AHMET HAMDİ TANPINAR (1901–1962)
01 Ocak 1970
“Ne eserlerimiz vardı ve neleri kaybettik? Daha neleri kaybetmek üzereyiz… Eski hayat tarzımızın alışkanlıklarını, geleneklerini, her şeyini insan hafızasına emanet etmekteki safdilliğimiz, bizi bugün çırılçıplak bıraktı.”
Ahmet Hamdi Tanpınar
Çağdaş Türk Edebiyatının en büyük isimlerinden olan Tanpınar, yazdıklarıyla ve aydın kimliğiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk dönemlerine şahitlik etmiş büyük bir sanatçıdır.
Yıkılan Osmanlı İmparatorluğu’nun yerine çağdaş, eşitlikçi ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte ülkemizdeki aydınlara çok iş düştü. Öyle ki, geçmişini bilen fakat geleceğe daha aydınlık bakabilen bilim insanlarına, sanatçılara ve düşünürlere ihtiyaç vardı. Ülkemize, hem Doğu’yu hem Batı’yı kucaklayabilen, bu iki kültürü harmanlayıp sağlıklı bir Türkiye oluşturmak için çalışacak nitelikli insanlar gerekiyordu. Ahmet Hamdi Tanpınar bu ihtiyacı giderecek insanlardan biri oldu. O hem sanatçı hem de sağlam bir düşünür olma özellikleriyle donatılmıştı. Avrupa’yı ve Osmanlı’yı çok iyi bilen kendi geleneklerini ve kültürünü korumak isteyen; fakat Avrupa’nın modern yüzünün de örnek alınmasını gerekli gören bir büyük düşünür ve sanatçıydı...
Bu dopdolu insanı biraz daha yakından tanıyalım!
23 Haziran 1901‘de İstanbul’da doğdu. İstanbul’da Ravaz-ı Maarif İbtidaisi’nde, Sinop ve Siirt rüşdiyelerinde Vefa, Kerbük ve Antalya sultanilerinde eğitim hayatını sürdürdü. Önce Baytarlık Mektebi’ne yani Veterinerlik Fakültesi^ne başladı. Bu okulu yarıda bırakarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne girdi; 1923 yılında bu okuldan mezun oldu.
Erzurum, Konya ve Ankara liselerinde; Gazi Eğitim Enstitüsü ve Güzel Sanatlar Akademisi’nde Edebiyat öğretmenliği yaptı. 1932–1939 yılları arasında Güzel Sanatlar Akademisi’nde Estetik ve Sanat Tarihi dersleri de verdi. 1939 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi profesörlüğüne atandı.
Tanpınar, etkili kişiliği ve başarılı çalışmalarıyla dikkat çekti ve milletvekilliği teklifi aldı. 1942–1946 yılları arasında milletvekilliği görevinde bulundu. Görevi sona erdikten sonra bir süre Milli Eğitim Müfettişliği yaptı. Eski görevi olan Güzel Sanatlar Akademisi’nde Edebiyat öğretmenliğine döndü. Bir süre bu görevde çalıştıktan sonra profesörlüğüne devam etmeye karar verdi. Ölene kadar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde profesör olarak dersler verdi. Bu görevinde pek çok öğrenci yetiştirdi. Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinde bir başöğretmen oldu. Bütün Türk Dili ve Edebiyatı akademisyenleri için bir ilham kaynağı oldu. Çünkü yazarlığı kadar aynı zamanda başarılı bir bilim insanı portresi de çiziyordu.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ayırıcı özelliklerinden biri iyi bir okur olmasıdır. Bu özelliği yazdıklarına da yansır. Okurunu, başka şeyleri okumaya yönlendirir. Romanlarında, yazılarında hatta şiirinde pek çok yazar ve şairden söz eder. Okurunun onları bulmasını onları da okumasını sağlar. Sadece kendi merkezinde yaşamaz. Tanpınar okur olmayı çok önemser. Herhangi bir yazısını okuduğunuzda, onun sadece bir duygu değil, bir düşünce adamı da olduğunu hemen anlarsınız.
Tanpınar’ın ilginç özelliklerinden biri güzel sanatlara olan ilgisidir. Resme, müziğe hatta heykele büyük ilgi duyar. Bu ilgisi onun romanını bir sanat eserine çevirir. Bir mekânı ya da bir insanın yüzünü sözcüklerle çizer. Bu sözcükleri bir araya getirdiğinizde en ince ayrıntısına kadar bir resim ortaya çıkar. Müzik de onun için çok önemlidir. Mahur beste ve Huzur’da roman neredeyse müzik üzerine kurulmuştur. Manzaranın, insanların ve her durumun ardında bir müzik parçası çalar sanki... Romanlarında bestecilerden, bestelerden ve müzik aletlerinden söz eder. Özellikle Klasik Türk Müziği’ne değer verir. Kendi müziğimiz olarak gördüğü bu türe oldukça narin ve duygusal yaklaşır.
Ömrü boyunca sanat ve kültür anlamında pek çok çalışma yapan Ahmet Hamdi Tanpınar, 24 Ocak 1962 yılında bir kalp rahatsızlığından ötürü hayata veda etti. Ardında hâlâ büyük bir zevkle okuduğumuz kitaplarını bıraktı. Romanları, şiirleri, öyküleri, mektupları, denemeleri, makaleleri ve bilimsel kitapları eşsiz dil kullanımlarıyla hiç eskimedi. Her kitabı bir başucu kitabı olma özelliği kazandı.
Bu yazımızda Tanpınar’ın romanlarından söz edeceğiz. Çünkü çok yönlü olan Tanpınar’ın belki de en etkileyici tarafı romancılığıdır, diye düşünüyoruz.
Huzur
Huzur, Tanpınar’ın en önemli romanıdır. “Huzursuzluğun romanı” olarak da tanımlanır. Günümüzde de çok okunan, çok tartışılan bir kitaptır. Mutlaka okunması gereken başucu kitaplarındandır.
Konusu kısaca şöyledir:
Mümtaz ve Suat, Nuran’a âşıktır. Fakat Suat, bu aşk üçgeninin dışına çıkarılmış, Mümtaz ve Nuran evlenmeye karar vermiştir. Evlilik hazırlıkları başlamıştır. Tam bu sırada Suat’ın kendisini asarak intihar ettiği öğrenilir ve iki gencin evlenme planları suya düşer. İkisi de böyle bir acının üstüne mutluluk kurmayı göze alamazlar. Nuran, Mümtaz’dan uzaklaşmak için Bursa’ya gider
Zaten oldukça hassas bir insan olan Mümtaz yıkılır. İç dünyası alt üst olur. Üstelik bir de hayranlık duyduğu ağabeyi İhsan da hastadır. Ona ilaç almaya çıkarken radyodan II. Dünya Savaşı’nın çıktığı haberi duyurulur. Eczaneden dönerken Suat’ın hayalini görür. Onunla konuşur; kendini kaybeder ve baygın düşer.
Romanın olay örgüsünde olağanüstülük yoktur. Aslında bu, kırık bir aşk hikâyesidir. Fakat romanda önemsenen olaylar değil, kahramanların iç dünyaları, kendi içlerindeki hesaplaşmaları ve düşünceleridir.
Huzur romanı, Batılılaşmaya çalışan Türkiye’nin o dönemdeki portresini sunar. Modada, müzikte, resimde ve diğer her alanda ortaya çıkan kültürel değişime ayna tutar.
Romanın en ilginç bölümleri Mümtaz’ın İstanbul’u betimlediği yerlerdir. İstanbul’un köhneleşen ara sokakları, ışıltılı fakat boş caddeleri, hâlâ eski sırlarını gizleyen sahafları, bir yüzyıl öncesinde yaşamaya devam eden kahveleri bizi başka bir dünyaya götürür. Boğaziçi’ni, Beyoğlu’nu en ince noktasına kadar anlatan yazar, şehirdeki çirkinleşmeyi görmüştür. Batılılaşmaya çalışırken mimari özelliklerini yitiren, çarpık bir düzen sergileyen bir İstanbul’u anlatmıştır. Ama büyülüdür yine de bu İstanbul. Bugünkü İstanbul’u düşünürsek, romandaki İstanbul bir peri masalı şehri gibi görünür…
Romanın bir yerinde "Beyoğlu, küçük ve orjinalite damgası çoktan kaybolmuş, hatta bu damgayı üstünde bir defa bile duymamış en ucuz cinsinden bir 19.yüzyıl Avrupa'sıdır" diyen Tanpınar, bu güzel şehrin çirkin yönlerini ve yolunu kaybetmiş insanlarını görür. Yazar, romanın ana kahramanı Mümtaz’ın bu şehirden ve bozulmuş yaşantıdan dolayı hayattan nasıl koptuğunu gösterir. Mümtaz, yaşama sevincini kaybetmiştir.
Huzur romanı, Doğu - Batı karşıtlığının en çarpıcı şekilde dile getirildiği romandır. Roman, Türk insanındaki kimlik sorununu ortaya koyar. Hangi medeniyete ait olduğunu bilemeyen Türk insanını sorgular. Bu sorgulamalar, genelde iki roman kişisinin birbiriyle konuşması sırasında ya da Mümtaz’ın kendi iç konuşmalarında ortaya çıkar. İşte onlardan biri! Mümtaz’la arkadaşı Orhan konuşuyorlar:
“Orhan:
-Maziyi ihmal edersek hayatımızda yabancı bir cisim gibi bizi rahatsız eder, içimize ister istemez sokacağız. O, kendisinden gelmemiz lazım gelen bir şeydir. Bu devam fikrine birazcık da olsa muhtacız. Kaldı ki dün doğmadık. En çetin realitemiz budur. Sonra hangi köklere ineceğiz? Halk ve halkın hayatı bazen bir hazine, bazen bir seraptır. Uzaktan sonsuz bir şey gibi görünür. Fakat yaklaştın mı, beş on motifin ve modanın içinde kalırsın yahut doğrudan doğruya bazı hayat şekillerine girersin. Klasik, yahut yüksek tabaka kültürü, ondan birçok yerlerde kopmuşsun… Ve zaten sıkı sıkıya bağlı olduğu medeniyet yıkılmış.
Mümtaz:
-İşte ben bunu imkânsız görüyorum, dedi. Çünkü dediğiniz gibi dizi koptu bir kere. Bugün Türkiye’de nesillerin beraberce okuduğu beş kitap bulamayız. Dar çevrelerin dışında, eskilerden zevk alan gittikçe azalıyor. Biz galiba son halkayız. Yarın bir Nedim, bir Nef’i, hatta bize o kadar çekici gelen eski musiki, ebediyen yabancısı olacağımız şeyler arasına girecek!”
Fark edebildiniz mi? Tanpınar ne kadar acı ama gerçekliği tartışılmaz durumlar sergiliyor. Bugünleri o zamanlardan görmediğini kim söyleyebilir? Emin olun, romanda o zamandan gördüğü bugüne dair pek çok şey daha var.
Sahnenin Dışındakiler
Tanpınar’ın Sahnenin Dışındakiler adlı romanı da bir İstanbul romanıdır. Bu romanda 1920’ler anlatılır.
Roman kişilerinin sayısı çoktur. Unutulmaktan kurtulamayan devlet adamları, kıymeti bilinmeyen vefakâr kadınlar, savaştan yorgun çıkmış askerler, hayal kurmaya devam eden gençler, çıkarcı insanlar, sokaklarda kaybolmuş adamlar, bu romanda hayat bulan kişilerdir. Romanda asıl Türkiye’nin Anadolu oluşu, İstanbul’un kafasının çok karışık olduğu vurgulanır; İstanbul’a sitem edilir. Ancak yine de İstanbul’a olan sevgi kuvvetle hissedilir.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü
Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Tanpınar’ın mizahi dille yazdığı bir romanıdır. Toplumsal sorunları eğlenceli ve düşündürücü biçimde ele alır.
Romanda gereksiz bürokrasiden söz edilir. Devletin içindeki karmaşık bürokrasi işlemlerine, kurumların işleyiş tarzına ve devlet memurlarının içinde bulunduğu gülünç durumlara dair yazılmış bir romandır.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü, bir kara mizahtır. Konusu kısaca şöyledir:
Hükümet saatleri ayarlamak üzere bir kurum oluşturur. Devletin ileri gelenlerinin çocukları, akrabaları bu kuruma yerleştirilir. Bu kurumun bölümleri ve alanları gittikçe genişletilir. Aslında böyle bir kurumun var olması bile akla aykırıdır. Buna rağmen, yüksek binalar yapılır; müdürler, genel müdürler atanır. Olay öyle bir hale gelir ki kurumun içinde olaylar git gide karışır. Kurumun faaliyetleri başa çıkılamaz hale getirilir.
“Saatleri Ayarlama Enstitüsü” içinde adam kayırmacılık, rüşvet, politik ayrımcılık gibi pek çok olayı barındırır. Tanpınar bu olayları gülmece içinde anlatır.
Roman, keyifle okunabilecek bir romandır. Türkiye’ye Türk insanına ve elbette evrensel insana göndermeler yapan bu roman gözden kaçırılmamalıdır.
Mahur Beste
Mahur Beste, Huzur ve Sahnenin Dışındakiler romanlarına bir giriş niteliğindedir. Osmanlı toplumunun Tanzimat’la beraber değişirken başına neler geldiğini bireysel hayat öyküleriyle aydınlatmaya çalışan Tanpınar, bu romanda Behçet Bey’i yaratır.
Behçet Bey bir konakta yaşar. Romanda, onun müzik zevki, etrafındaki insanlar ve yaşadığı şehir hayatı anlatılır ve “Mahur Beste” çerçevesinde, yani bir Türk sanat Müziği makamında doğan aşkı ve bu aşkın hüzünlü bitişi motif olarak kullanılır. Bu romanda, öncelikli olarak Türk müziği merkeze alınır. Tanpınar’ın zarif Osmanlı sanatlarına ve yaşantısına duyduğu özlemi ve modernleşmeyi anlatan Mahur Beste, aynı zamanda yazarın ince insan duygularını tasvir ettiği bir romandır.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın romanlarını okumak modernleşen Türkiye’yi anlamak için, çağımızın insanının yaşadığı şehir ortamına alıcı gözle bakmak için ve insanın en derin duygularına kanat çırpmak için iyi bir seçimdir. Sizleri bu dev adama yaklaşmaya davet ediyoruz.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Tüm Eserleri
Abdullah Efendinin Rüyaları (1943) -Hikâye
Yaz Yağmuru (1955)- Hikâye
Hikâyeler (1983)
Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1962)- Roman
Sahnenin Dışındakiler (1973)- Roman
Mahur Beste (1975)- Roman
Aydaki Kadın (1987)- Roman
Beş Şehir (1946) -Gezi Yazısı
Yahya Kemal (1961) -Biyografi
Edebiyat Üzerine Makaleler (1969) -Bilimsel Yazıları
19. Asır Türk Edebiyatı (1949)- Edebiyat Tarihi
Yaşadığım Gibi (1970)- Deneme
Şiirler (1961)