dostun insanın

ayıplarını gösteren bir ayna olması gerektigini belirttikten sonra bu tür bir dostun kolaylıkla

bulunamayacagını söyler. Ayrıca: “Herkesin ehibbası olanlar hiç kimsenin muhibbi degildir.” (Ekrem

1302: 108) diyerek dost seçiminde dikkatli olmayı salıklar. Halk arasında iyi gün dostu olarak bilinen

kimseler hakkında orijinal bir benzetmede bulunur: “Ehibba-yı kâzibe gezginci kuslara benzerler: Güzel

mevsimde gelirler mevsim fenalasınca giderler.” (Ekrem 1302: 108). Bu nedenle göçmen kuslara

benzeyen sahte dostlardan uzak durulmalıdır.

Ekrem, gerçek dostun insanın kusurlarını söyleyen kisi oldugunu belirtir. Ancak kisiyi sürekli

suçlayan ve arkasından korumayan kisinin gerçek dost olamayacagını da ekler: “Ehibbasını zemmeden

veyahud aleyhinde bulundugu zaman müdafaasını etmeyen sahısdan çekinmelidir.” (Ekrem 1302: 108).

Bununla birlikte Ekrem, insanların sevgisini kazanmak ve çok dost edinmek isteyenlere söylece yol

gösterir: “_nsanlara kendini sevdirmek için en müessir ve emin yol insanları samimi olarak sevmektir.”

(Ekrem 1302: 106). _nsanları seven kisinin ahbabı da çok olur, diyen Ekrem insanın dosta olan ihtiyacını

su ifade ile özetler: “Bir muhibbe mâlik olmak hengâm-ı saadetde mucib-i ihtiyâcdır. Felâket zamanında

ise aynıyla ihtiyâcdır.” (Ekrem 1302: 107). Ekrem, gerçek dostun insan için hayati önem tasıyan bir

ihtiyaç oldugunu belirtmektedir. Bu ihtiyacın temini için dost edinmek gerektigini söylemektedir. Dost

seçiminde dikkat etmemiz gereken noktaları tek tek sıralayan yazar, gerçek dostlar edinmek gerektigini

ögütlemektedir.



Para Üzerine

Ekrem, her zaman popülerligini koruyan para meselesini irdeler. Ona göre : “Para pek iyi bir

hizmetkârdır. Fakat pek fena bir efendidir.” (Ekrem 1302: 114). Bu nedenle: “Para saadet veremez,

saadeti say ve emelden ve faziletden taleb etmelidir.” (Ekrem 1302: 114) Yazar, bütün gayretini para

kazanmaya adayanların mutlu olamayacagını belirttikten sonra paranın her seyi yapabilecegi görüsünün

yanlıslıgını ortaya koyar. “Para her seyi vücuda getirmege kadirdir itikadında bulununlar, para için her

seyi yapmaga hazırdır.” (Ekrem 1302: 114). Bu düsüncede olanlar para için her yola basvururlar. _nsanlar

paraya gereginden çok önem verirlerse manevi degerler bile para karsılıgında satılır hâle gelir: “Herkesin

parayı sevdigi bir zamanda ona o derece nedret ârız olur ki söhret, akl u dirayet, ahbablık ve aska

varıncaya kadar her sey satılmaga baslar” (Ekrem 1302: 114). Her seyin hatta degerlerin bile satıldıgı bir

toplumda huzur ve güven ortamı olmaz. Para hırsı insana yerlesirse insan sürekli ve daha çok kazanmak

isteyecektir. Yazar bunu bir örnekle açıklar: “Yas yasamak para biriktirmege benzer ki para biriktikçe

ziyadesi arzu olundugu gibi yas dahi arttıkça daha ziyadesi istenilir” (Ekrem 1302: 136).

_nsanları para hırsına sürükleyen amillerin basında insanın kendisinden yukarıdakilere bakması

ve onlara imrenmesi gelmektedir. Ekrem bu sosyal yaraya çare gösterir: “_nsan daima ma-fevkini

düsünmekle fakir, ma-dûnuyla halini muvazenede ganidir”(Ekrem 1302: 137). Öyleyse insan daima

maddeten kendisinin altında olanlara bakmalı ve gönül zenginligine ulasmalıdır. Ayrıca tasarruf edilirse

servetin kaynagına ulasılır: “Tasarrufa dikkat bir büyük menba-ı servetdir” (Ekrem 1302: 116). Bu

kaynaga ulasan insan artık kâr etmeye baslar: “Tasarruftan emin kâr olmaz” (Ekrem 1302: 116) diyen

yazar hakiki kazanç yolunu isaret eder. Ekrem’e göre kalp huzuruna ulasmak için ihtiyaç sahiplerine

maddi yardımda bulunmak yararlı olur: “Erbab-ı ihtiyaca verilen seyler Cenab- ı Hakk’a emanet olunmus

hükmündedir ki yine bir gün ashabına rahmet eder” (Ekrem 1302: 118).

Ekrem, altın ve para gibi seylere sahip olduklarında insanların asıl degerlerinin ortaya çıkacagını

belirtir: “Mihekk altunun; altun ise insanın ayarını bildirir” (Ekrem 1302: 114). Yazar, bu sözüyle servet

sahibi olmanın insanın gerçek kimligini açıga vuracak bir ölçüt oldugunu düsünür.



İnsanların Musibete Ugraması Üzerine

Ekrem, insanların musibete ugramalarında bazı faydaların oldugunu düsünür. Ona göre, demir

nasıl ki ateste yakıldıgında çeliklesirse insan da musibet atesinde çelikten bir iradeye kavusur. Ayrıca

musibetler ahlâkı terbiye eder: “Felaket ve musîbet fesade veremedigi ahlâkı terbiye ve tahliye eder”

(Ekrem 1302: 123). Ahlakî terbiyenin gerçeklesmesi ve insanın olgunlasması musibetin insana sagladıgı

yararlardandır, diyen Ekrem bu yararın ancak kalpleri kuvvetli olanlara saglanacagını ekler. Kalbi ve

dayanma gücü zayıf olanları ise musibetler tahrip eder: “Felâket ve musîbet, zaif olan kulûbu tahrib;

kavîlerini ise takviye-i tahkim eder” (Ekrem 1302: 123). Ayrıca musibetler, insanın Allah katında

yükselmesi için bir vesiledir: “Felâket ekseriya indallah-ı derecat-ı aliyyâta vusûl için mirkâtdir”(Ekrem

1302: 123). Bununla birlikte Ekrem, insanların musibetlere ugratılarak imtihan edildiklerini belirtir:

“Altın atesle tecrübe olundugu gibi insan da pota-yı mesaib içinde tecrübe edilir” (Ekrem 1302: 125).

Ekrem’e göre “musibetlerin potası” denilen yerde insanlar imtihan edilmektedirler.

Ekrem, insanların basına gelen felaketlerin içerisinde bazı faydaların oldugu gibi insana

mutluluk veren hadiselerde bir felaketin gizli olabilecegini ifade eder: “Hiçbir vaka-yı bed-bahtane

yokdur ki mühre-i nas ondan ba’z fevaid istihsal etmesin. Kezalik hiçbir vaka-yı nik-bahtane yokdur ki

geç-endis olanlar onu kendi felaketlerine tahvil etmesin” (Ekrem 1302: 125). Bu nedenle basımıza gelen

felaketlere gereginden fazla üzülmemeli aynı zamanda mutlu olaylarımıza da fazla sevinmemeliyiz.

Ekrem, bu nasihatini insanın aldıgı keyfe ve hazza baglar: “Tali’imizden gelen seylere takdîr-i kıymet

eden kendi keyf ü hazzımızdır (…) _nsanların saadet ve felâketlerinin kendi keyiflerine olan irtibatı baht

ve tali‘e olan irtibatından az degildir” (Ekrem 1302: 123–125). Görüldügü gibi insanlar felaket veya

saadeti kendi keyiflerine göre iyi veya kötü olarak degerlendirmekte ve isin iç yüzünü hesaba

katmamaktadırlar.



Hiddet Üzerine

Ekrem, öfkelenmenin zararlarını belirttikten sonra hiddetin insanı yanlıs yollara sürükledigini

belirtir. Ona göre insan hiddetlendigi anda karar vermemeli ve herhangi bir is yapmamalıdır: “Hiddet

esnasında is görmek fırtınalı bir havada denize çıkmaga benzer” (Ekrem 1302: 128). Çünkü insan

hiddetlenip bir ise karar verirse sonunda mutlaka pismanlık duyacaktır. Hiddetin meyvesinin pismanlık

oldugunu ekleyen yazar, öfkenin bir ates oldugunu, bu nedenle de öfkelenen insanın kızaracagını belirtir:

“Tohm-u hiddet, meyve-i nedamet inbât eder. (…) Hiddetle sararan hacaletle kızarır” (Ekrem 1302: 128).

Yazar, hiddetin neticesinde utanarak kızaran insan için bu durumun en kötü bir nasihatçi oldugunu söyler:

“Hiddet ve tehevvür en kesir-ül fikre en haris, en den’i bir nasihatkârdır” (Ekrem 1302: 128). Yazar,

bütün bu sözlerinden sonra öfkelenmemek gerektigini, öfkenin insanı atesin yakması gibi mahvedecegini

hatırlatır.



Aska Dair

Ekrem, askın bir hastalık oldugunu söyler. Bu nedenle aska tutulan gençleri ayıplamamak

gerektigini belirtir: “Aska giriftar olan bir genci takbîh etmek hasta oldugu için bir adamı ta’zir eylemege

benzer” (Ekrem 1302: 129). Ancak gerçek askı bulabilenler pek azdır. Ekrem, gerçek aska tıpkı melekler

gibi sehvetten uzaklasarak ulasılabilecegini ifade eder: “Ask-ı hakiki melâikin sehved-hatif-ül-zevalidir:

Bütün âlem ondan bahs ederse de kendisini görebilenler pek ma’duddur” (Ekrem 1302: 129). Ancak

Ekrem diger bir sözünde askı ilahî boyuttan insanî boyuta çeker: “Ask ve muhabbetden haberdar

olmamak mesrebce meyl edecek bir güzele henüz tesadüf olunmamıs olmakdır”(Ekrem 1302: 129).

Yazar, askı insanî yönüyle ele aldıktan sonra âsıkın, masukundan uzak yasamasına mecbur edilmesinin

onun helâkine sebep olacagını söyler: “Kisiye masukasından uzak bir yerde yasamaga mecburiyet

elvermek rah-ı helâkda aheste-rev olmakdır”(Ekrem 1302: 129). Helak olan insanın askı da ates alevinin

sönmesi gibi çabucak söner: “Ask -ki atesin alevine benzer- hareket-i daimiyyesiz mahv ü mün’adim olur

ve havf ü ümidden kesildigi gibi biter”(Ekrem 1302: 129). Askın devam etmesi sevgili ile beraber olmaya

baglıdır. Ancak ask, bilinenin aksine muhabbeti degil; adaveti, nefreti dogurur: “Askın mahiyetine

asarıyla hükm olunmak lazım gelse muhabbetden ziyade adavete sibah görünür”(Ekrem 1302: 129). Bu

konu ile ilgili diger sözlerinde Ekrem, gerçek aska ulasmanın uzun bir süreçten geçtigini ve buna

ulasanların sayısının oldukça az oldugunu vurgular.



Çok Konusmak Üzerine

Ekrem, çok konusmanın bilgisizlik alameti oldugunu ve içi bos seylerin seslerinin fazla çıktıgını

belirtir: “Geveze adamlar içerisini dolu olan emsalinden ziyade ses veren hali kaselere benzer”(Ekrem

1302: 137). Yazarın hali kâseler dedigi bos kâse benzetmesi Türk atasözü olan “Bos fıçı çok tangırdar”

sözünü hatırlatmaktadır. Yazar, çok konusanların zaman hırsızı olduklarını söyler: “Lafazanlar vakit

hırsızıdır”(Ekrem 1302: 142) diyerek bunu teyit eder. Ekrem’e göre söylenen birçok söz aslında zevzeklik

etmek için söylenmektedir: “Zevzeklik insanı söyletmedigi zaman pek az lakırdı edilir” (Ekrem 1302:

151) diyen yazar, sukut etmenin daha yararlı oldugu görüsünü benimser. Ama geveze insanı susmaya

zorlamak ona siddetli bir sıkıntı verir, onu rencide eder: “Gevezeye sükût bir renc-i azim oldugu gibi

lâfzen cahilin istima-terhatı dahi sami’in için bir azab-ı elimdir”(Ekrem 1302: 136). Lâfzen denilen

geveze kisi bir de cahilse susmak ona daha fazla elem, sıkıntı verir. Görüldügü gibi Ekrem, çok konusma

ile ilgili düsüncelerini somutlastırarak vermistir.

(Yukarıdaki orijinal metinde görüldügü gibi Ekrem, hemen her konuda özlü sözler söylemistir.)

Ekrem yukarıda sıraladıgımız baslıklarda ele alınan özlü sözlerinin dısında birçok konuda

orijinal ifadeler söylemistir. Ancak bu sözleri yukarıda sıralananların dısında belli bir baslık altında

toplamak mümkün görülmemektedir. Yazar, “Mülahâzât-ı Mütenevvie” baslıgı altında topladıgı bu

sözlerini insicamsız, rasgele ve baslık kullanmadan art arda sıralamıstır. Bunlardan birkaçını asagıda

görebiliriz:

“Her seyden korkan her seye inanır” (Ekrem 1302: 154).

“_nsanlar hayran edildikleri zaman mahkûm olmaga baslarlar” (Ekrem 1302: 154).

“En fena meslek hiç meslegi bulunmamaktır” (Ekrem 1302: 155).

Yukarıda görüldügü gibi Ekrem, bir konudan diger konuya geçerek konusmaktadır. Yazarın bu

düsüncelerini kimlerden ilham alarak söyledigi belli degildir. Eserde bu konuya açıklık getirecek herhangi

bir ifade bulunmamaktadır. Ancak Ekrem, eserinin üçte ikisini batı edebiyatından yaptıgı çevirilere

ayırmıstır. Eserin üçüncü kısmında ise kendi sözleri bulunmaktadır.



Sonuç

Recaizade Mahmut Ekrem’in Naçiz adlı eseri günümüze kadar Latin harfleriyle

yayımlanmamıstır. Ayrıca Naçiz, sadece çevirilerden olusan bir eser olarak tanıtılmıstır. Bu nedenle

eserdeki özlü sözler günümüze kadar gün ısıgına çıkmamıstır. Eserin üçüncü bölümünde yer alan bu özlü

sözler hacimli bir yekûn teskil etmektedir. Bu bölümde hemen her konu ile ilgili ögütler bulmak

mümkündür. Bu sözler, Ekrem’in hayat tecrübelerinden hareketle olusturdugu anlasılan özlü sözleridir.

Ekrem; dostluk, hiddet, ask, gevezelik, para, musibet ve diger konularda günümüzdeki benzer sorunlara

çözüm getirecek cümleler söylemistir. Bu sözleriyle Ekrem sosyal meselelere bir filozof edasıyla

yaklasmaktadır. Naçiz adlı eser, Ekrem’i ve onun edebî kisiligini farklı yönleriyle ortaya koymaktadır.

KAYNAKÇA

B_LGEG_L, Yrd. Doç. Dr. Zöhre (1997). M. Kaya Bilgegil’in Makaleleri, Ankara: Akçag Yayınları.

EKREM, Recaizade Mahmut (1302). Naçiz, _stanbul: Mahmud Bey Matbaası.

ENG_NÜN, _nci (2006). Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat’tan Cumhuriyete (1839 – 1923), _stanbul: Dergâh Yayınları.

TANPINAR, Ahmet Hamdi (2000). Edebiyat Üzerine Makaleler, _stanbul: Dergâh Yayınları.

Ziyaret -> Toplam : 125,30 M - Bugn : 55931

ulkucudunya@ulkucudunya.com