İDEOLOJİLERİN BAŞARISI VE İNSANLARI TANIMAK
S. Ahmed ARVASÎ 10 Ekim 2006
Bütün ideolojiler, başarıya ulaşmak için, kendilerini kitlelerin idrakine göre takdim etmeleri gerekir. Bu sebepten olacak, tarihin en büyük inkılâpçısı olan Şanlı Peygamberimiz: “İnsanların idraklerine göre konuşunuz!” diye buyurmuşlardır. O halde, Türk-İslâm Ülkücüleri, Nizâm-ı Âlem ve İlâyı kelimetullah davâsını, kitlelere mal etmeye çalışırlarken tavizsiz olmak kadar, onların meselelerini, hususiyetlerini ve idraklerini bilerek, esnek bir takdim biçimi içinde yol almaya önem vereceklerdir.
Şanlı Peygamberimizin muhatabı kimlerdi? Bunu çok iyi bilmek gerekir. O, İslâm'ı, çocuk, genç ve yetişkin her yaştan ve tabakadan insana tebliğ etmek ve yaşatmak istiyordu. Dolayısı ile O, davâsını, muhataplarına anlatırken, onları bilerek ve tanıyarak hareket ediyordu. Biz de böyle davranacağız. Esasen, bu, bir Kur'ân-ı Kerim emridir. Yüce Kitab'ımızda şöyle buyurulur: “(İnsanları), Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle dâvet et. Onlarla mücadeleni en güzel (yol) hangisi ise onunla yap.” (Bkz. En-Nahl Sûresi, âyet:125)
Başarılı davâ adamları, kendilerini, hem çocuklara, hem gençlere ve hem de yetişkinlere, onların dil, üslûp, ihtiyaç ve meselelerini bilerek çeşitli biçim, vasıta ve tekniklerle anlatabilenlerdir. Yine, başarılı davâ adamları, cemiyetin ve çağın, bütün basın, yayın ve haberleşme vasıtalarını, çeşitli sosyal birimlerin, tabakaların ve dilimlerin ihtiyaçlarına göre kullanabilenlerdir.
Türk-İslâm Ülkücüleri, Nizâm-ı Âlem davâsının ana caddesinde dosdoğru yürürken, bütün nesilleri el ele bulundurmak zorundadır. Yani Türk-İslâm Ülkücüsünün çocuklar için ayrı, gençler için ayrı, yetişkinler için ayrı hazırlanmış programları, yayınları, vasıtaları ve çalışma biçimleri olmalıdır. Yahut Türk-İslâm Ülküsü, bizleri ve kitleleri, en küçük yaşlardan alarak, yetişkinlik dönemlerine kadar, her bakımdan tatmin ederek, huzur içinde yüce hedeflere doğru şevkle götürebilmelidir.
Bu konuda başarılı olmak için, insanı tanımak gerekir. Günümüzde ideolojik çalışmalar artık tamamen ilme dayanmaktadır. Şimdi, sosyologlar, psikologlar, pedagoglar, ekonomistler, ideologlar ve politikacılar birlikte çalışmaktadırlar. Nitekim, böylece çalışan ve teşkilâtlanan hareketler başarıya ulaştığı halde, siyasî mücadeleyi particilik ve particiliği de siyasî şirket biçiminde mütalaa eden, ayak oyunları ile koltuk ve mevki edinmeye çalışan hareketler de er
geç silinip gitmektedirler.
Hepimiz tecrübe ile görmüşüzdür ki, en haklı davâlar, en doğru fikirler ve en sağlam inançlar ehliyetsiz ellerde başarısız duruma düşmektedir de, nice haksız davâlar, bozuk fikirler ve çürük inançlar güçlü kadrolar elinde mesafe alabilmektedirler. Bu konuda insanı tanımak önemli bir meseledir.
Biz Müslümanlar, açıkça ve mertçe itiraf edelim ki, bizler, insanı tanımak ve ona göre teşkilâtlanmak hususunda hayli güçsüz durumdayız. Bilhassa, son iki asırdan beri gerilememizin gerçek sebeplerinden biri de budur. Biz, sosyoloji bilmemekteyiz, biz psikoloji bilmemekteyiz. Biz modern pedagojiden ve bu konularda yetişmiş elit kadrolardan mahrumuz. Bu yüzden büyük hatalar yapmışız, yapıyoruz ve galiba yapmakta devam edeceğiz. Istırapla belirtelim ki, en büyük hatayı da gençlik konusunda yapıyoruz. Onların ihtiyaç ve hususiyetlerini bilerek davâmızı ortaya koyamıyoruz. Fakat, düşmanlarımız, onların bağımsızlık, hürriyetçilik, inkılâpçılık hususiyetlerini ve meselelerini istismar etmesini bilmektedirler.
İnsanları, geliştirmeyi, yüceltmeyi, sevk ve idare etmeyi düşünen kadrolar, her şeyden önce, fert ve cemiyet olarak onları tanımak zorundadırlar.
Bilirsiniz, psikologlar, insanları harekete geçiren veya hareketten alıkoyan ortak motivlerden (iç iticilerden) söz ederler. Onlara göre, insanların tavırlarına, davranışlarına ve hareketlerine yön ve biçim veren biyolojik iticiler vardır. İster fert, ister cemiyet plânında düşünülsün, insan, bir şeyler yapıyorsa, onu buna zorlayan maddî ve manevî sebepler ve zaruretler mevcuttur.
Bu sebepten ilim adamları, tavırları, davranışları ve hareketleri suçlamadan önce, onu meydana getiren sebepleri objektif bir biçimde tespit etmeye önem verirler. Bütün mesele, bu zorlayıcı iticileri çok sağlam vasıta ve ölçülerle ortaya koymakta, ondan sonra bunları millî, mukaddes ve muasır tedbirlerle tatmin etmektedir. İnsanlar, yaşamak, nefsini ve neslini korumak ve yüceltmek ihtiyacı içinde kıvranırken, yahut bu temel ihtiyaçlarının tehlikeye maruz kaldığını idrak ederken, siz onlara nasihat etmeye kalkışırsanız, sadece başarısız duruma düşmezsiniz, gülünç de olursunuz. Açım diye inleyen insana ekmek bulmaya, işsizim diyen insana iş temin etmeye, zulme uğradım diye feryat eden insanın imdadına adaletle koşmaya, mağdurun hakkını almaya mecbursunuz.
Öz yurdunda garip ve öz vatanında parya durumuna düşürülmüş bir milletin çocukları da, gençleri de, yetişkinleri de, köylüsü de, işçisi de, işsizi de, esnafı da, memuru da... tedirgindir, huzursuzdur. Hele, bir de bunlar, sahipsiz olduklarına ve istismar edildiklerine inandırılmışlarsa veya bu duyguya, bizzat tecrübeleri ile ulaşmışlarsa, tehlike, tahminlerin üstünde bir vehâmet kazanır.
Bunun yanında ülkeniz, emperyalist güçlerin savaş sahası durumuna getirilmişse, milletinizi ve vatanınızı bölmek, parçalamak ve sömürgeleştirmek için düşmanlarınız, dertlerinizi ve meselelerinizi istismar edebiliyorlarsa, hainler, ajanlar, beşincikollar, muhterisler, azınlık ırkçıları, siyaset cambazları ve onların yandaşları, milletinizin, gençliğinizin, köylünüzün, işçinizin, esnafınızın, mazlum ve mağdurlarınızın sahipsizlik duygularını iç savaşın malzemesi olarak kullanıyorsa, gerçekten ülkenizde, esaslı reformlara, yepyeni ülkücü kadrolara ve muasır müesseselere ihtiyaç vardır. Bunu, siz yapmazsanız, düşmanlarınız, bu millî ihtiyacınızı istismar edeceklerdir.
Ülkemizde cereyan eden facialar, bu niteliktedir. Bu sebepten biz, Türk-İslâm Ülkücüleri, millet olarak yeniden teşkilâtlanmak zorunda olduğumuza inanıyoruz. Bu, meşru zeminlerde kalarak, devletin yeniden teşkilâtlanması ve Türk-İslâm Medeniyetinin muasır bir periyod çizerek yeniden dirilmesi demektir. Bu, bizzat Türk Milletinin sosyal, kültürel, ekonomik ve politik manâda teşkilâtlanarak -yabancılaşmadan- kendi devletini kurtarması demektir. Biz, kesin olarak inanıyoruz ki, hem Türk, hem Müslüman, hem medenî olmak mümkündür. Yine, çok iyi biliyoruz ki, uygarlaşma ve çağdaşlaşma maskesi altında faaliyet gösteren, millî ve mukaddes değerlerimizi tahribe yönelen bütün eylemler, düşmanlarımızın kontrolündedir.
Türk-İslâm Ülkücüleri, büyük bir realizm içinde bütün bu gerçekleri bilerek milliyetçi, maneviyatçı, inkılâpçı, hürriyetçi ve toplumcu hüviyeti ile meydana atılmıştır. Allah'ın izni ile muvaffak olacaktır. Çünkü, ülkücünün derdi milletinin derdi, özlemleri milletinin özlemleridir. Müslüman-Türk Milleti ne istiyorsa, ülkücü de onu istemekte ve bunun savaşını vermektedir.
Türk-İslâm Ülküsü Cilt:3 sh:112-116